Salı, Mayıs 05, 2020

seçilmiş biri olduğumu hala anlamadın mı?


Jean-Léon Gérôme, 1896, La Vérité sortant du puits armée de son martinet pour châtier l'humanité (hakikat  insanlığı cezalandırmak için kırbacıyla kuyudan çıkıyor)

asaf avidan - my tunnels are long and dark these days 

andre gide, otobiyografisinde böyle diyor annesine. nevrotik diyip de geçebilirsiniz elbette ama bütün zihinsel hastalıklar çok uzakta değil belki bir adım ötemizde diyor freud. ya da öyle bir şey.

evet bugünkü st.augustinus itiraflar köşemizin konusu özel biri olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu. gittikçe kötüleyen hafızam şu karantina döneminde bir şeyler hatırlamaya başladı, net değil ama deniyor işte. ben on dört on beş yaşlarındayken, deyim yerindeyse lanetlenmiş filan olduğumu düşünürdüm. neydi beni bu sonuca vardıran? birçok sebep bulabiliyorum, emin olmasam da bunların beni etkilemiş olduğunu düşünüyorum.

bunlardan ilki, en eskiye dair hatırladığım şey, daha okula başlamadan beni etkisi altına alan matrix, sailormoon, pokemon, jackie chan, cüneyt arkın, tomb raider filmleri/oyunları. bunların hepsinin başkarakterleri "özel"dir, bir şekilde seçilmiştir, olağanüstü özellikleri vardır. ee diyeceksiniz bütün süper kahraman filmleri de öyle. ben çocukken bunları izledim ama ne yapalım. ve sonra bunları oyunlara çevirip oynardık. sonra akşam yatınca da böyle hayaller kurardım, muhteşem bir dövüşçü filan olurdum bu hayallerde. ama bence bu aşamada henüz sağlıksız bir durum yok.

sonra okula başladığımda okumayı yazmayı biliyor olduğum için, diğer öğrencilerden farklı bir konumum oluverdi. ne kadar basit bir şey ama değiştiriyor işte. öğretmenin de bana olan tavrı -hemen beni sınıf başkanı yapması mesela- sanırım ilk defa "özel" olduğumu düşündürten şeylerden biriydi. daha ilkokulda okuduğum fantastik romanlar beni kendimin başkarakter olduğu fantastik hikayeler yazmaya yöneltti. burada yine hep özel olma seçilmişlik vurgusu ön plandaydı.

sonra okul böyle devam etti, her zaman en "başarılı" öğrencisi olarak sınıfımın ortaokula geldim. o zaman proje sınıfı diye en başarılıları bir sınıfa topladılar, ve ben artık sınıfın en başarılısı değildim. ama bu beni pek etkilemedi çünkü matematik hocam ve sınıf öğretmenimiz aynı zamanda, bana çok farklı bir muamelede bulunuyordu. kötü gibi söyledim ama hayır aksine, fazla yüceltici. etrafta kimse yokken bütün arkadaşlarımı etkileyebilecek konumda olduğumu korkunç bir benzetmeyle (çoban-sürü) ifade ediyordu ve benden sürekli arkadaş grubumu "iyiye" yönlendirmemi bekliyordu.

bu hocanın ergenliğimde çok büyük bir etkisi var çünkü en fazla gördüğüm insandı (yedi gün sabahtan akşama okuldaydım) ve bir hocadan çok arkadaş gibiydik ve akademik olarak başarılı olmam için benimle özel ilgilendi, bu yüzden minnettarım ama yine de benim psikolojik sorunlar yaşamama neden olduğunu da görmezden gelemiyorum. o yaşta bir çocuğa yüklediği sorumluluk çok fazlaydı, ben bunu kaldıramadım ve birden kötü olan her şey için kendimi suçlamaya başladım. (şakasına da olsa adam bana şeytan diyormuş ya, bunu da eski yazımı okuyunca hatırladım) ve kötü biri olduğuma inandım, serserilik edip duruyordum, insanları kötü etkiliyordum, onların üzülmesine sebep oluyordum. bugün düşününce çok saçma geliyor bu tabi, hem çocuktuk eğlenmek istememiz normaldi hem de herkes istediğini yapıyordu, ben kimseyi bir şeye zorlamıyordum ki.

böylece gitmek istemediğim bir özel liseye verilmemle kendimden nefret etmeye başlamam diğer insanlardan da nefret etmeye başlamam olarak nefret her yere yayıldı. o kadar içime kapandım ki asla evden çıkmıyordum, okulda kimseyle konuşmuyordum, dersleri asla dinlemeyip sekiz saat ders boyunca kitap okuyordum. o kadar mutsuzdum ki. çoklu kişilikler yaratmıştım kendime, onlar içimde kavga eder dururdu. bütün özgüvenimi kaybetmiştim. ama anlıyorsunuz değil mi? bütün bunları başlatan şey aslında benim kendimi önemli biri sanmamdı. ve bu yetersizlik hissi kendimden nefret etmemle sonuçlandı. şimdi artık kendisinden memnun olmayan insanların birçoğu, aslında benim gibi gizli bir narsizmle boğuşuyor. kendimizden çok fazla şey bekliyoruz, sonra bu beklentilerin karşılığı olmadığı için aptal, zayıf, aciz, çirkin, başarısız olduğumuz için -ki böyle bir şey yok- kendimizden nefret ediyoruz. 

ayrıca derslerle ilgilenmediğim için notlarım düşüktü ve böylece elimde hiçbir şey kalmamıştı "şunda iyiyim" diyebileceğim. işte tam bu duygularla boğuşurken, bir ucube olduğumu düşünürken bu blogu açtım. kimseyle konuşmadığım için bu ihtiyacı hissetmiş olabilirim diye düşünüyorum. neyse, sonra okulda arkadaş edindim nihayet ama sosyallikten zevk almıyordum. yine zamanımın çoğunu kitap okuyarak, müzik dinleyerek geçiriyordum ve okul dışında dışarı hiç çıkmıyordum.

lise bittiğinde artık çok daha olgundum. nefret etmiyordum kimseden, sevdiğim birkaç arkadaşım vardı ama insanların önünde konuşamıyordum, dolmuşta para uzatır mısınız diyemiyordum, bir yere yemek yemeye gittiğimizde sipariş veremiyordum. kısacası tanımadığım insanlarla asla konuşamıyordum. özgüven denilen şeyden kırıntı kalmamıştı. hayal dünyasında yaşıyordum, gerçeklikle bağım kalmamıştı. kendi iç huzurumu bulmuştum evet ama bu içerideydi ve dışarıyla her karşılaşması bir hezeyandı.

üniversitenin ilk yılı bir anlamda travmaydı herhalde. kalabalık bir öğrenci evinde kalıyordum ve her gün okula gidiyordum, hafta sonu film akademisine gidiyordum. kısacası her yer tanımadığım insan doluydu ve onlarla iletişmem gerekiyordu. diğer açıdan, dış dünyaya dair korktuğum ne varsa bir anda başıma gelmesi bende şok etkisi yarattı ve beni daha cesur kıldı. artık sıradan bir insan olduğumu kabullenmiş, bununla barışmıştım. kendimden daha az şey bekliyordum ve bu yüzden de mutluydum. zamanla özgüvenimi geri kazandım, sosyalleştim (hala birçok insana göre asosyalim ama kendimle kıyasladığımda çok ilerleme kaydettim), karakterimin kötü özelliklerinden kurtulmak için elimden geleni yaptım ama zaten nefret gidince diğer şeyler onu takip etti. bugün bunları kendime bu kadar itiraf edebilmem, hatta başka insanlara da, çok mutlu ediyor beni. bugün olmak istediğim insan olabildiğimi düşünüyorum, tabi bazen yine aşağılık kompleksi krizleri geliyor. o zaman diyorum ki kendime, sakin ol yağmur, sen sıradan ve normal bir insansın, olağandışı bir şey yapmana gerek yok, sen busun, iyi bir insansın, seni seven insanlar var, sevdiğin insanlar var. sahip olduklarına bir bak. hepsi çok güzel.

çok mutlu son gibi oldu ama değil. seçilmişlik ve aşağılık kompleksinden kurtuldum ama istediğim gibi bir insan olabilmem, istediğim hayatı yaşıyor olduğum anlamına gelmez. dış faktörlerin sınırlayıcılığını özellikle bugünlerde iliklerime kadar hissediyorum ama ümitsiz değilim. en önemlisi de bu. sadece evde kalmaktan kafayı yemek üzereyim ahahhahaha


9 yorum:

  1. Son gülüş biraz ımm... Histerik kahkaha gibi geldi.

    YanıtlaSil
  2. Yaşadığımız uçurumlar arasında inşa etmeye çalıştığımız bir projemiz var: Kendimiz. Yazını okurken ben neler inşa ettim, neleri yıktım, istemeden neleri ürettim diye düşündüm. Seni okumak bana hep kendimi kendimi düşündürürdü zaten. İyi ki sen yazıyorsun, ben de seni okuyabiliyorum.

    Not: Aylardır yazdığım yorumların görünmezliğini ortadan kaldıramıyordum. Çok şükür bugün denediğim bir yol işe yaradı ve nihayet yorum yazabiliyorum sana. Çok mutlu oldum. (Ben roro)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Roromiyaaa
      Ben de çok mutlu oldum. Bloguna girmeyi kaç kez denedim ama davetsiz olmuyormuş. Hala buralarda olmana çok sevindim demek taşındın. Ve yazmama da tabi ki

      Kurduğumuz bu ben'in ne kadarı gerçekten biz? Projemiz... Çok yükleniyorsun kendine. Sorumluluk sahibi insanlardaki cesaret var sende ama çok yorucu bu, yıpratıcı, biraz da toplumu filan suçla, kaç biraz da

      Sil
    2. Ah, keşke toplumu suçlayabilsem. Nedendir bilmiyorum, toplumu ve kendimi aynı çatıda o kadar görmüyorum ki, onları suçlayamıyorum da. Ama kaçabilirim. Evet, bunu deneyeceğim.

      Ben de buralarda olduğum için mutluyum. :)

      Sil
  3. "şimdi artık kendisinden memnun olmayan insanların birçoğu, aslında benim gibi gizli bir narsizmle boğuşuyor." o kadar haklısın ki!
    Benzer olaylardan muzdaribim ben de, aslında kendimi yüceltmem sonucu bir aşağılık hissi yaşadım çok uzun zaman. Şimdi geçti mi, emin değilim. Ama ne olursa olsun şu anda olduğum yeri kabul etmeyi, beni buraya getiren olayları, yaşadıklarımı, bana bilerek veya bilmeyerek zarar veren insanları affetmeyi öğrenmem gerektiğini hissediyorum. Başarır mıyım, meçhul.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok zor bir şey, insan bir an kabullenip rahatlasa başka bir kriz anında yine aynı çöküntüyü yaşayabiliyor, mutlak kurtuluş yok gibi. insanlarla konuştukça gördüm ki bunu birçoğumuz yapıyoruz ama neden yapıyoruz? belki bunu iyice anlayınca biraz daha büyüyeceğiz

      Sil
  4. Yazılarını bir gecede okurum diye düşünüyordum, yapamayacağımı anlamam kısa sürdü. Beni gülümseten, düşündüren, geçmişe veya geleceğe götüren bir yazıydı sevgili Paul. Öyle ki durup nefes almam gerekti.

    Kendimle daha barışık olmaya başladığımı anladım, bir de bazı zamanlar kendimi neden o kadar kötü hissettiğimi. Küçük seçimlerin, küçük yaşlarda bizi kendimize nasıl da özel hissettirdiği ve bunun sonuçları.. Hayat, komik ama değil de. Ne büyük ısrar içerisinde, debeleniyoruz özel olmak için. Oysa duygular olabilir özel olan ve hepimiz buna sahibiz. Mutlu olabilmek mesela, amaç oyken araçlara takılıp karanlıkta geçen yıllar.

    Kendimizle belki barışabiliriz, zamanla ve mekanla barışık olmak mümkün mü sevgili Paul?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayat değil de bizler acınası şekilde komiğiz galiba. Tanrı aklımızdan geçenleri duyarken gülüyor mudur bize?

      Zaman mekan insanlar olmasa yani sınırlar olmasa herhangi bir sorun da ortaya çıkmazdı herhalde. Ama hiçbir sorunun olmamasını umarak da çok mu şey istiyoruz? Hiçbir sınırın olmaması mümkün değil gibi. Öyleyse ya sürekli çatışma olacak ya da kaderci olacağız ama hayır ya, seçenekleri daraltmaya gerek yok başka yollar da var

      Sil