Cumartesi, Mart 11, 2017

mesela neden vazgeçtin




artık gün ışıyınca kendiliğimden uyanıyorum. dede olma görevi tamamlandı. 

***

mümtaz'ın kedisi öldü geçen gün. ilk öğrendiğimde kalakaldım. ufak bir titreme oldu ellerimde ama genel olarak hareketsiz kaldım. o da çok ağladı ama sanırım ben yakınlardaki birinin ölümünden daha kolay idrak edebildim. kedim olmasaydı ne hissettiğini... yine de durumu çok iyi idare etti. ben onun kadar güçlü duramazdım. bunu ona söylemedim.

***

geçen irfan'a, inancım sarsıldı, dediğimde; evet bu saatten sonra olmaz, dedi. son yazdığım hikayeyi beğenmediğini söyledi. halbuki görüşlerine irfan'dan daha çok güvendiğim iki arkadaşım iyi yorumlar yapmışlardı, öyle üzmemek için iyi diyenlerden değillerdir. sanmazdım böyle hisler olacağını içimde ama üzüldüm işte, eleştiri değil ki bu başka bir şey. toptan silmek beni ve yazdıklarımı. iki öykümü ya da üç okumuşken söyledi bunları. yeterli mi? yeterlidir belki de ama o beni sevmese de okumasa da olur. kaybetmekten üzüleceğim bir okuyucu değildi, çok akademik çok pragmatist bir anlayışı var hep. sevince anar gibi romancıları seviyor, uzun ve karmaşık cümleleri. divan edebiyatını da seviyordur herhalde. bunu hiç sormadım, hiç konuşmadık. insan bazen yakınındakilerin olmadık şeylerini biliyor da böyle sıradan şeyleri bilemiyor. ben halk edebiyatını çok seviyorum, sakin, basit, anlaşılır ve samimi şeyleri seviyorum. "bana kara diyen dilber, gözlerin kara değil mi" ya da "hey ağalar zaman azdı, düşmüşe il üşer oldu, küllükte sürünen eşek, cins atla yarışır oldu" gibi dizeleri seviyorum. sonra öyle yazıyorum, dilin yavan diyor irfan. ölüm hakkında konuşurken süslü cümleler kurmamı istiyorsa yapamam. hastalık ve ölüm gibi sade ve samimi şeyleri anlatırken cümleler uzun olmamalı, diyalog yazılıyorsa okunurken "evet biz de böyle konuşuyoruz" denilmeli. sesli okuduğunda rahatsız etmemeli, senaryoda olduğu gibi. bir gün olay öykücülüğüne soyunursam, tarihi ya da fantastik öyküler yazarsam belki uzun ve süslü cümleler kurarım içi benzetmelerle dolu olan. şimdilik niyetim yok.

***

iyi insanlar hep uzakta mı olur yoksa uzakta oldukları için mi iyidirler böyle?

***

bazen orhan gibi okulu bırakıp yazarlığa soyunsam diyorum ama kendime güvenim yok ki. geleceği düşünemiyorum, düş kuramıyorum, hayal edemiyorum, plan yapamıyorum ve öbür yandan korkuyorum da geleceksiz olmaktan. geçmişi daha çok seviyor değilim, irfan öyle demişti bir gün yine, haklı olabilir sanmıştım ama geçmişte özlemediğim çok şey var, ben sadece lise yıllarını özlüyorum çünkü farkında değildim nasıl da özgür olduğumun, sakin geçen hayatımın boş olduğunu sanıyordum. şimdi sözde dolu geçirmiş olanlar bakıyorum, tuhaf. hiç özlemiyorlar o zamanları. ben o dönem için kendimle gurur duyuyorum ama şimdi. şimdi bir şeyler yaptığımı sanıp da aynı paralelkenarın karşılıklı eş kenarlarında geziyorum. farklı olacak gibi geliyor ama öz değişmiyor. farklı insanlara aynı şeyleri yaşamayı nasıl da beceriyorum.


mümtaz'a her şeyi anlattığım için mi daha az yazıyorum artık? neredeyse her şeyi. hayatım insanlar dinlemekle geçti ve şimdi de benim dinleyicim mümtaz oldu. kalabalıktan uzak olmayı sevmek dışında başka hiçbir ortak noktamız olmamasına rağmen nasıl da beni anladığını, anlayabildiğini hissediyorum. bana nispeten daha az insanla vakit geçirmesine rağmen -bu onun tercihi elbette- sosyal bağlamlar yorumlamada benden daha iyi. sanırım geçmişi ona bu konuda kaynak oluyor ya da doğuştan yetenekli belki de. ben hala ne zaman ne demem gerektiğini ne yapmam gerektiğini kestiremiyorum. mümtaz bana karşı hep iyi ve her zaman da yardım etmeye çalışıyor ama belki de sorun budur. bir kere de kavga edelim istiyorum bazen ya da konuşmayalım bir süre. öyle zamanlarda hemen panik yapıyor ama farkındayım sağlıksız bir durum bu.  ikimiz açısından da çünkü bana fazla bağlandı ve bir gün ben gidersem bu onu çok yaralayacak. benim tartışmak istemem de tuhaf yalnızca ben alıştığım için. şimdi böyle tartışıp durduğum insanları da hayatımdan çıkardıktan sonra yaşadığım sakin hayatı yadsıyor muyum? çok üzülmüştüm, daha fazla üzülmek istemediğimi söylüyordum ama nedir aradığım? sanırım bazen nevrotik yanım ağır basıyor, hayli yüksek derecede eğilimli olduğum sır değil. bazen, iki tane çak bana, diyorum mümtaz'a. gülüyor.

***

hayal/amaç mevzusunu konuşmadığım kişi bilmem kaldı mı? ufak da olsa bir değişim için anlattım herkeslere. dinledim. xingchi  ya da shohei'e bile.

xingchi durumun okuduğum bölümü sevmemekle ilgili olduğunu düşünüyor çünkü kendisi okuduğu bölümü hiç mi hiç sevmiyor ve o konuda bir geleceği olabileceğine inanmıyor. sevdiği şeyleri yaparak bir gelecek kazanabileceğine de inanmıyor. kazanabilir miyim bunlarla diye baktığında da çok değiştim diye üzülüyor.  bu yüzden çaresiz ve mezuniyeti de yaklaşmışken bomboş olduğunu sandığını ellerine bakıp iç çekiyor. sonra güneş açıyor ve birden her şeyi unutup mutlu olabiliyor. ben de onu bu yüzden seviyorum. (ama benim bölümümle ilgili sıkıntım yok ve genel olarak okulda nefret ediyorum çünkü hep etti ve sanırım bu değişmeyecek de. olur ya, bir gün prof olarak bile gitsem okul tatil olduğunda deli gibi sevineceğim.)

shohei'e göre hayatta bir hayalin olması önemli -ben ona belki de buna ihtiyacımız yoktur, hayalsiz ve amaçsız yaşabiliriz demiştim- çünkü  hayalsiz hayat sıkıcı olur ve sonunda pişman olursun. thoreau öyle diyormuş ama yine de bunun hakkında düşünmeyi abartmamam gerekirmiş ve kendimi üzmemem tabi ki. en sonunda bir şey bulurmuşum.

her şey yoluna girecektir, diye bitirmiş sözlerini. bazen insanın bunu duymaya çok ihtiyacı olur.
bir de sarılmaya.

***

geçen liseden bir arkadaşımla konuşuyordum, biliyorsun yazar olmak istiyordum lisedeyken dedim. niye olmadın dedi. niye hala olmadın? çok mantıklı. aşırı mantıklı. haklıydı, sanki neden olmamıştım bir yazar hala? on dokuz çoktan bitmiş, yirmi de öyle. pek ben neden bir yazar olamamıştım hala? eğer istediğim gerçekten buyduysa. 

cevabı bilmiyor değilim. korkaklığımdan pek tabi.