Pazar, Eylül 29, 2013

Amok Koşucusu ve Havadan Sudan

Bir arayan soranım bile yokkk! Birisi de neredesin sen dememiş, küstüm geri gidiyorum sadksadgfsaj
Şaka bir yana Sin “Ne biçim bloggersın sen, en son 19 Eylül’de yazmışsın” diyene kadar ben bile farkında değildim, kabul. O yüzden kızmıyorum. Hadi yine iyisiniz. :D

Peki ben bugünlerde başka ne yapıyorum?
İNEKLİYORUUUUM!!! Hayatım boyunca ilk kez ders çalışıyorum. Yani bildiğiniz test kitabını açıp soru çözüyorum. Hem de ben! Aslında şöyle bir bakıldığında pek fazla çalıştığım söylenemez ama eh, başlangıç için bana fazla bile bu. :D Ayrıca bilgisayarıma format attırdığım için tam 5 gün elimi sürmedim. :D Bu zaman zarfında hem yemek hem de uyku düzenim yerle bir oldu, psikolojim bozuldu falan. Eh, nasıl bir bağımlıyım siz düşünün artık. :D


Son iki haftada neler okudum ona bir bakalım. "Şifrelerin Matematiği: Kriptografi" isimli bir kitabı geçen hafta bitirdim. Bir sürü muhtemelen hayatımda hiç işime yaramayacak bilgi öğrenmiş oldum. :D Ama güzel kitaptı, hakkını yemeyelim.

Ondan sonra "Taaşşuk'u Talat ve Fitnat"ı ikinci kez okudum. Tabi ki çok beğendiğim için değil, üzerinden fazla zaman geçtiği için. Çok gülüyorum, o zamanların çerezlik kitaplarından işte.
Bu kitap bittikten sonra da Khaled Hosseini'in "Ve Dağlar Yankılandı" kitabını yarıladım, ona devam ediyorum şimdi. Adam yine döktürmüş ve benim psikolojimi bozmak konusunda kararlı sanırım. Uçurtma Avcısı ve Bin Muhteşem Güneş'le yaptığı yetmemiş gibi. En az onlar kadar güzel gidiyor. Ah bir de zamanım olsa, evimi özlüyorum inanın.

Bir de bu arada bir Amok Koşucusu okudum ki bunu okumayı ertelemekle hata yapmışım gerçekten. Stefan Zweig'ın yine muhteşem bir kitabı. -Tabi "Satranç" bir yana diğerleri bir yana ama harika yani.- Kitapta 7 hikaye var. Ve bu yedisinin ortak özelliği... Evet hepsi ağır dram ama onun dışında bir şeylerden bahsediyorum ben. Neyse, söylemiyorum ki tadı kaçmasın. Ben de beğendiğim bölümleri paylaşayım.


BİR ÇÖKÜŞÜN ÖYKÜSÜ

Yaşamının sevinç kaynağı, yani aldatmaca, onun yüreğini yeniden tutuşturdu. Fırlatılıp atılan, yerde kıvrılıp kalan ve üzerine basılarak ezilen bir mumun ışığı gibi değil, rastgele tutuşturulan, alev alev yanan bir sevinç yangını gibi gelecekti sonu. Uçuruma dans ederek düşecekti.

***

Özlediği ünü, ölümüyle sağlamaya çalıştığı unutulmazlığı adının arkasına ekleyemedi; onun ölümü, önemsiz olayların tozunun toprağının altında kaldı. Çünkü tarihin akışı, zorlanmaktan hoşlanmaz, kahramanlarını kendisi seçer, ne kadar zorlasalar da davetsiz gelenleri hiç acımadan geri çevirir; kaderin arabasından düşen olursa onu artık çekmemek gerekir.



MADALYA

Daha fazla ilerlemeyi göze alamamıştı, ölünün gözleriyle karşılaşmak, kanlı bir paçavra olarak, nispet yaparcasına karanlıkta duran kendi asker elbisesini görmek istemiyordu, bu simgelerde ölümün varlığını hissetmek istemiyordu. Bir din adamı kadar inançla cebindeki onur madalyasını sıkı sıkı tuttu. Bu onun sevinci, feryadı, umuduydu.

BEZGİNLİK

Acısını parçalara ayırmaya başladığı için gitgide sakinleşti. En derin acının verebileceği acımasız bir soğukkanlılıkla küçük parçalara ayırdı onu. Bu alın yazısı yalnızca kendisine mi özgüydü? Daha binlerce insanın aynı yazgıyı paylaştığını, kendi başından geçenlerin her gün rastlanan bir trajedi olduğunu biliyor ama yine de şimdiye kadar hiç kimsenin bunu böyle sert bir biçimde yaşadığını düşünmüyordu. Bir bezgin?

AMOK KOŞUCUSU

“Kadının bu gevezeliğinde sinirli ve dağınık bir hava var, bu beni de huzursuz ediyor. Neden bu kadar çok konuşuyor diye geçiriyorum içimden, neden kim olduğunu söylemiyor, neden peçesini kaldırmıyor. Ateşi mi var? Hasta mı? Deli mi?”

***

“Bana ihtiyacı olduğu için benden nefret ettiğini biliyordum, ben de ondan…”

*** 

“Sarhoşluktan öte bu… çılgınlık, insanın öfkeden gözünün dönmesi… insanın korkunç, delice bir saplantıya kapılması…”

*** 

“El yordamıyla… el yordamıyla ilerledim… ve orada... orada, pis bir şiltenin üzerinde… acıdan iki büklüm olmuş… inleyen bir insan parçası vardı… o vardı…”

 ***

“Siz, yabancı; burada şezlonga uzanmış yatan, dünyayı gezen yabancı; bir insanın ölmesinin ne demek olduğunu biliyor musunuz? Bedeninin bükülmesini, moraran tırnakların boşluğa saplanışını, gırtlaktan gelen hırıltıları, her uzvun mücadelesini, dehşet verici sona karşı direnen parmakları, gözlerin anlatılmaz bir dehşetle açılmasını gördünüz mü, böyle bir şeye tanık oldunuz mu, böyle bir şey yaşadınız mı, siz avare adam; bir görevden söz edercesine yardımdan söz eden siz dünya gezgini?”

AY IŞIĞI SOKAĞI

“Bu adamın gölgesini yanımda hissediyordum, ayaklarımın dibinde bir hayalet gibi tir tir titriyor, kah yayılıyor, kah donuk sokak lambalarının sallanan ışığında büzülüyordu. Söyleyecek bir şey bulamıyordum, ne avutabiliyordum onu ne de soru sorabiliyordum ama sessizliğinin benim üstüme yapıştığını hissediyordum, ağır ve bunaltıcı bir sessizlikti.”

LEPORELLA

“O monoton ezgi, kırık dökük bir tonda, şarkıya alışık olmayan o dudaklardan gizli saklı, güçlükle dökülüyordu; yine de dokunaklıydı, tuhaftı. Crescenz, çocukluğundan beri ilk kez şarkı söylemeyi deniyordu, boşa geçen yılların karanlığından bin bir güçlükle gün ışığına çıkan bu notalarda insanın içine dokunan bir şey vardı.”

LEMAN GÖLÜ KIYISINDAKİ OLAY

-“Hayır Boris, bu olmaz. Sınır demek yabancı bir ülke demektir. Senin geçmene izin vermezler.”
-“Ama ben onlara bir şey yapmam ki! Silahımı bıraktım. Hz. İsa adına onlardan rica edersem karımın yanına gitmeme neden izin vermesinler ki?”
-“Hayır, seni bırakmazlar Boris. İnsanlar artık Hz. İsa’nın ne dediğini dinlemiyorlar.”

Hepsi ayrı ayrı etkileyici hikayeydi. Hatta iki hikaye de ben eklemek istiyorum oraya. Biri benimki biri de GD'ninki olacak. Her yönüyle trajik bir hikaye oluşturabilir, iç karartıcı ruh tasvirlerinin devamını getirebilirim. Neyse... Şimdilik bu kadar. Görüşmek üzere o zaman... Ciao!

Çarşamba, Eylül 11, 2013

adını bilmediğim bir mim

LowerK beni mimlemiş! O da olmasa mim falan yazamam yani. Çok teşekkür ediyorum.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9mAa8TFdytvqBs2XiuAjw6sARGOzsWEXM4CHA3-ooSHTmnLy8BE-fgSh-3GM5nA7Bi7INHOQxVgGiIcxlggaHScH_p7Y0GHfy3n5uHWskRZkhdUQpb_pOU0ciPvRL8MjwTzxqBgK-Ua8/s1600/salar-de-uyuni-3.jpg

Hayatınızda hiç mucize olarak nitelendirebileceğiniz bir olay yaşadınız mı?
Bazen her şeye en fazla kaç açıdan bakılabilir diye düşünürüm. Yani herhangi bir olayı, bir görüntüyü mucize olarak nitelendirebilmek mümkün. Yine de her insanın mucize diyebileceği bir şey varsa aklıma gelen şey şu. Bir Ankara yolculuğunda verdiğimiz molaların birinde bir köpek vardı, tabi benim köpeklere zaafım olduğu için orada düşündüğümüzden fazla kalmıştık. Daha sonra yola devam ettiğimizde bir kaza olmuştu. İki tanker çarpışmış, biraz zincirleme  olmuş falan. Hem de biz oraya gelmeden dakikalar önce. Eğer o köpek orada olmasaydı muhtemelen biz o kazanın içinde olacaktık. O zaman bunun bir mucize olduğunu düşünmüştüm.

Almayı düşünüp de alamadığınız ne var?
Alamadığımdan ziyade almadığım çünkü almamam gerektiğini bildiğim şeyler var. Mesela ikinci bir bisiklet ama kış geldi ve bu sene de çok yoğun olacağım için yaza kadar sürme ihtimalim yok, ben de almıyorum, alamıyorum tabi. Yeni bir bilgisayar çünkü iki senedir bunu kullanıyorum. Ama yine ders çalışmama engel olacağını bildiğim için almayacağım. Ve yüzlerce kitap! Bunu alamama sebebim ise daha sırada onlarca kitap olması. 

Kıyafet konusunda takıntılarınız var mı?
Hem de nasıl. Etek, abiye, dantelli, boncuklu, simli, parlak, pembe renkli şeyleri giymem. Her daim pantolon, gömlek ve eşofman giyiyorum. Kıyafete girer mi ama bir de spor ayakkabıdan başka hiçbir ayakkabı çeşidi bile giymem. Kışın bile çok kar yağmamışsa bot bile giymiyorum.

Nefret ettiğiniz huylar ve insanlar?
Kendini beğenmişlik, narsizm, egoizm ve bilumum kendini sevme, başkalarını düşünmeme küçümseme özelliği. Dürüst olmama durumu ve ve ve saygısızlığa tahammülüm yok. Onun dışında nefret ettiğim biri yok.

Sizi en net tanımlayan kelime?
Tek kelime mi? “Dengesiz”i seçiyorum ben. 

Hayata yeniden gelme şansınız olsa hangi ülkede doğardınız?
İspanya!!! Tabi ki de güneyinde ama Barcelona da olur yani. Zaten beni tanıyan nasıl bir İspanya manyağı olduğumu bilir. Ayrıca bu blogda yazdığım en popüler yazı da İspanya için yazdığımdı. İspanya olmadı mı İsviçre derdim, olmadı İtalya, olmadı Kanada… E yeter birisi de olsun artık.

Tek başına bir insan keyiflenmek için ne yapabilir?
Güzel bir kitabın yapamayacağı şey yoktur. Müzik dinlesin, film izlesin, dışarı çıksın. Şehrinde varsa denize gitsin. Kütüphaneye gitsin. Daha ala keyif de bulamam zaten.

Nikah masasında evleneceğiniz kişiden “Hayır” cevabı alsanız ne yaparsınız?
"Ben diyecektim onu hıyar," derim, kızarım. Ayrıca "ulan gerizekalı bizi niye uğraştırdın o kadar" da derim.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgukq-hb0nITZiqXFrr0LtXK4oYxNjWfm0fBDwAZH-pAdwP_eF726-avJ7hDfC9fdlUVvfXZRqbSZA5WeJbgKA_lN3uaOXaYHZe5MOIBeTWhkmSoNoy02KyQcbRK2gI-dK0OXyx8bfpuT4/s1600/Little%252520Old%252520Letter%252520TAfo.jpg

İnsan kaderini mi yazar, kaderini mi yaşar?
İkisi de ya da ikisi de değil. 

Aklınıza gelen ilk İngilizce kelime?
Satisfaction.

İnternette sahip olduğunuz ilk nickname?
En zor soru buydu. İlk msn adresim oğlaklı bir şeydi, ablam açmıştı, burcumdan dolayı da oğlaklı bir şey yazmıştı. Bu sayılmıyorsa “Alien” olabilir. Ki bazı sitelerde hala bunu kullanıyorum. 

Ben de mim oluşturmak istiyorum aslında nasıl yapacağımdan emin değilim.
Neyse kimleri mimliyorum? HanijuniShirushiFilozofMuuYa Leyl


Görüşmek Üzere!!!

Salı, Eylül 10, 2013

Müziğin Türkçe'si

Biliyorum bazılarınız öyle sanıyor ama anamın karnından K-pop dinleyerek çıkmadım ben. :D Sadece bir buçuk yıl oldu. :D İngilizce dinlemeden önce de Türkçe dinliyordum. Şimdi dönüp baktığımda çok şükür yine iyisini seçmişim diyorum. :D Peki ne dinliyordum?

Kazım Koyuncu

MFÖ, Nev, Duman, MaNga, Ayna, Mor ve Ötesi, Gripin de dinlerdim ama onların şarkılarından bahsedesim yok şimdi. Beyin fonksiyonları yeterli çalışmayan bir kesim tarafından arabesk genresine koyulsa da bizim onunla hiçbir ilgili olmadığını bildiğimiz Ahmet Kaya’yı da severek dinlerdim. Kazım Koyuncu’yu tek geçerim. Ve tabi ki, tabi ki hepsinden önce Barış Manço ve Cem Karaca dinleyerek büyüdüm ben. Şimdi bir de şarkılarını koymak istediklerim var. Ayrıca  dinlediğim yüzlerce Türkçe şarkıdan sadece 2-3 tanesinin klibini izlemişliğim vardır. O derece ilgisizdim. :D

Yüksek Sadakat- Kadınım
“Irmaklar denizlerde, denizler sahillerde durdular 
Arayanlar hiçbir yerde, inananlar dualarda buldular
Kim bilir sen benim halimde, sakinliğimde ne buldun?
Ben sonra yorgundum, kendi kendime sokuldum
Uyuya kaldım…
Aklımın iplerin saldım… 
O giderken, bir an durup peşinden baktım
Ne dersin? 
Umarım beni affedersin…
Ne dersin? 
Belki de terk edip gidersin…


Yüksek Sadakat - Hiçbir Şey Yerini Tutamaz
“Rüyamda bir balıkla tanıştım
Onunla senden benden göç etmekten konuştum
Biraz garip şimdi bakınca
Hayvanlar konuşamaz insanlar duymadıkça
Gitme, ne olur gitme          
Sen gidersen çöl gelir, çekirgeler beni alır
Gitme, bu yüzden gitme…”

 

Sevdiğim diğer şarkıları:
Aşk Durdukça, Haydi Gel İçelim, Katil&Maktül, Ayrılış, Döneceksin Diye Söz Ver, Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer, Pervane, İhtimaller Denizi, Aşk Şarabı, Kadınım....

Zakkum - Hipokondriyak
“1,2,3,4,5,6…
Sen kendi gölgesinden bile korkan bir paranoya… kBir hipokondriyak… Bir hipokondriyak
Sen kırık cam üstünde yalınayak ve çırılçıplak… Bir hipokondriyak… Bir hipokandriyak…
311, 312, 313…”


Bunun dışında sadece “Anason” isimli şarkısını dinlerdim.

Ezginin Günlüğü - Eksik Bir Şey mi Var
“Eksik bir şey mi hayatımda, gözlerim neden sık sık dalıyor?
Eksik bir şey mi hayatımda, gökyüzü bazen ciğerime doluyor…
Öyle bir şey ki bu, kolay anlatamam
Atsan atılmaz, satsam satamam, eksik bir şey mi var anlayamam
Bak çayım, sigaram, her şeyim tamam…”


Papatya şarkısını da çok severim, onun dışında pek dinlemem.

Can Atilla - Aşk-ı Hürrem
“Masmavi gökyüzünde hep kaybolmuş küçük yıldızım
Mehtaba sürgün olmuş hayaller, geçmiş biter gider,
Sarmışsa ruhunu dalgalar, anlatır gibi her şeyi
Kalbim barışmış gözyaşlarıyla, Nastasia elveda…”


Sezen Aksu – Unuttun mu Beni?
“Unuttun mu beni? Her şeyimi… Sildin mi bütün izlerimi?
Ben hala dolaşıyorum avare, hani görsen eni konu divane
Ne yaptıysam olmadı, ne çare, unutamadım gitti…”      


Sezen Aksu da dinlemem, bu dinlediğim tek şarkısı.

Erol Evgin – Bir De Bana Sor
“Nereden aklıma esti kim bilir, gezdim dün gece şehri şöyle bir
Herkes evinde, kendi halinde, her yerde huzur, her yerde neşe
Bir ben uykusuz, bir ben huzursuz, bir ben çaresiz, bir ben sensiz…
Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor, nerede, nasıl yaşarım, bir de bana sor
Evlerin ışıkları bir bir yanarken, bendeki karanlığı gel de bana sor…
Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor, sensiz yaşamak neymiş bir de bana sor
Ak düşer saçlarımı tel tel sayarken, bunca yıl nasıl geçti, gel de bana sor…”


Erol Evgin’i çok severim, sesini çok beğeniyor. Hemen hemen tüm şarkılarını severim.

Gökhan Kırdar – Üstüme Basıp Geçme
“Belki de yalandır oyundur derim ya yine de korku basar
Yazık ki ağır ağır çökmüş yüreğine, nefret değil mi bu?”

Adamı tanımıyorum bile. :D


Gökhan Türkmen – Büyük İnsan
“Herkese sor acılar unutuluyor, ağlayınca gözlerinden siliniyor
Aşk her defasında bak bulunuyor, bırakırım zamana öyle biraz da
Sen olmadan da geçer nasılsa, hatırla bunları sakın unutma
Diyordun, ama o zaman gülüyordun…”


Dinlediğim tek şarkısı buydu.

Feridun Düzağaç – Düşler Sokağı
“Ben kuşlardan da küçüktüm bir gece vaktiydi, aşk tuttu elimden…
Geçtim düşler sokağından bir gece vaktiydi, ceplerimde hacı yatmazlar…
Yağmur yağsa, uykum kaçsa, bir kuş konsa badi parmağıma, ağlardım bir başıma…
Sevdadandır, sevdadandır dedi annem aldırma, aldırma, gel yanıma…
Kaç mevsim aşk pazarında geçti yalanlarla, düş sattım aldanmışlara…
Aklım kaçıverdi elimden, bir gece vaktiydi, sevdiğim başka sevenim başka…”


Bu adamın şarkıları güzel olur. Alev Alev’i de severdim.

Erkin Koray – Öyle bir geçer zaman ki
“Öyle bir geçer zaman ki, dediğim aynıyla vaki… Birden dursun istersin, seneler olunca mazi
Öyle bir geçer zaman ki, dediğim aynıyla vaki…
Günlere bakarsın katı katı, üzerine çekersin perde,
Yoldan geçenler var da, her akşam gelenler nerede?
Kara yazıldı sanma, insanın da kaderi böyle, öyle bir geçer zaman ki, dediğim aynıyla vaki…
Bir cevap buldun mu sorulara, yiğitlik de var yine serde, nasıl gaddar seneler, geçiyor durduğu yerde
Sana kara yazıldı sanma, insanın da kaderi böyle, öyle bir geçer zaman ki, dediğim aynıyla vaki…
O nedir seni kızdıran memnun edeceği yerde, bak bir garip diyor ki nerede o yarim nerede?
Anılara kapılıp kanma, dünyanın da düzeni böyle, öyle bir geçer zaman ki, dediğim aynıyla vaki…”


Cem Adrian – Yağmur
“Korkmuyorum artık senden gece, korkmuyorum hiç karanlık
Üzerime gel istersen, sar beni, ben kaçıp gitmem
Korkmuyorum artık senden yalnızlık, korkmuyorum hiç, korkmuyorum
Yüreğime vur, vur istersen, kalmadı hiç kaçıp gitmem…
Sokaklarda yanımda dolaşan yağmur, geceleri başucumda duran yağmur
Avucumda ellerin yerine yağmur, vur yüzüme, vur yüzüme
Saçlarımda nefesin yerine yağmur, dudağımda dudağın yerine yağmur
Gökyüzünden çaresizliğimi yağmur, vur yüzüme hadi vur yüzüme…”


Normalde Cem Adrian da dinlemem ama bu şarkı çok güzel…


Teoman - Zamparanın Ölümü
“Pardon sizi birine benzettim geçmiş yıllardan, yemin ederim azıcık içtim, bu halim doğuştan
Şampiyonum sanırken diskalifiye olduğumdan, işte sevgili bayan, tüm gevezeliğim bundan
Bir kız tanırdım eskiden hayat berbat derdi, loş kalbinde hayal kırıklıkları biriktirirdi.
Her filmden, kitaptan bir rol seçerdi, beğensin diye gelirse ölüm makyajsız gezmezdi.
Bir şey söyledi ki bence de doğru bir bar filizofu “Çok kadın hiç kadındır oğlum, yalnızlık sorun.”
Kadehte yansımama baktım, ayaklı bir kanıttım, kadın dergi testlerinde her soruya yanıttım
Tanırsınız benim gibilerini boş sokaklardan, çizgilere basmadan yürümeye çalışan insanlardan
Ama dün akşam dedim ki kendi kendime düşünme! Kim anlamış ki sen anlayasın böyle…


Sevdiğim diğer şarkıları:
Çoban Yıldızı, İki Çocuk, Papatya, Kardelen, Gemiler, İki Yabancı, Sevgi Anlaşmak Değil, Uykusuz Her Gece, Renkli Rüyalar Oteli, Kupa Kızı ve Sinek Valesi, İstanbul’da Sonbahar, Anlıyorsun değil mi?, Senden önce senden sonra, İstasyon İnsanları…               

Şebnem Ferah - Eski
“Eski bir şiir, eski bir hikâye, eski bir ezgi var aklımda,
Herkes hayattaydı, bildiğim herkes, hiç korku yoktu, yoktu aklımda…
Eski bir kitap, eskimiş resimler, eski bir şarkı var aklımda,
Sevdiğim birini hiç kaybetmemiştim, kaybetmek yoktu, yoktu aklımda…
Sıradan basit bir günün uğruna, hiç dua etmemiş, hiç yalvarmamıştım…
Sen nasıl başardın? Yüzyıllık aşk gibisin?
Nasıl böyle kaldın? Büyürken eskimeyen, Eskise de değerlenen…
Sen nasıl başardın? Yüzyıllık aşk gibisin?                    
Nasıl böyle kaldın? Yoksa sen de sadece öyle duranlardan mısın?
Eski bir oyun, eski bir sokakta, eski bir hırka, var omzumda
Aşka inanırdım, her hücremle, hiçbir yük yoktu, yoktu omzumda…”


Şebnem Ferah - Yalnız
“Kim bilir neler neler geçti başından, kimse böyle yalnız olamaz
Anlat birer birer, tut ellerimden, kimse böyle küskün olamaz
Çizgi çizgi yüzünde, gölgeli gözlerinde, ağır sessizliğinde, neler neler var ne hikâyeler var
Titreyen çenemde, dünya devrilmiş, kimse böyle üzgün olamaz
Gözlerim dolu dolu, hayatım da öyle, kimse böyle yorgun olamaz
İlk göz pınarında, duran o gözyaşında, akmaya hazırlanan neler neler var ne hikâyeler var
Her bahar öncesinde, kardelene dönüşmeyi, kopmayı koparılmayı anlat
Karanlıkla dans etmeyi, sonra ölmeye yatmayı, kahpe dünyayı anlat anlat
Uzaklara dalıp gitme, gözlerin de dolmasın, kimse böyle yalnız olmasın…”


Şebnem Feah - Ünzile
“Ünzile insan dölü, on kardeş beşi ölü... Büyüdükçe un ufak ve gelir de görücü
İnci gibi dişi, görücü bilir işi, söğüdüm ağlar gider, olur hatun kişi
Varmadan sekizine, ergin oldu ünzile… Hem çocuk hem de kadın, on ikisinde ana
Bir gül gibi al ve narin bir su gibi saydam ve sakin, susar kadın ünzile…
Yağmuru kim döküyor? Ünzile kaç koyun ediyor? Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor.
Korkar durur gitmez, köyün en son çitine, inanır o sınırda dünyanın bittiğine
Ünzile insan dölü, bilinmezlere gebe, sırların mihnetini yükleyip de beline
Varmadan sekizine, ergin oldu ünzile, hem çocuk hem de kadın, on ikisinde ana
Bir gül gibi al ve narin bir su gibi saydam ve sakin, susar kadın ünzile…”


Sevdiğim diğer şarkıları:
Değirmenler, Masum Değiliz, Çakıl Taşları, Aşk Her şeyi affeder mi?, Ben Şarkımı Söylerken, Bir Kalp Kırıldığında, Bu Aşk Fazla Sana, Can Kırıkları, Deli Kızım Uyan, Gidiyorum Gözüm Yaşlı, İstiklal Caddesi Kadar, Rüzgar Ol Gel, Sigara, Mayın Tarlası, Kırmızı Rugan Ayakkabılar…

Badem - Elif
“Elif kaşlarını çatar, gamzesi sineme batar.
Ak elleri kalem tutar, yazar elif elif diye…”


Sevdiğim diğer Şarkıları:
Senin Hala Bu Kalp, Sen Ağlama, Ala Gözlerini sevdiğim Dilber, İntizar, Geceyedir Küsmelerim, Sensiz Kalacak Bu Şehir, Sensiz Olmam, Kalpsiz…

Redd - Hala Aşk Var mı?
“Çöpü kalmış elma masal, bu toklukta adem ne yapar? Esir olmuş televizyon bakar…
Külü kalmış, ateş masal, akıl vermiş neye yarar? Hapı yutup rüyaya dalar…
Bir melek bir şehir bir dünya var mı? Bir insan bir güzel hala aşk var mı?
Bu boşlukta insan ne yapar? Canı sıkılır aya dalar, kendi bakar maymunu yollar.
Gözü döner adam asar, sonra marsta hayat arar, canlı yayında şeytanlar…”


Sevdiğim diğer şarkıları:
Deliyim, Dünya, Prensesin Uykusuyum, Nefes Bile Almadan…

Kurban – Yalan Dostum
“Yalan dostum aşk diye bir şey yok, aşk dediğin 3 günlük eğlence
Bilemedin 5 gün sürsün, kapılıp da sürünen çok…”


Ogün Şanlısoy – Büyüdük Aniden
“Eskiden neşemiz vardı, gülümserdik her gün, uzaktaydı hüzün
Hayallerimiz vardı, uçurtmalar geçer içinden, Cumartesi öğlen
Boyalarımızla oynardık, rengârenkti her şey, karanlığı boyardık
Ve birden büyüdük aniden… Ve birden küçüldü hayaller  
Büyüdükte sanki ne oldu? Çocukluğu unuttuk, yalanlara boğulduk
Büyüdükte sanki ne oldu? Umutları kuruttuk, savaşta vurulduk
Koşardık bayırlarda, ağaç evler kurardık. Bedavaydı çiçekler, taçlar yapardık
Düşsek bile olsun, yeniden kalkardık, acıtmazdı hayat…”

                                                            
Sevdiğim Diğer Şarkıları:
Kendine Gel, Korkma, Ben de Özledim, Kaybettik Severken, Düşmez Kalkmaz, Ne Yerdeyim Ne Gökte?, Umudum Var, Bir Ben, Pencere, Saydım, Kendin Öldün...

Malt – Gol
“Ben uyurken geçen günler geri gelmeyecekler, full time yıllarıma rağmen öç peşindeler
Yönetici olabilirdim aslında, yapamayan yönetir derler,
Ama tüm personel adaylarım üst mevkilerde bir yerdeler
Ben hep yedekteyim, onlar oynuyor, ben izlemekteyim, onlar atıyor
Neden bilmem hep böyle oluyor? Sonuç aleyhime, uzatma yok maç bitiyor
Yıllarca ben koşup çalıştım didindim çabaladım, o bir vurdu gol oldu.
Bana ıslak bir sopa verin, elle oynamayım, maç durmasın
Topumu ağzına gömünce lütfen faul olmasın...”



Huh… Sonunda bitti. 
Peki siz ne dinlerdiniz/dinliyorsunuz?

Pazartesi, Eylül 09, 2013

Üçü Bir Arada: Uzakdoğu Sineması #2

Merhaba!!!
Bu yazı dizisinde ne yapıyorum, adı üstünde üçleme tabi. Yazının ilki burada

LOVE ON THAT DAY


Bu filmden herkes övgüyle bahsederken cidden merak etmeye başlamıştım. Sonra birden ilk kez olumsuz bir yorum duydum, o da Küçük Filozoftan geldi. Şimdi ona teşekkür etmem lazım yoksa beklentim tavan olacağı için çok büyük hayal kırıklığı yaşardım.
Klişeler dizisi ve mantıksızlık daha 5. Dakikada başlıyor. Motorun üstündeki esas kız, yaya olan esas çocuğa çarpar. Sonuç ise ancak çizgi filmlerde olan türden bir şey. Komedi filmi niyetine izledim, güldüm geçtim. Düşerken tutma, ceket verme, babasını arayan çocuk, pencereden çarşafla kaçma, sırtta taşıma, o kadar çok var ki hepsini sayamayacağım. Allah’tan aynı anda tek iş yapamama gibi bir takıntım var. :D
Karakterlere gelirsek, Mario’nun oyunculuğu berbat ötesiydi. Xiao Ya ise yaşına rağmen küçücük kız gibiydi.  DJ tabi ki favori karakterimdi, müzisyenlere zaafım var o kesin. Tae Gon’u da sevdim ama yapma be senarist, kimse o kadar salak olamaz. Neyse ki bu kız filme azıcık renk kattı yoksa kusabilirdim. :D Fu amca ise filmi sonuna kadar izleyebilme nedenim, olmasa izlenmezdi. :D
Sonuç olarak izlemenize hiç gerek yok. Cidden çok boş bir film.

DASEPO NAUHGTY GIRLS


Sıradaki filmimiz içinse alın size bir başka boş film. Seçimlerim berbat öyle değil mi? Ama en azından bu filmin amacı saçmalamakmış ve çok da güzel saçmalamışlar. Çok da ilginç bir filmdi aslında. Ama bittikten sonra “Eee?” diyorsunuz. “Ne oldu şimdi?”

Ateist sınıfına merhaba deyin, en öndeki de Çançiçeği^^
Bir din okulu düşünün ama lise değil, lütfen. :D Bir sınıfta Budistler, bir sınıfta İseviler, bir sınıfta ateistler… Dinle de dinsizlikle de dalga geçmişler, sanırım yapımcı agnostik. :D Arada bir fantastiğe bağlayan, fakir mi fakir bir kızın hikayesi… 


Diğer karakterler ise şöyle:
-Kızın travesti olmayan sadece kadın gibi giyinmeyi seven “büyük ablası” ama erkek. Sonra bunlar kanka oldular falan. Eros’a tapan bir topluluk bunları kaçırdı, dans ettirdiler, sonra da saldılar. :D


-Kızın aşık olduğu İsviçre’den gelen zengin ve yakışıklı Anthony. Daha sonradan kızın annesi abisini evlatlık verdiğini, Anthony’nin o olabileceğini söyledi, Anthony de kendinin evlatlık olduğunu, doğum tarihini tam bilmediğini falan söyledi. Bu aralar komikti.


-Ateist sınıfındaki tek gözlü çocuk… Tabi tek gözlü olduğu için dışlandı falan ama daha sonradan çançiçeğinin onu sevdiğini öğrendi. Ayrıca yan tarafta oturan başka bir oğlan buna sarkıyordu. Bir de bunun bir kardeşi vardı. Anthony ona aşık oldu ama kız, kız değilmiş meğersem. :D

Tek Göz :D
Tek Göz'ün kardeşi, çok tanıdık bir yüz değil mi?^^
-Okul müdürü. Daha sonradan bu adamın içine meğer kore mitolojisindeki bir yaratık olan Emuki girmiş, Emuki de kızlara bakireliğini geri verip duruyordu. Bütün kızlar bir anda akıllı, uslu olup sadece sınav çalışıyordu. Anthony’nin iki arkadaşı da bu işin peşine düştü ve sonra okul bahçesinde bütün lise ile Emuki savaştı. Nasıl savaştığı konusuna hiç değinmiyorum. Sonra Emuki ejderhaya dönüştü ve gitti.
-Gri bebek. Bütün film boyunca kızımızın sırtına yapışık olarak gezdi durdu. Filmin sonlarına doğru veda etti. Sonra da gidip Anthony’ye sardı. Meğer Anthony’nin de ailesi iflas etmiş, artık fakirmiş.


-Kızın gerçek abisi. İsviçre’den sonradan gelen bu arkadaş visual keici çıktı asdfdsasdsasdas Kendisi tam bir rahatsızdı. Filmin başında ve sonunda pembe saçlı pembe giysili bir amigo kız demek istediğim takım vardı. Onların dansıyla başlamıştı film ve mezuniyet sonunda onlarla bitti. Atlayıp zıplarken the end.


İlginç ama sevdim. Tuhaf ama hoştu. Böyle acayiplikler güzel oluyor bazen.



TOKI WO KAKERU SHOUJO


Yani “Zamanda sıçrayan kız”
Sonunda insancıl bir film dedim. :D Sıkıcıydı biraz, ben arkasına geçip itekledim ama yine de insancıldı. :D Birçok klişe görmüş olsak bile başrolümüz o kadar sevimli idi ki başka bir karaktere gerek yoktu. :D Sınavı geçtiğini öğrendiği andaki sevinme şekli beni bitirdi zaten, o anda “tamam bu kızı aldım ben.” Dedim. :D

Akari’nin annesi bir gün beklenmedik şekilde trafik kazası geçirir ve durumu kritiktir. Annesinin başında oturup sırlarken annesi gözlerini açar ve kızından inanılmaz bir şey ister. 1972 yılına gidip Fukamachi Kazuo’ya sözün unutulmadığını söylemesini. Akari annesinin arzusu üzerine gidip laboratuardaki iksiri içer ve tarihi söyler. Ne var ki 72’ye değil 74’e gider. Bu sahneler çok hoştu açıkçası. Sonra orada Ryouta isimli bir genç ona yardım eder ve anlaşılacağı üzere filmin ilerleyen sahnelerinde aralarında oluşacak duygusal bağ kaçınılmazdır.


Ne kadar arasalar da Kazuo’dan ne ufak bir iz yoktur. Hatta geçmişteki annesi bile kim olduğunu bilmiyordur. Fukamachi Kazuo kim? Ryouta’nın kameraman arkadaşı bilin bakalım kim çıkacak? Akari ne için geleceğe dönmekten vazgeçecek? Spoiler vermeyeceğim, kendimi geliştiriyorum. :D


Güzel bir finaldi, ikinci yarı daha hareketli geçti. Mutlaka izleyin diyemem ama canınız sıkılıyor ve bir Japon filmi izlemek istiyorsanız neden olmasın?

Evet, yazı burada sona ermiştir. Bir başka yazıda görüşmek üzere!!!