Perşembe, Ocak 15, 2015

internete veda

Ders çalışırken(?) ben ve bilgisayar 
Hala bunu yapabilmiş olduğuma inanamasam da zaman geçtikçe daha  iyi varmış olacağım bunu idrakine. Gerçekten nasıl yaptım? İnternetsiz olmaktan ziyade bunu yapmış olmam tuhaf geliyor. Tabi bir de şuan internetsizsem bu yazıyı nasıl yayınladığım sorusu var.

Evet, pazar gecesi modemin şifresini değiştirttim, bu da kendi kişisel bilgisayarımdan ve telefonumdan internete giremeyeceğim anlamına geliyor. Ah… Düşünmesi bile tuhaf. Ama çok uzun zamandır bunu yapmak istiyordum, yani internetsiz yaşamak. Sorun ne? Bağımlı mıyım? Hayır? İnternet yoksa yoktur, aramıyorum. İnternetsiz ölürüm gibisinden bir durum söz konusu değil ama uyku sorunum olduğu için, boş zamanım çok, tabi ki ders çalışmak yerinde internete giriyorum. Şimdi internet yoksa hmmm kim bilir? Belki bir ümit iki soru çözerim. Ama tabi ki internetin elzem olduğu durumlar olabilir ya da kafa dağıtmak istediğim zamanlar da olabilir. O yüzden interneti toptan kaldırmak yerine bu çözümü deniyorum.

Ama öyle tahmin ediyorum ki bütün bunlar bile internetten uzak kalmam konusunda çok yeterli olmayacaktır. Neden mi? Sabahları nedensizce uyanıp, uyuyamama da uyku sorunum çerçevesi dâhilinde. Bu sefer ne yapacağım? Kalkıp babamın bilgisayarından leylimley… Ama yine de telefonumdan giremiyor olmak çok iyi olacak çünkü normal zamanlarda telefonla arası olmayan ben internete telden girince sanki nete girmiyormuş gibi hissediyorum. Ama bu çok saçma. O yüzden böyle daha iyi olacağını umuyorum, bakalım. Bunu söylememin nedeni de şu, sonra ben arada sırada sosyal medyaya uğradığımda “Sen hayırdır ya?” demeyin istiyorum.

Tabi ki sosyal medya hesaplarıma veda ederken duygulanmadım değil.

Evet, elveda bozulup duran, beni çıldırtan Gmailim…
Elveda bir girince saatlerce çıkamadığım Tumblr…
Elveda kırk yılda bir girdiğim G+…
Beş dakika girmemin yettiği K-pop’ta ne varsa haberdar olduğum Facebook…
Son zamanlardaki gözdem Outlook…
Elveda yeni yeni şarkılar keşfettiğim Soundcloud…
Yalnızca oradan ne yaptığını takip edebildiğim Geonil’in instagramı…
Dipsiz kuyu 9gag…
Elveda canımiçisi, bebişim Wikipedia…
Bol bol güldüğüm, oyş dediğim Netizenbuzz…
Henüz ondan daha iyisi olmayan Yeppudaa…
Uzun zamandır sadece Japonya’da çıkanlar için kullandığım KMusicDL…
Boş işlerin, listelerin ve de testlerin kahyası Onedio…
Ah ah hayat sensiz ne zor olacak bilemezsin Youtube…
Telif hakkıyla ilgili sorun yaşandığında kurtarıcı Dailymotion…
Elveda hiçbir alakam olmayan Twitter…
TVXQ hakkındaki en iyi site olan TVXQexpress…
Abartısıyla, yalanıyla, dolanıyla Allkpop…
Son dönem trend olan Koreaboo…
Her zaman biaslarımın en az popüler üye olduğunu gösteren Miss K-pop…
Elveda hiçbir zaman aramızdaki ilişki eskisi gibi olmayacak olan Kickass…
Ama sana veda etmiyorum Blogger çünkü…
Çünkü tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanıdır.

Not: 3 gün boyunca hiç internet aramadım, ben kendimi tanıyorum. Şuan geldim ve bilgisayara açtım çünkü çıkmış sorulara bakacaktım. O sırada bu yazıyı da aradan çıkarayım dedim. Neden bunlar anlatıyorum? Çünkü bazen soruyorum kendime, ben bağımlı mıyım anlamaya çalışıyorum, değilmişim, "tamam o zaman eee? Ne yapalım şimdi?" diyebilirsiniz, deyin bir şey olmaz. 
               
***

NETE VEDA

İlk hasretiyle gençliğimin ilk elemleri
Ey paslı tuşlarında gülen, ağlayan klavye,
Ey eski dost yad edelim eski demleri,
Madem ki son tuşunu dağıtmış, yorulmuşuz!
Anlat bir yeni harddiskin üstünde ansızın!
Hoparlörünle hıçkırarak doğduğun günü!
Bin bir sitede bin bir yan sekmelerin
Anlat nasıl terennümün inletti ekranını!
Neydin gönülde, şimdi ne oldun zavallı sen,
Kısa yol oluştur benim de bu son gizli nalemi.
Ekranın asumanda ziyalarla işlenen
Bir pembe gül mü, yoksa bir altın piyale mi?
Akşam gruba karşı tüten bir sörfün
Hüznüyle şahit olma nihayet zevaline!
Chrome yoluyla Zühre tacın, nağme kervanın
Şahane geldiğin gibi şahane git yine!
Biz şimdi başka bir sınava bağlıyız:
Soru bankasıyla geldi erenler bu meclise,
Yalnız bugün senin gibi ölgün hızdayız,
Zira bu kitap da parçalanır gülmek istese...
İncitmeden modemini insafsız ellerin
Zalim temaslarıyla zamanın sitemleri,
Ah ayrılırken, inleyerek manyetik alanın,
Ey eski dost, yad edelim eski demleri... 



Not: Halit Fahri Ozansoy’un Aruza Veda adlı şiirinden esinlenilmiştir.

Çok hoşuma giden bir şarkıyı da şuraya atıvereyim. Dikkat, ballad özellikleri taşımaktadır.



Perşembe, Ocak 08, 2015

Yılın İlk Karı Nasıl Olur?



Sabah kahvaltıda babam bir anda “Paul kar yağıyor!” deyince inanmadım. Çünkü babamın trollüğü meşhurdur. Kafamı bir çeviririm ki gerçekten de yağıyor. O andan itibaren karın daha çok daha çok daha çok yağması için dua etmekle meşgulüm.

Pazartesiden beri sınıftakiler “Perşembe tatil, kesin tatil, tatil ya, kar soğuğu, kar bulutları, sulu kar mı yağan? Tatil tatil, kesin tatil, resmi tatil…” dedikleri için herkesten önce kendimizi buna inandırdık. Ve şimdi burası bembeyaz oldu, eğer bütün gece yağarsa yarın… LÜTFEN DAHA ÇOK YAĞAR MISIN?!

Ya şimdi niye geldin zırvalıyorsun diyenler olabilir. Sabah ben karı görünce “yılın ilk karı” demiştim ve o zaman aklıma şöyle bir söylenti olduğu gelmişti: “Yılın ilk karı yağarken tutulan dilekler gerçekleşir.” Tabi ki pek inandırıcı değil, “yeni yıla nasıl girersen öyle geçer”den bile daha hurafe. Ama önemli olan gerçekliği değil, önemli olan benim kitap okumak istememe rağmen ders çalışmak zorunda olmam ve bunalımda girip, kanepeden sehpaya, sehpadan kanepeye yuvarlanıp, ardından koltuktan koltuğa atlamam. Şuan cidden saçmaladığımın farkındayım sayın seyirciler ama bunlar hayatın gerçekleri. *Türev çalışmaktan beyni sulanan öğrencinin sonu*


Muhtemelen, hayır muhtemelen değil, kesinlikle bu yazıyı şimdi yayınlamayacağımı bilsem de hala yazmaya devam ediyorum. Neden? Çünkü ben işsizlik kavramın vücut bulmuş haliyim. Eğer yarın tatil olursa –inanıyorum olacak, olmalı- mutluluktan ölme ihtimalim var, o yüzden vasiyetimi buraya yazıvereyim olur mu? (Eğer ölmezsem de bu yazıyı yayınlarım herhal.)

Birinci Madde:

“Yaşasaydı 21.yüzyılın en iyi yazarı olurdu,” denilsin.

İkinci Madde:

Kitaplarım benimle birlikte gömülsün.

Üçüncü Madde:

Bilgisayarım ve harddiskim Metüriç’e, USB’lerim ise Çiko’ya verilsin.

Dördüncü Madde:

Bomboş olan soru bankalarım okul arkadaşlarım tarafından paylaşılsın.

Beşinci Madde:

Mezarımda çiçek istemiyorum, su yerine sade-soğuk-soda dökün.

Altıncı Madde:

Yağlı boya fırçalarım, boyalarım, tuvallerim ve bütün çizimlerim kuzenim yusuf'a verilsin.

Yedinci Madde:

Kemanım diğer kuzenim ahmet’e verilsin.

Sekizinci Madde:

Edebiyat hocama “Senin yüzünden öldü,” denilsin, vidan azabı çektirilsin.

Dokuzuncu Madde:

Öldüğüm ortaokuldaki matematik hocama “Size yaptıklarından pişman gitti,” şeklinde söylesin.

Onuncu Madde:

Ölüm sebebim kamuoyuna “erken bunama” olarak duyurulsun, kayıtlara öyle geçsin.

On Birinci Madde:

Sezai Karakoç, Hilmi Yavuz ve Yavuz Bülent Bakiler’de benden bahsedilsin, benimle ilgili şiirler yazmaları istensin, hepsine öteki taraftan öpücük attığım da ilave edilsin.

On İkinci Madde:

Mezar taşımda şu şiir yazsın;

“SON SÖZ
Muad'Dib için ne cenaze damıtımının acı kokusu oldu,
Ne ölüm çanı,
Ne zihni haris ruhlardan kurtaracak bir ayin,
O, aptal aziz,
Aklın sınırında
Sonsuza dek yaşayacak altın yabancı.
Korumasız kaldığın an, o, oradadır!
Kıpkırmızı barışı ve hakim solgunluğu
Kehanet ağlarıyla evrenimizi sarar
Dingin bir bakışın eşiğinde, orada!
Yoğun yıldız ormanlarından çıkan,
Gizemli, öldürücü, gözleri olmayan bir kahin,
Kehanetin maşası, ölmeyecek asla sesi!
Şeyh hulud, o bekliyor seni bir ipin üstünde
Çiftlerin yürüyüp göz göze geldiği yerde,
Aşkın o nefis rehaveti.
Zamanın uzun tünelinin içinden yürüdü,
Rüyasının aptal benliğini etrafa saçarak.”
(Gûlanın İlahisi)

On Üçüncü Madde:

Mezarım büyük büyük annemin yanında, antalyadaki mezarlıkta olsun.

On Dördüncü Madde:

İki yaşımdan beri benimle olan kırmızı mendilimsi kumaş parçası da mezar taşıma bağlansın.

On Beşinci Madde:

Mezar taşıma ayrıca bir de uçurtma takılsın.

On Altıncı Madde:

Her yıl 8 Ocak’ta Paul Verlaine’le birlikte adım anılsın ve “Genç yaşta gitti, ne kitaplar ne şiirler yazacaktı, böyle bir kültür insanından nasıl mahrum kaldık?” diye hönkürülsün.

On Yedinci Madde:

Ayın 17’sinde doğduğumdan, ismim 17 harfli olduğundan ve 17 yıl yaşadığımdan dolayı vasiyetimin 17 madde olduğu belirtilsin.


*** BİR KAÇ SAAT UYUYUP UYANDIKTAN SONRA ***

Uyanmamla pencereye yapışmam bir oldu ama hava henüz aydınlanmamış olduğundan hiçbir şey göremedim. Sardı mı beni bir korku? Pencereden pencereye zıpladıktan sonra nihayet dışarıyı gördüm ve fiuvvvvv dedim çünkü resmen tipi vardı. Hani göz gözü görmüyor derler ya, öyle işte. Takvime baktım “Zemherir Fırtınası” yazıyordu. Bir de Muhammed İkbal’in bir sözü:

“Şafak, yüz bin yıldız sönmeden sökmez.”

*** ÜÇ BEŞ SAAT SONRA ***

Aslında ben gece belli bir saati geçince Leyla olmam, niye böyle diyorum? Çünkü bu tarafımdan pek çok insan üzerinde gözlemlediğim bir durum. Herkes için farklı bir saat sınırı vardır, sonra kafa gider, beyin öz sıvısı beyinden akar ve sonra ertesi gün pişman olacağınız şeyler söyler ve yaparsınız. Peki geceleyin yazdığım saçmalıklar –dönüp okumaya korktum ama saçma olduğundan çok eminim- neyin sonucuydu? Tabi ki ders çalışmanın… Uykusuzluk sorun değil, alışkınım ama ders çalışmak çok ayrı bir olay… Tam 150 soru, boru değil. Ondan sonra yukarıdaki şeyleri yazmış olmamı normal karşılayın, rica ediyorum, bünyeme ters çünkü.

Şimdi tatil oldu tabi ama ben sevinçten ölmedim, yine de ÇOK MUTLUYUM!!! Yani mutluydum. Ta ki ipini salanın dışarı çıktığını görene kadar… Ya arkadaşım hava buz kesiyor, ayaz var, gir içeri, salak mısın? Mahvettin yokuşumu, ben oradan kayacaktım, çiğneyip geçin tazecik karı. Bir de kayıyorsun gözümün önünde utanmadan. Hayır, bilmiyor musun dışarıda insan varken çıkmaktan nefret ettiğimi? Bilmiyorsun tabi ama olsun düşüneceksin. “Ben her zaman çıkarım, önce başkaları çıksın,” diyeceksin.  Hava azıcık açınca döküldünüz dışarı, öyle yağmaya devam etseydi bakalım çıkarabilecek miydin burnunu camdan dışarı? Ya bak hala kayıyorsun, terbiyesiz. *kıskançlık krizi*


Az sonra ben de çıkacak olmakla birlikte bu konuda bencilim anlıyor musunuz? İstiyorum ki bütün karlar benim olsun, başka insanlar gerekli olan ulaşımı uçarak yapsınlar ve onun dışında evden çıkmasınlar, meydan bana kalsın. Çünkü buradaki zevzekliğimin aksine sokağa çıktığımda çekingen bir insanım. Yani bazen. Eğer ortama alışırsam acayip fırlama birine dönüştüğüm doğrudur. Evet, tamam kabul ettim işte! Ama onun dışında, eğer yanımda biri yoksa markete bile giremiyorum abi. Sanki beni kesecekler, öyle korkuyorum. Bunda çeşitli hastalıklarım etkisi olabilir tamam ama...

*** BİR ÜÇ BEŞ SAAT DAHA SONRA ***

Bir yandan ısınmaya çalışırken bir yandan da soğuk su içiyorum. Evet, biliyorum, yine zekiyim. Hasta bile olsam –ki bugünden sonra olmazsam daha da olmam- pişman olmayacağım bir gündü.

5476598768 kat giyindikten sonra evden çıktım, dışarıda kimsenin olmayacağını düşünüp keyiflenirken o da ne? Sanki bedava mal dağıtılıyormuş gibi herkes sokaklara dökülmüştü. Buna rağmen kimseyi umursayacak halim yoktu çünkü karların üzerinde ölüm kalım mücadelesi veriyordum. Yoldayken fotoğraf çekmek isteyip ama eldivenlerimi çıkarmaya korkunca burnumla işi hallettim. İnsanlar benim deli olduğumu anladılar ama yapacak bir şey yok. Çiko daha buluşmadan arayıp böyle bir günde onu dışarı çıkardığım için bir güzel saydırdı ben de soğuktan şok yediğim için sadece kahkahalarla güldüm.

 

Neyse buluştuktan sonra, spontane yürüdük ve huzurevine geldik. Tabi ki yol boyunca ben rahat durmamış ve Çiko’ya zilyon kere kartoplarıyla saldırmıştım ama kendisi sadece “yapma” demiş ve karşı saldırıya geçmemişti. Sonra ben kendi kendime bir güzel düşüp “doğal kardan adam” oldum. Fırsat bu fırsat diyerek atağa geçen Çiko benim bu zayıf anımdan yararlandı ve… Ve… Sonra ben birçok kez daha düştüm. Ciddi bir denge problemim olduğu kesin. Artık o kadar çok düştüm ki rahatça karın üzerine oturup yatmaya başladım.


Evet, huzurevinin bahçesi çok güzel görünüyordu ve oradaki oturma yerlerini gören Çiko’da bir ışık yandı. “Hadi oturan adam yapalım, sen de karşısına oturursun,” dedi ve içimizdeki sanatkârlar ortaya çıkıp, coşkulu ve hummalı bir çalışma yaptık. (Bu sırada kara maruz kalan kameram ıslanmış ve dolayısıyla bulanık çekiyordu. O yüzden heykelimizin resimleri Çiko'da, benim çektimlerimse yarı bulanık.) Ve heykeltıraşlığı ciddi ciddi düşünmeye karar verdim. :D Önce ben bacaklarını, Çiko da sırtını yaptı. Ama adamımız çok zayıftı ve biz de onu şişmanlatmak istedik ama… Huzurevi çalışanları tarafından kartopu yiyince acele etmemiz gerektiğini anladık. 



Yerde yatarken çok güzel göründüğünü fark edince fotoğrafını çekmeden duramadım.

Adama kol kası ve abs yaptık ama sonra bozduk tabi. Kol ne hikmetse kucakta bitiyordu. Ben adem elması bile yapmıştım ama baş Çiko tarafından kırılıp, benim ellerime düşünce boyun konusunda daha kaba olmaya karar verdik, ince işçiliğimiz kalın ense tarafından yara aldı. Yine de keşfedileceğimize olan inancımızı yitirmedik. Kafayı yaparken öyle mükemmel bir burun yaptım ki estetik cerrahı olmalıymışım dedim. Daha sonra Çiko burnu severken kırdı ama olsun.

Neyse şaheserimizi bitirdik ama tabi ki ben onunla çoktan bir duygusal bağ kurduğumdan bırakıp gidemedim. Çiko eğer bırakmazsam üstüne oturacağını söyledi, ben de “Git otur,” dedim, “Bacaklarını ben yaptım, ne kadar sağlam biliyor musun?” Sonra gitti abandı, bir şey olmadı “Oha” dedi ama sonra çökertmeyi başardı. Ardından büst olarak gezdirdim kendisini, en son da ağacın dibine yatırdım, gömecektim neredeyse. Zor ayrıldım kendisinden…

Sonra ısınmak için markete gittik. Ben Çiko’ya kaymak için bayağı bir yalvardım, kabul etmedi tabi. Neyse sonra bir yokuşta ben kaydım o da baktı. Bir sürü küçük çocukla birlikte kaydım ama inanılmaz eğlendim. Tabi bayağı bir takla attığım gerçeğini de yok sayamayız. En son seferde Çiko da kaymayı kabul etti ve birlikte büyükçe bir poşetle kaydık. Kayışın sonunda Çiko ayağa kalktı, ben de yağa kalkmaya çalışırken kaymaya başlamayayım mı? Yüzüstü gidiyordum resmen.

Islak kameradan bulanık resimler... :D


Velhasılı kelam bu kar tatilini çok hoş bir biçimde geçirdim veee yarın da tatil. Allah’ım… Sanırsam mutluluktan öleceğim sonunda. Neyse ki vasiyetim hazır. :D


Cumartesi, Ocak 03, 2015

Jeg Hader Dig 2014


Ah o kadar tembelim ki dört gündür bir şeyler yazacağımı söyleyip sürekli ertelemekten yoruldum. Öyle ya da böyle 2015 gelmiş bulunmakta ve ben sanırım ilk kez bir senenin sona ermesine üzülmüyorum.



Hâlbuki düşünüyorum da ne beklentilerle başlamıştım ben bu yıla, bu yaşa… Öyle her sene umutlarla girdiğimi sanmayın, doğum tarihimden adıma, okul numaramdan, TC kimlik numarama kadar hayatımı domine eden iki sayı var, 1 ve 7. Hani gazeteyi açsam manşette 17 sayısı vardır, o derece. Yine uzatmalara oynuyorum, velhasılı kelam 17 yaşı pek bir hevesle bekledim. 

Ama gelin görün ki rezil bir seneydi, elbette güzel şeyler de yaşadım ama cidden… Bu kadarını da tahmin edemezdim gerçekten. Yine de artık üzülmüyorum, pişman da değilim geçirdiğim bu yıldan. Yaşadıklarımın beni her açıdan olgunlaştırdığını hissediyorum, üzücü deneyimler yaşıyor belki ağlıyorum kimi zaman ama öğreniyorum. Kendimi teselli etme çabası değil, gerçekten böyle düşünüyorum, böyle hissediyorum.  Mutlu olmak zor bir şey değil benim için, sadece… Mutluyum. Biraz stresliyim sınavdan dolayı, kimi zaman dershane yolunda “benim burada ne işim var?” diye soruyorum kendime ama mutluyum yine de. Zaman geçerken tek düşündüğüm ileride pişman olmayacağım bir yaşam sürmüş olmak. İnsan ne zaman geçmişe dönüp baksa biraz hüzünlenir elbet, geçen yılları geri getirmek mümkün değil sonuçta ve yaşlanıp, ömrümüzün sonuna geliyoruz. Ama eğer pişman olmayacağım bir hayat yaşamışsam yine gülümserim her zamanki gibi. Şimdiyi de keşke demeyeceğim bir şekilde yaşıyorum bu yüzden. Herkese de tavsiye ederim bu metodu. Mutlu olmak sandığımız kadar zor değil.

Bir kişisel gelişim seansından sonra zevzekliğe devam ediyoruz.

Geçen sene yeni yılda arkadaşlarımlaydım ve aşağı kattaki kutlamaya yetişmek için merdivenden inerken zınk!! yeni yıla giriverdik. Bunun bir zırvalık olduğunun farkındayım ama gerçekten de bütün yıl boyunca merdiven indim, şaka değil. Bu nedenle bu sene ders çalışacaktım ve böylece bütün yılımı da çalışarak geçirecektim. İnek öğrenci mod: on olacaktım. Benim böyle güzel ve saf hayallerim vardı işte. Fakat bakın ne oldu? O herkesin öve öve öve öve bitiremediğim Interstellar’ı izlerken dalmışım (e film 170 dakika boru değil) ve bir de baktım ki çoktan 2015 gelivermiş. Ders çalışma hayalleri yine yalan oldu tabi.

Yeni yılın ilk günü temizlik yaparak hayata başladım. Dağınıklığa o kadar alışmışım ki düzenli geliyordu bana odam ama bir toplamaya başlayınca “oha bunun burada ne işi var?” oldum. Pislikten göçüyormuş, bayağı çöplükte yaşıyormuşum ben onu anladım. Hele masam zaten bir dağ yığını, bazen kendimi bile kaybediyorum. Neyse, temizliği yaptım, yağmur yağıyordu, dışarı çıkıp markete gittim, Woops için şeftalili didi almam gerekiyordu. (Woops: okul arkadaşım, Danimarka’da doğup büyümüş, postun başlığı da kendisinin bana sürekli söylediği bir şey aslında, hard rockla yatıp kalkan, öyle alıştığı için abisinden ya da annesinden bahsederken “annem, abim” değil de sanki anne ya da abi kavramından bahsediyormuş gibi sadece “anne şöyle dedi, abi böyle dedi” diye konuşan, ileride aşçı olmayı planlayan, benden beter bilgisayar bağımlısı, el ele verip Çiko’yu uyuz ettiğimiz, ilginç bir insan. Çiko için bknz.DÜ)

Neyse, Çiko’nun takıntılı olduğu bir içecek yok, mesela ben her sabah soğuk-sade-soda (hayat gerçekten de 3 s üzerinde kurulu) içerim, Woops da şeftalili didi. Bunlaır niye anlatıyorum, bilmiyorum. Sonra eve geldim, karnım ağrıyordu, kızların gelmesini beklerken pijamalarımı çekip sancı çeke çeke Running Man izledim. Sonra Woops ile Çiko geldi, birkaç saat saçmaladıktan sonra hava soğuk ve de karanlık olduğu için –akşam olmuştu çünkü- ben de kızlarla çıktım. Eve dönerken hiç bilmediğim yolları kullanıp, kaybolmanın eşiğinden döndüm ama yine de çok güzeldi çünkü hava soğuktu, karanlıktı ve buna bağlı olarak kimse yoktu. 10cm’in yeni albümü çok harikaydı, o yüzden bir kere daha “işte mutluluk” budur diye düşündüm.


2015’ten beklentilerim… Yok. Artık bir şey beklemiyorum. Hayırlısıyla şu sınav derdini atlatıp, tembellik yapmanın vicdan azabından kurtulmak istiyorum. Tabi bu hızla çalışmamaya devam edersem yazım zehir olur ama YGS’yi hallettim sayılır, LYS deyince panik oluyorum, halbuki Türk edebiyatı benim en büyük hobim. Sonra bu seneki sınıfım çok gürültülü, çıldırıyorum. Birini öldürmeme çok çok az kaldı, sinirlerim ölesiye yıprandı. Birçok kez “Evet Nietzsche haklısın, insanlarla yaşamak zor, susmak da…” dedim.

Bu yıl neler yaptığımdan emin değilim ama iyi kitap okudum, gerçi sona doğru ders çalışmam gerektiği aklıma geldiğinden kitap okumaktan bile zevk alamadım ama olsun, yine de okudum. Cidden ama ya, hiçbir endişe olmadan saatlerce kitap okumayı özledim ben! Yeni müzik piyasaları keşfetmeyi özledim, blogumu da. 2015’te mahrum kaldığım bu şeyleri daha fazla yapmak istiyorum.

Rüyalar konusunda aynı hızla devam ediyorum, her gece başka bir ekşın falan filan. Bu sene daha çok 2PM, Winner, VIXX takıldım gibi hissediyorum. Ve tabi ki Shinhwa!!! Şubat’ta comeback bar, AHEY AHEY AHEY! EXO-L’lerdeki çöküşten sonra EXO’ya da ısındım sanırsam.  Dizi izledim mi? Man from the Stars ve Gap Dong izledim. Gap Dong harikaydı, Stars komikti. Slower Granpa’yı izledim, çok zevkliydi. Witch’s Romance izledim, Seojoon’u selamlığıma aldım. Amerikan dizilerinden her zamankiler dışında How to get away with Murder’ı izledim yeni sezonu bekliyorum şimdi, 29 Ocak’ta başlıyor, geçen senenin en iyi 8 dizisinden biri seçildi AFI tarafından.

Bu arada 2008’ten 2012’ye terfi ettiğimi de bildirmek istiyorum. Ayrıca bannerımı da değiştirdim, azıcık renk gelsin dedim. Malum, oldukça ciddi, karamsar bir havası var ama hâlbuki ben aşağıda zırvalıyorum. :D Yani sanıldığı gibi ne edebi bir şey var ne mistik…

2013’e ve 2014’e girerken “Her sene bıkıp usanmadan gelen yılbaşı ve istisnasız her yılbaşında aynı duygular…” demişim, bu sene girdiğimi fark edemedim bile. 2014’te bir de şunu eklemişim “Zamanın geçiyor olması benim için çok sinir bozucu bir şey. Neden bunu kutlayayım ki?” Ama büyük konuşmamak lazım, yalan söyleyemem, valla mutlu oldum 2014 bitince. Böyle bir yılımın olacağına ihtimal vermezdim, 17 yaşıma böyle veda edeceğime…


Hava çok soğuk ama kar yağmıyor. Bir yılda ne kadar çok şey değişmiş hayatımda. En başta insanlar… Hepimiz değişiyoruz, ne zaman değişmekten bahsetsek Edip gelir aklıma, Umutsuzlar Parkı yok mu hani? En sevdiğim şiiri, hele III.bölüm… 5 yıldır ne zaman okusam benim konuşan bu adam, sürekli değişiyorum ama bazı şeyler içimde hep aynı. Ne zaman yılbaşı gelse aynı, ne zaman Ahmet Kaya çalsa aynı, ne zaman anneanneme gitsem aynı, ne zaman bu şiiri okusam… Aynı. Yine ben, yine ben ve bakın işte yine ben. Ezberimden gidiyorum…

***

Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz 
İnsan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü 
Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum 
Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum 
Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı 
Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı 
Evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna 
Değişmek 
Biri mi öldü, bir mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını 
Bana kızıyorlar sonra, ansızın bana 
Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma 
Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan 
Ve geçilmiyor ki benim 
Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan. 

Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz 
Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan 
Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum 
O yapayalnız olmaktaki kendimi 
Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi 
Sanki ben upuzun bir hikâye 
En okunmadık yerlerimle 
Yok artık sıkılıyorum.