Çarşamba, Haziran 14, 2017

çaykovski ve fasulye ve schubert ve çay ve final

sanatçı ruhu güçlü, etik anlayışı zayıf olma durumu


film izleyecektik, toplantı var dediler. genelde böyle bir şey olmaz, çok nadiren, size denk geldi. ben güldüm, ben varım burada dedim, olur böyle işler. beni katmamak gerek planlara, en iyisi.
sonra oturduk bahçede boş boş, dondurma yedim. sonra biraz daha oturduk. sonra bahçeye geçtik, orada da yattım biraz. böyle aylaklık yaptım saatlerce. sonra üşüdüm, çişim geldi, kalktım, eve geldim. ne yapar ki insan? ne yapsın insan?

***

bu mayıs gibi değil, bu çok sakin bir sonbahar günü. gök gürlüyor, fincanda çayım var, bir de ödevlerim ve ben hepsine dil uzatarak edebiyat parçalamayı tercih ediyorum. bu dünyanın en harika şeyi sağanak halindeki yağmur değil mi? en azından ben öyle olduğuna inanıyorum. benjamin bakıyor bana masanın ucundan, adorno bakıyor, ben kafamı çeviriyorum. yağmur arttıkça ses yükseliyor içim coşkuyla doluyor. hadi diyorum hadi. daha çok daha çok yağ. yarın çimlere oturamayacağım mesela biliyorum ama yağ.

mümtaz'la konuşuyoruz; babası gelmiş, kardeşi. sarıldım, öptüm diyor; yaşlandığını fark ettim. ben de aynı şeyleri hissediyorum. annem sanki değişmiyor ya, babam yaşlanıyor, daha bir belli. çok üzülüyorum, kabullenemiyorum ki. bir de böyle ayrı olunca işte daha bir çok. eskiden babamla didişir dururdum, artık ne dese yapıyorum. birlikte aylaklık yaptığımız zamanları çok özlüyorum.
bir kez bile onu sevdiğimi söylemedim mesela babama. ablama veya anneme de söylemedim.

yarım saat kadar durdu, yeniden başladı.

***

şeyhim on dört milyar yıl ne çabuk geçti
yaş kırk oldu kırklara karışamadım
ben defterden sildim ölümsüzlüğü
şeyhim kainata alışamadım

***

şair tütün almış sonunda, sabah sarıyordu. "hiç beceremiyorsun," dedim, güldük.
akademiye olan düşmanlığı soğukluk seviyesine gerilemiş. "bana geçti herhalde," dedim "düşmanlık değil de... akademisyen bir sanat ürünü ortaya koyamaz."
"işte," dedi, "ben de ondan bahsediyorum. akademiye karşı çıkacağın bir şey sanat olabilir ancak, sanat akademinin eleştirisidir." bunu tartışabilirdik çünkü katılmıyordum ya, üşeniyordum da konuşmaya. sigarasını gösterdi sonra "bak ne güzel sardım işte," dedi. "beğenemiyorsan sen sar da görelim, suya sabuna dokunmadan..."
"ben akademisyen olacağım," dedim.
güldük.

***


saat daha dört buçuk olmasına karşın hava karanlık. bağıl nem sınıra ulaşmış durumda, nefes alamıyorum.

yine kütüphanedeyim işte. eve gidesim gelmiyor artık hiç, burada daha yalnızım, daha huzurlu, daha rahat. kimse karışmıyor, kimse tek kelime etmiyor. ben de kimseyi görmüyorum, ne güzel. biraz dernek işleri, azıcık çalışıyorum, kitap okuyorum.

gene amaç-araç problemi ortaya çıktı, bu sefer kriz geçiren mümtaz. karşılıklı ağlaşıyoruz diyor, gülüyorum. bir ben bir o. sonra ben diyorum çok şey olmak istiyorum; yazar, akademisyen, yönetmen, aktivist, editör, çevirmen, bir de sosyal yardım başlığı altına koydukları işlerden birini yapmak. (vicdan rahatlatmak için mi? sanmıyorum, ben eğleniyorum bunu yaparken. öyleyse eğlence için mi? hangisi daha iyi?) neden tek bir tanesini seçmek zorundayım? hepsi olabilirim, yalnız sanatla akademi bağdaşmıyor. bir çılgınlık yapabilirim? emin değilim, makale yazmaya devam etmek istiyor muyum? eğlendiğim bir yanı var teslim tarihi yarın olmadığında, bunu inkar edemem. ders vermek de güzel şey diyorum, öğrencilerimin kafasını kendi düşüncelerimle doldurabilirim -kötü kadın kahkahasıyla. ama öykülerimin yolunu kesiyorsa eğer bundan vazgeçebilirim. gel gör ki öykülerinde de gerçeklikten ve teknikten ve istatistikten kopamayan ben, gerçekte ne kadar iyi bir kurgu yazarı olurum?   

asıl mesele bu değildi. mesele korkuyorum sorumluluk almaktan, çok ciddiye alıyorum, sürekli şikayet ediyorum ama mutlu da olabiliyorum bir şekilde. iş üstünde olmak, "bütün yeteneklerimi sergilemek, zihnimin güçlerini seferber etmek hoşuma gidiyor." (barış bıçakçı - bizim büyük çaresizliğimiz) mutlu ediyor ve yararsız, anlamsız bir insan olduğum hissini azaltıyor. elbette burada meşgul olduğum şeyin niteliği de hayli önemli. yoruyor, üzüyor, yıpratıyor tabi ama yaşamak işte. 

***

güneşli havalar diyorlar insan içini kıpır kıpır eden, bence hormonları harekete geçiren bir şey de olabilir bilemiyorum, bu leylalık nereden geliyor? daha aşk diye bir şey var mı gerçekten onu bile bilemiyoruz, tabanında cinsel arzuların olduğu bir sevgi çeşidi mi mesela? şehveti aşktan ayırabiliyor muyuz? ben aşkın biraz uçarı biraz da nevrotik olduğunu düşünüyorum. uf yine hep spekülasyonlar.

insan aşık olunca bütün dünyası o kişi mi olur yoksa ara ara düşündüğü bir şey mi sadece? mesela kimse final dönemi aşık olmuyor gibi geliyor. 

birisi aklımıza geldiğinde sırıtıyorsak bunun anlamı nedir? peki birileri geldiğinde? bence bunun ayrımı yok, insanları çok sevdiğimizde, yalnız çok sevdiğimizde olan bu. peki aynı insanlara deli gibi öfkelenebiliyorsak olan nedir? bu benim duyguları çok uçlarda yaşadığımı mı gösterir? doğru değil mi? hemen yükselip hemen sönen karakterim.

***


şimdi mutfaktayım, arkadaşım fasulye kesiyor, akşam yemeği için. ben istanbul'un tarihiyle ilgili bir makale okuyorum, fonda schubert çalıyor; piano sonata in b flat major. elimde çay var, kaçıncı bardağım? kahveleri sayıyor muyuz? daha öğle ezanı bile okunmamış.

okula geldim, irfan aradı, bahçede oturdum konuştuk. birinci konu başlığı: ben deli miyim? olmadığımı iddia ettim ve sunduğum veriler doğrultusunda olmadığıma karar verdik. tşktşk. ikinci konu başlığı: gerçeklik ve rüyalar. bundan sonra her rüyamı yazmam gerektiğine böylece karşılaştırma imkanı olabileceğine karar verdik. üşenmemem önemli. üçüncü konu başlığı: hayatta meselemiz niye yok?

***
  
saat gene üç. en son ne zaman dört olmadan uyuduğumu anımsamıyorum. bunu seven bir insan değilim ben, böyle yaşamayı. sabah beşte yatmayı değil kalkmak güzel olan. ama en güzel öğleden akşama uyumaktır galiba.

insanların yüzüne bakmak beni rahatsız ediyor, o yüzden sanırım yüzleri hatırlayamıyorum da. ve herkes nasıl da aynı oluyor büyüyünce. çocuklara bakınca hepsi eşsiz, hepsini hatırlıyorum, yüzlerini, isimlerini, hareketlerini. belki ekstra çaba sarf ettiğim için? mümkün. 

***


saat yediye geliyor, ben yine makale yazıyorum. ne bitmek tükenmez hikayeler. uykum var gibi yok gibi. kelime sınırını çok aştım. bıraksam burada bırakırım makaleyi bir iki düzenleme yaparım bırakırım ama kıyamıyorum en güzelini yapmak istiyorum. yaptıklarımın en güzelini. fuko'yu da seviyorum çünkü hem. o da beni severdi tanısaydı.

***

"şair, bu bir savaş değil diyordu, sizinle savaşılmaz, sana baktığımda ikimiz adına acı duyuyorum, aynı türden olmasaydık, sen insanlığa devam etseydin, ben uyuz bir köpek olsaydım." (tol, s.178)