Pazar, Ocak 27, 2019

ders çalışıyorum bir sn.


(daha önceden yazıp taslaklarda bıraktığım bir yazı. savur gitsin dedim kendime. kaybedecek neyimiz var?)


min zhen - siyah kedi -18.yy - kağıt üstüne mürekkep

buraya mantıklı tutarlı bir şey mi yazmalıyım? yani kendi içinde demek istiyorum. sadece aklıma ne eserse yazsam olmaz mı? mesela şuan kafamı yormak ZORUNDA olduğum şey neo-pluralism imiş (neomarxism sana da geleceğim, bekle). aslında bu bloga her zaman politik düşüncelerimi yansıtan şeyler yazmaktan uzak durdum. nedennnn.. çünkü kendimi çoğu zaman apolitik olarak tanımlardım ama kamon, hangimiz apolitiğiz ki gerçekten. yoo bunu aristocu bir biçim şehirle sosyal hayatla ilgili her şey politikaya dahildir mantığıyla söylemiyorum, tabi o da var ve genelde politika dediğimde bunu kastediyorumdur ama benim kastettiğim, maruz kaldığımız bir afiş hakkındaki düşüncemiz bile yönetmekle-iligili-şeyler-anlamındaki-politika üzerine bir yargıya zorlar bizi. yani elbette aslında apolitik filan değilim, hatta oldukça politik olduğumu söylemem bile mümkün çünkü bana söyleyeceğin her ideolojiyi bırakın ide parçacığı üzerine bir yargıda bulunacağım (yüzde 98.7si de olumsuz olacak). yine de kimse beni zorlamadıkça açacağım bir konu değil ve bu blogda da kimse beni bunun üzerine konuşmaya zorlamıyor xiè xiè dà jiā.

şimdi ders çalışayım.

zamanında pluralizm/çoğulculuk kelimenin kendisinden anlayacağımız üzere (fazlasıyla açık) birçok görüşü kucaklasa da bunlar yeterli görülmemiş birileri tarafından (neomarksistler, elitçiler, yeni sağcılar -yani yeni sağcı doğru bir çeviri mi onu bilmiyorum bayağı bodoslama çeviri çünkü bknz. new right). bu yüzden şimdi neopluralistlere göre yani, şunları da göz önüne almak zorundaymış; post-endüstriyel toplum, tercih edilen kapitalist sistemdeki serbest piyasa doktrinini modasının geçmiş olması, ve tabikisi büyük şirketlerin aşırı derecede yönlendirdiği batı demokrasilerinin çarpık çurpuk poliarşileri. (poliarşi. türkçesi yok. çoğulcu yönetim tarzı. çünkü neden çünkü MODERN SANAYİLEŞMİŞ toplumlarda bir elit yönetimi olmamalı, BİRDEN FAZLA ELİTİN YÖNETİMİ OLMALI. tabi bunlar DEMOKRATİK şekilde seçilmeli. böylece bir elit grubun mutlak otoritesinden kurtulmuş oluyoruz. ne kadar da mutlu ve huzurluyuz.)

neomarksizme gelelim. kullanılan diğer çağırımlar BATI MARKSİZMİ ya da MODERN MARKSİZM. felsefesi: marksizmden ayrılmadan marksizmi eleştirmek. dediler ki "bikerem marksizm tek bir gerçeğin var olduğunu iddia etmiyor tm mı?" ve lenin ağlıyor. sonra diğer teorilere bakıp hepsini TEK BİR GERÇEĞİN VAR OLDUĞUNU kabul ettikleri için eleştirdiler. tabi ki bir TOPLUMSAL ADALETSİZLİK mevzusu var. amaa bu yeni arkadaşlara göre ekonominin diğer faktörlere önceliği/üstünlüğü yok (feeling of all is gone). kim jong un bunu beğendi, artık vicdanı rahat bir kapitalist olabilir. ama tarih önemli. tarih. tarihsellik. tarihsel materyalizm.

patriachy, etatisme, governance, failed state ve bu bölüm sonu. bir sonraki bölüm:

DEMOKRASİ VE MEŞRUİYET 

*** 

burada ders değiştiriyorum.  şimdi konumuz kolonileşmenin tarihi. main points: characteristics of new colonialism. motivations of europeans. actors in the age of colonialism. partition of africa. the berlin congress (1885). colonial conflicts.  

açılış için sahneye rudyard kipling'i davet ediyoruz. kendisi BEYAZ ADAMIN YÜKÜ isimli şiirini okuyacak, koca bir alkışşşş

sırtlan beyaz adamın yükünü
en iyi evladını gönder
oğullarını sürgüne gönder
esirlerin ihtiyaçlarına hizmet etsinler diye
ağır üniformalar içinde beklesinler diye
çırpınan halkın ve vahşilerin tepesinde
yeni yakalanmış suratsız insanların
yarı şeytan ve yarı çocukların

sırtlan beyaz adamın yükünü
katlanmak için sabırla
dehşetin tehlikesini örtmek için
unutmadan gurur gösterisini
basit ve anlaşılır bir konuşmayla
yüzlerce kez açıklığa kavuştu
başkasının menfaatini aramak
ve çalışmak başkasının kazancına

...

soru: şair burada ne demek istemiş?
cevap: (aşırı bir vurguyla okunacak) beyaz adamın vahşi barbar ilkel toplulukları adam etmesi gerekir; onlar medenileştirmesi, ilerletmesi gerekir. bu zorlu görevi yaparken elbette bazı zorluklar olacaktır fakat bu kutsal görev ahlaki bir zorunluluktur. zavallı beyaz adam!

emperyalizm seni çağırıyor



Çarşamba, Ocak 16, 2019

mümkünsüz


9 şubat 2017

bu kimin öyküsü bilemiyorum. elbette sizleri tanımadığım için bunu hangi niyetle yaparsam yapayım benim hakkımda olacak. bu arı soktuğu için öleceğini sanıp korkusundan bayılan arkadaşımın öyküsü de olabilirdi. aslında bunu severdik ve gülerdik, absürd bir şekilde yazardık.

az sonra yemeğe giderim, yalnız başıma tabi, bir de kedi olur yanımda oturan. klasik bir ellili yaşlar kedili teyzesi olacağımı düşünürdüm. yalnızlık deyince aklıma bunun gelmesi tuhaf mıdır? her neyse, düşündüğüm buydu ama sonra dedim ki kendine, sanki şimdi de öyle yaşıyorum. ilginç kitaplar var rafta ama hiçbiri ilgimi çekmiyor. kulağımda tanımadığım bir kadının sesi var. sözleri anlayamıyorum pek, odaklanamıyorum da. elime bir ismet özel geldi, bir iki satır ve sonra inanılmaz bir öykü doğar mesela. arada olur böyle şeyler olmaz mı? çok nadirdir tamam, bunu inkar eden yok. ama mümkünsüz değil. onun yerine doğuda mizah diye bir kitabı çektim aldım, bir iki karıştır, geri koy. havamda değilim, ortada. kolum da ağrıyor galiba. yoldan geçen birini durdurup hayatını anlat diyesim var.

bugünlerde kafama takılan bir şey var mı? yani aşık olamayışım ve geçmişten kalan hüzünler dışında. yeni bir soru? avluda bir tane vardı. fakat başkasına ait gibi geldi, emin olamayınca almadım ben de. orada bıraktım. sahibi alır diye düşünüyorum. ama yokluğunu fark etmeme ihtimali de var. çok da mühim bir soru değildi. her neyse, soruyu orada bıraktım. 

16 ocak 2019

2012 aralığında yazmaya başlamıştım ilk kez. hesaplayamıyorum şimdi altı yıl mı oldu yedi mi? ne korkular vardı içimde o zamanlar. ilk kez yazdıklarımı insanlarla paylaşacaktım. annem babam yazıp yazıp duruyorsun da bir şey göremiyoruz derlerdi. korkuyordum elbet. sırlarım ortaya çıkacaktı, gizlediğim bene dair daha birçok şeyler. banner mı deniyordu onu bile unuttum, değişeyim diyorum, benim için fazla neşeli fazla genç. ne diyordum? evet, yazdım, hep bir kendimden, hep trajediden. hubris hep içimde ve hamartia hayatımın toplamıydı.

saat 04.48. uyudum uyandım. tatilim başladı. filmleri beynime dayadım. düşünme düşünme düşünme. kim olduğumu nereye gideceğimi bilmesem ne olur. zeki miydim gerçekten öyle diyorlar, elimden tutsalar büyük bir filozof olurmuşum. şimdi ne oluyorum? elimden tutmadılarsa. ben pek inanmıyorum. çalışmak emek vermek büyülü ve yüce bir şey gözümde. belki de bu yüzden tembellik ediyorum. yani tabi, modernizmi filan da suçlayabilirim bunun için.

bazen durur ve düşünürüm, bu anı yirmi yıl sonra bile hatırlayacağım derim. ama işin aslı, hatırlamıyorum. melankoli içinde geçen anlar birbirini takip eder, her biri eşsizdir, bir film sahnesi bu diye düşünürüm, nasıl çekeceğimi planlarım. fakat gerçek şu ki her biri kafamdan hiçbir iz bırakmadan uçup gidiyor. hatırladıklarım yalnızca aksiyonun yüksek olduğu hatıralardan ibaret. yalnız çok uzak geçmişten, çocukluğumdan anımsadıklarım önemsiz sahneler. aynaya baktığım bir fotoğraf karesi beliriyor zihnimde ya da oyuncaklarımla oynarken.


resimlerin hepsi chungking express'ten.

güzel filmler kısmındayız.

habemus papam/bir papamız var (2011), papa seçilen ama olmak istemeyen bir kardinalin komikli öyküsü.

die welle/dalga (2008), otokrasinin ne olduğunu anlatırken bir çeşit oyun kurmaya karar veren öğretmen ve öğrencileri üzerinden faşizmin duygusal kökenlerini araştırıyor.

kiarostami'nin nema-ye nazdik/yakın çekim (1990) filmi, ünlü bir yönetmen gibi davranıp dolandırıcılıktan suçlanan bir adamın öyküsünde gerçek ve kurguyu sorguluyor.

daha az bilindik olduklarını düşünüp bunları vurgulamak istedim. bunlar dışında çok tatlı, muhakak tavsiye edebileceğim, zaten oldukça ünlü filmler olduğunu düşündüğüm liste şöyle uzuyor:

jean luc godard - band a parte (1964)
jim jarmusch - dead man (1990)
wong kar wai - chungking express (1994)
tim burton - edward scissorhands (1990)
coen kardeşler - o brother where art thou (2000)
mike nichols - the graduate (1967)

ve lanthimos'un bütün filmleri ağzınızı burnunuzu kırmak için idealdir.