Çarşamba, Aralık 18, 2013

aşka dair notlar


“bir can taşırım cümleye yük
 ağlamaya yük, gülmeye yük
 bir derde tutuldum adı aşk
 kendi bir şey değil, adı çok büyük”
 hasan izzet dinamo, tuyuğlar



aşka âşık biri olarak aşk romanları okumaktan da, filmleri izlemekten de nefret ederim. bunun en büyük nedeni aşkın yüzeyselleştirilmesi. sanırım beni tüm aşk senaryolarına karşı yapan en büyük neden bu. peki... en temel soru gelsin, aşk nedir o zaman? nedensiz sevmek midir mesela, var mı öyle bir şey? niçin nedensiz sevmeliyiz? birini gülüşü için sevsek, çok ağladığı için sevsek, dişleri çarpık olduğu için ya da sol ayağı içe dönük yürüdüğü için. olmaz mı?
               
aşk? yalan, mecaz, alaycı, gerçek, sahte, orijinal, tuhaf, anlamsız, gereksiz, öylesine…
belki hepsi. belki hiçbiri. bilemiyorum ama mükemmeliyetçi bir insan için daha eksiği olmaz galiba. azı olmaz. yalan, sahte, öylesine olmaz aşk. sevdim mi adam gibi severim'ler. pek çok şey aşk üzerine kurulmuş gibi görünüyor bu dünyada. kim bulur? nasıl yaşanır? gerçeği nasıl olur? neden herkes âşıktır? âşık olmaya çalışılır? ne işe yarar? ne hissettirir? neler harcanır? ferhat gibi dağ mı delinir? mecnun gibi çöllerde mi sürünülür? yoksa iki- üç gün el ele gezildikten sonra unutulup mu gidilir? aşk diye bir şey var mıdır? ilk ve en önemli aşık aşk diye bir şey olduğuna inanan mıdır yoksa? (thenks for strauss)

aşkın platonik olanı mı daha gerçektir? o zaman daha mı büyük olur sevgi? karşındaki de severse zamanla tükenir mi? tükenen sevgi gerçek midir? gerçek sevgi nedir? herkes sevemez mi? her aşk, aşk değil midir? aşk sanılıp da olmayan şeyler var mıdır? varsa karıştırma nedendir? insanlar neden duygularını karıştırır? sevip de kavuşamayanlara ne olur? çok büyük aşk yaşadıklarını sananlar başkasını sevince, eski aşkları nasıl yerle bir olur? o an sadece sevdiğin mi değerli gelir? insanlar dostlarını sevgilileri için bırakırlar mı? bırakırlarsa nedendir, bırakmazlarsa nedendir? bir dolu soru.
  
“aşkı, yorumların, akletmenin öldürdüğünü kestiremeyecek kadar da cahildi üstelik.”
(nazan bekiroğlu, nar ağacı)

burada beni anlatmış gibi. aşkı öldürdüğüm için ona sahip olmam mümkün değil. ama devam edeceğim. bence aşk, diğer bütün duygular gibi, evrensel ya da yargıya açık değildir, eleştiri kabul etmez. bütün duygular her insan için bambaşka bir anlama sahiptir. bu yüzden aşk da kişiden kişiye göre farklı bir mana taşır. başka birinin aşkıyla ilgili yorum yapma hakkı da kimseye ait değildir diye düşünüyorum.

“artık olamayacağını biliyorum. aşk benim kalbimi yakıyor, seninkini yalayıp geçiyor. ben tam merkezine koyuyorum aşkı hayatımda, sen başka bir şeyin yerine koyuyorsun. ... aşkı ve ahlakı tartıp durdun aylar boyunca. gerekçelerini, savunularını, ithamlarını, infazlarını sıraladın; sanığı da savcısı da yargıcı da sen olan bir mahkemede yargılayıp durdun kendini defalarca. hangi yanın haklı çıksa, bu davanın öbür yanında yara aldın. çünkü ne yeteri kadar aşık ne de yeteri kadar ahlaklıydın. oysa aşkın yeterince'si olmaz benim hiç olmamış sevgilim. o ya vardır ya yoktur. hududu, temkini, itidali, tazmini olursa zaten aşk olmaz. var olduğu müddetçe vardır o. ve var olduğu müddetçe de tek biçimde tek hacimdedir. ... bir yaranın acısını unutmak için gönlünde başka bir yaranın açılmasına razı geldin. üstelik kendini bu yaraya da koşulsuz devredemedin, sürekli hesaplar yaptın. aşk değildi bu. aşk olsa hesap yapacak mecali kendinde bulamazdın. bu kadar hesap yapmaya ne gerek vardı? hepi topu aşk işte. gelir, yaşanır ve günü gelince biterdi.” (nazan bekiroğlu, nar ağacı)

bugünlerde aşkların kimisi için gerçek olmadığı iddiasında bulunuyoruz. “gerçekten âşıksan” diye başlayan cümleler kuruyoruz. peki, buna nasıl karar veriyoruz? sürekli söylediğimiz kime göre, neye göre meselesi yani. kimi ya da neyi baz alıyoruz da insanlara “sen aslında aşık değilsin” deme lüksüne sahip olabiliyoruz?
  
beşeri aşk, mecazi aşk, ilahi aşk… aslında hepsi aynı yere çıkıyor. aşk yalan veya gerçek olmadığı gibi sadece bayan ve erkek arasında da olmaz, değil mi? ben aşk hakkında pek çok kez yazıp çizen bir insanım ama hiçbir erkeğe karşı “aşk” denen o duyguyu hissetmedim. ama buradan âşık olmadığım sonucu çıkarabilir miyiz? bilmem ki. benim için aşk ve âşık nedir ondan bahsedeceğim şimdi. çünkü dediğim gibi aşk anlayışı evrensel değildir, başkası için nedir ne değildir bilemem. ama benim için budur diyebilirim. sanırım. kendimi tanımak da zor.

“o zaman düşündüm. sevenin özünde taşıdığı cevher neydi de sevgili o cevhere yansıyordu? seven, sevgiliyle olmaktan menfaat uman değil, menfaatini sevgiliyle olmaktan umandı çünkü. sevdiğini söyleyenlerin çoğu ancak sevgilinin bezirgânları, hakiki seven ise onun satışa çıkarılmış metaıydı.” (iskender pala, aşka dair)

âşık, her şeyden önce sevgiliyi yanında ister. ona karşılık verecek olsa da olmasa da bunun bir önemi yoktur. sevgi ya da nefret… tek arzusu yanında olmasıdır. “annesinden dayak yediği halde yine ‘anne’ diye ağlayan bir çocuktur aşk.” (cemal süreya) sevgiliye duyduğu sevginin büyüklüğünü onun bilmesine de ihtiyaç duymaz. sevmek ona yetmektedir çünkü.

“ey gönül! şimdi sorarım sana… hangi aşk daha büyüktür? anlatılarak dile düşen mi, anlatılmayıp yürek deşen mi?” (şemsi tebrizi)

“eğer sevgiliden başkasına söyleyemeyecek şeylere sahip olmuşsa aşk kapıda demektir.
bu durumda sevgilinin sözünü can kulağı ile dinlemek, ileri sürdüğü her şeyden dolayı hayret etmek, saçma sapan hatta yalan şeyler konuşsa bile ona hak vermek, haksız olduğu zamanlarda bile onu doğrulamak, ne yaparsa ne derse hep peşini sürmek hep aşkın halleridir.” (iskender pala, aşka dair)

shirushi “aşktan da öte bir sevgi çeşidi var mıdır sence? yoksa aşk birini sevmenin en son hali midir?” diye sordu. bilmiyorum, düşündüm ki eğer sevgi veya aşk gibi duygulara bir derece vermeye çalışsaydık belki de böyle olurdu:
“şeriat der ki; seninki senin, benimki benim.
tarikat der ki; seninki senin, benimki de senin
marifet der ki; ne seninki var ne benimki
hakikat der ki; ne sen varsın ne ben”
(elif şafak, aşk)

ve düşünmeye devam ettim. insan sevdiğinde başkasını mı sever gerçekten, yoksa kendisi midir asıl sevdiği? uzun uzun düşünen ben iken, vardığım sonucu en güzel anlatan cümle belki de bu idi:

“aşk bahane. herkes kendini seviyor, bu cilvede kendi güzelliğinden emin olmak istiyordu ve tıpkı şu ayna gibi bu güzelliği yansıtacak, parlatacak bir ayna arıyordu.” (nazan bekiroğlu, nar ağacı)


ve dostoyevski koymuştu son noktayı: “sevmek güzel birinde aşkı aramak değil. o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.”


-konuyla ilgili şu hikayeye göz atabilirsiniz.




"eğer bir kişi, milyonlarca yıldızda sadece bir tane bulunan çiçeği seviyorsa,
o yıldızlara baktığında mutlu olmasına yeter bu."
(antoine de saint exupery, küçük prens)

Perşembe, Aralık 12, 2013

365 Gün Sonra Hala Burada...




Evet, bugün 12 Aralık.
Bu tam bir yıl oldu demek. Bir yıl... Bir yıl? Bir yıl! Ve bu benim tam 100. yazım. 100 ya, 100...

Aslında bakarsanız blogumu açtığım günden bu yana bekliyorum. “Birinci yıl dönümün kutlu olsun Arrakiiis!” demek için bekliyorum. Şimdi o gün geldi ama benim içimde tuhaf duygular var. Ha tabi ben birinci yılımı kutlarken TVXQ de 10. yılını kutluyor. Aramızda sadece bir sıfır var u.u asdfghjgfdsasdfg


 Koskoca bir yıl geçti. Oysaki ben yazmaya başlayalı bir iki ay olmuş gibi hissediyorum. Bütün bu zaman zarfında kitaplardan, filmlerden, rüyalardan, dizilerden, şarkılardan, hikayelerden bahsettim. İlk başlarda bir-iki izleyicim vardı, onlar da yorum yapmazdı. Yazılarımı kimse okumuyordu evet ama pek umurumda da değildi. Düşününce… O zaman kendim için yazıyormuşum *sanat sanat içindir* şimdiyse sanırım okuyanların düşüncelerini merak ettiğim için yazıyorum. *sanat toplum içindir* Bu da demek oluyor ki düşüncelerinizi merak ediyorum. Çaktınız? :D

Blogumu ilk açtığımda tarihe hiç dikkat etmemiştim ama sonradan dönüp baktığımda gerçekten hayret ediyorum. Çünkü tarih 12.12.12 imiş. ^^ Üşenmedim kalktım bu tarihte neler olduğuna baktım. :D Dikkatimi çekenleri de sizinle paylaşıyorum. (Ayrıca 12 Aralık Seungri, Eunjung ve Qri’nin doğum günüymüş. Hepsi de gruplarındaki en sevdiğim üyelerden. :3 )



Olaylar

1870 - Güney Carolina'lı Joseph H. RaineyABD kongresine seçilen ilk siyahi oldu.
1901 - İtalyan mucit Guglielmo Marconi, telsiz-telgraf sistemini geliştirdi ve İngiltere'denAtlantik aşırı ilk mesajını gönderdi.
1913 - 1911 yılında Louvre Müzesi'nden çalınıp kaybolan Mona Lisa tablosu Floransa'da bulundu.
1936 - İngiltere Kralı VIII. Edward aşkı tercih etti, tahtını terk etti.
1949 - TBMM, Türkiye'nin Avrupa Konseyine katılmasını onayladı.
1956 - JaponyaBirleşmiş Milletler'e üye oldu. 
1963 - Kenyaİngiltere'den bağımsızlığını ilan etti.
1979 - Güney Kore'de askeri darbe meydana geldi.
2000 - ABD Anayasa Mahkemesi, Florida'da oyların yeniden sayımı işlemini durdurdu ve seçimleri Cumhuriyetçi aday George W. Bush'un kazandığını açıkladı.
2004 - Fatih Akın'ın filmi Duvara KarşıAvrupa Sinema Akademisi'nce verilen 2004 Avrupa En İyi Film Ödülünü kazandı.

Doğumlar

1799 - Karl Briullov, Rus ressam (ö. 1852)
1821 - Gustave FlaubertFransız romancı
1863 - Edvard Munch, Norveçli ressam
1915 - Frank SinatraABD'li aktör ve şarkıcı
1916 - Cemil Meriç Türk yazar ve düşünür (Cemil Meriç benim “idolüm” dediğim insanlardan biridir.)
1928 - Cengiz AytmatovKırgız yazar (Aytmatov da en sevdiğim yazarlardan birisi.)
1929 - John Osborne, İngiliz oyun yazarı, senarist, ve politik aktivist
1979 - Engin Bayrak, Yugoslav kökenli Türk besteci, yazar, müzisyen.

Ölümler

1851 - Joel Roberts Poinsett ABD'li siyasetçi, psikiyatrist ve bitki bilimci  
1942 - Haydar Rifat Yorulmaz, Türk avukat, yazar, çevirmen
1963 - Yasujirō Ozu, Japon film yönetmeni
1977 - Oğuz Atay, Türk yazar (En sevdiğim Türk yazar desem yanlış olmaz herhalde^^)
1988 - Zeki Faik Sezer, Türk ressam
1997 - Zehra Yıldız, Opera sanatçısı

Ayrıca 12 Aralık Kenya için “Bağımsızlık Günü” imiş. Kenya=Junsu asdfgjk

***

Bundan bir yıl sonra hala blog tutmaya devam edersem diye istatistiklerimi dizeceğim şimdi. Ne de olsa geçen seneninkini biliyorum. 0 izleyici, 0 yorum, 0 görüntülenme. :D

Bir yılda tam 23.813 kere bloguma birilerinin yolu düşmüş.
477 kere yorum yapılmış. Saymadım ama en fazla yorum yapan kişileri tahmin etmek zor değil benim için :D LowerK, Hanijuni ve S-ra. Size çok teşekkür ederim. ^^
En fazla yorumu I Hear Your Voice yazısı almış. İlk yorum ise Guzzi’ye ait.

Bloguma en çok “bir daha gelmemek” aramasıyla gelinmiş. Listenin tamamı şöyle;

bir daha geri gelmemek
ispanya
sonra g’ky“z“n“n en parlak 2
hanbyul led apple
arrakis blog
jeeja yanin
extraterrestretierra.blogspot.com
school 2013 drama
ispanya s¶n¶rlar¶ iљerisindedir
led apple

En popüler kayıt İspanya yazım olmuş.

22 Ara 2012
30 Oca 2013, 4 yorum
3 Ağu 2013, 25 yorum
20 Şub 2013, 2 yorum
16 Mar 2013, 2 yorum
24 Şub 2013
2 Mar 2013, 2 yorum
3 Eyl 2013, 6 yorum
11 Şub 2013
13 Nis 2013, 4 yorum

Türkiye’den sonra en fazla Amerika ardından Rusya ve Almanya uğramış. Bu bir yılda zaman zaman sevdiğim ülkelerden ziyaretleri gördüğümde çok mutlu oldum. Gerçi bu istatistikler bana inandırıcı gelmiyor ama neyse. :D

Türkiye
ABD
Rusya
Almanya
Fransa
Endonezya
Birleşik Krallık
Kanada
Azerbaycan
Hollanda

 ***

7 Ocak 2012’de geleceğe (iki buçuk yıl sonraya) mektup yazmıştım, onun blogla olan kısmını paylaşıyorum;

“Blog ne durumda? Şu an ben bakıyorum da en son 8 gün önce yazmışım ve 3 izleyici var. Nymphe ve Guzzi ne yapıyor? En son Zion T, Beenzino muhabbeti geçiyordu. Bir nevi Amoeba… Ve ben Primary deyip duruyorum. O zaman hala dilimde Primary var mı? Kore’ye dair bir şey var mı peki? Lee Jong Suk ne yapıyor? Öngördüğüm gibi çok ünlü oldu değil mi? Şöhreti kaldırabildi mi? O değil de albüm yaptı mı be? TVXQ ve JYJ birleşmedi değil mi? Araları ne durumda peki? Heechul ve Leeteuk askerden dönmüş olmalı… Şimdi Yesung mu askerde? Ya Yunho? Belki o da gitmiş olabilir. EXO’nun kız versiyonu çıktı mı? Taeyang saç modeliyle birlikte vokal tarzını değiştirdi mi? Block B şu aralar sallantıda, şirketine dava açtı. Peki, senin zamanında nasıl? Bölünmediğini söyle bana… Ya Jino? Umarım çıkış yapmıştır artık, bir zahmet yani… Taemin hala kız muamelesi görüyor mu? Kaç bin debut daha oldu?”

Cevaplarını da vereceğim elbette :D

“Sayın Paul,
Blog iyi, şimdi 86 izleyicin var. Nypmhe hala yazmaya devam ediyor ama o zamanki gibi fazla değil, ayda bir iki kere… Bir ara tezgâhı kaldırmaya karar vermişti ama sonra çok şükür vazgeçti.
Guzzi’ye gelince, mayısın sonunda kadar yazmaya devam etti ama ondan sonra ortadan kayboldu. Ona Nypmhe’in blogunda yorum yaparken bile rastlamak mümkün değil.
Evet, dilinde hala Primary var. Onunla yatıp kalkıyorsun neredeyse. :D
–Geceleri ve sabahları müzik dinlediğini düşünürsek aslında gerçekten de öyle-
Lee Jong Suk da öngördüğün gibi çok popüler oldu, evet. Haklıydın. Ama şöhret onu değiştirmek yerine gerçek kişiliğini ortaya çıkardı. Adam manyağın teki. İnsan bir ben ünlüyüm, adam gibi davranayım der. Nerede? Milletin kolunu bacağını ısıyor. :D Neyse. Albüm de yapmadı, ölebilirsin ama iki yıl sonra yapmış olabilir tabi. :D
TVXQ’ye gelince, şimdi 10.yıllarını kutluyorlar. Tabi ki grup birleşmedi. Ama Jaejoong son albümü olan WWW’deki “Let the Rythm” şarkısının 2.48 saniyesinde T-V-X-Q diyor. Şimdiye kadar kimse bundan bahsetmedi, bu yüzden kafayı sıyırdığımı düşünüyorum.
Heechul döndü ama hiç mi değişmez bir insan? Rahatsız yine rahatsız.
 Teukkie dönmedi ama Yesung askere gitti. Yunho daha gitmedi, dur.
EXO’nun kız versiyonu çıkmadı ama SM yeni rookielerini ortaya sermeye başladı. Bie Seulgi var, ben kızı sevdim, sesi de güzel. Sonra Irene var. Bir de Jeno’nun ismini hatırlıyorum, ufacık bir şey. Ha Taeyeong mu öyle biri var bir de. Neyse şimdilik bu kadar.
Taeyangise  hem saçını hem de vokalini değiştirdi. Ha ben vokalinden memnundu ama onun paşa keyfi bilir tabi…
Block B geçtiğimiz Ekim’de geri döndü. BBC’ler olarak mutluluktan öldük.
Jino çıkış yapmadı. Onun yerine Henry solo oldu.
Taemin ise artık kız muamelesi görmüyor. Biliyorum, inanması çok zor. :D”

Eheheh şimdi de bir yıl sonraya mektup yazıyorum. :D

“Hala blog yazmaya devam ediyor musun? Seni tebrik ederim. Devam edebileceğini tahmin etmiyordum ilk başta ama ilk yılı devirdikten sonra sana inanmaya başladım. :D
TVXQ’den kimse askere gitti mi, iyiler mi önce onu söyle…
Biliyor musun bu sene Saeng askere gideceği için SS501 üyeleri beş kişi olarak konser verdiler. Merak ediyorum acaba o zaman durum nasıl? He bir de Kyujong’un askerden dönmüş olması lazım, Teuk da, neler yapıyorlar ki acaba? 
Sonra… Kaç kitap okudun? Umarım az değildir, yoksa kızacağım.
Şu aralar bir Vivaldi-Radiohead takıntısı başladı sende, ikisinin birbiriyle pek alakası olmasa da, hala devam ediyor musun dinlemeye? Keman ne durumda kemaaaan?
EXO şuan Miracles in December promosyonları yapıyor, acaba o zaman ne yapıyor olacak? Aslında 2014’te Japonya’da çıkış yapmalarını bekliyorum. Bakacağız artık.
SHINee ise Japonya’da. Soshi de. TVXQ da. Suju da. Peki, Kore’de kim var lan?!
Kangta yakında geri dönecek!!! Seviçten ölüyorum ya…
Bigbang ise bu sene geri dönmedi. Üyeler solo takıldılar, 2014’ü bekliyoruz.
The Boss uzun bir aradan sonra geri döndü. Speed bu sene son derece aktifti. F-ve Dolls da. Peki, Supernova nerede? Ey CCM, bana cevap ver. Bir de bu aralar History manyağı oldun, o zaman da devam ediyor musun? Ve tabi ki koyu bir Leda’sın? Dün Tasty ikizlerini ayırmak için iki saatini harcadın neredeyse, o zaman ne yapıyorlar?  
Acep Roy Kim ne yapıyor? Ya FT Island? Âşık olduğun şarkılar yapmaya devam ediyorlar mı? Cevabı evet, biliyorum. :D
Shiru, Filozof, Hanijuni, lowerK, Şeyma, Mitsuki, Kiriya ne yapıyor?
Sen ne yapıyorsun?”

Ve bu kadar yeter. Artık sonu bağlayalım bence.

Yıl boyunca yazılarımı okuyan okumayan, yorum yapan yapmayan, beni ipleyip iplemeyen herkese teşekkür ederim. En azından buralarda bir yerde böyle bir vatandaş olduğunu biliyordunuz. Umarım buralarda daha fazla zaman geçirir, daha fazla yorum yapar, beni daha fazla iplersiniz ama yapmasanız da önemli değil, yine de teşekkür ederim. :D

>>> Bir de blogumu seviyorum be :D 

Not: Çok otsu ve saçma bir yıl dönümü oldu ama hiç havamda değilim. Özürler özürler...

Bir de gitmeden önce bir sorum olacak. Formatı değiştirmeyi düşünüyorum. Yani kısa ama daha çok yazmayı düşünüyorum. Ne dersiniz bu işe? Bir kaç şeyi tek yazıda topladığım yazılar mı, ayrı ayrı yazılar mı? Lütfen fikrinizi belirtin, çok kararsızım.


Ve bir de lütfen blogumu eleştirin! :D

Pazartesi, Aralık 09, 2013

Paul'ün Mimi: Fil Fareden Neden Korkar?

photo by Joel Robison

Adı üstünde benim mimim işte!
Ah çok ama çok uzun zamandır kendim bir mim oluşturmak istiyordum ama üşengeçliğin gözü kör olsun. Neyse, lafı fazla uzatmıyorum çünkü uzun bir mim olacak benimkisi. Belki de olmaz.
(Ve bu arada bu benim 99. Yazım :D)

Bu arada mimin adı “Fil fareden neden korkar?” Bir de rica etsem, mimin adını değişmesek? Hani sonra bu mim hangi mim anlayabileyim ben de :D 

***

1-En sevdiğiniz müzik türü hangisi? Neden? Bu türü kiminle tanıdınız? Ve bu türde son hızla kimleri dinlemeye devam ediyorsunuz?


2-Konuyu müzikten açmışken devam edeceğim… Sizce “iyi müzik” diye bir şey var mıdır? Varsa nedir? Yoksa kişisel bir zevk meselesi olduğu için “iyi müzik” de kişiye göre değişir mi?


3-En sevdiğiniz Türk ve yabancı yazarlar? (Ayrı kategoriler) Hangi kitabıyla tanıştınız ve başka hangi kitaplarını okudunuz? En çok hangisini beğendiniz? Neden?


4-En sevdiğiniz filmler? (En az beş tane) En sevdiğiniz diziler? (En az üç) Neden?


5-Hayat felsefenizi üç-beş-on madde ile özetleyin desem? (seçim sizin)


6-Müziğe geri döneceğim, en sevdiğiniz 3 sanatçı/grup? Ve onların en sevdiğiniz 5 şarkısı hangisi? Neden?


7-Bana herhangi bir ülkenin müzik piyasasını uzun uzun anlatın. Ülke seçimi tamamen size kalmış.


8- Sizce en güzel ve en kötü duygular hangileridir? Nedenlerini söylemeyi unutmayın!


9- “Bu adam benim idolüm.” Dediğiniz biri var mı? Varsa kim? Yoksa olmak istediğiniz insanı bana siz anlatın.


10- Şuan neredesin, ne yapıyorsun ve bundan on yıl sonra nerede, ne yapacaksın? Bu hayattaki amacın ne abi? Ne için yaşıyorsun?


***

Eveeet sorular bu kadar. Sizden uzuuuuuun cevaplar bekliyorum. *gözlerini kırpıştırır*
                                                                              
Mim oluşturma geleneğine göre sanırım bu soruları ilk olarak benim cevaplamam gerekiyor ama ben bu geleneği bozuyorum arkadaş. Kimseyi etkilemek istemiyorum o yüzden ben bir yirmi kişiden falan okuduktan sonra yazacağım. :D

Şimdi ben birkaç kişiyi mimliyorum ama soruları beğenip (tamam belki bu mümkün değildir ama olsun) yapmak isteyen varsa hiç sormasına bile gerek yok. Onu mimledim varsaysın!

LoverK, meşgulsün biliyorum ama benim hatırım için bu mimi yapıver^^
Hanijuni, sen yaparsın zaten değil mi? Değil mi? Değil mi? :D
Shirushi… Seni mimlemeden geçemem öyle değil mi? :P Mitsuki'yi de sana bırakıyorum :D
Filozof, senden beklentim büyük. :3
Bir Garip Şeyma, bu seni ilk mimleyişim, yapar mısın bilmiyorum ama yaparsan sevinirim. u.u
Efe Kızı, yanlış hatırlamıyorsam bir önceki mimimi daha yapmadın ama onu boş ver bunu yap sen :D
Muu u, uzun zamandır görünmüyorsun ama buradaysan yapıver lütfen. n.n
Ya Leyl, umarım seversin ve yaparsın. :’)
Aslı Yılmaz, mim yaparsam haber vermemi istemiştin. *.*
Kiriya Shuu, çok teşekkür ederim. :3

Evet herkes için farklı bir ifade kullandıktan sonra (asdsadsadasd) burada bitiriyorum.
Acıyın bana pliiizzzz

Hadi güle güle! Esen kalın...

Pazar, Kasım 24, 2013

Konu: Dram, Tarihi, Aile, Müzik, Aşk, Biyografi

Oydu buydu derken bayağıdır film yazmıyorum, biriktikçe birikiyor bir yandan da. İyisi mi dedim, hepsini tek yazıda toplayayım. :D 
Bahsedeceğim filmler şunlar olacak: Mangal Pandey, Vitus, Step Up: Revolution, Ruby Sparks, Killing Lincoln.

The Rising: Ballad of Mangal Pandey (2005)



                Hindistan’ın İngilizler’den çektiklerini anlatan gerçek bir hikaye. Bir Amir Khan filmi…
Mangal Pandey 1827-1857 yılları arasında yaşamış bir Sepoy, yani İngilizlerin topladığı Hintli askerlerden sadece biri. İnek ve domuz yağı (İnek Hindular için kutsal, domuz ise Müslümanlar için haramdır.) kullanılan kartuşların askerlere zorla kullandırılmaya çalışıldığı bir dönemde Pandey ve arkadaşları bir isyan başlatır. Bir yıl içinde isyan bastırılır ama Doğu Hindistan’ı sömüren “şirket” de yıkılır. Bu isyan sırasında bir İngiliz subayı olan “Gordon” isimli bir şahsın isyancıların tarafında geçip, şirkete karşı savaştığı söylenir. İşte filmdebu söylentiden yola çıkılan bir Gordon-Pandey arkadaşlığı oluşturulmuş.
                Film Bolywood’un geleneğinden sapmadan pek çok bölümünde şarkı, türkü, dansla geçiyor. Ama şu isyan gününü belirledikten sonra renklerle yaptıkları kutlama gerçekten çok hoştu. Onun dışında senaryonun gerçek olduğunu bilmek filmi izlerken insanı en çok etkileyen şeydi. Muhakkak izleyin derim. IMDB puanı: 6,6.

“Bir adamı öldürebilirsin ama rüyasını asla!”

Vitus (2006)



Filmimizin baş karakteri olan Vitus ufak bir dahi. IQ’su 180 olup, 6 yaşındayken yemekten önce biraz gazete falan okuyan bir çocuk işte.  Ama asıl olaylar o 12 yaşındayken gerçekleşiyor. Bir adet onu dünyaca ünlü bir piyanist yapmak isteyen ve her daim bu konuda baskı yapan annesi, anlayışlı, çocuğunu çok seven ama işi yüzünden çok da meşgul olan bir babası ve son olarak yanaklarını sıkmak isteyeceğiniz, sevimli mi sevimli, eğlenceli mi eğlenceli, hayallerinde pilot olmak isteyen bir dedesi var.  
Filmin asıl olayı ne? 12 yaşındaki bu veledin sıradan bir çocuk olma isteğiyle “hayatının dizginlerini kendi eline alması” Peki bir çocuk bunu nasıl yapabilir? İzleyip görün.

Vitus’un dedesini Bruno Ganz, annesini ise Julia Jenkins, 6 yaşındaki çocukluğunu Fabrizio Borsani canlandırıyor. İki saatlik bu İsviçre yapımı filmin IMDB puanı 7,5. Eğer siz de şöyle kafanızı dinlendirecek bir film arıyorsanız tam size göre. Ayrıca film boyunca süre gelen birbirinden harika piyano parçalarını da unutmamak gerek. ^^
Diğer filme geçmeden önce başrolümüz Vitus’u oynayan Teo Gheorghiu’dan bahsetmek istiyorum. Kendisi bu filmi çekerken gerçekten de 12 yaşında ve onu piyano çalarken izlerken büyüleneceksiniz. 5 yaşında piyano çalmaya başlayan bu Kanada-İsviçre melezi pek çok ödül de kazanmış. Şimdi 21 yaşında olan bu genç piyanist gerçekten inanılmaz.


Not: 12 yaşında ve ondan sonraki ergenliğinde tipsizliğin derin sularında yüzmüş olsa da Ç’nin deyimiyle evrime kafa atarak “şaka mı bu ya?” nidaları attırmıştır. :D Dahası bizim okulda da bu çocuğun bir kopyası var. o.O

Step Up: Revolution (2012)



                Bütün Step Up serisini izlemiş biri olarak –can sıkıntısı böyle bir şey işte- hiç düşünmeden söyleyebilirim ki serinin en iyi filmi. Tartışmasız.
                Her filmde olduğu gibi birer adet erkek ve kızın aralarındaki ilişkinin klişe mi klişe olduğunu göz ardı edersek –zengin kız fakir oğlan vol. 6543253- devamında gelen mahallenin yıkımını durdurmak için seferber olma senaryosu güzeldi. IMDB puanı ise: 6,3.
Başrollerini Kathryn McCormick ve Ryan Guzman’ın oynadığı filmde dans sahneleri oldukça ağırlıkta ve tek kelimeyle de muhteşemler. Türkçe’ye “sokak dansçıları” ya da “sokak dansı” olarak çevirilip dursa da bence bu önceki filmler için geçerliydi. Bu filmdeki koreografi ve gösterilerin öylesine sanatsal bir yönü var ki buna “sokak” demek çok saçma olur. Tam anlamıyla bir görsel şölen olduğunu düşünüyorum. –Şu parti kısmı hariç tabi ki, orası sadece komik olabilir- O yüzden filmi koreografilere hayran kalmak için izleyin, gerisini umursamayın derim. :D




Ruby Sparks (2012)



                Sağda solda çerezlik bir film ararken karşıma çıkan bu film gerçekten bende hayranlık uyandırdı. Hiç böyle bir şey beklemiyordum. IMDB puanı: 7,1.
                Baş karakterimiz Calvin 19 yaşında ilk kitabını yazmış ve bir anda fenomen olmuş genç bir yazar. Aradan on yıl geçmesine rağmen başka bir kitap çıkaramamış olması ve aşk hayatındaki zorluklar onun en büyük sorunu.
                Ama bir gün Calvin, aniden yazmaya başlar. Deli gibi. Yemek yok, uyku yok, gece ve gündüz… Sadece yazar. Peki deli gibi ne yazıyordur? Ruby’yi. Yani hayalindeki kadını… Ve sonra bir gün sabah kalktığında mutfakta bir kadın bulur; Ruby’nin ta kendisini. Dahası Calvin’in elinde Ruby’yi istediği gibi değiştirme gücü var. Önce daktilosunu kaldırsa ve onun hakkında başka hiçbir şey yazmamaya karar verse de durum öyle gelişmiyor… Ardıardına gelen olaylar Calvin karakterinin iç dünyasını keşfetme zevkini size bırakıyor. Ama karşılaştığınız gerçek oldukça acı oluyor.
                Zaman zaman güldürse de filmin sonunda ciddi mesajlar almış buldum kendimi. Özellikle de Calvin’le çok fazla ortak noktamız olduğunu ve neden bazı konularda sorun yaşadığımı gösterdi bana. Calvin’in eski kız arkadaşı olan Layla’nın söylediği şey ise 12’den vuruş olarak adlandırdığımız şeydi:
-“Sen benimle değil kendinle ilişki yaşamak istiyordun.”



Lincoln (2012)



Yönetmenliğini STEVEN SPIELBERG'in yaptığı filmde Daniel Day Lewis, Lincoln'ü canlandırırken, filmde pek bir yeri olmasa da oğlu Robert Todd Lincoln'ü sevdiğim oyunculardan J.G. Levitt oynuyor. Oscar'a tam 12 dalda aday olmuş olan bu filmin IMDB puanı: 7,5
               Film iç savaş, köleliğin kaldırılışı ve eşitlik yasalarının meclisten geçirilme sürecini anlatıyor. Hem de her şeyiyle… Maalesef bu dönemde sadece kağıtta kalıyor 1960’lara kadar siyahlar özgürlüklerini kazanamıyorlar ama yine de bunu büyük bir adım olduğu tartışılamaz. Nitekim filmi izlerken de ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız.
                Yasanın o dönemde meclisten geçtiğini çok iyi bildiğim halde izlerken nefesimi tuttum, ha oldu ha olacak derken bayılacaktım. :D Politikacılar arasındaki tartışmaların, meclistekilerin tutumu, devlet adamlarının neler yaptığı… İyi-kötü her yönüyle objektif bir biçimde anlatılmış, çok iyi bir filmdi. Zaten geçen senenin en çok ses getiren filmi filmlerinden biri oldu.





“Burada önemli olan, bu insanların boşu boşuna ölmediğini, bu ulusun Tanrı’nın gözetiminde yeniden özgürlüğe doğduğunu, halkın, halk tarafından halk için yönetiminin asla yeryüzünden kalkmayacağını göstermektir.” (19 Kasım 1863)