Pazar, Temmuz 20, 2014

"Yine Japon Filmi Mi İzliyorsun?" #3


Eveeet, bir tatilde daha Japon filmleriyle kafayı bozmuş bulunuyoruz. Normalde asla izlemeyeceğim konulara sahip filmler izledim. Çok acayip bir şey bu ya... Japon olsun bizim olsun diye başlayıp önüme geleni izliyorum. Ben ki aşk filmlerinden nefret ederdim ama şu son haftada izlediklerimin neredeyse yarısı aşk filmi. Neyse, yazının diğer partlarına ulaşmak için;


Part 1

Part 2


OURAN HIGH SCHOOL HOST CLUB (2012)


Bununla açılış yapıyorum çünkü listemdeki renkli, gülerken kahkahalar attığım iki filmden biri ki bu hafta toplam olarak 17 Japon filmi izledim. Japon senaristlerdeki karamsarlık, sadizm&mazoşizm karışımı saplantılar psikolojimi bozdu. Herkes mi ölür arkadaş??? Bir de artık çok fazla Japon filmi izlediğimden paranoyaklaştım, ekrandaki heriflerle konuşuyorum. “Seni daha önce görmüş gibiyim.” “Daha önce tanıştık mı?” “Gözüm seni bir yerden ısırıyor.” “Seni nerede gördüm ben?” vb. Kafayı mı yedim? Kesinlikle.

Bir mangadan uyarlanmış bir dizinin filmi. Baş karakterimiz Haruhi (Haruna Kawaguchi) erkek kılığına girmiş bir kızdır. Bunu Uzakdoğu dizilerinde sık sık gördüğümüzden normal karşılıyoruz ama anlaşılması zor olan kısım şu ki okul karma. Niye erkek kılığına girdiğini anlayamamış olsam da bu kısım mühim değil çünkü daha çooook saçmalık var. (Babası da kadın kılığından gezindiğinden belki özenmiştir diyorum) Neyse, Haru aşırı zenginlerin okuduğu bir kolejdeki tek burslu öğrencidir. –Olaya gelin…- Bir gün ders çalışmak için yer ararken bir salona gelir ve oradaki bilmem kaç milyon yenlik vazoyu kırar. Borcunu da o salonun sahibi olan kulübe katılarak ödemeye başlar. Tabi ki Konuk Ağırlama Kulübü’dür burası, her şeyi birlikte yapan ikizler (gerçekten ikizler, Shinpei&Manpei Takagi), tavşanıyla gezen ufaklık (Yudai Chiba), ufaklığın kadim dostu, kendini beğenmiş bir dahi (Shunsuke Daito) ve esas oğlanımız lord Tamaki Suou. (Yusuke Yamamoto) Tipik bir esas oğlan her konuda mükemmel, kendini beğenmiş biridir ancak Tamaki bu tabuyu yıkıyor ve inanılmaz manyaklıklarıyla bizi gülmekten öldürüyor. Hanakazari’deki haleleriyle gönlümüze giren Yusuke güldürmeye devam ediyor.




Ama bu bir aşk olmadığı anlamına gelmez. Tabi ki esas oğlanımız ve esas kızımız birbirinden hoşlanıyorlar. Şuna dikkat çekerim ki bu kulüptekiler Haruhi’nin kız olduğunu biliyor. Bu önemli bir fark. Neyse, derken okula bir kız gelir ve her şeyi alt üst eder. (Bakın bu kızın da ailesi ölmüş, sonra Tamaki ile Haru'nun da annesi ölmüş. Yani komedi filmi ama ölen ölene.) Bu kısmı anlatmaya gerek yok ama filmde öyle birini gördüm ki beni şok etti. Kırk saat cidden o mu ya??? Diye düşünmem yetmezmiş gibi evladımı görmüş gibi hissettim. Bu sürpriz isiiiim; 2PM’den Nickhun. Yaktı geçti ortalığı. Neyse, çok komik ve çok eğlenceli bir filmdi. Kulüplerin kendi arasındaki rekabet çok eğlendirdi. Kara Büyü Kulübü’ne bayıldım özellikle, liderleri (Ryo Ryusei) de havada süzülüyordu falan, çok da sevimli kerata. :D


HOTARU NO HIKARI (2012)


İkinci ve son komedimiz. Hatta tam anlamıyla komedi bile sayılmaz bu, yarım diyelim. Toplam bir buçuk komedi vardı yani ki ben güleceğim diye başlamıştım ağlayarak sona erdi bu film furyası.

Bu da iki sezonluk diziymiş ya la! Şok içerisindeyim. Neyse, Hotaru bir “Himono Onno”dur. İşteyken çok başarılı olup eve gelince pijamaları çekip yerde yuvarlanan kadınlara böyle denirmiş. Biraz benim geleceğim olabilir yani. :D Neyse, bu film boyunca “müdüüüüüüür” diye çığıracağı adamla yaşamaktadır. Evlendiler mi evlenmediler mi anlamadım ama balayına gittiklerine göre muhtemelen evlenmişlerdir. Ama aynı yatağı kullanmadıkları için evlenmiş olduklarından da şüpheliyim. Fakat filmin sonunda da bebek olma ihtimalinden bahsediyorlardı. Düşünce gücüyle şeettirmiş olabilirler belki asdadasd. Valla anlamadım.


Neyse, bunlar müdürün isteği üzerine Roma’ya giderler. Tabi ki o kadar kolay gidemiyorlar da orayı siz izleyin. Derken Hotaru orada da bir “Himono Onno” bulur ve böylece ilginç bir macera başlar. Hem gülüyoruz hem de bir güzel Roma gezisi yapıyoruz filmi izlerken. Arada bir de ağlatmayan dramlar çekiyoruz. Yani beş dakika önce kakarakikiri gülüp beş dakika sonra ağlamam mümkün değil. En azından benim için. Kız çok tatlıydı ama müdürün gerçekliği konusunda ciddi şüphelerim var. Dünya üzerine böyle bir herif bulunmadığına yemin edebilirim, o derece. Fantastik karakter olmuş yani asdasdsad.

BOKURA GAI TA KOHEN (2012)


Bu da dizi çıksaydı kendimi atardım herhalde. –Animeymiş ama o etkilemiyor- Filmin afişinde Toma Ikuta’yı görünce “aaa Nakatsu!!” olduğumdan çok da incelemeden filmi izlemeye başladım. Ama Nakatsu karakterinden çok çok farklı bir rolle karşımıza çıktığı için sonra uyuz oldum. Ben ikinci filmi izlemişim (Birinci Bokura Ga Ita Zenpen olabilir) ama çok da fark etmez ya hepsi bir işte. Çok da güzel olmayan ama en azından mutlu sonla biten bir aşk filmi. Spoiler vermiş oldum değil mi ben şimdi? Bence sorun olmaz ya, zaten çok tavsiye de etmiyorum o yüzden izlemeseniz de olur.

Esas kızımız Takahashi (Yuri Yoshitaka) çok sevimliydi, biraz BoA’ya benziyordu. Neyse, esas oğlanımız Yano ailevi sebepler yüzünden Tokyo’ya taşınmak zorunda kalır. İlk zamanlar Takahashi’yle iletişim halinde olsalar da daha sonrasında yaşadıkları yüzünden Yano onunla iletişimini keser falan fıstık. Aradan yıllar geçer, yeniden karşılaşırlar ama kesinlikle bu karşılaşma ne seyircinin ne de Takahashi’nin beklediği gibidir. Derken derken bir şeyler olur, bir şeyler olmaz ama filmin sonunda happy ending bizi karşılar. Ben aşk filmi izlemeyi seviyorum, ayrılık, acı olması falan da hoşuma gidiyor derseniz buyurun izleyin ama hep ikinci adamları seven ben bu filmde de hayal kırıklığına uğradığımdan bana güzel gelmedi arkadaş, diyeceğim bu.

HALFWAY (2009)


Ya da harf-way...

Bu film bence oldukça hüzünlüydü ama burada bahsetmemin nedeni kimsenin ölmüyor olmasıydı. -Düşünün artık diğerlerini-  Kızımız Hiro (Kei Kitano) sıra dışı bir insan. Kitano’yu daha önce Love Fight ve Bandage filminde izleyip sevmiştim, şimdi daha da çok sevdim. Zaten bu üç filmi böyle arka arkaya çekmiş. Esas oğlanımız Shu’yu (Masaki Okada) ise hiç sevmedim. Ki daha önce Hanakazari’de tanımış ve de sevmiştim. Buna rağmen uyuz etti. Bir de Shu’nun arkadaşını Junpei Mizobata oynuyordu. Fly With the Gold’da bile vardı bu çocuk ama tabi burada yenilerden olduğu için yan roldeydi.

Neyse, film iki karakterin kırk saatte tanışıp bir kırk saatte birbirine açılmaları şeklinde ilerlemiyor. Her şey çok yavaş oluyormuş hissi verip hızlı oluyor. Bu çocuklar çıkmaya başlarlar ama bir sorun vardır. Shu, Hiro’ya çıkma teklif etmeden önce Tokyo’daki Waseda’ya gitmeye karar vermiştir. Hiro ise Sapporo’daki bir üniversiteye gidecektir ve Shu’nun Tokyo’ya gitmesini istememektedir. Peki Shu ne yapacak?

85 dakika sürdü ama çok gerçekçi bir filmdi. Fazlasıyla. Çok durgun bir ilerleyişe sahip olmasına rağmen çok sevdim. Diyalogların verdiği mesajlar ve hisleri etkileyici buldum. Ve dediğim gibi, hayattan bir kesit gibiydi. Aşk filmlerinin %99’u palavradır. Ve belki de bu yüzden ben bu filme aşk filmi bile demek istemiyorum.

LOVE LETTER (1995)

Eski gelmesin, sıra dışı bir film. Cenaze töreniyle başlasa da diğerlerinden daha olumlu bir havaya sahip olduğunu düşünüyorum. Gerçi en başta hiç de bu fikirde değildim, tam tersine “A-ha yine içim kararacak,” dedim. Ama yine de hüzünlü olduğu kadar güzel bir yanı vardı.

Filmi tersinden anlatmaya başlayacaktım ama o zaman büyüsü kaçar diye düşünüyorum ve yönetmeni bozmuyorum arkadaşlar. Hiroko Watanabe (Miho Nakayama) nişanlısı Itsuki’yi kaybetmiştir. Bir gün öylesine onun adına bir mektup gönderir ve ilginçtir ki cevap bile gelir. Tabi mektup öteki taraftan gelemeyeceğine göre ne olduğunu merak eder. Ölen nişanlısıyla aynı ismi sahip bir bayandır bu. Dahası bu bayan zamanında nişanlısının sınıf arkadaşı olmuştur. Biri erkek ve biri kzı olmak üzere iki Itsuki Fujii vardır. Derken mektuplaşma sürecinde bayan Itsuki, ölen erkek Itsuki ile ilgili anıları anlatır. Dahası bu yaşayan Itsuki ile Watanabe ikizlik derecesinde benzerdir. Başta bu biraz karışıklığa sebep oluyor. (Hayır zaten birbirlerine benziyorlar bir de bununla uğraştım.)




İşte böyle ilginç ayrıntılara sahip ama hiçbir fantastiklik bulundurmaya hoş bir film. Nakayama iki farklı rolü güzel bir şekilde oynamış. Ayrıca gençken cidden de çok güzel bir kadınmış. Hatta şimdiye kadar gördüğüm en güzel Japon diyebilirim. Durgun başladı, biraz sıktı falan ama sonradan akışına kaptırdı. Bittikten sonra ise yüzde bir gülümseme bıraktı. Ama üzüldüm de... Bilemiyorum, karışık.



Eveet, sonuna geldik. En yakın zamanda devamı gelecek. 
Görüşmek üzere!

4 yorum:

  1. ayy iyi oldu bu yazı. koreden sıkılıp bende bir iki japon bakayım diyordum ama pek güzel birşey bulamamıştım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Neden bilmiyorum ama Japon filmleri beni çekiyor. Bundan sonraki partta daha güzel filmler olacak. Onlara da bakabilirsin :')

      Sil
  2. Waaa *-*
    Böyle bir yazı dizisi hazırlaman beni çok mutlu etti. İzlediklerim de var içlerinde, izlemediklerime de mutlaka bakacağım. :) Domo arigatou gozaimasu ^^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vaaay böyle bir ilgi *.* Asıl ben teşekkür ederiiim :')
      Tavsiyelere de son derece açığımdır :D

      Sil