Salı, Temmuz 04, 2017

sonsuz sıcaklar ve hayvanları yemek


son günlerde blog yazmayı bırakmalı mıyım diye düşünüyorum, yani bu işi eskisi gibi beceremiyorum. sadece vazgeç diyesim geliyor kendime. yine de bu yazıyı yayınlamak istedim.

insanlar suluboya ile neler yapıyor, her defasında şaşırıp kalıyorum. reddit'te gördüğüm her resme (suluboya olanlara) imrenerek bakıyorum. ben neden bu kadar zorlanıyorum sanki?



istanbul'da hava yine çıldırmış durumda. hiçbir şey yapmadan yalnıza nefes alarak rope rider'ın deyimiyle hava "sonsuz" sıcak ve "ölüm gibi  terliyorum".  yakında yıkanmaktan vücudum pörsüyecek, dahası buna rağmen şartlar izin verse gene de bütün gün suyun altında kalmayı tercih ederim. su demişken yalnızca iki kez denize girebildim ve ağustos sonuna kadar da bir daha gidebilmem mümkün görünmüyor, yaz okulu başladı ve ben bu sıcakta okula mı gideceğim? evdeki klimanınsa kumandası yok! bakıp bakıp iç geçiriyorum ve bu konuda elimden hiçbir şey gelmemesi çok acı verici (app'leri denedim, olmuyor).

saat ona geliyor hava yeni karardı ve ancak nefes alınabilir hale geldi. ben bütün camlarını açtığım salonda otuyorum. (peki evin rüzgar alan cephesinde salonun yanı sıra yer alan tek odanın tuvalet olması? hem de pöfür pöfür esiyor.) bütün odalardan daha da sıcak olan oda elbette benim odam. girmemle çıkmam bir oluyor, bu gece salonda uyuyacağım galiba. bir de regl dönemindeyim iyi mi? sancılarla sıcak birleşip pusu kurdular bana. erkek olamadım ya bu hayatta, başka da bir şey olamam herhalde, diye sayıklanıyorum gene.

bahadır cüneyt yalçın'ın "hep lunapark" romanını okudum, afilifilintalar'ın sitesinde görmüştüm ilk, en sık yazan o galiba. bunda dört beşe sene önceydi. pek umursamadım ne yalan söyleyeyim, geçen ay finallerden çıkınca bir çılgınlık yapıp daha önce hiç okumadığım çok da ünlü olmayan yazarlardan on iki kitap almıştım. normalde bu riske pek kolay giren biri değilimdir. aslında yeni yazar keşfetmeyi seviyorum ve sanırım artık işi öğrendiğimden bu yeni tatları seviyorum da. her zaman değil tabi ama yüzdesi hayli yüksek. bu roman da o alımdan okuduklarımın ilki. öyle üstte duruyordu, düşünmedim. çok hoşuma gitti, çok tatlı bir kitap. yalçın'ın diğer eserlerine de göz atacağım. 


bir de belgesel izliyorum "internet's own boy", reddit'in kurucusu aaron swartz'ı anlatıyor. gene kendimi kötü hissediyorum ne boş insanım diye. irfan da romancının romanı'nı okuyor şimdi, kafası karışmış, günde yüz tane mesaj atıyor uzun uzun, sorular soruyor çoğu hayvan kesimi ve et piyasası hakkında (ben vejetaryen olduğum için saldırıyordu önceden ama şimdi geri bastı, eyvallah coetzee) ve ben erimiş beynimle bön bön bakıyorum sadece. bir kaç gün önce artvin'in dağlarında çiçekler açıyordu ve ben üzerime hırka giyiyordum, gene de üşüyorduk turşu'yla, balkonda uzun uzun oturamıyorduk. şimdi ıslak eteği kafama sarıp elimde sodayla dolaşıyorum.

haaa şu konuyu açıklığa kavuşturalım, ben vejetaryen değilim ama et yemeyi tercih etmiyorum (wtf demeyin, bir durup dinleyin). bütün suçlusu 9gag diyormuşum jkfeknj. yok yok tabi, bu etiketten hiç hoşlanmıyorum, ait olmadığım bir kitleye iteliyor beni, can sıkıcı bir etiketten farkı yok. mesela siyasi açıdan da sosyal demokrat kafaya yakın olmama karşın kendimi böyle tanımlamam (bakınız aidiyet problemleri vol.4554653) mesela kendime feminist diyemem, genelde part-time derim. yani bütün bu etiketlerle sorunum temelde aynı, yalnızca belli bir ölçüde aynı fikirde olduğum için o fikrin onulmaz bir savunucusu olarak görülmek. bugünlerde herkesin sorunu bu değil mi zaten?

birden aklıma geldi, bazı insanlar var, veganlara saygı duyup vejetaryenlere peh diyenler. (kusura bakma size hiç saygı duymuyorum, demişti adını bile bilmediğim bir insan evladı, sigarasının külünü havaya savurup izmariti çimene atarken) bunun kolaya kaçmak olduğunu düşünenler demek istiyorum.  bazı insanlarla bu meseleyi hiç tartışmamanın en iyi yol olduğu kanaatindeyim, bazılarıyla konuşsam da genel olarak tartışmaya girmekten hoşlanmıyorum çünkü bir kere benim zaten az önce de dediğim gibi yüzde yüz olarak arkasında durduğum bir şey değil bu. ne zaman babama etin fabrikasyon sürecini anlatmaya başlasam o da sebzelerin geçirdiği işlemler hakkında konuşmaya başlıyor ve argümanları çok güçlü. ne yapalım peki, açlıktan ölecek değiliz ya. işte bu noktada benim takıldığım şey (kişisel bazda değil, kitlesel olarak) et yeme sıklığımız gibi geliyor. mesela şuan herkes ne sıklıkla et ve et ürünlerini tükettiğini düşünsün (evet tavuk balık dahil, deli etmeyin adamı.)

dinlerde et yemenin yerini de araştırdım tabi. islamda helal diye atlamayalım hemen, helal ama nasıl et? bir kere helal kesim olayları falan hava cıva, kimse beni inandırmaz o sertifikanın pratikte karşılığı olduğuna. sonra gerçekten temiz olması gerekiyor, hayvanın doğasının bozulmamış olmaması gerekiyor. o mal mal bakarak kendinden geçmiş çiftlik inekleriyle yayladaki inekleri bir tutamayız ki. şunlar bile bir dindar insana şuan dışarıda yediği etlerin yüzde doksanına veda etmek gerektiğini gösterir. ama bir sürü hadis var et yemenin yararlı olduğuna dair, onu ne yapacağız? ben en çok şuna takıldım, hadis değil gerçi hz.ali'den dediği rivayet edilen şöyle bir cümle var (ihya, 3/92): “kırk gün et yemeyenin ahlâkı ve çehresi kötüleşir (bozulur); kırk gün üst üste et yemeye devam edenin de kalbi katılaşır!”

tabi şimdi ben ahlaksız bir insan oluyorum buna göre fdkjgfsds. tövbe, benim buradan anladığım etin sık yenmemesi gerektiği ama hiç yenmemesinin de doğru olmadığı çünkü bildiğimiz üzere sağlık mevzusu var. buradaki ahlak bozulması da beden güçten düştüğü için ruhsal durumlar da bundan etkilenir gibi düşünüyorum. (bendeki kansızlık, vertigo, solunum problemleri bununla ilintilidir belki.) şimdi burada kırk gün üst üste yemek meselesini de otuz gün yedim kırk gün yemedim sorun yok diye algılamak da doğru değil bence ki çevremde her allahın günü et tüketen insanlar var. iki haftada bir et yeseydi bu insanlar daha kalitelisini yiyebilecek ve çok daha az hayvan zarar görecekti. sadece et değil tabi mesele, süt, yoğurt, yumurta, bal... velhasıl kelam bütün hayvansal gıdaların temin edilme yolları ki az önce de dediğim gibi sebzeler de fena. food inc. belgeselerini izleyebilirsiniz.

endüstrileşme ve fabrikasyon yalnızca yiyecek için geçerli değil üstelik, yüzde yüz pamuklu giysiler hayli pahalı ama otuz tane sentetik alacağımız parayla üç tane pamuklu alabiliriz sanıyorum ve bunlar bizi idare eder. etmez mi? minimalist değilim ama böyle yaşamanın daha sağlıklı, daha kolay, daha rahat olduğu aşikar değil mi? ben böyle mi yaşıyorum? yemek konusunda evet, giyecek konusunda hayır. neden? çünkü ben alışveriş yapmam. ablamın giymedikleri zaten dolabımın yarısını oluşturmakta. ve dolapta az giysi olması büyük rahatlık (forma giymeyi bu yüzden severdim), düşünmüyorsun. konu buraya nasıl geldi? geyiğe bağladım iyice. (temel sorun kapitalizm sdkfjsdk)

hülasa, et yemeyin demiyorum, azaltın diyorum. 

 neden hiç yemeyin diyemiyorum? çünkü herkes bir şeyler yiyecek belli ki bu kaçınılmaz, ayı yiyorsa biz de yiyebilmeliyiz galiba. (ayı yemezse ölür diyor coetzee, yani jaguar diyor o ama çok da fark etmez sanıyorum. ben vejetaryen kedi çok gördüm sonuçta, bütün hayvanların beslenme alışkanlıkları değiştirilebilir, hadi o zaman şimdi bütün yırtıcıları bilinçlendirelim.) ama çığırından çıkarmayalım beee.

kişisel olarak ben et yemeyi tercih etmiyorum. denediğim zamanlar oldu (çünkü ben felsefe olarak yemeğin kalitesinde seçici, türünde allah ne verdiyse olmayı savunuyorum) ama midem bulanıyor, hayvanı düşünüp duruyorum, hazmedemiyorum. eh o zaman bu toplara girmeye gerek yok.

bu yazı niye bu konu hakkında oldu ki? hep irfan'ın suçu.