Çarşamba, Kasım 25, 2015

hala yaşıyorum


Ve esas kampüsüme geçmek için bekliyorum...
Not: Bu on günde ara ara yazdığım bir posttur.


İnternetli son günümde size yazıp öyle gitmek istemiştim. Son yazışımdan bu yana neler oldu ki?

Edit: Ama olmadı, yazamadan gittim.

Öncelikle kur bitti evet, hepimize hayırlı uğurlu olsun. Son sınavım iyi geçtiği için muhtemelen bir hafta sonra upper olarak başlayacağım. Zaten 44 alsam geçiyorum onu da alırım herhalde diye düşünmekteyim. Ama tabi ki asıl mesele bu haftadan sonraki yedi haftayı yeni bir sınıfla geçirecek olmam. Herkesi tanıyorsun, anlıyorsun ve sonra bum! Şimdi esasında bayağı atarlıydım ben geçen hafta ama son günlerde takıldığım gruptan memnun olduğumu söyleyebilirim. Ama bu grupta da tek kızın ben olmam gibi sorunlar olduğu için birlikte yapılabilecek aktiviteler sınırlı. Hepsi iyi çocuklar ve güzel arkadaşlıkları var falan filan ama i need a girl... 

Diyeceğim o ki sıradaki treni bekliyorum ve umuyorum ki yeni sınıfımda kafama uygun bir kız bulabilirim ve belki böylece okulu, özellikle hazırlığı idare etmek biraz daha kolay hale gelebilir. İşte sınıf değişmekle ilgili en büyük umudum ve belki de tek umudum bu. Yoksa artık her gün ufkumu genişletecek açık fikirli insanlar ve entelektüel kişilikler falan beklemiyorum. Anladım ki üniversite dediğimiz şey gerçek anlamda lisenin devamıymış, her tipten insan bulunurmuş, yapmam gereken sabırla doğru insanları aramakmış. En azından bir tanesi kendi geldi beni buldu, sağ olsun. Ve onun sayesinde başka arkadaşların da görmediğim yönlerini görmüş bulundum ve bu yönleri çok sevdim. Bu insanlar iyi insanlar, iyi arkadaşlar ve görüşmeye devam edeceğim arkadaşlar. Ama yine de kafamızın birbirinden çok farklı çalıştığını noktalar var ve benim için kritik noktalar. Kısacası, hala aradığımı bulamadım be.


Ama biraz daha sabretmeye karar verdim, benim tüm yapabileceğim de bu. Yeniden sınava girmek bana gittikçe daha korkunç görünüyor ve istediğim bir bölüm de yokken hele. Evet, ben sinema okumak istiyorum. Sadece bu okulda okumayı pek istemiyorum ama sinemayı okuyabileceğim buradan daha iyi bir yerde yok. Okulun eğitiminin iyi olmasın karşın, bu eğitim dediğimiz şeyle uzaktan yakından alakası olmayan insanlar nereden gelmiş diye soruyor insan. Meselenin burslu ve ücretlilerle ilgili olmadığını lisede öğrendim ben. Yine de sürekli düşünüyorum, İstanbul hukuk nasıl olurdu, Boğaziçi nasıl olurdu diye...

Ablam IELTS'den 6,5 alırsam merkezi bilmemne sistemiyle Boğaziçi'ndeki kazandığım bölümü okuyabileceğimi söyleyince de kafam duman oldu. PDR ya da edebiyat falan değil ama felsefe... Bilsem ki en sonunda  eski bir tabancayla kendimi vurmayacağım, tereddüt etmezdim. Böyle hala Boğaziçi'ne gidebilme imkanımın olması iyi bir şey değil anlayacağınız, başka seçeneğim yok der devam ederdim bu okula ama şimdi... Ben de dedim ki en azından şu yedi haftayı da geçiriver, IELTS'i geçmek için zaten her halükarda çalışmam lazım. E hazır burada bedavaya eğitim görüyorum, bir yandan da gezip tozuyorum, Şubat'a kadar bekleyebilirim. Bu sırada biraz Boğaziçine gider takılırım oradaki arkadaşımla, ablamla; bakarım derslere, insanlara, ortama. Sonra hala istemiyorsam burada okumayı, Boğaziçi'nde yapabilirim gibi gelirse eh, evime gider azıcık daha çalışır, IELTS'i geçer ve önümüzdeki sonbaharda, sene kaybı olmadan Boğaziçi'nde başlarım.
Ama burada da şöyle bir soru çıkıyor karşımıza: hangi bölümde?   

-Bu noktada ise şöyle bir seçenek de karşımıza çıkıyor, zaten İngilizce'yi bu kadar öğrenmişken gir sınava yeniden ama bu sefer dilden gir ve İngiliz edebiyatı oku. Süper bir bölüm. Hatta ablama göre Boğaziçi'ndeki en iyi bölümlerden biri ve okulda sinema dersleri falan da varmış. Ama bu beraberinde YGS konularına çalışma sorumluluğunu beraberinde getiriyor ki burada error veriyorum. Zorluğundan mı? Yok canım ne münasebet, YGS dediğimiz olay sınavın en tatlı en kolay kısmı. Her ne kadar geçen sene zorluğuyla canımızı yakmış olsa da konularından bahsediyorum. Ama tembelim abi, ben felaket tembelim. Bu yüzden de bir halt olmaz benden. Böyle kara kara düşünür, sonra düşünmekten yorulur ve en sonunda hiçbir şey yapmam. Bu huyumu bildiğimden bütün mızmızlanmalarıma rağmen yine de bu okulda kalacak olduğumu düşünüyorum. Ama kim bilir? Belki İstanbul beni değiştirmiştir.


Not: Paul  Auster'ın "Görünmeyen"ini okuduğum şu sıralarda daha da güzel gelen bir şarkı.
Tüyap'a gittim! Son gün falandı, giderken vodafone koşusuna kapılıp sürüklendim ve neredeyse bütün toplu taşımalar iptal olduğu için sürünerek gittim belki ama gittim. Güzeldi, çok yorucuydu. Binmediğim toplu taşıma aracı kalmadı, İstanbul'u fethettim ve ertesi gün de sınav vardı ama olsun. Mr.Droll'un yaptıklarını anlatırdım ama dün akşamdan beri çok konuştum bu konuda yoruldum. Her neyse, aslında bu konudan bahsetmeyi çok isterdim ama anlatımın içinde geçecek özel isimler olmadan anlam eksik kalacak ve özel isimler de bu anlatımda geçen kişiler tarafından ifşa olmamam için mühim bir olay arz etmekte. Bu yüzden burada kesmek durumundayım. Ama şu kısmı anlatmadan edemeyeceğim. Şimdi biz bu Mr.Droll'un derneğine gittik Wpos'la. Erkekler jilet gibi giyinmiş takım elbiseler, kızlar desen o biçim falan. Bir bizim Mr.Droll günlük kıyafetlerle, bir de onun arkadaşları olan biz üç beş insan. Resmen böyle soylular ve burjuva gibiydik.


Hatırlıyorum liseye ilk başladığımda Morgana sayesinde bu grubu tanımıştım da bu şarkıya olan aşkım bambaşkaydı. Şimdi üniversitedeyim ama hala çok seviyorum bu şarkıyı. Kezalik grubu da...

Antalya'ya gittim geldim, oradaki şeylerle ilgili başka bir yazı olacak diye umuyorum. Geldikten sonra iki gece kadar Wpos'da kaldım. Ev arkadaşları çok şirin, özellikle oda arkadaşı favorim. Nasıl tatlı bir insandı o. Kaldığım ilk gece onun yatağında yattım, o ALES'e girmek için gitmişti. İkinci gece iki yatağı birleştirip üçümüz birlikte yattık ama çok hoştu yani. Ortaköy'e gittik sonra pazar günü. Bir buçuk sene olmuş son gidişimizin üzerinden, böyle anılar canlandı, aynı yerden kumpir yedik ve yine şiştik. Şurada şunu yapmıştık, burada bunu... Ne kadar güzel zamanlarımızdı. O zaman da bunu biliyordum, o lise yıllarını bir daha bulamayacağımın farkındaydım. Yine de şimdi bakınca daha bir çok özlüyorum mu ne sanki?


Ve işte pazartesi gecesi bunu yazıyorum. Yeni sınıfta ilk günü geçirmiş bulunuyorum. O bahçe manzaralı cam duvardan sonra bizi zemin kata tıkmışlar, camın olmayışını geçin klima bile çalışmıyor. Hani upper mı oldunuz, ölün o zaman tarzı bir şey. Neyse, her gün dört saat olduğunu düşünürsek, cuma üç, bunu çekebilirim. 

Yeni sınıfımızda yine ilginç insanlarla oldu ve yabancı öğrenci sayısı üç katına çıkmış, seneye herhalde yabancıları değil türkleri sayıcam. Şimdilik sadece babası yazar olan bir çocukla (ki kendisi kitaplarla pek ilgili değil, ticaret okuyacakmış ama iyi bir çocuk) bilgisayar mühendisliğinden bir çocukla (çok ısınamadım, egoist falan çıkar diye korkuyorum) tanıştım.(edit: aradan aylar geçti ve inanır mısınız o çocuk okuldaki en yakın arkadaşım oldu. edit2: şimdi aramız kötü konuşmuyoruz, neymiş bir insanı ilk görüşte sevemediysem en sonunda yine sevemezmişim.) Ben niye hiç konuşamıyorum ya? Hazırlıktan beri iyice bir konuşamıyorum, dilim dönmüyor. Eskisi kadar hızlı da konuşamıyorum, kimse bana rap yapıyorsun demiyor artık. Çok değiştim çok... O eski ben değilim.



Sınıfların değişmesine sevindiğime pişmanım evet, itiraf ediyorum. Seviye atlayınca her şey daha sıkıcı hale geliyor. Kaynaşma çabaları baş gösterdi gerçi ama ben pek ümitli değilim. Kaynaşırız da yani öyle aradığım şeyi bulamayacağım çok net görünüyor. Tabi ki hemen herkesi gözlemledim, eğer insanlar hakkındaki sezgilerim beni yanıltmıyorsa ki nadiren yanıltırlar, yok. Bununla birlikte sanırım çok da umursamıyorum artık. Pes ettim gibi gibi. Sınıfta boş boş oturup çıkışlarda da bizim tayfayla takılıyorum artık.

Bir arkadaşımın liseden arkadaşlarıyla tanıştım. Hem komik hem de duyarlı çocuklar. Her birini takdir etmemek mümkün değil, kendilerini iyi yetiştirmişler. Bununla birlikte daha beni tanıdıkları ilk günden ne kadar noob olduğumu anladılar. Kafa üstü düşerken son anda kurtulsam da dengesizliğim ifşa oldu bile. O kadar ciddi konuşmalar yaptıktan sonra bir anda bütün karizmanın uçup gitmesi saniyeler aldı. Hayat zor... ahah

He bu arada Boğaziçi'ne geçiş yapmayı düşünmekten vazgeçtim. Tabi ki beklendiği üzere ama bu geçmeyeceğim anlamına gelmez yine de. Sonuçta benden bahsediyoruz. Kim bilebilir ne olacağını? Neyse, şimdilik yeter bu kadar. Okula gitmem lazım. 

Pazar, Kasım 08, 2015

back to black

25 Nisan 2014

Neden her şeyden bu kadar kolayca sıkılıyorum? Neden en ufak bir azim yok içimde bir şeylere karşı? Neden insanlar bu kadar sığ? Bu "neden"lerle nasıl gelecek bu üniversitenin sonu?

Her kur yedi hafta sürüyor, kur sonu sınavının ardından bir hafta tatil. Sonra yeniden farklı bir sınıf ve farklı hocalarla yeni kura başlıyorsun. İlk başta "tüh ben daha yeni öğrendim sınıftakilerin adlarını" demiştim ama şimdi "aman aman çok iyi böyle" diyorum. Bir sıkıntı olduğundan değil de... Sıkıntı yok da değil. Nasıl desem? Biraz ben bu insanlardan sıkıldığım için, biraz... Ne taraftan bakarsam bakayım, ben bu insanlara göre değilim, onlar da bana göre değil. Evet farklı insanlarla farklı konularda bir kaç ortak noktamız var ve idare edecek kadar sohbet de edebiliyoruz gerektiğinde belki ama hepsi bu. Ben zevk almıyorum, onların da aldığını sanmıyorum zira bu tarz duygular yansıyan şeylerdir. Farklı farklı grupların arasına dahil oluyorum, bakalım burası nasıl, peki ya burası... Hayır hiçbiri benlik değil. Gerisin geri dönüyorum.

D'ANGELO - SHIT, DAMN , MOTHERFUCKER 


Şu 29 Ekim tatilinde ciddi ciddi düşündüm okulu bırakmayı, bugün yine düşündüm. Ne bileyim üniversite okumak dediğimiz aktivite buysa gerek yok bence. Hani tamam güldük eğlendik, İngilizceyi de geliştirdik ama ne kişisel bazda ne kültürel, ben kendimi ilerlemiş hissetmiyorum. Tabi ki bir şeyler öğrendim de ben bunların yirmi katında evimde oturarak da öğrenirdim, bütün gün boşa harcadığım dakikaları bırakın saatler var. Ha bu bizim okulun sorunuysa (ki cidden bir sorun var, belki bizim kampüste hazırlık çok olduğu için mi bilemiyorum, insanlar hala ergenlikte) ben okul değişeyim. Sınava bir daha da girebilirim, aileme söyledim "sınava yeniden gireceğim" diye, tamam dediler. Ya en ufak bir isteğim olsa "şu üniversite şu bölüm" diye bir dakika durmam ama ne ki yani? Sinemadan daha güzel bir bölüm ne olabilir?

Sorun bende mi ya? Yani tabi bende sorunlar var, o kesin de bu insanlarda yok mu? Üniversite mi ilkokul mu bilemiyorum bazen. İleri değil de geri gidiyorum sanki zamanda. Saçma sapan diyaloglar oldu bugün yine. Ya abi tamam bir yere kadar ben bu mallığı seviyorum, gerek yok kasmaya falan ama ciddi ciddi kaç yaşındasınız? (Daha doğrusu bir tartışma dalan olduğunda bunu takıp dedikodudan şişerken yetişkiniz(!) ama eğlenmek için egolarından vazgeçenleri görünce ergen dersiniz.) Hayır benden de büyük çoğu, utanmıyorlar kendilerinden. Okumamaktan mı diyorum hep bunlar. Valla öyle, ilk gün geldik herkesin hobisi okumaktı ama şimdiye kadar sınıfta gördüğüm kitap sayısı beş olmadı. 35 gün geçti ve 23 kişiyiz. Şimdi yeniden düşünün. Okuyan insan tipini beş metre öteden seçebiliyorsun zaten, gerçi onlar da taraflı okumaktan öyle basma kalıp düşüncelerle gelmişler ki konuşmak mümkün değil. Bir de okumuş dediysem yanlış anlaşılmasın, farklı konularda bilgi saçan insanlardan bahsetmiyorum. Takmış bir konuya bir adama, oradan okumuş durmuş, tek tip kafalar. Şöyle adam gibi, bir şeyi konuşalım tartışalım fikir alışverişi yapalım istiyorum ama yok yani yok, adam yok bunu yapacak. Siyasi konularda zaten... türümün tek örneğiyim. Hani açıkça söylüyorum sorduklarında görüşümü, kimseden çekinecek değilim ama bir yandan da sinirim bozuluyor, bu ne böyle, bütün beyinler aynı. O yüzden tartışmaya da açık değiller, kan çıkar buradan yürüsek.

Bunlar okul sorunları tabi, bir de ev meselesi var. Öğrenci evi dediğin küçük olur, bu ne büyüklük? Zaten çatıkatı, donuyoruz. Bayağı eskimoyum evin içinde. Kombi de bozulmuş. Nerelere gideyim bilemedim. Evdeki arkadaşlar okuldakilerden iyiler çok şükür -en azından ergenlikten çıkmışlar. Ama ben tabi ki yine evin ayrık bir üyesiyim. Evde de yine herkesin kendi ikişerli grupları var ve ben yedinci kişiyim. Bunu pek takmıyorum gerçi, yalnız olmak tercihimdir ama fiziksel olarak da yalnız olmak isterim. Bilmem anlatabiliyor muyum? Minimum yedi kişi olduğumuz bu evde de bu pek mümkün değil tabi. Şu tek kişilik yurt odasına gidip ağır depresyonlara girsem ne güzel olur.


Ben bunu yazarken Turşu aradı. "Hatırlıyor musun geçen sene bir gün senin sıranda oturuyorduk?" dedi, pek çok gün oturmuştuk ama anladım hangi gündem bahsettiğini.  Hissettim daha çok. Biraz duygusala bağladığımız bir gündü. "Bugün o moddayım." dedi. "Ben de." dedim.  "Şöyle bir geri sarsak da o güne gitsek..." dediği anda ben zaten bunları düşünüp çöküntüler yaşadığımdan çat diye ağlamaya başladım, tabi biraz azar işittim Turşu'dan, "Alışık değilim senin bu hallerine," falan dedi. Sonra oda arkadaşlarımdan biri odaya gelince kesmek zorunda kaldım. Ağlamak bile serbest değil. Derken Turşucuğum her zamanki gibi başka şeylerden konu açarak beni güldürmeye çalıştı, zavallım kiminle konuşayım dese yine kendi neşeli olan taraf olmak zorunda kalıyor.

Kafam iyice kızdı anlayacağınız bu akşam, bugün sınıfta benim dahil olmadığım ama sinirimi bozan bir kavga oldu, ondan sanırım biraz da. Bir taraf seviyesizlikte sınır tanımıyor, bir taraf ergenlikte, bir taraf duyarsızlıkta. Kimlerin arasına düştüm ben ya? Dağlara kaçasım var, son iki haftaya katlanma sebebim. Sonra ver elini Antalya... Kafa dinlemem lazım benim, bu beş gün yetmedi.  Alın bir de bilgisayarım bozuldu. Beni öldürmek istiyorsanız kısa yoldan silahla vurun gitsin, böyle uğraştırmayın abi. Yemişim interini ulan, kimseye katlanmak zorunda değilim.

Ben bir kez mutlu oldum mu onu kaybetmem sanmıştım. Çünkü ben kendimle mutluydum, kendimden mutluydum. Nereye gidersem gideyim ben benimle gelecekti, herkes gitse bile ben benimle kalacaktı. Bu mutlu olmam için yeter sandım. Yanılmışım, beni benimle bırakmıyorlar ki şöyle bir huzurla yaşayalım.Tekerime de çarkıma da çomak sokuyorlar.

***

Dün bahçeye çadır kurmuşlardı, bugün son hazırlıklar da bitip kulüp standları öğrencilere açıldı. (Kamp çadırı değil tabi. Yalnız savaşlarda kullanılan hastane çadırlarına benziyor.) Güzeldi yani, öyle "çok büyük bir organizasyondu vaaay" diyemem ama  emek vermişler, bir şeyler yapmışlar. Bu vesileyle ben de yedi tane kulübe katılmış oldum. Şimdi oha diyeceksiniz ama kulübe katılmak bizde şey gibi, etkinlik olunca çağırıyorlar ama gelmek zorunda da değilsin yani. Hepsinin uzun uzun isimlerdi vardı. Anaaa sekizmiş ya. Bir tanesini açıklamak istiyorum çünkü kulağa tuhaf geliyor. Bu kulüpte Türk öğrencilerle yabancı öğrenciler eşleştiriliyor ve biz onlara bir saat Türkçe öğretiyoruz, onlar bize artık hangi dillerse onu falan. Kantinden bir arkadaşla oturuyorken Hawaiian(!) hocamız geldi masamıza oturdu, biraz oradan buradan konuştuk sonra da bize bu kulübü tavsiye etti biz de gittik kaydolduk. Nasıl olacak göreceğiz.

Yine sıkıcı bir gündü, böyle haziran'da okula gidersin ama ders yoktur, bir şeyler yapmak istersin yapamazsın da sıkıntıdan patlarsın ya... İşte öyle hissediyoruz son günlerde. Ben zaten patlama noktasına bayağı yaklaştım. Birçok etkinlik var, hiçbirine katılmak isteyen yok. Kültür sanat aktivitelerine karşı şaşırtıcı derecede umursamazlar. Hayır nasıl ilgilerini çekmiyor anlamıyorum. Lan hadi yirmisinin çekmiyor, en azından bir %10'luk dilim olaydı iyiydi, neden yalnızca ben? Sadece bir çocuk var, o da yani yolda görse selam vermez bana. Kütüphaneye gidiyorum orada, bahçeye çıkıyorum orada, seminere gidiyorum orada, kırk yılda bir yemekhaneye gidiyorum normalde hep diğer kampüse giden çocuğun tam da o gün bu kampüste yiyesi gelmiş oluyor. Hani planlasan olmaz derler ya... Hayır aramızda limoni yani, büyük sıkıntı. Sevmediğin ot dibinde biter miydi neydi o söz? Ondan işte. Zaten onu gördüğümde başka bir yere falan bakıyorsa anında sıvışıyorum ortamdan.


Akşam güzeldi, sınav haftası çılgınlığı desem anlarsınız. Evdekilerin arkadaşlarından geldi üç kişi falan, biri çiğ köfte getirmiş, tatilde memleketlerden gelen pastalar bademler bastıklar... Yiyecek kaynıyor etraf. Sohbet muhabbet derken bayağı güldük eğlendik. İşte böyle anlarda öğrenci evinin eğlencesini dibine kadar hissediyorum ama bazı zamanlarda öylesine zor ki... Kafam çok karışık cidden bugünler. Hiçbir şey hakkında karar veremez oldum. Yani o kadar basit şeylerde bile oluyor ki... Örneğin "şuan üşüyor muyum hırkamı giysem mi" için bile on saat düşünüyorum.

Kütüphaneden üçüncü kitabımı aldım. Vatana millete hayırlı olsun. Bana da güzel okumalar!

***

Ondan sonraki günlerde neler oldu? Okulda caz konseri oldu, ben de tabi nasıl bir heves içindeyim anlatamam. Caz abi bu sonuçta. Ama benim hayal kırıklığına uğramadığım kaç etkinlik olur ki? Çok kalabalık ve ayakta izliyoruz. İtiş kakış olunca darlandım dışarı attım kendimi. Zaten öncesinde de bahçede oturuyorduk, devam ettik. Oradan dinledim işte ben de. Ama hem dondum hem de oturduğumuz grup uluslararası olduğu için İngilizce konuşmaktan şiştim. Ayrıca hem bizim bir arkadaş hem de onun yapışık ikizi olan arkadaşı -ki kendisi aynı İrlandalılara benzeyen bir Arap- tarafından farklı ırklara benzetildim. Tamam belki bu ilk değil, sarışın olduğum için daha önce duyduğum bir şey ama Suriyelilere benziyormuşum! Arkadaşı ise "sen Türk müsün?" diye sordu bin saattir Türkçe konuştuğum halde. İlk olan buydu yani, bu tarz bir benzetme. Tabi ki benim için hangi ırka benzediğimin önemi yok çünkü artık 3279284932 kişi ve millete mal edildiğimden gülüp geçiyorum. Herkesin muhakkak bana benzeyen bir arkadaşı olmadı ünlüsü var. Standart yüz modeli benimki herhalde.


Sonra Darling bizim okula geldi, yani şimdi normal bir şeymiş gibi söyledim ama olaylar pek normal cereyan etmedi. Marmarayla geldiği için ben onu almaya Üsküdar'a inmiştim sonra otururken bu benim telefonumu ele geçirip, sınıf grubuna troll atmaya başladı. Bir benzerini önceden Wpos yaptığından önce o sandılar falan. Derken beş dakika içinde Darling muhabbeti koyulaştırınca bizim çocuklarla, kalkıp okula gittik. Sohbet muhabbet derken öyle zevkine kısa bir film çektik. İçerik zaten ağlatır: İki kişi cam bardaklarla satranç oynarken, bunlara A ve B diyelim, A B'yi yener, B kızıp A'nın bardağını kırar, A da depresyona girer ve intihar etmeye karar verir. Bir dakika ancak süren filmin sonunda A'nın çıktığı yüksek yerin bir metre bile olmadığı görünür ve son. Ardından jenerik ve çekim arkası. Totalde iki dakika bile sürmedi ama güzel bir hatıra olarak kalacaktır diye düşünüyorum. Tabi her şeye yarım saatte karar verdiğimiz için ne oyunculuklar ne de senaryo parlak değil ama ben zaten çekerken öyle ciddi bir düşüncede değildim. Öyle işte. Hepsi bu.

Haa bir de unutmadan, ben sosyolojiden çap yapmak istediğimi önceden söylemiştim. Bölüme ciddi ilgim var, bizim sınıftan sosyoloji okuyacak olan iki kızla Sosyologic Imagination dersine girdik. Ben ya anlamazsak diye korkuyordum, ders tamamen İngilizce sonuçta ama oldukça iyi anladık. Ama bende şey hissi oldu, tatminsizlik ve şey, ondan. Bu ders Türkçe olsaydı daha güzel olmaz mıydı diye düşündüm? Sonra ben niye bölümü İngilizce okuyorum ki diye düşündüm. Oktay Sinanoğlu geldi aklıma bir daha düşündüm. Bölümü İngilizce okumuş bir tanıdığım var şuan yüksek lisans yapan onun "iki taraf da yarım kalıyor" deyişi geldi, bir kez daha düşündüm. Bir türlü karara varamadım.

Tamam bu gerçek son, bir de sinema okuluna başvurdum, kabul edilirsem süper olacak. Bir de upper olursam tabi.

 Görüşmek üzere!