Cuma, Şubat 17, 2017

volga volga

umberto eco - cecü'nün yer cüceleri (üç kozmonot adlı öyküden)

sürekli yazmaya teşebbüs ediyorum -yani aklımdan geçiriyorum- ama bir türlü elle tutulur bir şeye ulaşamıyorum. edit: sanırım bu sefer oldu. 

bir mor karbasi (ojos de novia) açtım şimdi, bu yazıyı öyle kuru kuru yazasım gelmedi. önceden azıcık dinlemişliğim vardı, geçen akşam arkadaşım tavsiye edince bugünlerde yine dinlemeye başladım. üniversitenin ilk günlerinden beri tanıdığım -daha doğrusu tanıdığımı sandığım- bir arkadaş. köpek resimleri çizerdi, çok güzel ama anlamsız bir şekilde. sadece bazen. bir gün bana kenan evren'in karısının gittiği cinci hoca (ya da artık ne deniyorsa onlara) hakkında bir şeyler anlatmıştı. hiç beklemediğim şeyler bilirdi, tuhaf bir çocuktu. hiçbir zaman bilemedim kimdir kimlerdendir. sormadım da. o da bana sormadı. öylece sessizce otururdu masada. geçen gün adımın altında yazan "hallelujah"ı görmüş, sen rockçı mısın diye yazmış bana. güldüm. lordi'nin ve rammstein'ın şarkılarını attı. sadece onlar mı? cohen, charles, weather girls, panic at the disco, yasmin levy var dedim. derken konu konuyu açtı, daha doğrusu o önce müzisyenlerden bahsetti sonra da filmlerden. ne kadar çok ortak noktalarımız varmış -eğer bunlar ortak nokta sayılıyorsa ki bence sayılır- ikimiz de şaşırdık kaldık. bir buçuk yıldız arkadaşız sanıyoruz, her zaman iyi biri olduğunu düşündüm ama sanırım yakın arkadaş olmamızı mümkün kılacak şartlar gelişmedi. belki başka bir zamanda başka bir yerde olurdu.

gruplardan birine ikizinizi bulun gibisinden bir şeyler attılar, ben de işsizim ama bu boyuta hala ulaşamadım sanırım. ya da işsizlik kulvarlarımız da farklı olabilir çünkü ben çok iyiyimdir bu konuda, geri kalamam yani. olabilir mi diye düşünüyorlardı, kafam karıştı. bir görsel ikizimin olduğunu varsayayım -ki bence bir değil on yedi bin sekiz yüz altmış iki tane vardır- onu bulup da ne yapacağım? onunla tanışıp da ne yapacağım? karakterimin ikizini bulmam mümkünse bunu isterim. yani şahsen ben kendimle yaşamak isterdim. hem her konuda da aynı fikirde olmazdık çünkü ben kendimle çelişirim.

geçen sabah eski bir arkadaşımı gördüm. eski dememin nedeni artık arkadaş olmadığımız için. halbuki ne kadar yakındık, ne çok şey biliyorum hakkında. böyle düşününce komik geliyor. ne çok sırrını bildiğimi düşününce. yine de tuhaf, ben onun sırlarını kimseye anlatmam ve onun da anlatmayacağını biliyorum. artık arkadaş değiliz ama bu konuda güvenebiliyorum. her neyse, beni görmezden geldi, ben de onu. aynı durakta bekleyip aynı otobüse binip hiç göz göze gelmeden geçip gittik. sonradan düşününce bunun beni üzdüğünü gördüm, arkadaş olmak zorunda değiliz, olmak istediğimi de sanmıyorum, ama en azından tanış olarak selam vermek sonra yolumuza devam etmek daha iyi bir yol değil mi? her neyse, bunun hakkında düşünmeyi bıraktım. daha ciddi sorunlarım var.

bir okuma atölyesine gidiyorum -ciddi olan sorun bu değil tabi-, yani "gidiyorum"dan fazlası aslında. kitapları belirleyen kişi, sözde "yürütücü" -ne demekse o artık- benim. seçtiğim kitaplarla gurur duyarım, bu konuda sıkıntı yok ama mesela yarın ilk toplantı olacak, ne söyleyeceğim? on beş kişinin önünde konuşmak bana göre değil. bir de yazma atölyesi olacak, henüz elimizde adam yok sadece proje var. ve yürütücü(!) yine ben olacağım. aslında ilk başta çok hevesliydim ve güzel fikirlerim vardı. fikirler hala var tabi de hevesten geriye bir şey kalmadı. bunu düşünmek bile huzurumu kaçıyor, o yüzden konuyu kapatacağım.

geçen gün arkadaşım anlattı, öykü yazan bir erkekle tanışmış. cinsiyet belirtmemin iki nedeni var; birincisi bir şeyler yazanlar genelde kız oluyor, ikincisi anlatacağım şey cinsiyetle ilgili. dört tane öyküsü vardı elinde, değerlendirmem için bana da okuttu. hepsini yarım yarım okudum, bazılarını sıkıldığım için, bazılarını katlanamadığım. yine de arkadaşım direk kötü diyordu, ben potansiyel var diyordum. neden öykülerinde hep kadınlar var, dedi. kızgındı. yirmilerinde bir erkek, bundan doğal ne var dedim. belki bu öykülerin ortaya çıkış sebebi bile o kadın hayalleriydi -bazen freudçuyumdur. biz -kadınları kastediyordu- erkek erkek diye çıldırıyor muyuz, dedi. güldüm. çıldırabilirdik bence. sorun olmazdı. yaratılış, varoluş, zaman ve tarkovski üzerine düşünürken balataları sıyırmak daha mı iyiydi? (ama bunu demedim ona.)