Perşembe, Aralık 21, 2017

bir kadının suya değiyor ayakları

20.12.17

bir buçuk ay olmuş yazamadım bloguma, ben bile sandım ki bıraktım blog yazmayı. on ikisinde beşinci yılı doldu blogumun. beş yıl be kardeşim, sözde en güzel gençlik yıllarım, on altı yaşındaydım bu blogu açtığımda, şimdi yirmi bir. ama genelde son sınıf sanırlar beni ya da daha asistan filan. zaten ben de kendimi hissetmiyorum. yani o veya bu yaşta, öyle veya böyle, hissetmiyorum. şuyum diyemiyorum, adımdan bile şüphe duyuyorum. bugün hoca sınıfta adımı çağırdı, anlayamadım, kimden bahsediyor, birkaç saniye kafam bomboştu, sonra elimi kaldırdım, "benim!" dedim ama neden emin olamıyorum bir türlü aradığı kişinin ben olduğumdan? ne zamana kadar benim, nerede bitiyor sınırım?

the neighbourhood - sadderdaze

her sene önceki seneden yazdığım mektubu değerlendirip sonraki seneye bir mmektup yazıyorum. (zaten okul yüzünden bu yılın bittiğini bile ancak idrak edebiliyorum, aralık yirmi bir olmuş.) tabi ki bunu bırakacak değilim ama bir de ilk yazdığım mektubu okumak isterim. 


2017'ye mektup:

"şuan hazırlıktaki rahatlığını özlüyorsun ama memnunsun, zor olsa da güzel lisans, severek öğreniyorsun, bu yüzden notların da iyi. bu sene ablanla birlikte kalıyorsun, enişten florida'ya gitti bir seneliğine. bazen ablanı dövesin geliyor. çoğu zaman ya da. lumineers - sleep on the floor dinliyorsun bugünlerde sık sık. türklere yöneldin, no land, adamlar, kaç canım kalmış, peyk. indie dinliyorsun, çince bazen, bir de yetmişler seksenler var tabi. k-müzik'ten daha da koptun. en son ne zaman dinlemiştin hatırlamıyorsun bile. dernekten ayrıldın ama oradaki arkadaşlarınla görüşmeye devam ediyorsun. okulda radyo pogramı yapıyorsun, bir avuç dinleyicin var. yalnız gezenin düşleri iki'yi yazmayı planlıyorsun. (böyle dememin sebebi sürekli yalnız takılman.) aslında üniversitede iki yakın arkadaşın var, biriyle aslında okulun ilk günü tanışmıştın, salı ve perşembe günleri yemek yerken edebiyat, sinema ve felsefe üzerine sohbetler yapıyorsunuz, beyniniz yanıyor tartışırken ama çok zevk alıyorsun bundan. diğeriyle hazırlığın son kuru tanıştınız, ilk gördüğünde biliyordun, o mühendislik öğrencisi olduğu için hiç ortak dersiniz yok, zamanlarınız da uyuşmadığından nadiren görüşüyorsunuz ama her gün konuşuyorsunuz. her şeyini paylaşabildiğin birisi. lise arkadaşlarınla görüşmeye konuşmaya devam ediyorsun. ilişkiniz tadını koruyor. bugünlerde politikaya geçip sinemadan çap yapmayı düşünüyorsun, sonra vazgeçiyorsun. hatta belki de sosyolojiden yandal? merak ediyorum bölümünü değişmiş ya da çapa başlamış olacak mısın? geçen iki dönemin sonunda ortalaman kaçtı? peki kısa film çektin mi hiç? hala mutlu musun? Xingchi ve Shohei nasıl? hala konuşuyor musunuz? aşık olmayı beceremedin değil mi? peki çöplük nasıl? kedin nasıl?" 

çok sevgili 2018 aralık ayındaki paul;

al işte şimdi de birinci sınıfı özler oldun, rahattım diyorsun, şimdi okul dünyan olmuş gibi, işin gücün ödev sınav sunum. hayatını sorguluyorsun her sabah ve akşam, okul, neden? bu sene de ablanlasın, aranız daha iyi. yılın başında derneğe yeniden girdin, okuma grubu yürüttün. yarın da ikinci okuma döneminin son toplantısı var. yazın o dernekle kamp yaptın, yetmiş öğrencinin karşısında durup onlara felsefe, sosyoloji, psikoloji anlattın. şimdi bir başka eğitim projesindesin. güz geldi, gönüllülüğe başladın. cumartesi günleri risk altındaki liseli çocuklara ders anlatıyorsun. bu onlardan çok seni mutlu ediyor, besbelli. okuldaki sosyoloji kulübünün yönetim kuruluna da dahil olmuş buldun kendini. radyo programını bırakalı çok oldu, hemen sıkıldın zaten. arkadaş çevren de ilişkilerin stabil. politikadan çapa başladın, sosyolojiden de yandala. kendi bölümünü, sinemayı seviyorsun ama ödevleri yapmak zor oluyor senin için, çok vakit alıyor çünkü seninse hiç zamanın yok. gün niçin yalnızca yirmi dört saat? hiç kısa film çekemedin tabi. öykü bile yazamadın doğru dürüst, iki tane belki. xingchi ile eylülden beri konuşmuyorsunuz ama beklediğinden uzun bile sürdü zaten. shohei daha uzun aralıklarla ancak daha istikrarlı yazıyor sana. kedin antalya'da, aylardır görmedin, artık senin kedin bile değil, bunu düşünmek çok acı verici, düşünmemek için kafanı başka yerlere odaklıyorsun. çöplük ise bahardan beri karşına çıkmadı. aşık olmayı da beceremedin pek tabi ama hoşlandın bence birinden ya da sadece inanmak istedin hoşlandığına, herkese anlattın ama kimse de inanmadı işte. çok inanıyordun bu yılın senin yılın olabileceğine. on yediye çok inanıyordun. bir yandan çok şey oldu, olmadı diyemezsin ama her geçen gün daha da bulanıklaşıyor her şey, bilincin eriyor, kişiliğin oturacağına dağılıyor, yargılar koymakta zorlanıyorsun, yargı koyamayınca üzerine kafa da yoramıyorsun. soru bile soramıyorsun artık eskisi gibi, bu yüzden belki, yazmayı da beceremiyorsun. yağmur yağmasa, ağlamasan bir oyun izlerken, sen denizin kıyısında dururken biri gelip "atlamayacaksan orada durma ıslanırsın," demese yaşayamayacağını sanıyorsun. var olmuş olmaktan memnunsun biliyorum fakat hayatta hiçbir şeye inancın yokken ne kadar daha toplumsal kodların normal bulduğu bir hayat yaşamaya devam edebileceğini sanıyorsun? ama bunun dışına da çıkamazsın çünkü sistem-dışı olma ihtimaline bile inanmıyorsun. karamsar mıyım diye soruyorsun kendine? sadece gerçekçiyim diyorsun. gerçek buysa, hiçbir şey iyi olmayacak, her şey düzelmeyecekse eğer, hiç umut yoksa gerçekten, ne için uğraşıyorsun? hayattaki amacım insanların kafasını karıştırmak diyorsun, onların hakikat varsa eğer ona bu yolla ulaşabileceklerini varsayarak. peki sen bu mükemmel karışık kafanla hakikati görebiliyor musun?