Perşembe, Mayıs 04, 2017

olsun böyle de iyi



"çünkü sıkıntı öldürür. ve ama sıkıntı öldürüyor. acı ve öfke değil, ama sıkıntı öldürüyor. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor." 
-murat uyurkulak, tol

***

yaşam tarzımın da "tuhaf" olduğunun düşünenler görüyorum. bana radikal diyorlar, ne demekse. hiçbir kurumla, ideoloji ya da sistemle arası olmayan bana -gençlik işte- neden anarşist demiyorlar mesela? diplomalı anarşist demişti mahallenin çılgın teyzesi.  -yalnız sıra dinlere geldiğinde diyecek bir şeyim yok, mesele akıldan geçip varlığını kanıtlayamadığımız tinsel olgulara geldiğinde susuyorum, içim rahatlıyor- yine de peki diyorum, tekzip etmiyorum, öznesi olmayan bir radikallik benimkisi diye düşünüyorum. boşta kalmış elektronum var gibi. hayvanları insanlardan çok sevdiğim için ya da arkadaşları takip edeceğim diye güneşte yanmak istemediğim için. hemencecik çimene, banka, halının üstüne yatabildiğim için; merak edip metruk bir evin kapısını açıp içeri girdiğimden dolayı radikal diyorlar. erguvanlar baklagil olduğu için. ve radikallere hoşgörüyle yaklaşmıyorlar, aramızda yeri yok diyorlar, yine de bana ses etmiyorlar, öznesi ve pratikte karşılığı yok ya benim radikalliğimin, görmezden gelebiliyorlar. ben aynı masaya oturup konuşabiliyorsam kim olduğu fark etmez insansa diyorum. onlarla da çok aynı fikirde değilim, çoğu zaman ayrı düşüyorum ama bunu sorun etmiyorum. eğer radikallere yeriniz yoksa kalkıp giderim diyorum en sonunda. böyle bakınca en çok ben hümanist takılıyorum ama insanlıktan en çok da ben nefret ediyorum.

***

"bir gecede okuyup altını çizdim satırların, kelimeleri çemberler içine aldım; şiir seviyorum, öyle gencim." 
-mahir ünsal eriş, kanatlarımız olsa be metin

*** 

bazı insanlar olabilir, onlarla kurmak istediğiniz ilişki benzersizdir, bir adı olmayan ilişkiler. zaten bizler nasıl olup da aile-arkadaş-aşk gibi zavallı kategorilere sokmaya çalışıyoruz ilişkileri, garip. işte ben de öyle adı olmayan ilişkiler kuruyorum insanlarla sonra hepsine arkadaş deyip geçmeye çalışıyorum ama hayır, aslında sorsalar bana reddedeceğim. biz arkadaş mıyız? sanmam. arkadaşım olsan ararım sorarım, ne yaptığını, dünyayı nasıl duyduğunu bilirim. tanış mıyız sadece? yoo, bundan fazlası olmalı. bir kere seviyorum seni, umursuyorum. gülüyoruz birlikte, yürüyoruz, resim bile çekiliyoruz. aynı şiiri biliyor, aynı oyunu izliyoruz. mezun olsan, evlensen, yakının ölse arayamam seni, mesaj da atamam. bir daha yüz yüze geleceğimiz güne kadar varlığımızı reddedebiliriz.  ama dedim ya, kurmak istediğim ilişki de bu zaten. bir adı yok, memnunum. bir daha karşılaşana kadar yabancı olmayı, birbirimizin yüzüne baktığımızda çeyrek asırlık bir tanışıklığın verdiği rahatlığı hissetmeyi seviyorum. ama denk geldi ya, çok görüştük bugünlerde, ara verelim biraz, birbirimizden bıkmayalım. bir de şunu düşünüyorum, bir araya gelmemizi sağlayan nedenler bir gün aniden yok oluverse birbirimizin hayatından da öyle aniden kaybolmaz mıyız?

***

"ne kadar uzun bir şiir diye otursam ne zaman o kadar kısa 
ne zaman ne kadar ödemeler tutacaksa o kadar açık çıkar 
ne kadar da kızlar var şiirlerimde baktım da 
ne kadar zafer diye otursam o kadar sarhoşluk gibi bir şey bu da 
ne kadar dava diyorsam bana o kadar ödeme yapıyorlar 
seni seviyorum aslında bu çok yanlış biliyorum 
bu yanlış biliyorum bu şiir yanlış bu sen ve bu seni seviyorum 
uzatmak yanlış biliyorum kızlar yanlış ve ödemeler yanlış 
... 
ne zaman ben anlamıyorsam mevlana diyor ki 
sevgili mevlana diyesim geliyor aslında ne zaman oturup kızlardan başlasam
sevgili mevlana evet sevgili ve çok ve sevgili 
mevlana bunun altını çok açtık galiba
..." 
- eren safi , alakası yok

***

herkesi biraz yazıyorum irfan ama en az seni. cümleler arasında geçiriyorum adını ama hiç seni yazmıyorum. belki en çok sen seviyorsun beni, bana en çok sen dikkat ediyorsun. beni en çok sen anlamıyorsun ama sorun değil, bunu da seviyorum ben. özür dilemeyi ve sevmeyi internetten öğrenmeye çalışmanı da seviyorum artık inan ki. üzülüyorum tabi, acıyorum. halbuki acımamam gerek onu da biliyorum, kötü bir duygu bu ama işte, böyle oldu. ben olmazsam ne yapacaksın diye düşünüyorum bazen, bir tek sana gıcık olmuyorum diyorsun. halbuki ben bunu tuhaf buluyorum, en çok bana gıcık olmalı insan, sen de değişiksin işte, cins. bayılıyorsun böyle şeyler duymaya ama herkes gibi. farklı olmaya, farklı olana tapıyorsun, ona da üzülüyorum. beni de o yüzden seviyorsun diye üzülüyorum bazen. halbuki radikal olmadığımı da farklı olmadığımı da her zaman söylüyorum sana. sonra bunu söylediğim için seviyorsun, çıkmaza giriyorum. belki beni en çok sen seviyorsun, ben de en çok buna üzülüyorum.

***

"Dünyanın bütün aşıkları, birleşin ulaaan!"


***  

nasıl olup da gittiğim her yerde yabancı oluyorum? sen diyorum, senin, siz,sizin. bence diyorum sık sık bir de, ben böyle düşünüyorum. ben bilemiyorum, emin değilim, sanıyorum. ben böyle inanıyorum. bütün dürüstlüğümü ortaya koyuyorum ama bir işe yaramıyor. bunu böyle söylemek istemiyorum ama insanlar benim kadar dürüst değil demek ki diye geçiyor. işte bunu bile dediğim için çünkü öyle düşünüyorsam eğer, gene de dürüstüm. 

bayadır gitmemişim gülhaneye, oturduğumuz balkon yıkıldı ama çıktığımız heykeller duruyor. şimdi ceviz ağacını dinlerken suyu çıkmış bu üçlünün -nazım, cem ve gülhane- tadını hala sevebiliyorum, hayret. bir de liseyi hatırlıyorum ben en çok, bağıra çağıra söylerdik şarkımızı son sınıfta ve en arkada oturup edebiyatçının yüzüne karşı gülerdik, onun müdür yardımcısı kimliğini kaybedişini severdik, bu doğru. biz de hızlanırdık ve gülerdik.

biraz şarkı, biraz öykü, roman, şiir yaşıyorum, bazen de makale ama en çok ben. yaşıyorum diyorum çünkü diğer zamanları yaşamak'tan saymıyorum. gezerken güzel, gülerken, projeler yaparken. projeler. yaşamamaklar. nefes almaklar mı? hangisi? valla ben bilmiyorum hocam, siz söyleyin. hem teoriye aşığım hem aksiyon peşinde koşuyorum ve lanet okuyorum ikisine de finalde. sıkıcı bir film oluyor benimki. iki saatimi buna mı verdim ben şimdi diyor izleyiciler.

bilgisayarı yanımda pek taşımam ya, bugün zorunda kaldım. çökertme türküsü açtım, saçma sapan rüyalarımı düşünüyorum. yarın cuma ya, emin olamıyorum, inanmıyorum yani demem o ki. bugün dersi ekip film izleyeceğiz, kötü bir öğrenciyim biliyorum. hiçbir zaman iyi olmadım bu işte, hep vasat. ödevler hep son gün yapılır, sınavlar hep o akşam çalışılır. dibine kadar kullanılır devamsızlıklar, bir gün daha gelmesem kalacağım'a kadar.

merak ediyorum cem karaca olmasaydı nasıl bir hayatımız olurdu. geçen kadıköy'deydik galiba, arkamızdakiler "bu son olsun"u söylüyorlardı, en sevdiğim şarkısıdır herhalde, bir anda biz de koptuk, eşlik ettik tanımadığımız insanlara, hiç dönüp bakmadık arkamıza. güzeldi galiba, başka şeyler de olabilir miydi bilmiyorum ama böyle işte, böyle oldu.

olsun, böyle de iyi.

***

"...
böyle de iyi Allahım bir tek kızlar beni kötü bir kul yapıyor
her şeyimi veriyorum onlara ama dünyalık yani bize yaramaz
yani böyle de olmazdı aslında ama böyle de iyi
böyle biraz daha vatkasız omuzlarım kollarım biraz daha düğmesiz
..."

***

manuş baba çok ünlü olmuş son zamanlarda galiba. ha bir de bandista, geçen gün kafede otururken çalıyordu, sonra adamın telefonu çalmaya başladı güldük. konuşurken bazıları ben fazla türkçe dinlemiyorum diyorlar. iyi halt ediyorsun diyorum içinden. aferin. umarım göğe erir başın.

hep kahvaltı yapmadan çıkıyorum, geceleri hep uyuyamıyorum, sabahları da. sonra hep bir şeyi yapmakla yapmamak arasında kalıyorum. herkesten önce geldiğim yerlerde bile çıkıp giden, fazlalık hisseden benim. bu demektir ki gitmesi gereken de ben.  günler uzadıkça uzuyor gene, karanlık çökmek bilmiyor, canım sıkılıyor. karanlıkta seviyorum yürümeyi, sonra  akşam olsun diye bekledikçe saat geçiyor, eve gidince bir bakıyorum on bir oluyor, gün bitti diyorum. erken gitmek de istemiyorum, yalnız kalamıyorum şimdi. elbet yalnızım herkesten daha çok ama yine de bana yetmiyor. ne çok şey istiyorum. amaaaan, çekilmez, aksi, nalet bir adam oluyorum yine. 

bir anda tuhaf şekilde mutlu oluyorum. tam değil de, böyle bir rüzgar esiyor sanki, içime girmeye çalışıyor; karnımdaki okul, ev gibi bilumum sorumluluklarımın ağrısı rüzgarı kesiyor. uyku bastırıyor gene, şimdi politikada uyumam inşallah. siyasetten çok nefret ediyorum yani politik bilim olarak baktığımızda  olaya güzel oluyor. yok siyaset bilimi deniyordu galiba. her neyse, bir dahaki dönem, yazın değil güz, politikadan çapa başlarım diyorum. sosyolojiyi de çok seviyorum ya, ders alırım diyorum. fuko gibi takılabilsem güzel olurdu, her şeyin eğitimini biraz görsem ama tembellikten bir şey olmasam.  şuan da makale yazıyor olmam gerekirdi ya ben ne yapıyorum, zevzeklik. gidip şu kitabı bitireyim diyorum en sonunda. olduğu kadar güzeliz madem.



2 yorum:

  1. Özellikle de böyle postlarını okudukça düşünüyorum, paul gerçek hayatta nasıl biridir? Bize açtığı gerçekten hissettiği, kafa yorduğu ve sorguladığı şeyler falan. Peki ne arkadaşlık ne tanışlık sayılan, arada bir yerlerde olan bir ilişkimiz olsaydı seni nasıl bilirdim?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yazarken ben de onu düşünüyorum bazen, elimden geldiği kadar ben olmaya çalışıyorum yazarken, yaşarken de pek tabi. kafamdakiyle kurduğum cümle, yediğim yemek uyuşmuyorsa bozuluyorum. ne kadar başarıyorum bilmiyorum ama elimden geleni yapıyorum, zaten buna inanıyorum. ve ben de çok merak ediyorum çok yakınımdakilerin değil çünkü zaten beni tanıyorlardır, uzaktakiler hiç değil, bana ne onlardan diyebilirim çünkü ama işte böyle farklı ilişkiler kurduğum insanlar beni nasıl biliyor? cevabım yok

      Sil