Perşembe, Mart 10, 2016

arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu


blind guardian - the bard's song 

yapmam gereken çok şey olduğu doğru ama bloga da yazmalıydım artık. üç hafta olacak neredeyse. gerçi ben çok değişmiyorum ya orası başka bir mesele. yine de ne oldu bakın anlatayım. şubat ayının son cumartesi günüydü. bir kaç gündür hiç iyi hissetmiyordum. insanlara öfkeliydim nedensizce. elle tutulur bir şey yoktu. ama kızmıştım işte, istediğim gibi değildi hiçbiri. kendi kendime hayal kırıklıkları yaşıyordum. insanları olduğu gibi kabul edemiyordum. sanki otorite bendim. elbette insanlar benim istediğim gibi olamazlardı. mümkün değildi bu ama takmıştım kafaya işte. nedendi, neden diyordum, neden beklentim bu kadar büyük? hepsinden önce bana neydi ki? herkes nasıl olmak istiyorsa öyle olurdu, beni ilgilendirmezdi. ama işte takmıştım bir kez, her şeye, herkese. bunalmıştım, ne yapacağımı bilemiyordum.  

haftalar ellerimde ufalanıyor, ne yapsam ne tutsam nereye gitsem

blind guardian - mirror

ne vakit bir yaşamak düşünsem, bu kurtlar sofrasında belki zor, ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden 

sonra bir filme gitmem gerekti. gitmek zorunda idim. sinemaya zorla gidilir mi diyeceksiniz? gidilebilir işte bazen. dört dakikayla kaçırdım ilk seansı, başladıktan sonra bilet satmıyoruz dediler, almadılar. zaten tek başıma orada olmanın tuhaflığı vardı üzerimde. avm'den çıktım, sonra ne olursa olsun o filmi görmeye karar verdim. bir sonraki seansı bekleyecektim. hiçbir şey yememiştim, yemek yedim, bir şeyler karaladım, kitapçıya gittim. filmi izlerken çok ağladım yerli yersiz. metroya bindiğimde öylesine mutluydum ki... nasıl anlatsam bilemiyorum, kaybettiğim o farkındalığı yeniden kazandım diyebilir miyim buna? mutluydum işte. yeniden mutluydum. hayattaki en büyük başarımı geri kazanmıştım, daha ne isterdim? ben, benimle mutlu olabiliyorsam diğer insanların ne kadar ne olabildiği kimin umurunda olurdu?  

blind guardian - nightfall

sonra geçen gün yine ağlama duvarı olmuşum, anlattı da anlattı bir arkadaş. Sorun değil, hiç değil, dinlerim. Sorun derdi olduğu insanları tanımam. Sorun onun bu insanları benden daha iyi tanıması ve onun bakış açısından hiç de pembiş görünmeyişi olayların. Ben sadece tanımadığım insanlar hakkında bir şeyler dinlemeyi severim, bana yük olmayacak şeyler. Ama onun anlattıkları öyle ağırdı ki omuzlarım çöktü, içime fenalık geldi. Saat gece iki civarı, ben bildiğim şeylerin altında eziliyorum. Sorunların bir kısmını sonradan çözdüler falan ama bildiğim şeyler de bende kaldı.

insan bir akşam üstü ansızın yorulur, tutsak ustura ağzında yaşamaktan

blind guardian - a voice in the dark

sonra günler geçiyor işte, bir şekilde. çok da anlamadan belki, yine de içinde bulunduğunuz anı anlamak çok zor. üzerinden biraz zaman geçmeli gerçekten ne yapmış ya da ne yapmamış olduğumuzu anlamak için. bugün fuara gittim mesela, açıkçası fuarları neden dünyanın uçlarına yaptıklarını merak etmiyor değilim. dört adet kitap aldım: oliver sacks - müzikofili, david guterson - öteki, robert silverberg - içeriden ölmek, gaetan soucy - müzikhol

fuara gitmeyi teklif ettiğim türk arkadaşlarımın hepsi ya istemedi ya da istemedi. isteyenler müsait değildi. ben de yabancı bir arkadaşla gitmek durumunda kaldım, kendisi çok tatlış bir insan olmakla beraber gün boyu ingilizce konuşmaktan ciğerim soldu. bir de şimdi kalkıp türk edebiyatı hakkında konuşamazsın ki adamla. e dünya edebiyatı da yok adamda. genelde kişisel gelişim ya da psikolojiyle ilgili mesleki kitaplar okuyan bir insan. roman sevmiyormuş beyefendi. ay ne diyim ben sana? neyse, şimdi ta nereye kadar geldi, hakkını yiyemem. gerçi ben gel dememiştim ama iyi oldu yine yalnız gitmektense. sonra efendim bu arkadaş normalde pek komikti, bir durgunluk vurmuş bana. sabah da okulda türkçe pek de güzel olmayan bir şarkı dinleyip sözlerini çevirtiyordu bana. al buyur buradan yak, müzik de konuşamazsın ki. film zaten geç. eee? dört saatte konuştuğumuz şeyler hep boş: yürüyen merdivenler, lanet trafik, benim geçenlerde çektiğim şey(film denmez ona), kampüsün taşınması,  fuarın beni hayal kırıklığına uğratması, onun hiç kitap almamış olması -buna fena taktım da ben, niye geldik be o zaman- benim yorgunluktan ölüyor olmam. Tam dönüş yolunun sonunda kardeşlerimiz hakkında konuştuk, o güzeldi. üç kız kardeşi varmış, ikisi ondan küçükmüş. ablasıyla küçükken hep kavga ederlermiş, şimdi ablası amerika'daymış, bazı ikamet sorunlarından dolayı ülkeden çıkamamış bu yüzden onu üç yıldır görmüyormuş. I miss her too much, deyince bir duygulandım. ablamın yanına gidesim geldi, seviyorum ablamı. iyi ki var, dedim içimden.

blind guardian - curse my name

karanlıkta bulutlar parçalanıyor, sokak lambaları birden yanıyor, kaldırımlarda yağmur kokusu

güneş batıyordu ve ben ölüyordum. arkadaşın bir şeyler yapma teklifini geri çevirdikten sonra eve gittim, yatağımda yarın baygın uzandım. son günlerde uyuyamamış olmamın yanında çok yorulmuştum. yarın içinse biraz endişeliyim tabi. pek bilgim ve tecrübem olmayan bir alanda görevlendirilmiştim. yarınki toplantıda sorumluluklarımın nasıl olacağını yarın göreceğiz elbette. sonra yemeğe çağırdılar, derken sohbet muhabbet, bayağı eğlendim. tabi kafa güzel olunca daha bir eğleniyor insan sanki.

sonra odama geçtim, okulda bir kaç hafta öncesine kadar belki en yakın arkadaşım olan insanla atıştık yine. son zamanlarda kendisine karşı öfke doluyum. sinirlerimi bozuyor, biraz da vicdan azabı çektiriyor. yoruyor beni, çok yoruyor. sorunu söylemek yok ama arada laf sokuyor. Kızacaksan adam gibi kız, söveceksen söv diyorum. Böyle yarım hareketlerden hoşlanmıyorum. Güzel bir arkadaşlığımız vardı, şimdi bir şey kalmadı. benim suçumdu değil mi? dürüst olmamak mı gerekiyor bazen diye sorguladım. bana bunu düşündürttüğü için de kızıyorum ona. umurumda değil, ben böyle iyiyim. herkes söylesin düşündüğünü, kavga ederiz belki, sonra barışırız. her zaman aynı arkadaşımı örnek veriyorum, mesela o arkadaşımla o kadar çok kavga ettik ki artık kavga etmiyor olmamızın nedeni konu kalmayışı. ama hala da iyi arkadaşız işte. saydık sövdük ve şimdi o arkadaşımı görsem yine mutlu olurum. ona bunu anlatamıyorum.

hangi kapıyı çalsa kimi zaman, arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

***

-yaşama sevincimi yedin
-teşekkür ederim
-mutlu musun?
-değilim, sen?
-sıkıntı var içimde, vicdan azabı sanırım
-neyin vicdan azabı?
-senin yüzünden
-teşekkür ederim 
-şimdi mutlu musun?
-neden mutlu olayım?
-anlamaya çalışıyorum
-cevap veriyorum
-sana bir şey diyeceğim
-söyle
-boş ver gitsin



7 yorum:

  1. İnsanları olduğu gibi kabul etmek çok zor geliyor bana da ama başka türlü de yalnız kalmak hoşuma gitmiyor, bir şekilde uyum sağlıyor insan işte.
    Ağlama duvarı olmak benim ikinci mesleğim biliyor muydun :D Anlatma da diyemiyorum kimseye, etrafımdaki kimseye de masum diye bakamıyorum artık, kirli bir dünyada yaşıyoruz işte.
    Emaan yaa, insanlar hakkında düşünmek yoruyor işte
    Özlettin kendini :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kabul edebildiğim şeyler var edemediğim şeyler var, ben yalnız kalmayı tercih ediyorum sanırım en sonunda. Kendimle daha mutlu olabiliyorum çünkü onlarla olmaktansa.
      "Anlatma da diyemiyorum kimseye, etrafımdaki kimseye de masum diye bakamıyorum artık" - Ne güzel söyledin, gerçi ben yine de ilk etapta ay ne tatlış insan diyorum herkese, salaklık mıdır bu?

      Sil
    2. Salaklık değil, umut bence o. Halen umut ediyorsun insanların iyi olmasını. Bende öyle düşünüyorum bazen ama genelde bu düşüncemi karşıya pek yansıtmıyorum, mümkün olduğunca kendime gizlemeye çalışıyorum. Malum, sonra saf olduğumu düşünüp kullanmaya kalkışıyorlar :D

      Sil
  2. Keşke yazı sana ağladığım güne denk gelmeyeydi
    Tekila

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bi de kim o kavga ettiğin söyle ağzını burnunu dağıtalım

      Sil
    2. ahahahahah ama önceden yazmıştım, dont worry about it :D
      senin okula getirdiğim arkadaş, hadi dağıt bekliyorum :D

      Sil
    3. Muhahahahahha döverim la ben onu muhahahah

      Sil