Cuma, Mayıs 02, 2014

Bir Şehrin Cesedi Üzerinde Gezmek

Dahası hala hayattayım.

Bu geziye katılmamın tek nedeni arkadaşlarımla güzel anılara sahip olmaktı. Çok sıkılsam da sanırım bu konuda başarıya ulaştım. :’) Ve bir de güzel fotoğraflar çekmek tabi ki. (Fotoğrafların hepsi şahsıma aittir.)

Ha bir de hiç de karamsar bir yazı olmamasına rağmen başlık niye böyle oldu emin değilim ya...

Hayatımda hiç yatta unutulmamıştım. E bari iki fotoğraf çekeyim :D

Ve anlatmaya başlıyorum.

İlk günümüz saat 6’daki uçakla İstanbul’a giderek başladı. Kahvaltıyı Süleyman Şah Üniversitesi’nin Kartal’daki yerleşkesinde (Hayriye Dumankaya Yerleşkesi) yaptık. Üniversiteyi şöyle bir kabataslak turladıktan sonra ufak bir seminer verdiler. Açıkçası üniversiteden ayrılırken herkeste “Ben buraya geleceğim,” havası hâkimdi. Butik üniversite yani az sayıda öğrenciye sahip olması, çok temiz olması ve mimarisinin süper olması hepimizi etkiledi. Özellikle DÜ, son güne kadar üniversitenin adını ağzından düşürmedi, gittiğimiz her yeri onunla karşılaştırdı. İllallah ettik. :D

DÜ’den aranot: Süperdi süper.

Bundan sonra bir tv kanalına gittik ve Üsküdar sokaklarında boş boş yürüdük. Kayda değer bir şey olmadığı için bu kısmı atlıyorum. Sadece parka gidip bir güzel çimenlere yayıldığımız söyleyebilirim. Ayaklarımı da önümdeki çama diktim. Ne rahat, ne huzurluydu!

Sıradaki durağımız ise Marmara Üniversitesi’ydi. Maltepe’deki merkeze gittik. Toplamda 14 farklı yerleşkeyle İstanbul’un dört bir yanına dağılmışlar falan filan neyse bunlar beni ilgilendirmiyor. Genel olarak üniversite beni ilgilendirmiyor çünkü beğenmedim. I-ıh, olmamış, yapamamışlar bunu. Büyük konuşmak istemiyorum ama hiiiiiiç düşünmüyorum Marmara. Hiç yani.

Eğitimini bilmiyorum tabi ama bahçeleri güzeldi. Lakin lavaboları pislik götürüyor. Bir tane lavabo bulana kadar bütün Fan-Edebiyat fakültesini yürüdük. Baktım olmuyor birine soralım dedim. Sonra baktım bir odanın girişinde bir tutam saç, B’ye dönüp:
-“Şu kıza soralım.” Dedim. Bu sırada saçların sahibi dönüp şöyle bir baktı… Baktı yani, erkekmiş meğersem. Rezilliğin dik alası olduk mu? Ama bu daha başlangıçtı. 5 gün boyunca rezil olmadığımız yer kalmadı neredeyse. Sonra bulduk mu bulduk ama bulmaz olaydık. Midem kaldırmadı, psikolojim bozuldu kafayı yiyecektim neredeyse.

Neyseki bunun ardından Çamlıca’ya çıktık da rahatladım. Adını unuttuğum bir yerde yemek yedik. Lakin ikinci bir rezillik de orada gerçekleşti. Garsonlardan birinin fena halde alay konusu olduk. Ne zaman yanımızda geçse bize bakarak güldü. Üstelik onunla ilgili bir şey değildi bu! Ne diye kulak misafiri oluyorsun arkadaş? Zaten oradaki domates muhabbetinden sonra hemen her öğünde DÜ
 ve B domatesleri önüme koydular. Domatesçibaşı olarak döndüm İstanbul’dan.

DÜ’den aranot: Pastırmalı börek güzeldi. Mideye inene kadar.

Bahar gelince her yer harikulade çiçeklerle dolmuştu. Hepsi aynı çiçek de olsa kimilerine göre zilyon tane resim çektim ve bundan dolayı mutluyum huzurluyum. :’) DÜ ile ormanda atlayıp zıplayarak bir Yeşilçam filmi bile çektik asdadasdasd Çamlıca’da çooook eğlendim ve bir de edebiyatçıların gözünden bakmayı denedim. Tanzimat döneminin vazgeçilmez mekânlarından biri olması boşuna değil kesinlikle. ;) Çamlıca’yı seviyorum!

Oradan da Kızkulesi’ne hadi bakalım dedik.  Kaç yüz tane resim çekildik bilemiyorum artık. Ama çok güzeldi ya… O tam güneş batarken o saatlerde orada olmak duygu dolu ama üzmüyor, hava soğuk ama üşütmüyor, kalabalık ama boğmuyor, hareketli ama yormuyor…

Ve birinci günün sonu. Pert olmuş bir şekilde eve geldik, iki gibi uyuyup yedide uyandım. O zaman o gecenin en iyi uyuduğum gece olacağını bilmiyordum.

2. GÜN

Kahvaltıyı “Paşa Köşkü” isimli restoranta gittik. Gazi Osman Paşa’nın adına binaen bu isim verilmiş. Çok güzel bir bahçeye sahipti gerçekten de. Hava güneşli olsaydı bahçede oturmanın zevki ayrı olurdu ama maalesef yağmur sonrası olduğu için sadece gezebildik. Kedi, köpek ve ördekler vardı. Böyle bir yeri işletmek zevkli olabilirdi. Neyse, boş konuşuyorum.

Bu pozu yakalamak çok hoşuma gitti ^.^

Sıradaki durağımız Vialand’di. Kızlar resmen cılkımı çıkardılar orada. Şuna da binelim buna da binelim derken öldüm. Kayıklı ve botlu bir takım oyuncaklar da vardı. Bir güzel ıslandık mı? Nasıl saydırıyoruz… “Kim bindirdi bizi buna? Kimin fikriydi lan bu? Oha ayakkabım da sırılsıklam, yavaşşş be! İç çamaşırıma kadar ıslandım oğlum!”

Sanırım en çok 360’da eğlendim. Çünkü efendim bir kere bir şeyin parçası gibi hissetmiyorsunuz, sonra düşüş hissini falan çok güzel veriyorlar. İndikten sonra B’dan onu da bindirdiğim için bir parça dayak yemiş olsam da çok eğlendiğim kesin. Ha bir de şu galaksi denilen trenlerden vardı. Ona da bindik. Ama pek bir zevk alamadım çünkü inanılmaz kısa sürüyordu. Zaten bendeki odunluk yüzünden neye bindiysem suratımdaki ifade aynı. Resmen şu ifadenin canlı versiyonuyum >>    -.-

Daha sonrasında ise bizi alışveriş yapalım diye bıraktılar ben de D&R’a dadandım. Biraz da Viaport’tan alırım diye sadece 3 kitap aldım ama bakın Viaport’ta başıma ne geldi. Neyse, oraya gelince anlatırım. Dertliyim kederliyim.

Oradan sonra bizi Fatih’e götürdüler. B ile Fatih Camii’ni gezdikten sonra –ki yıllardır devam eden ama bir türlü ilerlemeyen restorasyonu beni deli ediyor- caddede yürürken B hanımefendinin tuvaleti gelmiş olduğu için bir WC arayıp durduk. Yürü babam yürü, ayaklarıma kara sular inmiş, ölüyorum. Biraz daha devam etsek beni sürükleyerek götürecekler ama çiş bu, beklemez. Allah’tan bulduk da kötü durumlar yaşamadık.

Bu serbest bırakılan zamanda pek çok kişi, hatta öğretmenlerimizden bir tanesi de kaybolmuş. Dahası B de sürekli yanlış yoldan gittiğimi iddia ederek benim yönümü değiştirmeye çalıştı ama bu konuda kendimden emin olduğum için sözüne itibar etmedim. Bu yüzden de kaybolmadık. Ama hanımefendi bundan da memnun olmadı. “Ya Yağmur ne güzel biz de kaybolacaktık işte!”

3.GÜN

İlk durağımız akvaryum oldu. Bilmiyorum ben de mi odunluk var yoksa insanlar mı fazla romantik? Ya da şöyle sorayım, evet ben de odunluk var ama insanlar da fazla romantik değil mi? Ne bileyim deniz aşığı bir insanımdır. Bütün yazlarımı deniz kıyısındaki bir evde bisiklet sürüp, yüzerek geçiririm. Ama ne bileyim, etkilenmedim işte. Su, balıklar, eee? Hepsi bu kadar işte. Güzeldi evet ama neden etkilenmem gerekiyor, anlamadım.

Bahçedeki çiçeklerden daha çok etkilendim ben şahsen :D

Sonra Panorama’ya gittik. Ve ben de artık gittiğim yerlere bir daha gitmekten usanmış bir şekilde arabanın içinde oturup kitap okudum ve aramam gereken yerleri aradım. Çok iyi de yaptım, kendimi tebrik ediyorum. Buradan sonra da Ortaköy’e gidip kumpir yedik, sahaflara girdik, Korelileri takip ettik ve boş boş gezdik. Oradan yat gezisine çıktık ama bilin bakalım ne oldu? Bizi unuttular! 4 kişi inemedik, bir de oradan Eminönü’ne geçtik. Neyseki bildiğim bir yer, 4-5 saat gruptan ayrı gezdik tozduk eğlendik. Gezinin en zevk aldığım bölümü işte bu kısım oldu.

Tam olarak bu girişte karşılaştık :D
Önce Eminönü Yani Camii’nin girişinde bir “Mehmet Emin Yurdakul” beni benden aldı. Hayır, aslında şöyle oldu. DÜ sürekli adam dönüp baktı, adam da doğal olarak dönüp bize baktı ama DÜ arkasını dönmüş olduğu için adamla bakışmak zorunda kalan kişi bendim. Bu sırada B ve T neredeydi bilmiyorum. Her neyse! Adam çok güzel resimler çekiyordu. Şuan mesela yüzünü hatırlamıyorum ama Mehmet Emin yani, fantastik bir öge oldu resmen çocuk. :D

Bu arkadaş öyle ahım şahım yakışıklı falan değildi. Ben zaten yakışıklı sevmem, ben şirin de sevmem, çok karizmatik de sevmem. Ben zeki severim arkadaş, bilgili olsun, azıcık da komik olsun canımı yesin. :P Yani adamın tipinde bunlar da yoktu ama ben elektriği aldım işte. Nasıl desem böyle akıllı ve güçlü bir karakter hissettim diyelim. Sonra adam camiye girdi ve giriş o giriş. Mehmet Emin’i gözlerimin önünde yitirdim. Yüzünü onu dışarıda beklerken de hatırlamıyordum aslına bakarsanız ama kendi giydiklerimi bile hatırlamayan ben onunkileri hatırlıyorum. Siyah, uzun ve bol bir gömlek, açık kahverengi bir pantolon ve converse.

Böylece DÜ’nün Süleyman Şah’ı ve benim de Mehmet Emin’im dilimize pelesenk oldu. Hala adını anıyorum keratanın. Peki bu isim nasıl ortaya çıktı? Ben önce adı Mehmet olsun dedim, sonra burası Eminönü madem Mehmet Emin olsun, Mehmet Emin olmuşken de T atlayarak “Mehmet Emin Yurdakul olsun bari,” dedi. Ben de “Olsun ulennn!” dedim. :D Böylece Cenge Giderken 2’yi yazdık. :D

Kapanmasına iki dakika kala B ile Mısır Çarşısı’na girdiğimizi de unutamayacağım. Ve neredeyse kovulduğumuzu tabi, ya da çıkışı gösterince adam ben öyle hissettim. Ama iki dakikada da mısır çarşısı gezilir yani, olmaz değil. :D

4.GÜN

Sabahın köründe o soğukta Eyüp’te çektiklerimi anlatmayacağım hayır. Soğuk aklıma geldikçe dişlerim zangırdıyor zaten. Millet Pierre Loti’ye teleferikle çıkarken ve otobüsün arka beşlisinde uzanmış regl sancısı çekmekle meşguldüm. Sonra oradan bir Beylikdüzü falan yaptık biz kaptan amcayla, sonra ben bir tuvalet ararken baştan aşağı sırılsıklam oldum falan ama bakın yine iyi günümdeyim onları da geçiyorum.

Gelelim ondan sonraki durağımız olan Minyatürk’e… Açıkçası pek çoğunu görmüş olmama rağmen bu yapılara üstten bakmak kesinlikle farklı hissetiyor. Ve bazı ayrıntılara bayıldım. Örneğin Balıklı Göl’ün maketinde de havuzun dibinde para vardı! Muhteşem bir fikir! Gerçi oldukça yağmurlu bir gün olduğu için maşallah ülkeyi sel götürüyordu. :D

Sonra Somalililerden hala adını öğrenemediğim bir kızla Sultan Ahmet yürüyüşü yaptım. Kızla bayağı samimiyiz, utancımdan adını da soramıyorum ama bilmiyorum da! Ne rezillik! Sonra yemek yedik, ondan sonra da Topkapı’ya… Rehberle gezmenin farkını görmüş olduğumu rahatça söyleyebilirim. Kesinlikle rehbersiz gezmeyin, öncekine göre inanılmaz lezzet aldım. Ve bir kez daha “VAY BE!” oldum. Ve utandım, utanmalıydım. Osmanlıca bilmediğimiz için hepimiz utanmalıyız.


Sonra yeniden Sultanahmet’e döndük… Oradan Süleymaniye’ye geçtik ama hava karardı tabi. Süleymaniye ve çevresi ise o saatte Danimarkalı arkadaşın deyimiyle “creepy” idi. Gerçekten de bir sürü ara sokak, dükkânlar kapanmış, sadece sokak lambaları, devasa bir cami ve aniden ortaya çıkan adamlar… Biz de hadi bir manyaklık yapalım diyerek ara sokaklara daldık Danimarkalıyla. Tırsıp zaman zaman geri dönsek de çok eğlenceliydi. Özellikle bir sokaktan geçerken karşıdan iki tane genç bize doğru geliyorlardı. Biri zaten dar olan sokakta yaylana yaylana yürüyerek elindeki sigarayla bilmiyorum ne halt yiyordu. Biz tabi sokağın bir kenarına sinip yürümeye çalışıyoruz. Üç buçuk olmuşuz. Diğer genç bağırmaz mı? “Kızları korkutma gerizekalı!”


5.GÜN

Fatih Üniversitesi’nde harika bir kahvaltı, cidden çok iyiydi. Yine de DÜ hala Süleyman Şah diyordu ama biz o kısmı montajda attık, kusura bakmayın. Sonra bize bir seminer verdiler, tercihlerimizi nasıl yapmamız gerektiğini konusunda özellikle. Ardından mühendislik isteyenleri, onu isteyenleri bunu isteyenleri ilgili kişilere yönlendirdiler. Biz de Rektör yardımcısı olan amcaya gittik. Kendini Ankara üniversitesi mezunuymuş, medeni hukuk dersi veriyormuş. Hakkında kötü bir şey yazmaya da korkuyorum şuan, malum geleceğimiz belirsiz. :D Onunla konuştuktan sonra şöyle bir hukuktan soğumadım değil ama sonra yeniden bütün bölümleri düşününce hukuk gözüme iyi görünmeye başladı. Ve… BENİM DERS ÇALIŞMAM LAZIM!!!

Ondan sonra Emirgan’a gidecektik ama trafik izin vermedi. Sapphire’e gittik. Orada pek bir şey yapmadık, orayı da atıyorum. Oradan Viaport’a geçtik, bütün Viaport’u keşfettim ama D&R’ı bulamadım. Halbuki… Halbuki… Önünden iki kez geçmişim!!! Sen kitap alama, hevesin kursağında kalsın iyi mi? İntihar sebebi yahu bu.

Gerçi zaten sonra havaalanına gittik. Orada da Danimarkalı’yla sadece İngilizce konuşup, Türkçe bilmiyormuşuz gibi davrandık ama ne kadar eğlenceliydi anlatamam. Danimarkalı yemek yiyecek ve canı fast food istiyor. Gidip restoranlara soruyoruz ama saçma salak cevaplar veriyorlar, boş boş bakıyorlar… Tam rezillik. Hayır, orada zilyon tane turist var insan azıcık da olsa İngilizce öğrenmez mi ya? Öğrenmezmiş demek ki. Bu pisliği bir daha yapmayı düşünmüyorum yeterince kötülük yaptım.

Ve işte buradayım, hala hayattayım!


SON OLARAK;

Genel olarak İstanbul'a her gelişimde aynı şeyleri görmek ve hissetmek beni çok üzüyor. Dersaadet'ten geriye içi boş bir kabuk kalmış... Öylesin ruhsuz, öylesin mekanik ki... Bu şehir çoktan ölmüş.... 

Ve ben her gidişimde bir cesedin üzerinde yürüyormuşum gibi hissediyorum. 


8 yorum:

  1. Kedinin pozuna bayıldım :D
    Ben seni bunca zaman İstanbul da oturuyor zannediyordum ve memleket nere kardeşim?
    Ve yine yaklaşık 2-3 hafta öncesine kadar üniversiteye gidiyorsun zannediyordum asdfgh Yani sen benden küçükmüşsün halbuki büyüksün zannediyordum :D Ama olgunluk ve bilgi açısından hâlâ ablamsın :D
    Bu gidilen bir yerde kısa süreli takma isimli aşklar bulmaya bayılıyorum :D Mehmet Emin'e çok güldüm, bizde gittiğimiz yerlerde böyle şeyler yapar gülme krizine gireriz :D
    İstanbul'a hiç gitmedim ama ölmüş olmasın öyle hayal etmiyordum :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O poz beni de bitirdi :D
      Niyeyse herkes beni İstanbul'la özdeşleştirmiş ama ben İstanbul'u hiç sevmem ki! :D Ablam orada yaşadığı ve annemle babam da çok çok sık gittiği için ve ben de sık gittiğim için hiç yabancı değilim orası ayrı. Memlekete gelince bebekliğim Urfa'da, çocukluğum Ankara'ada geçti. Şimdi Trabzon'dayım ve bıraksalar hayatımın geri kalanını da burada geçirebilirim. Dört mevsim yağmurlu olduğu için gönlümü verdim bu şehre diyelim. :D
      Değil mi çok eğlenceli kesinlikle! Ben birini inanılmaz zor beğenirim ama işte Mehmet Emin bir başkaydı :P :D
      İstanbul'un her yerini baştan aşağı gezdim hemen hemen, her gidişimde turist ayağına yattım diyelim. :D Ama bu konuda sana bir ümit vermem zor. Bak şurası çok iyidir, ölmemiş, hala taptaze diyemem. Maalesef...

      Sil
  2. Vuhuu ne yoğun bir gezi olmuş bu böyle :)
    Benim İstanbul'da 4 yılda gezdiğim yerleri bir kaç günde gezmişsin :)
    Çamlıca'yı çok çok severdim. Artık bir daha ne zaman giderim kim bilir. Artık İstanbul'da değilim çünkü. Bir de Üsküdar'da Kız Kulesi'ne karşı oturmanın keyfi bir başkaydı benim için. Off özledim bee :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet daha önce gelişlerimde de böyle yoğun gezdiğim için orada yaşayanlardan daha fazla yer gezmiş oluyorum :D
      Gerçekten güzel yerleri var ama genel olarak hmmm pek özlüyorum denemez :D

      Sil
  3. Ne güzel geçmiş günlerin .:) Okudukça okuyasım geldi yazını . Çamlıca'yı bende merak ettim . Çok zevkliydi ya özellkle Kızları korkutma gerizekalı ! kısmına çok güldüm :D izninle bunu sık sık kullanıcam :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Oldukça da yorucu tabi, arkadaşımın beni sürüklediğini bilirim :D Tam o replik duyulana kadar korkudan ölürken o anda hepimiz bir gevşedik gülmeye başladık falan :D Kullan tabi :D

      Sil
  4. Ay o tip ne komikmiş ya kızları korkutma üüüüf çok hoş ya :-D
    İstanbul hiç bilmem ben gezi yoğunmuş baya ama hoş anı olmuş ben de anı olsun diye katılırım genelde kıkıkı maksat insan içinde oluyum :-D
    Ay o tuvalet arama yok mu yok mu :-D
    Heh bak hakkında pek çok şey öğrendim bi de yehhuu :-D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Herkesin favori sahnesi oldu kızları korkutma :D Çok güzel anıları oluyor insanın gerçekten. :') Çok fazla sıvı tüketen bir insan olduğum için maalesef sürekli bu derdi yaşıyorum ben de :D

      Ahahah ne gibi? :D

      Sil