Cumartesi, Ekim 19, 2024

eskimiş bir öykü

 bu blogu açtığım zamanlarda, yani on yıl önce filan yazdığım bir öyküyü buldum. o zaman utanmıştım paylaşmaya, artık buna gerek yok. değiştirmeden paylaşıyorum bir anı olarak.

***


Saat gittikçe yavaşlıyormuş gibi görünüyor sana. Bu şekilde devam ederek en sonunda tamamen durabilir mi? Gerçi zamanı durdurmak istediğinden emin değilsin. Yeni bir sayfa açınca bu sefer olacağına inanıyorsun.

Kitaplığında duran bibloyu masasının üzerine koyar. Çok değil, birkaç gün önce ilham verecek bir maskot edinmeye karar vermiş olabilir ama aradığını bulamadı. Şimdilik bununla idare edecek. Bu demirden bir virtüöz. Eski bir şehirden kalan bu hatıra, şehirden ziyade eskiyi hatırlatır. Bütün düşünceleri ve dertleri bir kenara itip keman çaldığı zamanları. Ancak güzel zamanların bir sonu var, her şey gibi. Sahneye çıkması gerekirdi ama bütün notalar dağıldı ve kemanla arasındaki melodramik öykü bitti. Başını iki yana sallar, bunu düşünme zamanı değil, daha mühim işleri var. Önce parmakları arasında döndürür kalemi, biraz salla sonra fırlat. Ve düşünüyorsun, yıllardır onunla olan kaleminden ne istiyor, her zaman yanındaydı insanların aksine? Bütün sınavlara onunla girdi, bütün öyküleri onunla yazdı. Zaman biraz yıprattı, olması gerektiği gibi. Metali parlaklığını yitirdi, basbayağı karardı işte. Üstündeki yazılar da silindi.

İşte yine trajedi yaratmaya çalışıyorsun kendine.

An itibariyle az önceki düşüncelerinin derin utancını yaşa. Birinci hatan kendi yetersizliğinin hıncını kalemden alman. İkinci hatan basit bir kalemi abartıp kendini üzmeye çalışman. Yapay bir acıyla yazacak bir şey bulacağını sanıyorsun. Can sıkıntısıyla evde dolaş, sonra kitaplığa bak. Gözlerin daha önce fark etmediğin bir kitaba takıldı.

Sayfaları karıştırırken yazarına imzalatılmış olduğunu görür. Tarih: 21 Haziran 2012. Uzak geçmişi hatırlamakta iyi olan hafızasıyla her zaman övünür ama şu anda yalnızca boşluk var. Biraz düşününce yavaş yavaş fotoğraflar netleşir. Bazı eksik karelerin dışında aşağı yukarı bir bütün oluşur. Kavurucu sıcak altında beklediği bir kuyruk ilk görüntü kronolojik sıralamada, sonra seyrek saçlı bir yazar. İnternetten ismi aratır. Ama kitap ve yazar hafızasındakiyle uyuşmaz. Yanılıyor olabilir.

Rastgele bir sayfa açıyorsun. Sesini bulmaktan filan bahsediyor. Ne zamandır düşündüğün bir konu. Yazar “kendi” sözcüğü bir dönüşlülük zamiri olarak haddinden fazla kullanmış. Canın sıkılıyor buna ama biliyorsun ki eğer böyle yüzeysel şeylere takılıp kalırsan okudukların da yazdıkların da hiçbir sonuca ulaşmayacak. Yani en çok korktuğun şey başına gelecek, yerinde sayacak ve "kendi"ni tekrar edeceksin.  

Daha da sıkılır canı, derin bir korkunun kollarına doğru yürüdüğünü hissetmeye başlar. Birden zaten dağınık olan zihni onu başka bir konuya yönlendirir. Kadim Yunanistan’da musaların ilham getirdiğine inanılır. Artık musalara değil ama yine de ilham veren bir şeylerin olduğuna inanılıyor çünkü mütevazı bir hava veriyormuş; iyi bir eser ortaya çıkarsa bu güzellik tamamen yazara ait değil. Ya da tersine, ortaya konulan yapıt çok da parlak değilse bunun tek suçlusu yazar olmaz. Yani her koşulda işlevsel bir inanç.

Bunları geçen gün son kitabı en çok satanlarda yer alan bir yazardan dinledin. Yazma sürecinde zor zamanlar geçirmiş ve gelmiş geçmiş en kötü kitap olacağını düşünmüş. Bir gün odasındaki boşluğa gözlerini dikerek “Ben,” demiş. “Elimden gelen her şeyi yapıyorum, çok çalışıyorum, bu yüzden sen de kendine düşeni yap. Sonuç berbat olursa sorumlusu sensin.” Bunu ilk dinlediğinde çok güldün, hatta biraz da dalga geçtin. Bunun, sorumluluktan kaçmak için insanların uydurduğu bir yol olduğunu söyledin. Ama şimdi sen de kaçmak istiyorsun. Peki, yeterince çaba gösterdiğini mi sanıyorsun?

Düşünmekten başına ağrılar girince çareyi kendini dışarı atmakta bulur. Böylece zihni belli bir düşünceye yoğunlaşamaz ve onun üzerinde kırk çeşit sonuca varamaz. Hem dışarıdaki dünyada her an binlerce öykü yaşanır. Bir elma da onun kafasına düşebilir. Otobüste uyuyakalır ve çılgın bir rüya görebilir. Bunlar ihtimallerdir.

Bir mezarlığın karşısında yaşıyorsun. Bu, her sabah ve akşam ölümle yüz yüze gelmek demek. Birileri bunu duysa can sıkıcı bulabilir ama alışkanlık benliğini sardığı için, sana göre mezar taşları, ağaç ve kaldırımlar kadar normal. Aklına ünlü bir şiir geliyor çünkü sen bir şey üretmekten acizsin ve yalnızca başka sanat yapıtlarını düşünür durursun. Bu şiiri de düşünüp biraz felsefe yaptın kendince. Sonra bisiklet süren çocuklar kurgulanmış düşüncelerini dağıttı. Gördüğün her şeyi inceliyorsun, notlar alıyorsun. Yağmur damlaları, beton zemine çakılı eğrilmiş çivi. Mezarlıktaki çam ağacı, ölümle ilgili bir hikâyenin anlatıcısı olmak için idealdir sanıyorsun.

Geçen gün şuradaki bahçede birlikte dolaştıklarını gördüğü koyun ve köpek de sıra dışı bir öykü olabilir. Ya da şu dolmuş beklediği durak yok mu? Şehrin ortasında olsa da arkası hayvan çiftliğini andırır, bazen bir koyun sürüsü, bazen de tavuklar olur, önceki gün de ördekler vardı. Yürüyüşüne devam ederken aylar önce yeni bir inşaat için yakılan ormanı görünce sinirlenir. Nasıl kıydılar o çamlara? Artık şafakta güneşle yükselen kuş sesleri yok. O günkü gibi öfkelenir, yegâne huzur böyle yok olur.

Şimdi sakinleşmek için düşüncelerini başka yöne çevir. Ama bütün yollar aynı yere çıkıyor, yazamadığın, yazacak o sıra dışı konuyu da hala bulamadığın gerçeği yüzüne bir tokat gibi insin. Evet, aklına gelen fikirler o kadar da kötü değil ama yine de yeterince kötü. Hem sadece yazmış olmak için yazmış olmak anlamsız. Gergin sinirlerin her an telafisi olmayan sorunlara yol açabilir. Her zaman gittiğin parka yöneldin, burada oturup çocukları izlemek sana huzur veriyor, bazen de ilham. Hala çıkar peşindesin. Güneşli günlerden de pek hazzetmezsin çünkü mutluluk insana etkileyici öyküler yazdırmaz sana göre. İyi hikâyeler trajediden doğar sanıyorsun, bu sebeple mutlu olayları bile kâğıda dökerken dramatikleştiriyorsun. Biraz da karakterin böyle. Güzel günlerde zaman geçip gittiği için ağlarsın. Bu kadarı da fazla ama. Derin bir nefes al. Hava kararmaya başladı. Yanında oturan yaşlı amca sana bakıyor. Sen ona bakma. Aradığın hikâyeyi buldunsa artık susabilirsin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder