Cumartesi, Ağustos 31, 2024

yüzleşmeler, vol.2


by abby martin

bir eşlikçi

maalesef önceki yazıda gelmek istediğim noktaya gelemeden bırakmış bulundum. benim için bir şeyleri yarım bırakmak ya da eksik yapmak hiç yeni bir şey olmadığından şaşırmış gibi yapmayacağım.

özetle hayatım boyunca insanların bana hep zeki dediğini, hep minimum çalışmayla bir yerlere geldiğimi ama bütün bu süreçlerde daha çok çalışmadığım için de ne kadar suçluluk duyduğumdan bahsetmiştim. bazen kendime itiraf ettiğim bazen de etmediğim inancım şuydu, doğru düzgün çalışsam çok daha iyi şeyler yapabilirdim, potansiyelimi gerçekleştirmek bir yana uzağından bile geçmiyorum. öncesinde çok da dert etmediğim bu inanç belki de artık yetişkin olduğum için daha acı verici olmaya başladı. sorumluluklarımı dibine kadar hissederken sadece günü, haftayı atlatacak kadarını yapmak beni hiç mutlu etmedi. 

adhd tanısı almanın beni rahatlatmış olmasını bekleyebilirsiniz. yani en azından ben bunu beklerdim ama o da pek işe yaramadı. kendimi anlamama çok yardımcı oldu, buna şüphe yok. karakterim sandığım bazı özelliklerin adhd özelliği çıkması hem aydınlatıcı hem de kafa karıştırıcı oldu. şöyle bir tartışma var, belki denk gelmişsiniz, bütün neuro-diverse bireyler için geçerli olan bir durum. yani soru şu, "i have adhd" (or autism, etc.), or "i am adhd"? bir kişi dehb midir yok dehb'i mi vardır? konuya aşina değilseniz saçmaladığımı düşünebilirsiniz ama buradaki fark kişinin bu durumu direk kendi karakteri ya da kendinin bir parçası mı olarak gördüğü; yoksa bir çanta gibi taşıdığı, kişinin esas karakterine eklenebilir çıkarılabilir bir durum olarak mı gördüğüne dair. bu konuda bir fikir birliği henüz yok, ikisinin de olumlu ve olumsuz yan anlamları var. ben sanırım being adhd saflarındayım çünkü hoşuma gitsin veya gitmesin hayatım boyunca beni etkiledi ve etkilemeye devam edecek bu özellikler kümesi. her zaman orada beynimin içinde olan bu nöropsikolojik durum diğer çevresel ve biyolojik koşullar gibi her an benim kim olduğumu belirleyen faktörler içerisinde. öyleyse benim "esas" karakterim de adhd semptomlarından nasıl bağımsız olabilir? 

ayrıca böyle düşünmek kendimi daha normal hissettiriyor ve bu özellikleri kabullenmeme yardımcı oluyor. çünkü bunlarla savaşmak ya da aşağılamak hiçbir işime yaramadı. ama yetişkinken tanı almak insanı bir tür imposter sendromuna sokuyor. şimdi zaten herkes dehbli olduğunu düşünüyor, tanı almasa dahi dehbli olduğunu söylüyor ve gerçekten de yaygın. bu da dehbli olanlara acaba ben gerçekten dehb miyim yoksa eksikliklerime bahane mi arıyorum diye düşündürüyor. yani en azından bende olan bu. 3 psikolog ve 3 de psikiyatristin ardından emin gibiyim ama yüzde yüz de diyemiyorum. 

evet konuyu dağıttım ama demek istediğim şey şuydu, tanı alsam da bu suçlu ve yetersiz hissettiğim gerçeğine pek bir etki etmiyor. ayrıca bu durumu iyileştirebilmek için birçok tavsiye veriliyor; şekerli gıdalardan uzak durmak, spor ve meditasyon, doğada vakit geçirmek, rutin oluşturmak, timer-planner vs. kullanmak vsvs. ben bunların önemsiz veya işe yaramaz olduğunu söylemiyorum ama depresyonda olan biri olarak yataktan kalkamazken bunları nasıl yapabilirim?

haliyle bu durumda depresyona öncelik veriliyor, hem terapi de hem de ilaçta. ilk iki terapistim pek etkili değildi ama üçüncü terapistimle iyi yol aldık beni anlama konusunda. beni iyileştirme konusunda pek aldık diyemiyorum. 

şimdilik yorulduğum için burada kesiyorum. devam edeceğim. 



Pazartesi, Temmuz 22, 2024

yüzleşmeler, vol.1

the garden of peril, 1923, by dean cornwell

bir eşlikçi

şimdi yazacaklarım bazılarına gizli bir övünme biçimi gibi gelebilir. ama yıllarca yanlış anlaşılmaktan korktuğum için kendime bile birçok şeyi itiraf edemedim ve geldiğim noktada sadece ağır bir depresyon ve kaygı var. bu noktada artık kendimle yüzleşmek insanlar benim hakkımda ne düşünür diye endişelenmekten çok daha kritik gibi geliyor. 

kendimi bildim bileli çok zeki ve akıllı olduğum söylenedurdu. ailem, arkadaşlarım, hocalarım bunu söyleyip durdular. yirmi yedi yaşındayım ve hala bunu duyuyorum. sonra olduğum yere bakıyorum, kötü değil ama... hayır şimdi yine aynı şeyi yapacağım. olduğum yer gayet iyi değil mi? ülkenin en iyi üniversitesi'nde yüksek lisans derecem olmamasına rağmen doktora yapıyorum. yaşım nispeten oldukça geç, iki sene içinde doktorayı bitirebilirim ve o zaman da nispeten genç olacağım. elbette dahi değilim ve her zaman daha iyi yerler var olacak. eğer bir hiyerarşi varsa zirvede değilim ve hiç de olmayacağım. kabullenmekte zorlandığım şey bu değil. neden daha iyi bir yerde değilim diye de sorgulamıyorum kendimi akademik açıdan. doktora bittikten sonra yapacaklarıma dair kaygılarım var elbette ama ondan önce yüzleşmem gereken başka şeyler var. 

bu durumda olan tek kişi olmadığımı biliyorum. küçük yaşlarda ortalamanın biraz üstünde görünen çocuklara vay efendim çok zeki çok akıllı çok büyük şeyler başaracak diyerek sinsi bir baskı kurulduğu aşikar. genellikle aileden gelen kültürel sermaye sayesinde liseye kadar çalışmadan kolayca başarılı olan çocuklar, sonrasında ergenlikle birlikte ve rekabet ettikleri kitle genişledikçe çalışmadan başarılı olamamaya başladıkları zaman kendilerini sorgular. burada davranış olarak ne yaptıklarıyla ilgilenmiyorum, duygusal motivasyonlarıyla ilgileniyorum. kendimin de aynı şekilde. 

içinde bulunduğum kültürel ekonomik şartlar yüzünden türkiye'nin en iyi liselerine gidebilirdim sınav sonucumla ama gidemedim. yine de "iyi" bir liseye gittim. öğrencilerin hayattaki tek misyonunun ders çalışmak ve üniversite sınavında derece yapmak olan bir liseye. kişisel olarak hiçbir zaman gündemimde olmayan bu hedef içinde sosyalleştiğim bu lisenin tek hedefiydi. bu noktada bir ergen (yani ben) ne yapar? elbette göstermeye fırsat bulamadığı bastırılmış öfkesinden dolayı bu değer kümesini toptan reddeder. 

zaten öncesinde de hiçbir zaman kendimi disipline etmeye çalışmadığımdan ve ailemde de böyle bir disiplin bulunmadığından dolayı kolayıma gelen de buydu. hiçbir şekilde çalışmamak, dersleri dinlememek, fırsat buldukça türlü yaramazlıklar vs. elbette kaçınılmaz sonucu olarak başarısızlıkla ilk yüzleşmeler. birden başarılı olabilmek için çalışmam gerektiğini anladığımda, yani çok da zeki olmadığımı anladığımda (o zaman zekanın böyle bir şey olduğunu sanıyordum) ilk defa kendime "çalışsam başarılı olabilirim" dedim. olup olamayacağımı ise bilmiyorum çünkü çalışmayı reddettim. ama yine de kültürel sermaye ve çok kitap okumak gibi sahip olduğum alışkanlıklar beni taşımaya devam etti ve üniversite sınavında da başarılı oldum. ama etrafımda herkesin söylediği üzere ben de "çalışsam daha iyisini yapardım" diye düşündüm. 

ama bu ifade hiçbir zaman motive edici olmadı. tam aksine her zaman gerçekleştirilmemiş bir potansiyeli ima ettiğinden sırtıma ağır bir yük yükledi.

üniversite hayatımda da farklı bir şeyler olduğunu söyleyemeyeceğim. sosyal bilimler okuduğum için en azından derslerden keyif alıyordum ve bu başarılı olabilmem için yeterli oldu. bütün sınavlara son gece çalışırken, paper'ları son gece yazarken bunu biliyordum. ama çıktılar her zaman kendi kriterlerime göre kötü, eksik, çöp oldu çünkü aklımdan geçen tek düşünce vardı "çalışsam daha iyisini yapabilirdim." ama bu düşünce her geçen yıl bana kendimi daha kötü hissettirmeye başlamıştı. çünkü kendimi tembel ve üşengeç olduğum için suçlamaya başladım.

lisede sanatçı olmak istiyordum çünkü sanatçı olmak benim için sisteme karşı duran bir birey olmak demekti. işsiz güçsüz, para kazanamayan, kuralları takip etmeyen vs vs. yine aynı zamanda aileden gelen kültürel sermayeyle de ilişkili bir hedefti. yazar, ressam, müzisyen, sinemacı derken sürekli hedef değişiyordu ama sanat kesişim noktasıydı. bütün bu işlerle uğraşırken keyif aldığımı inkar etmiyorum ama onları ciddiye almaya başladığım anda işkence de başlıyordu çünkü bu sözde hedeflerim için de çalışmıyordum. başarısız olmaktan korkuyordum ama denemiyordum bile. geçmiş zaman kullanıyor olmam da doğru değil çünkü hala bu noktadayım. yazdığım bütün öyküleri, yaptığım bütün resimleri, çektiğim kısa filmleri insanlara göstermek istemiyorum çünkü hepsinin kötü olduğunu düşünüyorum ve daha iyisi için de uğraşmıyorum. peki ne bekliyorum o zaman? bir sabah kalktığımda muhteşem bir ressam olmayı mı? eh, fena olmazdı.

sonra bir cahil özgüveniyle, yine çalışmadan yaparım, lisans gibi olur diye düşünerek doktoraya başladım. e tabi bir de para kazanmak lazım. ama çok daha fazla sorumluluk vardı, yapmam gereken çok daha fazla şey vardı. bu sefer tek düşünebildiğim yapmadığım "görevler ve ödevler" oldu. ama yapmamaya da devam ediyorum, hala son gün son dakika olduğu kadar. son üç yılda kendimi disipline sokabilmek için çok uğraştım ama geldiğim noktada bir adım bile ilerlememişim gibi hissediyorum. kaygıdan ve suçluluktan boğuluyorum "çalışmam gerek" diyorum günde milyon kere kendime ama oturup bir dakika bile çalışamıyorum.

doktoranın birinci senesi sona erdiğinde depresyona girmiştim ve hala klinik olarak depresyondayım. terapiler ve ilaçlarla ilişkim kesintiler olsa da devam ediyor. 

**

şimdi araya birkaç şey girdi ve bu yazıdan koptum. iki sene önce adhd/dehb teşhisi aldım ama henüz bunun için ilaç kullanmadım, depresyona öncelik verildi. ama antidepresanların çok fazla işime yaradığını söyleyemeyeceğim. hiç faydası olmadı diyemem ama yetmedi. yarın psikiyatriste gideceğim. antidepresan yerine adhd ilacı kullanmayı düşünüyorum. yeterince erteledim, bir de bu seçeneği denemem gerekiyor olabilir. şuan bu yazıyı yayınlamazsam devamı hiç gelmeyebilir, o yüzden olduğu gibi bırakacağım ve daha sonra devam etmeyi umacağım.