tag:blogger.com,1999:blog-82584066584478138612024-03-06T03:45:45.922+03:00arrakispaulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.comBlogger224125tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-15634545221504336392023-05-06T20:11:00.004+03:002023-05-06T20:11:39.379+03:00şoför<p></p><p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></p><p class="MsoNormal"><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxyg4pw2kgPlk-TJXr57lQoUI-b63Bh5ojJlw6xxbX2Xn-pznEh_fL11dP6zfjTAIkEBeLBt5pdMddxQaFGqidc0wJC_t21LjVB4wHVK9RPpoviPBacMPfNA9-xYP6m0LLlCtJCBxacGW98ni8kVisto90UawdLlxVBNp_61ZINf5jhAZYdHI9oEHRQQ/s1536/Peter%20Monamy.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1112" data-original-width="1536" height="464" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxyg4pw2kgPlk-TJXr57lQoUI-b63Bh5ojJlw6xxbX2Xn-pznEh_fL11dP6zfjTAIkEBeLBt5pdMddxQaFGqidc0wJC_t21LjVB4wHVK9RPpoviPBacMPfNA9-xYP6m0LLlCtJCBxacGW98ni8kVisto90UawdLlxVBNp_61ZINf5jhAZYdHI9oEHRQQ/w640-h464/Peter%20Monamy.jpg" width="640" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">ships in distress in a storm - by peter monamy, 1720-30</td></tr></tbody></table><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></p><p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">şehirlere arası
otobüste en önde oturuyorum, yanımdaki yolcu uyuyor. öyle yağmur yağıyor ki
silecek yetişemiyor, şoför sessiz. gara az kaldı biliyorum, dağa tırmanıyoruz.
dalgaları gittikçe büyüyen deniz arkamızda kalıyor. bu bir tsunami rüyası
değil, hayır. tsunami rüyalarında bir balkonda veya çatıda olurum yükselen
denizi görüp kaçmaya çalışırım. tsunami bu küçük denizde olmaz da demem
kendime. öyle demişlerdi küçükken ama unesco içdenizler dahil her büyük su
kütlesinde olabileceğini söylüyor. belki filmlerdeki gibi değil ama yine de
önemli olan üzerime hızla gelen sudur.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">tekerler su
içinde kaldı ama otobüs hala ilerliyor. durdur aracı inelim, yoksa hep birlikte
boğulacağız, diye bağırıyorum. ama bunu söylerken düşündüğüm kadar korkmuyorum.
diğer yolcuların ne söylediği belli değil, bir uğultu var. şoför ağzını
açmıyor, beni duymamış gibi, gaza daha bir hışımla basıyor. su yükselmeye devam
ediyor ve sonra büyük bir dalgayla devriliyoruz. su her tarafımızı sarıyor ve
otobüs kuş gibi hafif artık. ön cama yapışıyorum. bu şekilde sabit kalıyor
otobüs, süzülüyor. boynum biraz ağrıyor ama yine de diyorum bu şekilde
uyuyabilirim, biraz uykum vardı. belki sular çekilir ve bizi kurtarırlar. ya da
ölürüz. yeterince iyi bir hayat yaşamadığımı biliyorum ama bunun suçluluğunu
her gün hissediyorum o yüzden şimdi ölüm anına özel olarak daha fazla bir
kaygım yok. bundan sonrasına gelince… yaşayıp da ne yapacağım? bir planım yoktu
zaten. umarım allah hatalarımı bağışlar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">camın yüzeyi
soğuk ve başımın kötü pozisyonu yüzünden uykuya dalmakta zorlanıyorum. herkes
ne yapıyor acaba, çok sessiz. ha, evet. susun oksijen bitecek, diye bağırmıştım
az önce. düşündüğümden daha çok yaşamak istiyorum belki de. yani kurtulmaya
hayır demem ama ölsem de çok üzülmem gibi. şoföre kızgınım sadece, artık beni
yok saymayı bırakmasını istiyorum. benim iradem yok ve bu şoför benim hayatımı
belirleyecek kararları alıyor. gerçi artık bitti, ikimiz de boğulacağız. bu kararları
kimin aldığının bir önemi kalmadı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">zaten son
zamanlar genel olarak iradem kalmamış gibi hissediyordum. hiçbir şeyi yapmayı
ben seçmedim, sadece olağan akışta ne oluyorsa ayak uydurdum. akşam misafir mi
gelecek yemek yapalım, ülke boka mı battı, hükümeti değişelim. çok
yaşlanmıştım, aslında iyi oldu ölmek. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">ama ölmüyoruz,
otobüs bir yere çarpıyor, şoförün camı kırılıyor ve şoförün otobüsten çıktığını
görüyorum. düşünmüyorum daha fazla, ben de onu takip ediyorum. otobüsün içi su
dolarken ben dışarı çıkıyorum. şoför çarptığımız büyük yapıya tutunup üzerine
tırmanıyor, ben de aynısını yapıyorum. kurtulmayı beklemiyordum ama şimdi
kurtulmak da akışın bir parçası oldu. soğuktan titreyerek yürüyorum, deniz
doymuş gibi görünüyor. gemi dağa oturdu ve tufan sona erdi. <o:p></o:p></span></p><br /><p></p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-68315796080613402192022-09-06T14:09:00.002+03:002022-09-06T14:14:05.768+03:00sosyal anksiyete ve çözümsüzlükleri<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgeWtZbyxXk99Aiu6Q3J0mebDpm4B6iUJBnpW7qQQuRLtY87N_3zJEkmHVph3KIQfJcrPBcLAjHRkm9LBX-PaAONzDzeaiGqzKD_NBVJh7WeNdyUK18ezJY8JP7_UzYwqT-EmXDZ3GLBpECtAEgrwURkAKqPUApOGcmoNv8vJlYq-4O9M_JEgW_EMpnRQ/s1024/vali%20myers.png" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1024" data-original-width="656" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgeWtZbyxXk99Aiu6Q3J0mebDpm4B6iUJBnpW7qQQuRLtY87N_3zJEkmHVph3KIQfJcrPBcLAjHRkm9LBX-PaAONzDzeaiGqzKD_NBVJh7WeNdyUK18ezJY8JP7_UzYwqT-EmXDZ3GLBpECtAEgrwURkAKqPUApOGcmoNv8vJlYq-4O9M_JEgW_EMpnRQ/w410-h640/vali%20myers.png" width="410" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">by vali myers</td></tr></tbody></table><br /><div><br /></div>yeni insanlarla tanışmak konuşmak arkadaş edinmek neden ve nasıl bu kadar zor olabilir?<div><br /></div><div>bu ağlamalarımdan muhtemelen çok sıkıldınız ve eee yeter ama diyorsunuz. haklısınız, karşı argüman bulamadım. düşündüm ama yok. hayatımda herhangi bir şey olmadığı için tek gündemim bu. </div><div><div><br /></div><div>yirmi beş değil de beş yaşında utangaç bir çocukmuşum gibi hissediyorum bazen. gerçi kimse beni arkadaş edinmem için zorlamıyor *since i'm an adult* ama zorlasa daha iyi olurdu belki. ya da bana arkadaş bulsa filan ya da arkadaş edinebileceğim oyun parkları olsa. hayat daha kolay olurmuş gibi. </div><div><br /></div><div>bazı günler evden çıkmak öyle zor geliyor ki. gerginlikten ne yapacağımı şaşırıyorum. üstelik yakın olduğum insanlarla görüşecekken. ama bütün dünyadaki her insan var olması beni kaygılandırıyor. mars kolonisine adımı yazın.</div><div><br /></div><div>how-to-get-over-social-anxiety araştırmalarına başladım. madde bir: terapist. evet bunu ben de istiyorum ama terapistten de çekiniyorum galiba. vicious cycle, you know. </div><div><br /></div><div>madde iki: anksiyeteyi tetikleyen durumları keşfedin. must be a good start. </div><div>bulunduğum ortamda tanımadığım insanların olması. sokak, metro, seminer salonu. </div><div><br /></div><div>bir de ne var biliyor musunuz? gerginlikten ölürken aşırı rol kesmem ve kimsenin benim gergin olduğumu bile anlamaması. geçen günü biri bana yemek yemeyi teklif etti ve ben de aşırı aç olmama ve yemeğe onlarla gitmek istememe rağmen düşünmeden panik içinde hayır dedim ve aşırı rahatmışım gibi gülümseyerek oradan uzaklaştım. birkaç saniye daha düşünsem belki evet diyecek cesareti bulabilirdim. peki neden bir de utanmadan gerginliğimi saklıyorum?</div><div><br /></div><div>do i worry about others judging me? i suppose. not sure though. judgement biraz karışık bir ifade. daha çok sevilmeme, beğenilmeme, onaylanmama endişesi var. no doubt.</div><div><br /></div><div>make a list, the list says.</div><div><br /></div><div>1. insanlı bir sokakta yürümek</div><div>2. metroya binmek</div><div>3. tanımadığım bir insanla konuşmak (kahve sipariş etmek dahil)</div><div>4. hocalarla bire bir konuşmak - mail atmak</div><div>5.</div><div><br /></div><div>daha iyiye gittiğimi sanıyordum, daha sosyal bir insan olduğumu, daha cesur filan. yanılmışım. daha kötüye gidiyorum.</div><div><br /></div><div>madde üç: challenge negative thoughts.</div><div><br /></div><div>yanlışlıkla kaba bir şey söylemekten mi endişe ediyorum? evet. insanları rahatsız edecek gibi hissediyorum, belki benimle konuşmak istemiyorlardır diye düşünüyorum. konuşacak bir şey bulamamaktan ve doğru düzgün tepkiler veremeyeceğim diye endişe ediyorum. çünkü çoğu zaman böyle oluyor. evet bu dünyanın sonu değil biliyorum, muhtemelen benden nefret etmeyecekler. ama çok sıkıcı olacak, değil mi? </div><div><br /></div><div>madde beş: role play. denedik, aşırı gerildim ve gerçekçi bile değildi.</div><div><br /></div><div>madde yedi: türlü kibarlıklar yapın.</div><div><br /></div><div>bu kafama yattı, deneyebilirim. değil mi? umarım. kahve ısmarlamak ya da çikolata almak. </div><div><br /></div><div>madde dokuz: kaçınmanın gizli versiyonlarına dikkat edin, telefona bakarak insanların sizinle konuşmamasını sağlamak gibi.</div><div><br /></div><div>oh god. i do this way too much.</div><div><br /></div><div>bazen kendime çok kızıyorum. dont be such a baby. just grow up. bu yaşta böyle bir sorunum olması çok utanç verici geliyor. </div><div><br /></div><div>still there.</div><div><br /></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/zDD6SzDsoSA" width="320" youtube-src-id="zDD6SzDsoSA"></iframe></div><br /><div><br /></div><div><br /></div><div>p.s. araya ingilizce karıştığı için cringe hissediyorum, sorry for that. ama içimden geldiği şekliyle yazmak daha samimi geliyor. bazen türkçeye çevrilebiliyor ama bazen hiç olmuyor.</div><div><br /></div><div> </div></div>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-45874115847030546852022-03-23T12:54:00.003+03:002023-02-05T12:23:14.733+03:00zayıf halka<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNf6qd9WzEA_Da0q92mo4mS3BVOh_Mgpuo2ldNytqacLg3DDj1Re0_XQJV0xaQRsb7lcgXJNnD1vABNYkJgdMgBMElfI07GuNMD_tRvRLTOJrkwEo_OHAW2FRtzbccKbZa7lPLEydGT1Kdgob4teiYr5Sknjr5Gy9B3IV-p332UTfoDAaSja3GuC2Ikw/s771/Leif%20Podhajsky.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="771" data-original-width="770" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNf6qd9WzEA_Da0q92mo4mS3BVOh_Mgpuo2ldNytqacLg3DDj1Re0_XQJV0xaQRsb7lcgXJNnD1vABNYkJgdMgBMElfI07GuNMD_tRvRLTOJrkwEo_OHAW2FRtzbccKbZa7lPLEydGT1Kdgob4teiYr5Sknjr5Gy9B3IV-p332UTfoDAaSja3GuC2Ikw/w638-h640/Leif%20Podhajsky.jpg" width="638" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">melt by leif podhajsky 2012</td></tr></tbody></table><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/-PdKGDMhau4" width="320" youtube-src-id="-PdKGDMhau4"></iframe></div><p>uzun zamandır duygularımla alakalı bir şeyler yazmadığımı fark ettim, tabi ki bunun en birincil sebebi sürekli akademik paper yazmakla uğraşmam ama şimdilik bunu bir kenara koyacağım çünkü üzgün hissediyorum, kalbim kırık. öte yandan kimseyi suçlayamayacağım bir durum bu, belki biraz kendimi suçlayabilirim ama yapmak istemiyorum. </p><p>lisansın ilk yıllarına dönmüş gibiyim. yalnızım ve yalnızım. elbette arkadaşlarım var bundan bahsetmiyorum ama okulda yalnızım. ve okul en çok vakit geçirdiğim yer. altı ay oldu ve ben yeni yeni ortak dersleri aldığım kişilerle konuşmaya başladım. (ancak cesaretimi toplayabildim.) konuşma derken yani havadan sudan derslerden şeyler. ders araları fena değil, bir sohbet oluyor. katılmaya çalışıyorum elimden geldiği kadar. ama çok geç kaldım, herkes kendi arkadaşlıklarını oluşturmuş, ders bitince herkes bir yere dağılıyor, ben tek kalıyorum, phd ofislerine geliyorum, genelde kimse olmuyor, en fazla bir iki kişi. ders filan çalışmaya çalışıyorum ya da başka bir takım nerdlükler yapıyorum. böyle olmasını istemiyorum. ama kimse de beni davet etmiyor, yemek yiyeceğiz sen de gel demiyor. bana gıcık olduklarını düşünmüyorum, genelde bana iyi davranıyorlar, ben de iyi davrandığımı düşünüyorum. ama işte hepsi o kadar. </p><p>yine yıllar önce o arkadaş edinemediğim zamanlarda, yalnız yalnız gezerken birden düşünmeye başlamıştım bendeki sorun ne diye. biliyorum insanın yalnız olması onun kötü biri olduğu anlamına gelmez. beni de seven insanlar var. ben de değerliyim. evet tamam bunları biliyorum. ama yine de üzülüyorum işte, kalbim kırılıyor kimse beni çağırmadığı için. buna neden bu kadar takıldım bilmiyorum ya, ağlayabilirim yani o derecede. sadece okulda arkadaşım yok diye bu kadar üzülmem mantıksız değil mi? acaba az uyuduğum için bu kadar hassasım. ya da sanırım bugün gerçekten dersten sonra birlikte bir şey yapabilmeyi ummuştum, onun hayalkırıklığını yaşıyorum. öyle veya böyle. sonuç değişmiyor.</p><p>şimdi gidip weber'in sanat üzerine söylediği şeyleri okuyacağım çok da umurumdaymış gibi. </p><p>fuuucccckkkkkkkkk </p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/vnjoTrVQuXY" width="320" youtube-src-id="vnjoTrVQuXY"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span> </span>who is the weakest link in the chain now? is it I, is it I, is it I?</div><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-86569479712025821182022-03-21T21:42:00.006+03:002022-03-23T11:50:40.216+03:00nexus<p><span style="font-family: arial;"><br /></span></p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyze3RWifHgkbukDiKEm-67mDoFnUcR4k_M6bICqGn97o3hdqp5v3EAkXGjggBrk2p74jZmQqaZP0UB6Hppb1UBS7nm6p72Le9qF8tYcF2HY_k63YxoGY7vkkt7j-eyfypWYFIpwboAcRCipy4OZp37JqEc6D8yYfIVd43rourmRSKEZu3iqKkPNK5vg/s2078/artworks-rosalyn-drexler-everythingwithatwist-07.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><span style="font-family: arial;"><img border="0" data-original-height="2078" data-original-width="1796" height="519" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyze3RWifHgkbukDiKEm-67mDoFnUcR4k_M6bICqGn97o3hdqp5v3EAkXGjggBrk2p74jZmQqaZP0UB6Hppb1UBS7nm6p72Le9qF8tYcF2HY_k63YxoGY7vkkt7j-eyfypWYFIpwboAcRCipy4OZp37JqEc6D8yYfIVd43rourmRSKEZu3iqKkPNK5vg/w449-h519/artworks-rosalyn-drexler-everythingwithatwist-07.jpg" width="449" /></span></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-family: arial;">by rosalyn drexler. https://rosalyndrexler.org/</span></td></tr></tbody></table><p><span style="font-family: arial;"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: 150%; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Arial, sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 150%;">uzun zaman sonra gelip birden
zırvalayacağım, evet.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: 150%; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-size: 12pt;">***</span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: 150%; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Arial, sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 150%;">sürekli beni yakın tanıyan o
küçük çevremde takıldığım için daha az tanıdığım insanların düşüncelerinden
bihaber olduğumu fark ettim. geçen gün üç yıldır filan görmediğim biriyle denk
geldim bir kafede, bir hocam mı desem bir abimiz desem bilemedim, öyle bir şey,
sosyolojiyle ilgili bir okuma grubu vardı, oraya katılıyordum. kısa bir small
talk’tan sonra hemen tabi doktora tezimde ne çalışmak istediğimi sordu, sanat
sosyolojisi dedim, onun üzerine konuşmaya başladık. “sen tabi bağcılar’da sanat
yapanlara sanatçı demeyeceksin, biliyoruz,” dedi. ben de şok oldum haliyle, “tabi ki
diyeceğim,” dedim. “demeyeceksin, şimdi bize şirin görünmek için diyorsun”
dedi. (yanında tanımadığım biri daha vardı ama sohbete dahil olmuyordu.) o
sırada ateşimin bayağı yükseldiğini hissettim gerçekten. ben elitizme savaş
açmışım, kültürel popülizmin kıyısında duruyorum, itham edildiğim şeye bak.
benim nelere sanat dediğim konusunda bir fikriniz yok, demek isterdim ama tabi
o an şaşkınlık içerisinde insan konuşamıyor, benim gibi zaten sosyalleşme
esnasında anksiyete krizleri geçirenler anlayacaktır. “tabi ki sanatçı
diyeceğim” diye tekrar ettim kendimi. bu arada şimdi düşününce “bize şirin
görünmek için öyle diyorsun” demesi de ciddi tepki gerektiriyor gibi ama
niyeyse ona pek sinirli değilim, sanırım en azından dürüst olduğu için. içinden
“aynen aynen en iyi sensin” diyeceğine bunu açıkça söylediği için ben de
durduğum noktayı ifade edebildim. bir de bunu kötü bir niyetle söylemediğini
hissettiğim için olabilir. neyse, bu hikayeden çıkardığım sonuç ne oldu,
kiminle konuşursam konuşayım, karşımdaki zaten beni iyi tanıyormuş
düşüncelerimi biliyormuş gibi davrandığımı fark ettim. halbuki nereden bilecek
tabi… o kadar farklı insanlarla iletişime geçmiyorum ki böyle insanların
olduğunu bile unutmuşum sanki. neyse bu yediğim elitist ithamını düşündükçe
hala başımdan kaynar sular dökülüyor. marx’a kapitalist demek gibi bir şey kdjshfkjd<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: 150%; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Arial, sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 150%;">*** <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: 150%; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Arial, sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 150%;">etnografik alan çalışması üzerine
bir şeyler okurken aklıma lisedeyken çok apolitik olduğum geldi. ne yerel ne
küresel siyaset üzerine bir şey biliyordum ne de en ufak bir merakım vardı. öte
yandan politikadan bağımsız olamayacağını bilmediğim sanat veya felsefe çok
daha ilgimi çeken alanlardı. bunun sebebinin kişisel olduğunu düşünüyordum
bugüne kadar, asosyal, küçücük bir çevresi olan ve gezmek için bile dışarı
çıkmayan bir ergenin siyasetle ne işi olur zaten. ama şimdi düşündüm de bu
apolitik oluşumda ailemi de sebeplerden biri olarak göstermem gerekir. zira
ailem komünist, islamcı, milliyetçi ya da muhafazakar olsaydı çok daha politik
olabilirdim, en azından daha fazla düşünürdüm. ama küresel eğilimlere uygun
olarak liberal demokrasiyi savunan, yani tam ortada duran ana akım siyasetin
çizgisindeydi ailem. tabi aradan çok uzun zaman geçti, 8-10 yıl öncesinden
bahsediyorum. yani demek istediğim şu ki liberal-demokrat değerler o kadar
verili olarak yerleşmiş ki benim dünyama ben dönüp bunların ne olduğunu bile
düşünmemişim. kendimi o alandan soyutlayıp dünyama çekilmişim. ama tabi
sonra her şey çok değişti, tam tersine döndü bile diyebiliriz. ben bir yandan
büyüdüm, üniversiteye gittim, öte yandan popülist hareketler bütün dünyada
arttı ve neo-liberal dönem kısmen sona erdi ve liberal-demokrat değerlerin baskınlığı da zayıfladı. bu sırada ben de siyaset okumaya başlamıştım çünkü yaşamın ne
kadar kaçınılmaz bir parçası olduğunu görmüştüm, o çok değer verdiğim etiğin
nasıl politikadan ayrılamayacağını, kişisel bir yaşam tarzından çok daha
fazlası olduğunu. ülkede veya dünyada her ne olursa “haberdar” olmayı bu
etik-politik sorumluluğumun bir parçası olarak gördüm, hala da öyle görüyorum. hatta twitter kullanmaya da bu yüzden başladım. bu sorumluluk bazen çok yorucu ve yıpratıcı oluyor, evet.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: 150%; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Arial, sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 150%;">*** <o:p></o:p></span></p><p>
</p><p class="MsoNormal" style="line-height: 150%; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Arial, sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 150%;">şarkıları sevsem bile replay
etmem ama şu şarkıya aşırı takıldım. <o:p></o:p></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: arial;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/YNP8xHK7UIc" width="320" youtube-src-id="YNP8xHK7UIc"></iframe></span></div><i><span style="font-family: arial;"><div class="gtx-body" style="color: #252525; display: inline; margin: 5px auto; padding: 5px 0px;"><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> <span> </span><span> </span><span> </span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>If I could act on my revenge, then, would I?</div><br style="color: #252525;" /></span></i><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><br /></p><p class="MsoNormal">
</p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"> </p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-44371347924871531422021-11-22T00:55:00.002+03:002022-03-13T16:05:11.929+03:00abartılmış bir etkinlik olarak kitap okumak ve entelektüel kurgusu<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhM6R_R6asGOQ6fOATfIkZwykdCLXwxlqqAp0g4aCeR41erUvCXG5NxmJcQzXzqA8kh0TDYVtsM9jhw0oVeGGe4OaowdCGE7tHzLFvZ9mnFdvzvGomm_Iif5MYHBL-076JjOFGM4UAtGZ1O/s1502/gunnlaugur+scheving2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1355" data-original-width="1502" height="391" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhM6R_R6asGOQ6fOATfIkZwykdCLXwxlqqAp0g4aCeR41erUvCXG5NxmJcQzXzqA8kh0TDYVtsM9jhw0oVeGGe4OaowdCGE7tHzLFvZ9mnFdvzvGomm_Iif5MYHBL-076JjOFGM4UAtGZ1O/w433-h391/gunnlaugur+scheving2.jpg" width="433" /></a></div><br /><p>ne zaman yaşam için en gerekli olanları üretenler ve bunun bilgisi böyle küçümsenir hale geldi?</p><p>* </p><p>sanırım lisede fark ettim bu durumu. çünkü dersleri dinlemeyip kitap okuyordum ya da derse girmeyip kütüphaneye gidiyordum ama yine de kitap okuduğum için bana onur belgesi veriyorlardı. hatta müdür yardımcısı beni kütüphanedeki masanın üzerinde boylu boyunca yatarken bastığında bile kızmamıştı -kitap bile okumuyordum o sırada yani, hatta neden derste değilsin bile dememişti. çünkü orası kütüphaneydi ve tek mutasarrıfı bendim. </p><p>biraz geç fark etmişsin diyebilirsiniz belki ama daha önceki hocalarım derste kitap okumama kızıyorlardı o yüzden olabilir. aileme gelince bir öğretmen olan annem de çok kitap okuduğum için bana kızıyordu, hatta kitaplarımı saklıyordu. ben evde kitap okurken hala biraz gerilirim, annem laf edecek diye.</p><p>neyse, bu yazı hayat hikayeme dönmeden toparlayayım. sonra üniversiteye geçtim, aa bu kız çok okuyor buna okuma grubu yaptıralım dedi içinde bulunduğum dernek. ama bundan öte resmen şu mantıktalardı: yağmur iyidir çünkü çok okur. o zaman da hep şey diyordum, okumak basit bir alışkanlık sadece, oyun oynamaktan farksız. ikisi de benim için aynı amaca hizmet ediyor: gerçeklikten kaçmak. gerçekten de roman öykü okumaktan bahsediyorsak eğlenceli bir hobi hepsi bu. romandan öğrenilen kadarı -çok bir şey değil- oyunlardan da öğrenilir ve ikisi de alışan için eşit derecede eğlencelidir.</p><p>bir açıklama: bir insanın çok okuması türkçesini asla iyi yapmaz. konuşmayı beceremediğim gibi türkçe sınavlarında da feci batırıyorum. </p><p>işte böyle zamanla gıcık olmaya başladım insanların kitap okumanın çok önemli değerli bir şey olduğunu düşünmesine. ha bir de "ne kadar değil ne okuduğun önemli"ciler var ki bunlar da ayrı bir elitist grup. ama zaten temelde kitap okumak, entelektüel olmak, akademik eğitime sahip olmak ne zamandan beri bu kadar değerli ki?</p><p>neyse cevabını bauman'ın yasa koyucular ve yorumlar kitabında buldum. (bundan sonra birden çok ciddileşiyor yazı.)</p><p>entelektüel olmak, "hakikat, yargılama, dönemin zevki" gibi kendi uzmanlık alanının ötesindeki evrensel meselelerle uğraşmaktır. bauman, entelektüelin çalışmalarının modern stratejisini ifade etmek için "yasa koyucu" terimini kullanıyor. entelektüellerin sahip oldukları bilgilerin "dünyadışı" olduğuna dair bir imaj var. bu da toplumdaki şu inancı ortaya çıkarıyor: onların "onaylama (veya geçersiz kılma) hakkı ve görevi" vardır. "fikirlerle ilgilenmek" ile fikirlerin etkileriyle ilgilenmek arasındaki ayrım, geniş anlamda aydınları ifade eden "dini kurucular" (entelektüelin kökü olan) ile "sıradan insanlar" arasında bir ayrıma dönüşür. bu ayrımın bir sonucu olarak, toplumsal güç, statü, nüfuz, "toplumsal olarak üretilen artı-değer"e ulaşım, bu kurucuların eline kayar ve "bağımlılık ilişkisi" kurar. düşünenlere bağımlı hale gelenler birden sıradan insanlar olur; eksik ve yetersiz hale, başkalarının müdahalesine muhtaç hale gelir.</p><p>ilkel ya da gelişmiş, karmaşık, medeni gibi kavramlar belirli bir egemenlik yapısının yeniden üretilmesini sağlar. hizmet ettikleri egemenliğin yapısı değişse de, bu tür tüm kavramlar entelektüeller tarafından icat edilmiştir veya mantıksal olarak cilalanmıştır. aslında bu zihinsel eksikliklere -ahlak ilkelerin yeterince kavranamaması; öz düşünme, rasyonel öz analiz yokluğuna- atıfta bulunur. böylece bilgi yüceltilir ve bilgiye sahip olmak üstün olmayı meşru hale getirir.</p><p>erdemin ancak öğretim yoluyla elde edildiği fikri de bunun bir parçası. bu yüzden insanların "eğitilmesi gerekiyor. bir de "uzman" var. uzmanlar insanların davranışları değiştirilmek veya şekillendirilmek istendiğinde ortaya çıkarlar. kendini üst bir yaşam biçimine sahip olarak görür, bir bahçıvan gibi bahçesini budar biçer "kötü otlar"dan temizler. modernliğin ortaya çıkışı, vahşi kültürlerin bahçe kültürlerine dönüşmesidir. ama tabi vahşi kültür ne ki? kültür bile diyemeyiz. tabi ki burada akıl-tutku arasındaki karşıtlık devreye girer. tutku insanın doğal bir yeteneği ama akıl bilgi gerektirir. </p><p>böylece toplumsal düzeni "korumak" için “eğitilmesi” gereken alt sınıflara tehlikeli sınıflar rolü verilir. paradoksal olarak akıl sözde evrenseldir ama onu kullanan birkaç kişi de ayrıcalıklıdır. özellikle fransız devriminden sonra halk gelenekleri küçümsenmeye başladı. köylülük, irrasyonellik ve dolayısıyla aşağılık anlamına gelen cehaletle eşanlamlı hale geldi.</p><p>erken modern çağın seçkinlerine göre, gelenekten arınmış insanlar sonsuz bir biçimlendirme kapasitesine sahip olur. böylece aklın tasarladığı bir formun içine sokulabilir. ama tabi seçim yapma hakkı yok burada halkın. görünüşte merkezde halk vardır ama bu halk rızaları olmadan kontrol edilmesi ve zararsız hale getirilmesi gereken bir kitledir. zaten diderot, d'alambert ve voltaire de halkın vahşiliğini, aptallığını ve cehaletini doğrudan dile getirdiler. ha yanlış anlaşılmasın. bu aydınlatıcıların amacı insanları onların seviyesine yükseltmek değil. halk aydınlanma-ma-lı. "eğitilmeli". </p><p>şimdi diyebilirsiniz ki biz post-modern bir dönemde yaşıyoruz, sen bize modern dünyayı anlatıyorsun. birincisi: biçim post-modern olsa da içerik modern. ikincisi: post modernizmin ortaya çıkış nedenlerinden biri de entelektüellerin yaşadığı bu kriz değil mi? çağdaş güven bunalımı, entelektüel bir kurgudur. sırf bu çağda aydınlar, yasa koyucu olarak kendilerine yer bulamıyorlarsa, medeniyet krizi olarak düşündüğümüz şeyi gözden geçirmemiz gerek. çünkü bu, bir kesimin artık ihtiyaç duyulmayan ve işe yarar olmayan kolektif deneyiminden kaynaklanan bir kriz olabilir. </p><p>* </p><p>evet bu yüzden akademideyim. akademiyi kendi içinden vurmaya gelmiştim. </p><p><br /></p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-34395640454668839592021-11-18T16:30:00.010+03:002023-02-05T12:25:12.520+03:00a typical graduate student<p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="367" src="https://www.youtube.com/embed/9_BeWXSBWr8" width="441" youtube-src-id="9_BeWXSBWr8"></iframe></div><p><br /></p><p>wow kuul, yazacak zaman buldum. </p><p>doktora yapmak hiç de doğru bir karar olmayabilir. akademi düşündüğüme ne zaman bu kadar emin oldum ki zaten? evet sanırım para kazanmanın bir yolu -ya da tek yolu- olarak akademiyi gördüğümde. maaşım (burs ama ben maaş olarak bakıyorum bu süreci biraz eziyet olarak gördüğüm için) yattığında bir anlık mutluluk, sonra yine sorumlulukların hatırlanmasıyla gelen stres. tabi paradan bahsettiğimde yüksek meblağlardan bahsettiğim sanılıyor. yanlış. ben sadece beni geçinme derdine sokmadan geçindirecek kadar paranın peşindeyim.</p><p>tabi bahaneler bulabilirim. yüksek lisans yapmadan doktoraya başladığım için bu kadar zor diyebilirim ama sınıfta yüksek lisans öğrencileri de var. ingilizce anadilim değil nihayetinde de diyebilirim. düzenli çalışma disiplinim de yok. türlü nedenler sayabilirim neden bu sürecin eziyet olduğuna dair ama eninde sonunda hepsinin nedeni benim yetersizliklerim olduğu için hocaları filan suçlamam çok da ikna edici değil. kimi zaman keyif alsam da -sonuçta okuyorum- bir şeyleri yetiştirme stresi içinde okumak hiç hoş değil. yazma kısmı zaten yorucu. her hafta koca koca kitapların boşluklarını bulmaya çalışıyorum eleştiri yazabilmek için. </p><br /><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUoW8x321VxC_wfspHFjNnMfKPLM8JYXEOOhEBZaV0Z2bA-e_ra1h19osE9dpo6oXm8dtqcNyljnCSZUH8crk4elK5sqKAs07j0y-ga0DnD_mmJuSmw3au1AFGBz1ysMKeBvDvwh7Cumaq/s1024/Pieter-Brueghel-il-Giovane-Danza-nuziale-all%25CA%25BCaperto-1610-ca..-Collezione-privata-USA_xl.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="812" data-original-width="1024" height="498" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUoW8x321VxC_wfspHFjNnMfKPLM8JYXEOOhEBZaV0Z2bA-e_ra1h19osE9dpo6oXm8dtqcNyljnCSZUH8crk4elK5sqKAs07j0y-ga0DnD_mmJuSmw3au1AFGBz1ysMKeBvDvwh7Cumaq/w628-h498/Pieter-Brueghel-il-Giovane-Danza-nuziale-all%25CA%25BCaperto-1610-ca..-Collezione-privata-USA_xl.jpg" width="628" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">brueghel'in bu tablosuna bayılmamak mümkün değil. gerçi her şeyi çok iyi.</td></tr></tbody></table><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><p>başka şeylerden de bahsetmek isterim ama bu doktora yüzünden pek bir şey yaptığım söylenemez. </p><p>müzelerle ilgili bir ders aldığım için birkaç tane sergi ve müze gezme fırsatı buldum. tahmin edilebileceği üzere bu dönemki en güzel dersim buydu. amerikalı müthiş bir kadın olan prof da dünyanın en kuul en anlayışlı insanı olabilir. son bir sergim kaldı, onu da gezince beşinin de hakkında yazmak istiyorum buraya. iki de oyun izledim belki onlar hakkında, belki izlediğim iki anime. falan filan. ama şuan bu yazıyı yayınlayacağım yoksa ayları bulabilir diye korkuyorum. evet boş bir yazıydı farkındayım. but this is how i feel. so. </p><p><br /></p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-10222613276606701612021-08-15T15:02:00.009+03:002023-03-12T14:24:22.096+03:00tünelden çıkış<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiL1vdhz1cFkpY4pom8yfY3cxhQp9k7bu6OOAuZXjoxJLQVq3-qpaA-EJ7zpv0cEswiqSWGRamoWvW7LgMk7t4rI0MOzVCt43hiPlBL7jUARU6nW-Crnr4S4KIu_087Fcm35zUVY4fZilIX/s1280/8.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1153" data-original-width="1280" height="535" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiL1vdhz1cFkpY4pom8yfY3cxhQp9k7bu6OOAuZXjoxJLQVq3-qpaA-EJ7zpv0cEswiqSWGRamoWvW7LgMk7t4rI0MOzVCt43hiPlBL7jUARU6nW-Crnr4S4KIu_087Fcm35zUVY4fZilIX/w594-h535/8.jpg" width="594" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">by gaston la touche</td></tr></tbody></table><br /><p>bir ara yine yataktan çıkmayıp günlerimi tam anlamıyla telef ettiğim dönemler yaşandı, doğru. yani gerçeklikle bağım -yine- koptu, hiçbir şey yapmak istemedim. sadece yatıp hayal kurdum ve gerçek (!) dünya ile iletişimimi sıfırladım. ve böylece günü yatakta geçirmiş oldum ama morissey'in düşündüğü gibi beynimi yıkayan kapitalist sisteme dahil olmamak için değil. sonra biraz dışarı çıkıp temiz hava alınca geçti. </p><p>çocukken galiba ders kitabında bir öykü okumuştum. kışın güneşli birkaç gününde çiçek açan erik ağacının sonraki günlerde gelen soğuk havalarda çiçekleri dökülüyordu. aceleci bir ağacın hazin sonu gibi bir şey yani -içimizi mesajla şişirdiler. o zamandan beri erken çiçek açmış bir erik ağacı görünce çok üzülüyorum. ve bundan bahsetmemin sebebi, dört ay çalıştığım kafenin karşısında iki tane erik ağacı var ve erken çiçeklendiler. işi bıraktım. şimdi onlara ne oldu bilmiyorum. ama hayatımda ilk iş gibi işimdi ve çok güzeldi. camdan bir kış ve bir bahar ve bir yaz onları ve insanları izledim. </p><p><a href="https://www.youtube.com/watch?v=1rmAi9XmlIo">spent the day in bed</a></p><p>nihayet altı senelik lisans hayatım bitti ve iki bölümümden de mezun oldum. lisansüstü içinse yaptığım üç başvurudan en çok istediğimden kabul aldım ki bu beni çok çok mutlu etti -e haliyle. hem türkiye'nin en iyi üniversitesi olduğunu düşündüğüm (iddialı biliyorum ama bence öyle) hem de yüksek lisans doktora birleşik program olduğu için. ayrıca asistan olarak çalışacak olmam da beni çok mutlu eden heyecanlandıran bir ayrıntı. sinema ve siyaset okuduktan sonra alan değiştirerek sosyolojiden devam edecek olmamsa tam kendimden -ve herkesin de benden- beklediğim bir hareketti zaten.</p><p>benim için değişiklikler bununla da sınırlı kalmıyor. altı senedir yaşadığım sevgili üsküdar'ımdan da taşınıyorum. bu tabi kısmen üzücü olsa da taşınmayı çok seven bir insan olarak bu semte fazlasıyla doymuştum ve artık değişiklik istiyordum. tabi başlayacağım üniversiteye yakın olması esas karar sebebim oldu. böylece artık yeni mekanım şişli olacak. </p><p>evet, artık tam anlamıyla kendi evim olacağı için -relatively- zero waste yaşama doğru keskin bir geçiş yapmayı planlıyorum. ailem her zaman bu konuda hassas olmuştur dolayısıyla her zaman kimyasal içerikli endüstriyel ürünler konusunda dikkatli ve minimalist olduk, her zaman geri dönüşüme çok dikkat ettik ama yine de asla yeterli bulduğum bir seviyede değiliz. özellikle annemin makul gerekçesi ("burası benim evim") yüzünden de hiçbir zaman istediğim kadar radikalleşemedim. (her ne kadar 50 things i no longer buy gibi videoları izlediğimde lan ben bunları kırk beşini hiçbir zaman almadım zaten desem de.) hatta bir sonraki yazımın bu konuda olmasını planlıyorum, atık azaltmak için neler yapıyorum mesela... ve bu konuda sizin de önerilerinizi bekliyorum açıkçası.</p><p>şimdilik burada bitireceğim yoksa sene sonunu göreceğiz. </p><p><a href="https://www.youtube.com/watch?v=dc7ucX1w94Y">down for the outing</a></p><p>not: sabato'nun tünel kitabını okudum da... şimdi normal bir insan olalım ve tünelden çıkıp biraz yaşayalım. </p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-45935411827935092722021-05-09T01:40:00.008+03:002021-05-09T01:44:11.286+03:00no memory<p><br /></p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKAsRWcDHf7Fyk_XtDYK8ek4qlSVXlA49rjQ53A0_0HEltTqLPunDNjhr2sXstBbc1bm1hcel7xHGNNS5MN8hbZG8Xhzf1A2C9C7jHrmfRcFu2Am6hsbv6Gm27i-7UNJxFE6dM4sMs62IN/s684/kiefer.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="577" data-original-width="684" height="437" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKAsRWcDHf7Fyk_XtDYK8ek4qlSVXlA49rjQ53A0_0HEltTqLPunDNjhr2sXstBbc1bm1hcel7xHGNNS5MN8hbZG8Xhzf1A2C9C7jHrmfRcFu2Am6hsbv6Gm27i-7UNJxFE6dM4sMs62IN/w519-h437/kiefer.jpg" width="519" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><a href="https://www.sothebys.com/en/auctions/ecatalogue/2019/contemporary-art-evening-auction-l19022/lot.11.html?locale=en">anselm kiefer - des herbstes runengespinst, 2006</a></td></tr></tbody></table><p>yağmur yağmış fark etmemişim. açık kalan penceremden içeri girmiş, kilimi ve parkeleri ıslatmış. başımı uzatıyorum. mis gibi hava. dünyanın en eski kokusu. ıslanmış toprak ve çimen. bu tertemiz hava korkunç bir hüzün hissettiriyor? kalbim paramparça oldu durduk, fazla dayanamadım, kapattım pencereyi. bilincim hiçbir şey hatırlamıyor bu havaya dair. benim için dün bile yok. ama bilinçaltımda ya da bedenimin hafızasıdır hatırlayan belki, hayli karanlık bir şeyler olsa gerek. ne yaşamış olabilirim en fazla diye düşünüyorum, beni bu kadar üzmüş olan şeyleri hatırlamam gerekmez miydi? ama yok, hiçbir şey hatırlamıyorum ama ağlamak istiyorum. çok güzel hava çok güzel ben çok kötü hissediyorum çok ağır geliyor dayanamıyorum. durduk yere kedere boğuldum. masamdaki kavanoza bakıyorum. yanlışlıkla kırdığım bitkinin dalını koydum içine biraz suyla. ölmedi ama yaşamıyor da. dal da bana bakıyor. böyle dik dik hem de. dostça olduğunu söyleyemem, niyeti iyi değil. zaten gece olduğuna göre karbondioksit salarak intikam almaya çalışıyor olabilir. alsın bakalım. boş boş oturuyorum. yirmi dört yaşındayım. her şey için geç kalmışım. yeteneklerimi boşa harcadım. elimden geldiği kadar iyi bir insan oldum ama yetmiyor. herkesten özür dilerim. </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/LCKyPBkjnkc" width="320" youtube-src-id="LCKyPBkjnkc"></iframe></div><br /><p><br /></p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-25901718631764903592021-01-03T20:56:00.005+03:002021-01-04T14:06:50.088+03:00yeni yılın ilk günleri<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: helvetica;"><br /></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhn-yr3Zonb-3Cz12Kx56TNXWseB7YAncDYEgqDF8UIVTA4T0Iw-AzzhuISRPY_9Lsr5NO825RAA7GGLARiIXRURmr126pNKqmhFdI1PONjVTGZ-mx_klDh5IcWAjf6MhSXtB-MeMu1u-3O/s1600/WhatsApp+Image+2021-01-01+at+18.35.06.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: helvetica;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="483" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhn-yr3Zonb-3Cz12Kx56TNXWseB7YAncDYEgqDF8UIVTA4T0Iw-AzzhuISRPY_9Lsr5NO825RAA7GGLARiIXRURmr126pNKqmhFdI1PONjVTGZ-mx_klDh5IcWAjf6MhSXtB-MeMu1u-3O/w645-h483/WhatsApp+Image+2021-01-01+at+18.35.06.jpeg" width="645" /></span></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: helvetica;"><br /></span></div><p></p><p><span style="font-family: helvetica;">yatakta, ufo açık, oblomov’u okurken yeniyıla girdim. tek bir havaifişek
sesi bile yoktu. kitabı bitirmeden edemediğim için geç uyumuş dolayısıyle geç
uyanmış oldum.</span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: helvetica;"><span lang="EN-US">perdeleri kaldırıp güneşin odaya girmesine izin verdim, sonra çamaşırları
astım. ardından kahvaltı hazırladım, bu sefer yalnız değildim, babam vardı.
kahvaltıdan sonra makalem için okuma yapmaya başladım. bir ara balkona çıkıp
güneşlendim. öğleden sonra bahçede basketbol oynadım, biraz ip atladım, barfiks
çekmeye çalıştım ve tabi ki çekemedim. ben de mandalina yedim.</span><span><o:p></o:p></span></span></p><p class="MsoNormal">
</p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: helvetica;"><span lang="EN-US">sonra eve döndüm. rüyamda bir arkadaşımı görmüştüm, ikindi vakti ona mesaj
attım ve gördüğüm rüyayı bir öyküye çevirdim. sonra beni yemeğe çağırdılar,
çamaşırları toplayıp yemeğe gittim. dışarıda yedik, güzel bir manzara vardı,
biraz soğuktu ama buna değerdi. yemekten sonra bir aydır yazamadığım cevap
maillerini yazdım. </span><span><o:p></o:p></span></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span lang="EN-US" style="font-family: helvetica;">sonra yeniden tezim için yaptığım okumaya döndüm. ama çok geçmeden atölye dersinin olduğunu anımsadım ve sonra bugün de çok çalışmamış oldum. dersi dinlerken bir yandan arkadaşlarımla çekildiğimiz bir fotoğrafı çiziktirdim. </span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span lang="EN-US" style="font-family: helvetica;">sonra da yatağımda andre maurois'nın çocuk kitabı "şişkolar ve sıskalar"ı okudum. hala emin değilim çocuğumun okumasını ister miyim, belki dokuz yaşından sonra olabilir, en azından bir şeyleri ayırt edebilir hala gelmesi lazım.</span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span lang="EN-US" style="font-family: helvetica;">rüyamda irfan'ı gördüm. irfan'ın var olduğunu unutuyorum bazen, sonra böyle arada rüyama girip kendini hatırlatıyor. rüyamda iyi görüyorum onu hep sonra uyanınca da niyeyse hep böyle güzel anlarımızı hatırlıyorum. üzücü oluyor bu, keşke arkadaş kalabilseydik diye hayıflanıyorum. </span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span><span style="font-family: helvetica;">ikinci gün de farklı geçti diyemem. kahvaltı, basket, yemek, bir başka zoom atölyesi, kapanış. akşam da biraz okuma. ha bir de lise arkadaşıma ahlaksız isteklerimi itiraf. kulağa nuri alçoymuşum geliyor ama öyle şeyler değil. bu uzun bir konu, başka bir zaman buraya da dökerim belki içimi.</span></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span><span style="font-family: helvetica;">gece uyuyamadım, arkadaşlarımla çekildiğimiz fotoğraflara videolara bakarken saat üç oldu. pandemiden önce yaşadığımız o güzel zamanların ne kadar güzel olduğunu anlamak için mi oldu bu pandemi? her gün dışarı çıkıp herkesle görüşebileceğimiz zamanlar gelecek mi? </span></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span><span style="font-family: helvetica;">bugünse erken uyanmama rağmen yatakta dönüp durdum. kalkmak istemedim bir türlü. kahvaltıdan sonra da balkonda güneşlendim. tembellik üstüne tembellik yani. sonra zoraki oturdum ders başına, biraz baktıktan sonra arkadaşım aradı, iki saate yakın da onunla konuştum. sonra akşam yemeği. yine ders. bütün gün bir yandan da müzik dinliyorum.</span></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span><span style="font-family: helvetica;">işte akşam oldu. çayı demledim. müzik, ders, bir yandan wp derken uyku vakti gelecek. iyi geceler.... ikibinyirmibir, bana aksiyon getir.</span></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/jLYsIESNtUc" width="320" youtube-src-id="jLYsIESNtUc"></iframe></span></div><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span></p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-14607044782572191422020-12-19T22:21:00.004+03:002020-12-19T22:21:31.083+03:00vicdansız aylaklıklar<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJ7LqBJ93nVcMnk-UFA2_ASXHIXIRW37iq9mRmaWY311ANp0FBllvPh4J-2AUrt4DpjNt3Jp4vie-FdDk4zBSQAH9QGeUE0AAFS6L44q-Owwe3pwU4QRWF9ZFQcfnbhd9RREOkPWeegVG4/s700/Alphonse+Osbert+-+The+Songs+of+the+Night+1896++-+%2528MeisterDrucke-142720%2529.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="441" data-original-width="700" height="403" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJ7LqBJ93nVcMnk-UFA2_ASXHIXIRW37iq9mRmaWY311ANp0FBllvPh4J-2AUrt4DpjNt3Jp4vie-FdDk4zBSQAH9QGeUE0AAFS6L44q-Owwe3pwU4QRWF9ZFQcfnbhd9RREOkPWeegVG4/w638-h403/Alphonse+Osbert+-+The+Songs+of+the+Night+1896++-+%2528MeisterDrucke-142720%2529.jpg" width="638" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">alphonse osbert, the songs of the night, 1896</td></tr></tbody></table><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="372" src="https://www.youtube.com/embed/fJ2zWRWOp_s" width="448" youtube-src-id="fJ2zWRWOp_s"></iframe></div><p>erken yatmaya çalıştım ve beşte uyandım. biraz yoga yaptım sonra elma yedim ve su içtim. her şey mükemmel gidiyor gibi değil mi? çok sağlıklıyız motiveyiz müthişiz. ama tam makale okumam gereken yerde birden alakasız şeyler okumaya yazmaya başladım. neymiş? ne zaman kalktığının hiçbir önemi yokmuş ne yediğinin de. çalışmıyorsan çalışmıyorsundur. </p><p>*</p><p>sınavlarım olduğu için ailemin evinde daha fazla kalamayacaktım bu yüzden yazlıkta kalıyordum iki haftadır. bilmiyorum yalnız yaşamak kadar güzel bir şey var mı? hele bu deniz kenarında tatlı bir sahil mahallesiyse. güneşli günlerde yürüyüşe çıktım ve gerçekten bazen insan sadece gökyüzüne bakarak mutlu olabiliyormuş, bunu hatırladım. benim gibi yürüyüşe çıkan ya da markete filan giden insanlar dışında -ki onlar da çok az- kimse olmadığı için maske bile takmadan rahatça yürüyebildim ve bunun ne kadar muhteşem bir şey olduğunu hatırladım. yine de kaldırımda yürürken karşıdan birinin geldiğini görünce maskemi takıyorum ve hala pandeminin olduğunu anımsıyorum. eskiden her zaman rahatça yürüdüğümüzü, her yere dokunduğumuzu, sürekli dışarıda yediğimizi, maskesiz gezdiğimizi, marketten aldıklarımızı asla yıkamadığımızı hatırlayınca çok tuhaf geliyor. bu duruma alışmış olmak korkunç, herhangi bir şeye bu kadar çok alışmak da öyle.</p><p>*</p><p>evde yalnız olmanın en güzel yanı herhalde sabahtan akşama kadar sesli müzik dinlemek. kimseyi rahatsız etme endişesi yok. bazen delirip günde üç tane film izleyebilmek. ama yine de kalan günlerde ders çalışmak zorundaydım. yine de bunu yalnız yaşarken yapmak -ya da yapamamak- çok daha güzel oluyor. yalnız olmanın tek dezavantajı sanırım, her sesten korkmak. nereden geldi bu ne oluyor, çatıda biri mi var diye korka korka çatı katına çıkmak ve sonra sesin yalnızca çatıda yürüyen bir martıdan geldiğini anlamak.</p><p>*</p><p>bir gün boyunca çok şiddetli rüzgar esti, kapılar pencereler uğulduyor, ev başıma yıkılacak sandım. sonra başımı pencereden uzattım. rüzgar saçlarımı birbirine kattı. bütün korkum geçti.</p><p>* </p><p>artık marmara üniversitesinde okuduğumu söylemeliyim. ne kadar memnun olmadığımı anlatacak değilim çünkü kimsenin kafasını şikayetlerimle şişirmek istemem ama seneye tercih etmeyi filan düşünen varsa blogun sağ tarafından bulunan kısımdan direk bana yazabilirsiniz, detaylı bir bilgilendirme yaparım. bu sene mezun olacağım -nihayet! umarım yüksek lisans yaparken kendime uygun bir iş bulabilirim. çalışmayı çok istiyorum. para kazanmak güzeldir tabi asıl amacım çalışıyor olmak için çalışmak. artık gerçek hayatta emek vermek ve yorulmak istiyorum. </p><p>* </p><p>çok fazla akademik okuma yaptığımda duygusuzlaştığımı fark ettim, hoş değil. yazmam gereken mailler var ama kendimi toplayamıyorum. buraya yazmanın güzel yanı sanırım söylediklerimin sorumluluğunu almıyor olmam. burası dışında hiçbir yerde sahip olmadığım bir rahatlık. şimdi yeniden eve geldim çünkü bugünlerde havalar çok soğuk. biraz da ailemle vakit geçirip sonra tekrar yazlığa döneceğim. güneşli günlerde. daha önce hiç bu kadar hava durumuyla ilgilenmemiştim.</p><p>* </p><p>kısaca son izlediğim altı filmden bahsetmek istiyorum. </p><p>you don't know jack, 2010: bir ötenazi savunucusu olan dr.jack kevorkian'ın insanların kendilerini öldürmelerine yardım etmesi ve bunun tetiklediği hukuki süreç. all real.</p><p>tenet, 2020: nolan'dan beklentim bu olduğu için beklentimi karşıladı, bence güzel ve keyifli bir filmdi.</p><p>trois couleurs: bleu, 1993: bu filmi daha önce izlemiştima ama çok hatırlamadığım için yeniden izledim ve kesinlikle buna değer. </p><p>the trial of the chicago 7, 2020: ilk yarı çok güldüm ikinci yarı da çok ağladım. eğlenceli politik gerçek. beat kuşağı izlemek isteyenlere.</p><p>better days, 2019: çerezlik diye düşünerek açtığım bir filmdi ağlaya ağlaya ciğerim soldu. gerçek bir olaydan uyarlama. kalbe dokunan bir film. </p><p>simple simon, 2010: bunu da keyfim yerine gelsin diye açtım, sheldon-vari simon'un abisine sevgili bulmaya çalışmasının hikayesi. çerezlik, basit, eğlenceli. kafa dağıtmak isteyenlere. </p><p><br /></p><p><br /></p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-17870161091123110122020-11-30T06:12:00.002+03:002020-11-30T06:13:30.750+03:00istediğin yağmursa<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjn9dXB-hGYX4QAhG9sIy8I7bbntnVNIzS8iy5qgPhNjqD24S6_0Tvi6l-uojhrdi25Gi4CWHpXmhKp4TYds-BvUdsqWVb4W4LXISHeIT16MYeQcUJepuvAqP1XOxkSSK_8FJtu4EIKi_pn/s500/rysselberghe2.png" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="500" data-original-width="412" height="455" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjn9dXB-hGYX4QAhG9sIy8I7bbntnVNIzS8iy5qgPhNjqD24S6_0Tvi6l-uojhrdi25Gi4CWHpXmhKp4TYds-BvUdsqWVb4W4LXISHeIT16MYeQcUJepuvAqP1XOxkSSK_8FJtu4EIKi_pn/w375-h455/rysselberghe2.png" width="375" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><p class="MsoNormal">elégante au miroir (1908)
by theo van rysselberghe<o:p></o:p></p></td></tr></tbody></table><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><p>bundan sonra ne yapmam gerektiğini pek bilmiyorum.</p><p>kendimi ansızın bu cümleyi yazarken buldum. hiçbir şey düşünmeden yazmıştım. bilinçaltıma dair bir şey mi? nedense böyle düşündüm. bundan sonra ne demek, yani ne zamandan sonra? bugünden sonra mı bu yaştan sonra mı? </p><p>*</p><p>kısıtlı bir özgür irade var tabi ama ben önceden sanki genel olarak hayatta büyük seçimler yapmam gerek ama bu seçimler bana bırakılmıyor (biyoloji toplum fizik ne dersen) diye düşünüyordum ama şimdi artık küçük seçimlerin bana ait olduğunu ama aslında bunlarla da bayağı bir şeyi değiştirebileceğimi düşünüyorum, sadece her an bazı seçimlerde bulunduğumun bilincinde olmaya çalışarak fark yaratabilirim gibi geliyor ve bence öyle de oluyor. gün içinde sık sık bir anda durup "şuan gerçekten ne yapmak istiyorum ve ne yapıyorum" diye sormak mesela. değiştir bir şeyleri. değil mi? (umarım)</p><p>* </p><p>şu sıralar akademik uğraşlarla fazlasıyla meşgulüm, roman okumaya bile zaman bulamıyorum. kafam bir dolu konsept ve fikirle dolu. bunları paylaşmak istiyorum bazen burada. ama kimsenin bunlarla ilgilenmeyeceğini düşünüyorum. hepsi kısa vadeli yanılsamalar. öyle mi? of bilmiyorum. akademik makalelerle yazmak istediğim öyküler arasında uçurum var. ben ne yapmak istiyorum? ve ne yapabilirim. gerçekçi olmak ve hayalperest olmak arasındaki fark bu mu?</p><p>* </p><p>ben sosyal bir insan olmuşum ya. introvertlik filan yalan olmuş. gezmek takılmak istiyorum. hatta yeni insanlarla bile tanışmak istiyorum. ama yeniden dışarı çıkabilir olduğumda bunu istememe ihtimalim de yüksek. her şekilde sonuç olarak evdeyim. korona..... koronaaaaaaa.</p><p>* </p><p>yaşamak için sebep bulamıyorum. sabah yataktan kalkmak için. şımarıklık mı bu yoksa nankörlük mü? neyim eksik, neyim kötü? ama sahip olduğum bütün iyi yaşam şartları bile yaşamı anlamlı kılmaya yetmiyor. insanı motive etmiyor. shohei bu problemin, yaşamın kendisinden kaynaklandığını düşünüyor, "felsefeyle ilgilenenler hep böyle" dedi. ayy bu geyik japonya'da da var mı yahu? neyse onu seviyorum yanlış anlaşılmasın. sonuçta kimsenin buna bir cevabı yok: neden yaşamak zorundayız ki?</p><p>*</p><p>yeni-izlenimci bir tabloyla başlayan bir anlamsız bölümün daha sonuna geldik. buyrun metaliniz:</p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/RUV5-ZqQ4o0" width="320" youtube-src-id="RUV5-ZqQ4o0"></iframe></div>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-9219991607599549182020-10-30T16:51:00.002+03:002020-11-01T20:01:24.122+03:00yine zorlaştı<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEie4mGqS0WoEcygGlxIgvOowv7iq1fpW5yQb0GABFc641hq4uB8R3g2mxEQKrw5fyvQ2dye4vaFA8vueXETgd2EiOMW1Iw-rIc8luwYnmMGRjJMU670PI4pA_ynKbn-5WU6OWoCI6rngUE4/s763/SAAM-1956.10.1_1.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="763" height="439" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEie4mGqS0WoEcygGlxIgvOowv7iq1fpW5yQb0GABFc641hq4uB8R3g2mxEQKrw5fyvQ2dye4vaFA8vueXETgd2EiOMW1Iw-rIc8luwYnmMGRjJMU670PI4pA_ynKbn-5WU6OWoCI6rngUE4/w558-h439/SAAM-1956.10.1_1.jpg" width="558" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">maynard dixon - shapes of fear (korkunun biçimleri), 1930-32</td></tr></tbody></table><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/4wJkQOBJumg" width="320" youtube-src-id="4wJkQOBJumg"></iframe></div><p>uzun zaman oldu ve ne yazacağımı da pek bilmiyorum açıkçası ama bir yerden başlamam gerekiyor. elbette yine bir sürü kitap okudum ve pek az film izledim. "i'm thinking of ending things" oldukça güzel ama bir o kadar da depresif bir filmdi. yani moraliniz halihazırda bozukken izlemeyin, özellikle de çok fazla hayal dünyasında yaşayıp hayatınızın boşa geçtiğini filan düşünüyorsanız. </p><p>okuduklarım arasından ise şiddetle tavsiye etmek istediğim ne var diye düşünüyorum. mithat cemal kuntay'ın üç istanbul'u sanırım şimdiye kadar okuduğum en iyi dönem romanıydı. jan-werner müller'in popülizm nedir kitabı da çok güzeldi ve en azından benim için yeterince derin açıklamalar mevcuttu. fuat sevimay'ın anarşık kitabını da pek beğendim. sonra borges'in yedi gece'si. edebiyatla ilgili inceleme sevenler için çok güzel bir deneyim olacak ama sadece bununla da kalmıyor, budizmden karabasana değişik değişik konuşmalar. knut hamsun'un dünya nimetleri'ni de zevkle okudum. kırsal hayat çalışkan köylü güzellemesi ama bunu öyle iyi yapıyor ki keyifle okuyorsunuz. en azından benim için öyleydi. sonra platonov'un öykülerinin olduğu dönüş kitabını okudum ki zaten sevdiğim bir yazarı daha çok sevmemle sonuçlandı. bir de kimseden duymadığım ama bayıldığım bir kitap, lyonel trouillot'dan bağımsızlık kutlaması, çok çok iyiydi. ve klasiklerden jack london'ın deniz kurdu'nu okudum ki aşırı sürükleyiciydi. heyecandan kitabı elimden bırakamadım.</p><p>onun dışında son bir aydır hayli sosyalleştim, yorulacak kadar. evde kalmayı özleyecek kadar dışarı çıktım, hemen her gün. aa en büyük gelişmeden bahsetmeyi unuttum. yoga yapmaya başladım. kırk dört gün oldu ve atladığım tek gün yok. kendimi daha sağlıklı hissediyorum, umarım bırakmam. eğer siz de benim gibi spor yapmaktan hiç hoşlanmıyorsanız yogayı deneyin, spordan çok daha keyifli bir şey.</p><p>bu yazıyı yazmaya geri dönebilmek için bir teşebbüs olarak görüyorum. biraz zorla yazdığımı itiraf etmem gerekiyor, zaten okurken bunu hissettiğinize eminim, bu yüzden özür dilerim. fakat şu ara yaşama motivasyonum yine düştü. siz böyle hissettiğinizde ne yapıyorsunuz?</p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-60996842027137306292020-09-13T15:21:00.008+03:002020-09-15T21:13:11.152+03:00challenge sonu kitap yorumları<p></p><p class="MsoNoSpacing" style="line-height: 150%;"><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJhXC12ROOnYgdN-7LRA-Wn1lWZrLht2cG48LvFpDCjC8LMJRfrtBCM2yi9_n5UgBPZPxn8em6DSHGoxMdW8WfnmEEQ5jHy0Y9vafxK6sTugz1eTvFDeifxod-j2azAUXeyA2pnZKwqpKi/s1600/WhatsApp+Image+2020-09-13+at+15.14.34.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: helvetica;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="469" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJhXC12ROOnYgdN-7LRA-Wn1lWZrLht2cG48LvFpDCjC8LMJRfrtBCM2yi9_n5UgBPZPxn8em6DSHGoxMdW8WfnmEEQ5jHy0Y9vafxK6sTugz1eTvFDeifxod-j2azAUXeyA2pnZKwqpKi/w625-h469/WhatsApp+Image+2020-09-13+at+15.14.34.jpeg" width="625" /></span></a></div><p></p><p class="MsoNoSpacing" style="line-height: 150%; text-align: center;"><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;"><span style="font-family: helvetica;"><a href="https://www.youtube.com/watch?v=QXZPBVv9T-g" target="_blank">fil bo riva - like eye did</a></span></span></p><p class="MsoNoSpacing" style="line-height: 150%; text-align: justify;"><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;"><span style="font-family: helvetica;">tam bir kişinin katıldığı okuma
challenge'ımızın sonuna geldik. mrs.soda'ya teşekkürlerimi sunuyorum. kendisi
dilerse buraya yorum olarak ya kendi bloguna okuduklarıyla ilgili yorumlarını
yazabilir. daha verimli olsun diye bir süre kısıtlaması koymuştum ama şimdi buna
gerek yok, istediğin zaman yazabilirsin sevgili soda hanım. mail adresim
yoluyla benimle iletişime geçersen kitapları gönderebilirim: <a href="mailto:yagmurd17@outlook.com">yagmurd17@outlook.com</a> (mail adresim
hemen sağda en üstte. herhangi biri de ne zaman isterse yazabilir. muhakkak
cevap veririm.)</span></span></p>
<p class="MsoNoSpacing" style="line-height: 150%; text-align: justify;"><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;"><span style="font-family: helvetica;">şimdi kitapların yorumlarına
geçebilirim.</span></span></p>
<p class="MsoNoSpacing" style="line-height: 150%; text-align: justify;"><span style="font-family: helvetica;"><i><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;">“daha önce okumadığım bir türk yazar”</span></i><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;">
kategorisinde oya baydar’ın <i>köpekli çocuklar gecesi</i> kitabını okudum. bu
kitabın çok iyi fikirler içermesine rağmen iyi yazılmamış olduğunu düşünüyorum.
büyük bir beklentiyle başlamıştım çünkü ekolojik bir distopyanın epik
kahramanlar olan köpekli çocuklar (bunlar da aslında sistemin dışında kalan
sınıfsız da diyebileceğimiz sokak çocukları, mülteciler vs.) çok güzel ve
orijinal bir fikir. ama kitapta hikaye çocukların bakış açısından değil, doğa
bilimci bir kadının bakış açısından geçmişe dönük olarak anlatılıyor. bence en
büyük sorun bu anlatım tekniği, her ne kadar nuh tufan hikayesinin yeniden
kurulması, nuh'un gemisinin oturduğu rivayet edilen dağda sembolik olarak adem
ve havva'nın sonlarını beklemesi fikir olarak çok güzel olsa da, sürekli geçmiş
hakkında konuşmaları yordu ve sıktı. o an yaşanırken anlatılıyor olsaydı daha
etkileyici olacağını düşünüyorum. böylece belki bu kadar informatif diyaloglar
ya da paragraflar olmazdı, romanın kurulduğu dünya kendini satır aralarında ele
vermeli ama kitapta kadın ve adam belgesel anlatıcısı gibi olmuş. ve çok çok
fazla tekrara düşmüş gerçekten, editör bir şey dememiş mi bu konuda merak
ediyorum. elli altmış sayfa çıkarırım bu kitaptan ve hiçbir şey eksilmez. yazar
iklim krizine dikkat çekmek istemiş, bu konuda farkındalık kazandırmak istemiş,
takdir ediyorum bu amacı çünkü iyi tezli roman da yazılabilir ama bence bu eser
biraz fazla manifesto gibi. bir de son olarak karakterin sürekli amneziye sebep
olan virüs hakkında konuşmasını ama her şeyi fazlasıyla ayrıntılı olarak
hatırlamasını çelişkili buldum. genel olarak okunması kolay bir romandı bu
yüzden yüksek bir beklentiyle başlanmazsa keyifli ve akıcı olabilir.</span></span></p>
<p class="MsoNoSpacing" style="line-height: 150%; text-align: justify;"><span style="font-family: helvetica;"><span><i><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;">“güney amerikalı bir yazar”</span></i><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;">
kategorimde<b> </b>ekvadorlu yazar mauro javier cardenas'ın <i>devrim, yeniden</i>
kitabı vardı. gerçi kitabın orijinal adı revolutionaries try again’miş ama bu
ufak değişikliğin başlık için daha etkileyici durduğunu inkar etmeyeceğim. </span></span><span style="text-indent: 35.4pt;">aynı anda
hem bu kadar politik hem de bu kadar kişisel olabilen bir roman daha okumuş
muydum, bilmiyorum. cardenas kendinden çok fazla şey koymuş romana, doğduğu
şehri, okuduğu üniversiteyi ve muhtemelen pek çok anısını. birçok farklı
anlatım tekniği kullanması hem kitabı zenginleştirmiş hem de okumayı
zorlaştırmış ama sanıyorum kültürel farklılıkların da etkisi vardır bunda. </span><span style="text-indent: 35.4pt;">roman, bir
cizvit lisesi olan san javier’li üç arkadaşın lisenin bitişinden on iki yıl
sonra ekvador’un yaklaşan başkanlık seçimlerine aday olma fikri etrafında bir
araya gelmelerini anlatıyor. ama bunu anlatırken bu üç karakterin, hatta daha
fazlasının, zamansız düşüncelerini okuyoruz. seksenler ve doksanlar boyu,
yöneticilerin yolsuzlukları ayan beyan ortada ve ülkenin yüzde altmışı fakirlik
içinde yüzüyorken idealist gençlerin şansı olabilir mi? bir yanda eski başkanın
özel kalemi olan leopoldo var ki bu başkanlık adayı olma fikrini ortaya koyan
o, realpolitik’i en iyi anlayan da o. diğer yanda stanford’da ekonomi ve
siyasete dair birçok şeyi farklı görmeye başlamış yıllar sonra ülkesinde dönen
antonio var, ve onlardan daha alt bir sınıftan gelen radyocu oyun yazarı
rolando. ve üç karakterin de babalarıyla olan problemleri hayatlarında merkezi
bir yer alıyor. </span><span style="text-indent: 35.4pt;">ama bu
idealist görünen gençler gerçekten de o kadar iyiler mi? gerçekten de o kadar
fedakâr ve azimliler mi, dürüstler mi, masumlar mı? ya diğer arkadaşları? bütün
bu anılar ve düşünceler akarken bir yandan da ülkenin siyasi yozlaşmışlığını,
yoksulluğu, hırsızlığı, suçluları, suçluluğu okuyoruz. çok eleştirel çok
sarkastik bir dil. kitaptan belli bölümleri alıntılamak çok zor çünkü hep bir
bütünlük içinde gidiyor, bazen bir iki sayfayı toptan paylaşmak istedim çünkü
başka türlü ne kadar etkileyici olduğu anlaşılmıyor. bir yandan da bir şeyler
yazmaya çalışan antonio’nun düşünceleriyle birlikte yazarın yazma sürecine de
dahil olarak üçüncü bir katmanı görüyoruz. ileride bir gün elime geçerse bu
kitabı orijinal dili olan ingilizceden okumayı çok isterim. bu da güzel ve
açıklayıcı olduğunu düşündüğüm bir yazı: </span><a href="https://roughghosts.com/2016/11/10/you-say-you-want-a-revolution-the-revolutionaries-try-again-by-mauro-javier-cardenas/" style="text-indent: 35.4pt;" target="_blank" title="https://roughghosts.com/2016/11/10/you-say-you-want-a-revolution-the-revolutionaries-try-again-by-mauro-javier-cardenas/"><span color="windowtext" style="text-decoration-line: none;">https://roughghosts.com/...uro-javier-cardenas/</span></a></span></p>
<p style="background: white; line-height: 150%; text-align: justify;"><span style="font-family: helvetica;"><i><span style="color: #222222; line-height: 150%;"><span>“daha
önce edebiyatından hiç okumadığım bir ülkeden bir kitap” </span></span></i><span style="color: #222222;">kategorisi için elimdeki kitaplara bakıp izlanda’yı
seçmiştim. halldor laxness'in </span><i style="color: #222222;">salka valka</i><span style="color: #222222;"> kitabını okudum. bu kitap
hakkında kafam biraz karışık. öncelikle yordam bir yayınevi olarak bastığı
kitaplarda marksist-sosyalist bir tema takip ediyor. salka valka’da da bu konu, özellikle ikinci yarısında, baskın bir şekilde mevcut ama sosyalizmin bir çeşit övgüsünden
ziyade eleştirisi gibiydi. belki benim bakış açımdan kaynaklanıyordur tabi ama
bilemiyorum. belki yordam objektif olmak da istemiş olabilir, dedim ya kafam karıştırdı. ama bunun dışında gerçekten de daha önce çok
düşünmediğim bir coğrafya ve yaşam biçimiyle beni yüzleştirdi, böyle diyorum
çünkü kitabın çoğu kısmı benim için bayağı üzücüydü. kolay okunan akıcı, fazla
gerçekçi bir kitap, tavsiye ederim.</span></span></p>
<p style="-webkit-text-stroke-width: 0px; background: white; font-variant-caps: normal; font-variant-ligatures: normal; line-height: 150%; orphans: 2; text-align: justify; text-decoration-color: initial; text-decoration-style: initial; widows: 2; word-spacing: 0px;"><span style="font-family: helvetica;"><i><span style="color: #222222; line-height: 150%;">“kurgu dışı bir kitap”</span></i><span style="color: #222222; line-height: 150%;"> kategorimde sevcan sönmez'in <i>filmlerle
hatırlamak</i> çalışması vardı. bellek ve hatırlama üzerine yapılmış akademik
çalışmaların yol gösterimiyle 8 adet türk filminin analizi desem fazla mı
basite indirgemiş olurum acaba? (bence olmam nys) teorik kısmına aşina olduğum için (sinema öğrencisi olmamın da etkisi vardır muhakkak) benim için kolay okunan bir
kitaptı, normalde teorik bir kitabı bu kadar hızlı okuyamazdım herhalde. bu
filmleri izlememiş bile olsanız ki ben de hepsini izlememiştim analizleri okumak gerçekten keyifli oldu -kalanları izlemeye gerek duymadım. ve sadece
hatırlama meselesi değil aslında başka birçok konudan da bahsediyor. bu yüzden
film analizi okumaktan hoşlanan herhangi birinin bu kitabı keyifle okuyacağını
düşünüyorum. biraz tekrara giriyor ama o kadar da olur.<o:p></o:p></span></span></p>
<p class="MsoNoSpacing" style="line-height: 150%; text-align: justify;"><span style="font-family: helvetica;"><span><i><span style="color: #222222; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;">“uzun süredir elinizde
olan ama hala okumadığınız bir kitap”</span></i><span style="color: #222222;"> kategorimle<b> </b>rafta<b>
</b></span><span style="background: white; color: black;">tam 6 yıldır okunmayı
bekleyen tanpınar’ın <i>yahya kemal</i> kitabını nihayet bu challenge sayesinde
okumuş oldum. kitap aslında biraz yarım çünkü tanpınar öldükten sonra onun
çalışmalarından oluşturulmuş, kendisinin ekleyeceği çıkaracağı çok şey vardır
eminim. tanpınar, hocası ve arkadaşı olan yahya kemal'i anlatırken aynı zamanda
divan edebiyatından tanzimat edebiyatına, fransız şiirine, milliyetçiliğe dek
birçok konudan ve kişiden de bahsediyor. şiir analizi de yapıyor kendi
anılarını da anlatıyor. özellikle üniversite sınavına hazırlanırken edebiyat
çözecekler için hem keyifli bir okuma hem de biraz ders çalışma yerine
geçebilecek çok güzel bir kitap. o zamanlarda okumuş olmayı isterdim, üzgünüm.
ama bazı açılardan da okunması biraz zor özellikle fransız şiirine dair bir
şeyler bilmek gerekiyor ya da okurken araştırmak. bu yüzden zorlandığım yerler
oldu. ben şiirle çok da ilgili bir insan değilim nihayetinde.</span></span><span style="background: white; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;"><o:p></o:p></span></span></p><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: helvetica;">evet şimdilik bu kadar. bundan sonra da challenge yapmam herhalde akjdhsfjlknfkjd ama siz kendi kendinizi motive etmek için yapın güzel oluyor</span></div><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: helvetica;">sevgiler</span></p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-79846706075771969922020-08-26T12:16:00.000+03:002020-08-26T12:16:42.409+03:00bir okuma challenge ve çekiliş<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="440" data-original-width="540" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwokFXWh-05DoBlmXpn7KZ5od_stE-wxmOThhAzlJ6VCn4htI0Hny1GLRnsEk1Te8bWwD0crdMOR3omW3NjbwMpofuae5qO2SFJ56pcui-9F-YrSNLFb_AvcA817ZCIx0pPFtscBsXLCL3/s0/Black-Red%252C+1928%252C+Wassily+Kandinsky.jpg" /></div><div style="text-align: center;">kandinsky, black-red, 1928</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/jpOA_M1VcZc" width="320" youtube-src-id="jpOA_M1VcZc"></iframe></div><p>evet bunu neden daha önce yapmadım bilmem. beş kitaplık on beş gün sürecek bir okuma challenge'ı yapmak istiyorum. challenge'a katılanlardan birine de şu kitaplarımı hediye etmek istiyorum. (bu kitapların hiçbir hasarı yok ama sıfır da değiller yani, ben okudum sonuçta.)</p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDCrlMSDI9IYYRHsj02lf2wWFD7OydgLUUi2gDBx98ZFW6NzVrcX3sjF35zCtIm-McCdPF0dDOWvQQ833Mx3oXPQ6zUEa2KRlDNOsHI3NaBoouo9R7KQw5cpWLrQ1LA1LDZEjNsaGKwr4B/s1405/WhatsApp+Image+2020-08-26+at+12.02.49+%25282%2529.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1405" data-original-width="1055" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDCrlMSDI9IYYRHsj02lf2wWFD7OydgLUUi2gDBx98ZFW6NzVrcX3sjF35zCtIm-McCdPF0dDOWvQQ833Mx3oXPQ6zUEa2KRlDNOsHI3NaBoouo9R7KQw5cpWLrQ1LA1LDZEjNsaGKwr4B/s640/WhatsApp+Image+2020-08-26+at+12.02.49+%25282%2529.jpeg" /></a></div><p>katılmak için bir blogunuz olmasına gerek yok. 30 ağustos pazar günü başlayıp 14 eylül' kadar beş kategoride birer kitap okuyacağız. katılmayı düşünenler bu postun altına neler okuyacağını yazarsa (ya da eğer blogları varsa oraya yazıp buraya link bırakabilirler) güzel olur, böylece katılan kişi sayısı çarpı beş kadar kitabın okunduğunu biliriz ve sonra bu kitapların yorumlarını okuruz. o da şöyle olacak: eylül'ün 12si veya 13'ünde yayınlayacağım yazıya (benim okuduğum kitaplarla ilgili bir yazı olacak) bu kitaplarla ilgili üç cümle -isterseniz daha uzun da olur tabi ki- yazdığınız yorumlarla çekilişe katılmış olacaksınız. tabi ben kitap istemiyorum sadece katılacağım da diyebilirsiniz. 15'inin akşamı da çekiliş sonucunu yine buradan duyuracağım. umarım çokça katılan olur ve keyifli bir okuma süreci geçiririz.</p><p>ben kendim için şu beş kategoriyi belirledim. siz de isterseniz bu kategorileri aynen alın ya da biraz değiştirin, bu konuda katı kurallarımız yok. ayrıca okumaya hemen bugün de başlayabilirsiniz tabi.</p><p><b>daha önce okumadığım bir türk yazar</b></p><p>türk yazarlar arasında yenileri keşfetmek her zaman güzel bir deneyim diye düşünüyorum. ben oya baydar'ı ve onun "köpekli çocuklar gecesi" kitabını seçtim. bu kategori için.</p><p><b>güney amerikalı bir yazar</b></p><p>bu kategori için ekvadorlu yazar mauro javier cardenas'ın "devrim, yeniden" kitabını seçtim.</p><p><b>daha önce edebiyatından hiç okumadığım bir ülkeden bir kitap</b></p><p>ben bu kategori için izlanda ve halldor laxness'i seçtim. kitabım "salka valka".</p><p><b>kurgu dışı bir kitap</b></p><p>karar vermesi zor oldu ama sevcan sönmez'in "filmlerle hatırlamak" kitabını seçtim.</p><p><b>uzun süredir elinizde olan ama hala okumadığınız bir kitap</b></p><p>hemen herkesin böyle bir ya da birkaç kitabı vardır bence. belki okumaya korkuyoruzdur belki hevesimiz kaçmıştır. ama şimdi o kitabı okuma zamanı. benim için bu kitap tanpınar'ın yazdığı "yahya kemal" kitabı. 2014'te almışım ya, altı yıl olmuş, altı. o sıralarda yahya kemal'in bütün eserlerini okumuştum bu yüzden bu biyografiyi merak ediyordum. ama sonra zaman geçti, ben ilgimi kaybettim ve okumadım. o yüzden artık bu meşum erteleme işine son vermeliyim.</p><p>*** </p><p>evet bu kadar. umarım katılan birileri olur ve eğleniriz. kendinize iyi bakın</p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-13496095303982890862020-08-19T21:46:00.000+03:002020-08-19T21:46:27.032+03:00bir günüm nasıl geçmiyor<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgj4aRiotVM8h7JA_WsVXwKQ4248qlURPG-hcCb6LqN4ajfyFavdBYjvp3gYJK6hcY4JbdB3sO9CaJmTHbjbUmdUF3a9m5mdTnUYPYHrzoUJ3TAKIy11VixcahSDqq_oEHr3J9oDUx1cp_G/s900/32a61798137b2ba74859f8a8dbad7040.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="900" data-original-width="600" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgj4aRiotVM8h7JA_WsVXwKQ4248qlURPG-hcCb6LqN4ajfyFavdBYjvp3gYJK6hcY4JbdB3sO9CaJmTHbjbUmdUF3a9m5mdTnUYPYHrzoUJ3TAKIy11VixcahSDqq_oEHr3J9oDUx1cp_G/s640/32a61798137b2ba74859f8a8dbad7040.jpg" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">(yirminci yüzyılda yaşayan) francis bacon. 1927. </div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/zcKq4fVdnAg" width="320" youtube-src-id="zcKq4fVdnAg"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">marbl - the mechanism of all temporary things</div><p>günümün can sıkıntısından nasıl geçmediğine ama aslında bir şekilde geçtiği için ve ben hayatımın en güzel yıllarını bu şekilde harcadığım için üzüldüğüme dair bir yazı. </p><p>sabah uyandığımda güzel bir rüya görüyorduysam uyandığım için canım sıkkın. uykuma geri dönme arzusundayım ama bu imkansız, hissedebiliyorum. babam odaya girer, gözlerimi aralarım sonra geri kaparım. ama babam asla rahat bırakmaz, odamda oyalanır yanıma gelir bir şeyler yapar filan derken tamamen ayılmış olurum ama bir miktar sinirle. annem beni uyandırdığı için babama kızar ama olan olmuştur. kahvaltıyı hazırlayan anneme yardım ederim. belim çok ağrıyorsa yemekten önce birkaç esneme hareketi yaparım çünkü yemekten sonra eğilsem kusacak gibi olurum. mide rahatsızlıkları falan filan. her sabah annem az yediğimi iddia eder ben de aksini ispatlamaya çalışırım. annemle bir şeyler üzerine sohbet ederiz. babam sofrada olup olmadığına dair ipucu verecek bir harekette bulunmaz. sessizce yemeğini yer ve sonra çay içer. yemekten sonra çay içmek onun günlük keyif vaktidir. sonra giyinip işe gider. biz annemle evi biraz toplarız. asgari düzeyde iş yaparız ama öyle detaya inmeyiz. öğretmen olan annem işe başlamasına az kaldığını düşünüp üzülür. ben hala salgının bitmemiş olduğunu düşünüp üzülürüm. sonra bir şeyler okuyup izleriz, ayrı ayrı tabi. ben biraz twitter biraz yutuba bakarım. yeterince gereksiz bilgiyle dolduğuma emin olunca sıkıntıdan patlayarak biraz kitap okurum. sonra mümkün olduğu kadar kısa sürede yemek yaparız. bazen de yapmayız. meyve filan yeriz. sonra biraz daha zaman öldürme ve kitap okuma vakti. bu aralar yeni bir aktivite eklendi, yakında doğacak yeğenime süveter örüyorum. o sıradan akademik seminerler dinliyorum, bu işte çok acemi olduğumdan aşırı yavaş ilerliyorum, günde üç sıra filan örüyorum. akşam da babamla ya da annemle film izliyoruz. bazen de onlar izliyor ben odamda oturuyorum. dün akşam anneme 1984'ün filmini izletip psikolojisini bozdum. nadiren de liseden arkadaşlarımla buluşuyorum, bir parkta oturup dondurma yiyoruz ya da bir yerde kahve içiyoruz. hayatımızdan şikayet ediyoruz ama bir çözüm bulamıyoruz. pandeminin bir an önce bitmesini ummaktan başka çaremiz yok. eğer yazlığa gitmişsek, bu genelde haftasonu oluyor, daha hareketli geçiyor. kuzenlerimle basketbol oynuyorum, denize gidiyoruz, suluboya origami filan yapıyoruz, yeni oyunlar uyduruyoruz. bir ara yay ve ok, bir de hedef tahtası yapıp yarıştık. bazı günler kendimi öyle mutsuz hissediyorum ki hiçbir şey yapamıyorum. o zaman bloga yazayım diyorum. herhangi bir şey. çok başarısız bir yazı olacak bile olsa. sonra işte böyle aklıma geleni yazıyorum.</p><p>eğer kendi sıkıntımı sizinkiyle çarpıştırarak sizinkini ikiye katladıysam kusura bakmayın. ben de böyle olsun istemezdim. ama ne yapabilirim? ne yapmalıyız?</p>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-51943806001576940242020-08-17T20:28:00.005+03:002020-08-17T20:28:59.415+03:00birkaç güzel roman<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMo0FhwUuwusAmvRdwMbAtm-ksM1duRuAN9I8bT4pnY_oDYMj5VwQRLao7zz3SFML90d-omfgZJUPpW52TnjV6qoLILXaOmj6Rdw3je-zZHaDZJBRV-Z-gLxXrr-60FqNb-sGgQcl2XxJQ/s1244/WhatsApp+Image+2020-08-17+at+20.22.47.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1244" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMo0FhwUuwusAmvRdwMbAtm-ksM1duRuAN9I8bT4pnY_oDYMj5VwQRLao7zz3SFML90d-omfgZJUPpW52TnjV6qoLILXaOmj6Rdw3je-zZHaDZJBRV-Z-gLxXrr-60FqNb-sGgQcl2XxJQ/s640/WhatsApp+Image+2020-08-17+at+20.22.47.jpeg" width="640" /></a></div><div><br /></div>son zamanlarda pek bilinmediğini düşündüğüm çok güzel kitaplar okuduğum için bunları sizinle paylaşmak istedim. hepsi timaş çünkü en son öyle bir alışveriş yapmıştım indirimden dolayı. iyi ki de yapmışım. çok iyi olduğunu düşünmediğim bir kitabı koymadım listeye.<div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/sFrNsSnk8GM" width="320" youtube-src-id="sFrNsSnk8GM"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div><div><br /></div><div>meşa selimoviç - derviş ve ölüm</div><div><br /></div><div>yıllardır kitapçıda ne zaman görsem okumak isterdim ama acele etmeyişim iyi olmuş. hem tatil vakti tam odaklanarak okumak hem de bu yaşımda okumak iyi geldi. öncelikle kitabın başında yazarın önsözünü okuduğumda biraz canım sıkıldı. çünkü yazarın kardeşi ölüyor ve kitabın ana karakteri mevlevi tekkesi şeyhi ahmet nurettin'in kardeşinin ölümü ve sonrasında yaşadıkları da bunun etkileriyle yazılmış. ancak bir fark var, önsözde yazar devrime duyduğu inançtan bahsediyor, romanda ise bunu ahmet'in dini inancı olarak ele almış. e haliyle okurken de ne zaman ahmet allah'itan dinden bahsetse ben selimoviç'in devrimi kastettiğini mi düşünerek okudum. bu ikisi arasında kurduğu paralelliği anlayabilsem de romandaki bazı noktalar muallakta kaldı gibi hissettim. yine de çok güzeldi, kısmen okuması zor ve hacimli bir eser olmasına rağmen o kadar akıcıydı ki iki günde bitirdim. </div><div><br /></div><div>jose eduardo agalusa - unutmanın genel teorisi</div><div><br /></div><div>angola'dan bir kitap okumak bence başlı başına güzel bir his. ama kitap öyle güzel ki bu olmasa bile olurdu. angola bağımsızlık savaşı başladığı sırada korkudan kendini eve kitleyen bir kadın yirmi sekiz yıl evden hiç çıkmadan yaşıyor. kitap bir yandan onun yalnızlığını yaşam mücadelesini anlatırken diğer yandan hayatı bu kadınla kesişen herkesten de bahsediyor ve bu sırada angola tarihi üzerine de birçok şey öğrenmiş oluyorsunuz. </div><div><br /></div><div>olga tokarczuk - sür pulluğunu ölülerin kemikleri üzerinde</div><div><br /></div><div>nobel alınca hemen ünlü olan olga hanımın bu kitabından uyarlanarak çekilmiş filmi spoor (2017)'u istanbul film festivalinde izleyip çok beğenmiştim. bu kitabı alırken şöyle bir düşündüm ve filmi çok az hatırladığımı fark ettiğim için okuyabilirim dedim. iyi ki de öyle yaptım, ilk defa karşılaştığım bir hikaye gibiydi ve çok etkileyiciydi. ellilerinin sonunda polonyanın dağında yaşayan astrolog diyebileceğimiz çevreci/vegan (ama bu etiketlerin yüzeyselliğinden uzak) bir kadının yaşadığı bölgedeki avcılığa karşı öfkesini anlatıyor.</div><div> </div><div>tarjei vesaas - buz sarayı - kuşlar</div><div><br /></div><div>vesaas'la buz sarayı kitabıyla tanışmıştım birkaç yıl önce. masalsı bir hikaye anlatmasına rağmen fazlasıyla üzüldüğümü etkilendiğimi hatırlıyorum. ama sanırım kuşlar daha ünlü ve onu daha yakın zamanda okuduğum için mi bilmiyorum daha çok beğendiğimi düşünüyorum. bir abla ve onun birazcık zihinsel olarak farklı olan erkek kardeşinin hayatları, bu kardeşin zihninden aktarılıyor ve ablasını her şeyi olarak gören kardeşcik (neredeyse 40 yaşında bir adam) hayatlarına bir yabancı girmesiyle sarsılıyor. </div><div><br /></div><div>claudio morandini - kar köpek ayak - taşlar</div><div><br /></div><div>dino buzzati'ye benzetildiğini okuyunca hemen morandini ile tanışmam lazım dedim. buzzati en sevdiğim yazarlarda ilk üçe girer. ismini yazdığım iki kitabı da okurken atmosferin içine gömüleceğiniz ve sonra kitabı düşündüğünüzde o hissi yeniden yaşayabileceğini kadar etkili. özellikle taşlar'ın daha çok buzzati-vari bir eser olduğunu düşünüyorum, olağanüstü bir hikaye (taşların canlanması ve her yeri kaplaması) anlatıyor olmasına karşın hikaye bugünde geçiyor ve alabildiğine gerçekmiş gibi anlatılıyor ki kitabı inanılmaz kılan da bu anlatım tekniği. </div><div><br /></div><div>mattias faldbakken - garson</div><div><br /></div><div>ne bir yerde gördüm ne de duydum daha önce ama gerçekten çok beğendim ve hani öyle bir kitap ki zaman geçtikçe daha çok beğendiğimi fark ediyorum kdsjhfkj üst düzey bir restoranda garsonluk yapan bir adamın dilinden sanata, avrupalılığa, çocukluğa, modaya ve daha birçok şeye dair düşüncelerini izlerken bir yandan da restoranda gelişen olayları takip ediyoruz. ilerleyen yıllarda yeniden okumak istediğime eminim. </div><div><br /></div></div><div>siz bu aralar ne okuyorsunuz, ne seviyorsunuz? </div>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-12969764436690234902020-08-06T13:03:00.003+03:002023-02-11T16:51:25.631+03:00korece müzikten seçmeler<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgupfo3LdGffhxvv62PasnwiaaZPRta2CNlNn2vzG0zUR33rauPRjI07oyrTd1Gcd3HSSukBQml64BjZxmUfa-oLr9Rcqh_F9BdQOcUXKY3In-y3LEmZr-vD6nmWXsGsiqAxMN5i09h0pz2/s1000/primary-3-PAKTORY01.jpg" imageanchor="1" style="display: block; padding: 1em 0px;"><img border="0" data-original-height="1000" data-original-width="1000" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgupfo3LdGffhxvv62PasnwiaaZPRta2CNlNn2vzG0zUR33rauPRjI07oyrTd1Gcd3HSSukBQml64BjZxmUfa-oLr9Rcqh_F9BdQOcUXKY3In-y3LEmZr-vD6nmWXsGsiqAxMN5i09h0pz2/s640/primary-3-PAKTORY01.jpg" /></a></div>yine iddialı bir başlık ama farkındaysanız olumsuz bir ima taşıyor. çünkü bugün toplumda (en azından türkiye'de) sadece ergenlerin kore pop müziği dinlediği algısı var. bu yüzden bu müziği dinlemek de "ergence" bir şey. ha ben önyargılarımın esiri değilim, kimin ne söylediğini de umursamam diyorsanız doğru yerdesiniz.<div><br /></div><div>şimdi işin aslına bakarsanız 15 yaşındaki birinin ariana grande fanı olmasıyla bts fanı olması arasında pek bir fark yok. ya da herhangi bir ünlünün fanı olmaktan bahsediyorum çünkü temelde hepsi aynı eğlence endüstrisi içinde benzer işlevler görüyorlar. sadece bir sorun olduğunu düşündüğüm tek nokta, fanlık eyleminin abartılması ki kore popunu toplum nezdinde itici yapan şey de bu. justin bieber'ı ya da one direction'ı itici yapan da buydu. bence, kore popu ya da onunla aynı kefeye koyduğum diğer şeyler sadece sizi eğlendirdiği sürece anlamlıdır. sizi yoracak, üzecek kadar önemsememeniz gereken şeylerdir. aynı zamanda iğrenecek ya da nefret edecek kadar da ciddiye alınmamalıdır.<div><br /></div><div>evet, bugünlerde kimsenin "kore popunu sevmek istiyorum ama nereden başlayacağımı bilmiyorum" dediğini düşünmüyorum fakat ben bir zamanlar bunu dedim. fakat kendi yolumu kendim bulmam gerekti ama size bir güzellik yapacağım ve eğer siz de hazırsanız önyargılarınızdan kurtulacağınızı düşünüyorum. ama tek gerçek müzik klasik müziktir/rocktır/hiphop'tır filan diye düşünüyorsanız bu yazıyı okumaya devam etmek yerine neden böyle düşündüğünüzü yorumlara yazın ve önce bu konuyu tartışalım. </div><div><br /></div><div>şimdi, şarkılara gelmeden önce öncelikle düzeltilmesi gereken bir yanlışlık var ki o da bugün kore popu dediğimizde aslında rock, hiphop, trot, edm, r&b, indie gibi bir çok türden bahsediyor olmamız. o yüzden pop ifadesini burada sadece popüler olan müzik olarak algılamak daha doğru olacaktır. kore veya asya eğlence endüstrisi üzerine söylenecek daha çok şey var ama ben daha fazla kafanızı şişirmek istemiyorum. herhangi bir sıralama olmaksızın şarkıları eklemeye başlıyorum.</div><div><br /></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/oQT82EOXX7c" width="320" youtube-src-id="oQT82EOXX7c"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/NHglTopVlKQ" width="320" youtube-src-id="NHglTopVlKQ"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/uLUvHUzd4UA" width="320" youtube-src-id="uLUvHUzd4UA"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/ZeGm7MDq2fo" width="320" youtube-src-id="ZeGm7MDq2fo"></iframe></div><div><br /></div><div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/2LWw65JskF0" width="320" youtube-src-id="2LWw65JskF0"></iframe></div></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/px2Q47O0_eE" width="320" youtube-src-id="px2Q47O0_eE"></iframe></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/WsC0jG1M5jA" width="320" youtube-src-id="WsC0jG1M5jA"></iframe></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/atF_njEsp0o" width="320" youtube-src-id="atF_njEsp0o"></iframe></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/Ve-hW0eCnKQ" width="320" youtube-src-id="Ve-hW0eCnKQ"></iframe></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/g2X2LdJAIpU" width="320" youtube-src-id="g2X2LdJAIpU"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/Huu3H5ei_-8" width="320" youtube-src-id="Huu3H5ei_-8"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/99-Eit4a3-0" width="320" youtube-src-id="99-Eit4a3-0"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/0-FgX8wLNzY" width="320" youtube-src-id="0-FgX8wLNzY"></iframe></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/TNKbD4_RycY" width="320" youtube-src-id="TNKbD4_RycY"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/b971NOZEbgo" width="320" youtube-src-id="b971NOZEbgo"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/tAoME_aMm1w" width="320" youtube-src-id="tAoME_aMm1w"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/mG1hMKTEV40" width="320" youtube-src-id="mG1hMKTEV40"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/HQ2OF_Z8tp0" width="320" youtube-src-id="HQ2OF_Z8tp0"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/2TK0eL50EkA" width="320" youtube-src-id="2TK0eL50EkA"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/OV9NJGTLm-4" width="320" youtube-src-id="OV9NJGTLm-4"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/RlMg8FbcP7g" width="320" youtube-src-id="RlMg8FbcP7g"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/oM_t7Y8gBwU" width="320" youtube-src-id="oM_t7Y8gBwU"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/K_9PAQU36V4" width="320" youtube-src-id="K_9PAQU36V4"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/Z8j_XEn9b_8" width="320" youtube-src-id="Z8j_XEn9b_8"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/o0bueW6fqXw" width="320" youtube-src-id="o0bueW6fqXw"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/H8YW1tlsmE8" width="320" youtube-src-id="H8YW1tlsmE8"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/dyO2h1mjVCM" width="320" youtube-src-id="dyO2h1mjVCM"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/ur0hCdne2-s" width="320" youtube-src-id="ur0hCdne2-s"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/qXs-A5OP8KI" width="320" youtube-src-id="qXs-A5OP8KI"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/cxcxskPKtiI" width="320" youtube-src-id="cxcxskPKtiI"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/qhc_UpS6U3Y" width="320" youtube-src-id="qhc_UpS6U3Y"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/YA6G74gk6R8" width="320" youtube-src-id="YA6G74gk6R8"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/MBNQgq56egk" width="320" youtube-src-id="MBNQgq56egk"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/rqSF_9Zf0n4" width="320" youtube-src-id="rqSF_9Zf0n4"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/5Lw38CVAVxw" width="320" youtube-src-id="5Lw38CVAVxw"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/0W4oKnIwbZE" width="320" youtube-src-id="0W4oKnIwbZE"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/5f5Kt8KSxI0" width="320" youtube-src-id="5f5Kt8KSxI0"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/3IIBVnn4eTM" width="320" youtube-src-id="3IIBVnn4eTM"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/QNUlpieTZ_I" width="320" youtube-src-id="QNUlpieTZ_I"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/3UGMDJ9kZCA" width="320" youtube-src-id="3UGMDJ9kZCA"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/UuV2BmJ1p_I" width="320" youtube-src-id="UuV2BmJ1p_I"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/TK9gEpUVFyo" width="320" youtube-src-id="TK9gEpUVFyo"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/7dGwk5-QMpc" width="320" youtube-src-id="7dGwk5-QMpc"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/4HF0gMG9qSA" width="320" youtube-src-id="4HF0gMG9qSA"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/C8T6771Sdj8" width="320" youtube-src-id="C8T6771Sdj8"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/KHKSaL-57pU" width="320" youtube-src-id="KHKSaL-57pU"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/tXV7dfvSefo" width="320" youtube-src-id="tXV7dfvSefo"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/ghpn99s8I-U" width="320" youtube-src-id="ghpn99s8I-U"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/RKtz96EnMF4" width="320" youtube-src-id="RKtz96EnMF4"></iframe></div><div><br /></div><div><br /></div><div>evet şimdilik bunlar aklıma geldi ya da denk geldim aaa bu da güzeldi dedim ekledim. umarım beğenirsiniz, eğer sizin de tavsiyeleriniz varsa -çünkü özellikle son zamanlarda (son beş yılda) neler çıktı pek bilmiyorum- aşağıya ekleyin dinleyelim. </div>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-7919783571396105322020-08-02T21:26:00.005+03:002020-08-02T21:28:59.507+03:00burroughs ölmüştü<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhjPjDgRtvzegtIBg6rOxwnJHSlQWCOk9b-zWiGULFYPsB59eXw7RZqL-bsshr1abpfH1lQCYrWJ78B_EoOGaYM9eYx4eatuWjp3gYCeTiQqKFQc7bHHCD9-GAtQAyuSTCYMWX383T1Yn7H/s540/All+Saints+day+II%252C+1911%252C+Wassily+Kandinsky.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="490" data-original-width="540" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhjPjDgRtvzegtIBg6rOxwnJHSlQWCOk9b-zWiGULFYPsB59eXw7RZqL-bsshr1abpfH1lQCYrWJ78B_EoOGaYM9eYx4eatuWjp3gYCeTiQqKFQc7bHHCD9-GAtQAyuSTCYMWX383T1Yn7H/s0/All+Saints+day+II%252C+1911%252C+Wassily+Kandinsky.jpg" /></a></div><div><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> a</span>ll saints day II, 1911, wassily kandinsky</div><div><br /></div><div>ölümünün 23. yıl dönümü sebebiyle beat kuşağının en sevdiğim yazarı w.s.burroughs için biraz müzik dinleyelim. başlık bulmak çok zor olduğu için biraz saçmaladım. az daha dünya yakışıklılar gününüz kutlu olsun yazıyordum. dezoleeyyy. her yöreden türden müzik dinlemeyi sevenlere çok güzel bir site önermek istiyorum: </div><div><a href="http://everynoise.com/engenremap.html">http://everynoise.com/engenremap.html</a> </div><div>anasayfada karışık bir şekilde yer alan beş bine yakın türden birine tıklayıp o türde müzik parçaları üretenlerin şarkılarını dinleyebileceğiniz gibi oradan direk spotify profillerine de geçebilirsiniz. </div><div><a href="http://everynoise.com/retromatic.html">http://everynoise.com/retromatic.html</a> buradan da mesela yıllara göre istediğiniz türü dinleyebilirsiniz. ben bu sitede saatlerce vakit geçirebilirim, gerçekten çok güzel. e şimdi dönmez mi bir rusça post-punk? </div><div><br /></div><div><a href="https://www.youtube.com/watch?v=EuJoaqEctis">Буерак (buerak) - Нет любви</a> </div><div><br /></div><div>şimdi aniden duygusala bağlamış olacağım sanırım. şuan hemen bu yazıyı kapatıp hayatınıza keyifli bir şekilde devam edebilirsiniz.</div><div><br /></div><div>insan neden eskiden dinlediği şarkıları dinlediği zaman ağlamak ister ki? ya da bilmiyorum benim içimden ağlamak geliyor. tuhaf bir şey bu çünkü o zamanlar çok mutlu filan değildim, öyle olsaydım en azından belki artık o kadar mutlu olmadığım için üzüldüğümü düşünürdüm. geçmiş güzel günleri düşünmek hep hüzünlendirmez mi insanı? peki nasıl oluyor da o zamanlara dair deli gibi bir özlem duyabiliyorum, şimdi kendimi çok daha iyi bir konumda görüyorum hem psikolojik hem fiziksel ama yine de tuhaf bir şey var. o zaman dünyayı tanımıyordum derler ya, en azından gerçek dünyayı bilmiyordum. çok farklı bir evrendi, eski şarkıları dinleyince sanki yine o eski bu dünyaya dair bir şey bilmeyen ve bu gerçeklikte yaşamayan ben olmak istiyorum. of, yine aynı ruh haline girdim işte. yaşamak çekmiyor canım. geçen arkadaşlarla konuşuyorduk, güçlü olmak sizin için ne demek diye. biri benim için başarı güç demek dedi, diğeri ideallerim için hiçbir şey yapamamak, bir diğeri kendine yetebilmek. benim içinse güçlü olmak yaşamak isteyebilmek demek. bu isteğe sahip olamadığımda çok bitkin, boş ve güçsüz hissediyorum. ve uyumak istiyorum. o zaman sevmek veya sevilmek bir şeye ifade etmiyor. bir şey bilmek ya da bilmemek. mutlu olmak ya da olmamak. bu yüzden hiçbir şey yapasım gelmiyor çünkü hiçbir şey önemli değil ki. hiçbir şey umurumda değil, zorlasam da umursayamıyorum. şimdi bunları yazarken aklıma geldi, rüyamda delirdiğimi gördüm bu gece. çok tuhaf bir şey, al işte delirdim en sonunda, gibi bir deneyimdi. deli olduğumun farkındaydım ama deli gibi davranmaktan kendimi alamıyordum. delirmek böyle bir şey midir acaba?</div><div><br /></div>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-61433450678055710542020-07-30T02:04:00.002+03:002020-07-30T02:07:56.903+03:00jurnal<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEim6x1qlGOR5rbR4SlSk75xHa7dgvtBATawQLzt6bAVyhpWiwBjkfDVF1dJbItGgKCghzY3uSlJdZFzdgw5K7mWw5ixMmuF2gB9R-EjL6d50zCUR4w_6MUcvGU7htegWVK5glyghAXYV3lr/s849/lost_and_forgotten_by_rhads-d7joimv.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="849" data-original-width="600" height="500" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEim6x1qlGOR5rbR4SlSk75xHa7dgvtBATawQLzt6bAVyhpWiwBjkfDVF1dJbItGgKCghzY3uSlJdZFzdgw5K7mWw5ixMmuF2gB9R-EjL6d50zCUR4w_6MUcvGU7htegWVK5glyghAXYV3lr/w354-h500/lost_and_forgotten_by_rhads-d7joimv.jpg" width="354" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">lost and forgetten by rhads</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: justify;">yorgos seferis'in bir şairin günlüğü'nü okuyordum. sonra fark ettim ki benim de benzer şekilde yazdığım onlarca şey var -tabi ki kıyas kabul etmez yine de benim için önemli- ama hepsi dağınık. en iyisi bunları daha düzenli bir şekilde yazmaya devam etmek. sonra blog gözüme çekici göründü. hemen her gün yazmaya çalışsam nasıl olur? bunu denemeliyim dedim ve hemen şimdi, bir saniye bile gecikmeden yazmalıyım. şuan uykum var, saat bir buçuk ama yazmam gerek çünkü biliyorum sabah uyandığımda bana her şey gereksiz yahut fazla iddialı gelecek. şuan yavaşlayan beynim kararlarımı fazla eleştirmemi engelliyor bu yüzden belki bir şey yapabiliyorum. herhangi bir şey. * bugün liseden yakın bir arkadaşımla buluştum. aşıklar parkı diye bilinen bir parkta oturduk. hava güzel, park sakin, ağaçlar huzurluydu. o izlediği filmlerden bahsetti, bundan sonra yapabileceğimiz şeylerden konuştuk, dondurma yedik ve yaban mersinine ligarba da denilmesi üzerine konuştuk. ligarba şiirsel bir isim bence. * konudan konuya atlıyorum. evet. aile tuhaf bir şey. sürekli sorunlar yaşadığın ama kopamadığın bir yer. neden aile hep mekansal olarak düşünülür? zamansal olmaya da yatkın gibi geliyor bana. ama henüz o aşamaya geçemedim. * şuanda aklıma ales sınavına giriş yerini yanlış seçtiğim geldi ve bu yüzden sınava giremeyeceğim. hafif bir aptallık var sanırım. * fransızca'da b1 gibi bir seviyeye geldim sanırım, bu yüzden artık şarkılarla çalışmaya karar verdim. derniere danse'ın sözlerinin bu kadar güzel olduğunu hiç fark etmemiştim. sürekli dilimde. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">"je remue le ciel, le jour la nuit, je danse avec le vent la pluie" </div><div style="text-align: justify;">(göğü oynatıyorum gündüz gece, rüzgarla yağmurla dans ediyorum) </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">"dans tout paris, je m'abandonne" </div><div style="text-align: justify;">(her yerinde paris'in, kendimden vazgeçiyorum) </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">o zaman <a href="https://www.youtube.com/watch?v=cKE4wJMcAkc">danse</a>.</div><div><br /></div>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-54103088647534230732020-07-21T22:48:00.003+03:002020-07-21T22:51:59.240+03:00ne garip federico adında olmak<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_7B5eY3yIqlI6Jhf9XAlwQD-q17q0bGe_oYuwi9kKobJaVMM63UZBcHZkZX4VYZ-qS18sLCqy2_TTb8dNoGSz3Dktq3E6YJyoXFiUAcBvg6FrTBLhK8LDX8_QudCXIfCvhNlofi7S4Hy5/s1777/the-house-that-jack-built-movie-four.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="the house that jack built (2018) by lars von trier" border="0" data-original-height="725" data-original-width="1777" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_7B5eY3yIqlI6Jhf9XAlwQD-q17q0bGe_oYuwi9kKobJaVMM63UZBcHZkZX4VYZ-qS18sLCqy2_TTb8dNoGSz3Dktq3E6YJyoXFiUAcBvg6FrTBLhK8LDX8_QudCXIfCvhNlofi7S4Hy5/w781-h320/the-house-that-jack-built-movie-four.jpg" title="the house that jack built (2018) by lars von trier" width="781" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">the house that jack built (2018) by lars von trier</div><div><br /></div><div style="text-align: center;"><a href="https://www.youtube.com/watch?v=wQuZvrKLBFw">mirkelam kargo - yollar</a></div><div><br /></div><div style="text-align: justify;">konusu nedir bu yazının emin değilim, benimle ilgili bir şeyler işte. lorca'yla ilgisi ne ya da trier'le ben de emin değilim. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">evet, sanırım mezun olmayan (ve tabi yaşıtım olan) çok çok az arkadaşım kaldı. ben niye mezun olamıyorum? alttan dersim mi var? yok. ama iki bölüm okumak gibi bir seçim yapmıştım üç yıl kadar önce. bilmeyenler için -herkesin her şeyi bildiğini varsayıyorum onu fark ettim- bölümlerimden biri sinema ve televizyon, diğeri siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler, ve ingilizce. dördüncü senem ama ancak seneye mezun olabiliyorum çünkü zamanında "çok ders almakla uğraşamam ben ya hem amaaaan ne olacak bir sene uzatmaktan" dedim, tembelliğim ağır geldi ve sonuç olarak seneye artı birinci senemi okuyacağım. umarım son senem de olur. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">tabi bu arada bir de güzelim üniversitem kapatıldı (şehir üniversitesi). daha önce bahsetmiştim ama gene söyleyeyim. okulumdan aşırı memnundum. eğitimi hocaları arkadaşlarım kampüs. her şey çok iyiydi. fakat davidov'un parti kurmasıyla bir kötülük canları çekenler önce kayyum atadılar, sonra özel bir torba yasa çıkarıp çaaat diye okulu kapattılar. bir sabah kalkıyorsunuz, okulunuz yok. neden? birilerinin keyfi öyle istemiş. okul marmaraya devredildi. (geçen gün aklıma geldi, lise üçteyken üni gezmesi yapmıştık, marmara'ya da gitmiştik, bir tuvalet bulmak için yürü allah yürü. en sonunda bulduğumuz yer ne peçete var ne sabun, kusura bakmasın kimse ama rezillik diz boyu. dedim ki bu okula para verseler gelmem ben. nasıl büyük konuştuysam artık. tercihimle yazdığım üniversite kapanıyor ve marmara öğrencisi oluyorum. hey allahım.) yani şimdi ben marmara diploması alacağım, öyle mi? işste bu koyuyor. kendi okulumda mutlulukla okurdum son senemi..hem daha çok hocalar vardı dinlemek istediğim. yemin ederim içimde ukte kaldı. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">dün son kez okuluma gittik. kitapları iade ettim. okulda gezindim. belki de son kez. o kadar benimsemişim ki. eve gelmek gibiydi. eve son kez gelmek.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: center;">* </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">üniversiteye girerken ne istediğimi bilmiyordum. hala bilmiyorum. politikadan çap yaptığım için biraz pişmanım. çok şey öğrendim orası kesin, bakış açım değişti. ama ben felsefe adamıyım galiba, daha çok eğleniyorum felsefe ile -gerçi bir tür aşk nefret ilişkisi bu çünkü ciddiye alamıyorum aslında, yaşadığımı hissettiğim anlarda hiç umurumda olmuyor felsefe, bir oyalama gibi. sosyoloji yandalını bıraktığıma ise hayli memnunum, sıkmıştı çünkü ve hala hiç gerek yok diyorum. yüksek lisans yapmayı düşünüyorum, sinema sektöründe çalışmayı da deneyeceğim ama ümitsizim, kim beni ne yapsın. yl, doktora öyle devam eder akademi muhtemelen. hoca olma fikri cazip. yurtdışındaki bazı üniversitelere de başvuracağım ama burs bulabilir miyim nasıl olur onu da bilmiyorum. kısacası her zamanki gibi birçok şeyi teşebbüs edeceğim, sonra elimde neler kaldığını göreceğiz. yakında ales'e gireceğim, dil puanım cebimde. dönem içinde bunlarla uğraşmak istemediğimden şimdiden bu işleri halletmeye çalışıyorum. ales'ten sonra ielts ya da toefl konusunda bir karar verip ona odaklanacağım. bu konularda yeterince bilgi sahibi olup başvurularımı yaptığımda buraya da bir yazı yazarım, bir sene sonra tabi. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">yüzüklerin efendisi maratonu yapayım dedim çünkü şu ara bütün gün gezip yorulup akşam en erken onda eve geldiğimde hiçbir şey yapacak halim kalmıyor ancak bir film açıp uykudan ölmeyi bekleyebiliyorum. miyazaki'nin bütün filmlerini baştan sardım izliyorum iki ya da üç tane kaldı galiba. sonra trier'in son filmini izledik arkadaşımla, the house that jack built. trier şaşırtmadı, her zamanki gibiydi. deneysel, handycam, rönesans tabloları gibi sahneler... şimdiye kadar europa, melancholia, antichrist, nymphomaniac filmlerini izledim. hala favorim antichrist ve nympho. yani bu film çok bir yere gelemedi şuan ama tuhaf, onun üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum. (şiddet sahnelerine ya yok abartıldığı kadar değil diyenler bir kendilerini kontrol ettirsin. ayrıca o seri katile sempati duymak da ne bileyim... beni aşar.) ilahi komedya'ya başladım hatta. elimde olsa aeneis okurdum gerçi önce ama şu aralar hiçbir şey satın almak içimden gelmiyor. daha önce kitap almak istemediğim bir dönem olmamıştı, tam tersine alma isteğimle mücadele ederdim. ilginç gerçekten. şu ara biraz minimalist vibelar var bende. bütün eşyalar canımı sıkıyor. atıp verip kurtulmak istiyorum. ki kitap dışında çok bir şeyi olan biri değilim. ha bir de giysi var bolca ama onun sebebi annem. ama minimalizme de karşıyım aslında. biraz kasıyorlar gibi geliyor. bir salın ya. tamam kullanmadığınız eşyaları bulundurmayın elbette evinizde ama insanın da bir keyfi var, yerde bir halı koltukta bir yastık olsun istiyor, . </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">işte böyle son zamanlarda yeniden yaşamaya başladım. ve tuhaf, benim için ne zaman yaşamak dışarıda olmak olmuş bilmiyorum fakat öyle. sırf noodle ya da uygur yemeği yemek için bir yerlere gitmek, erkek arkadaşımla bilmediğimiz yollarda yürümek, çimenlere yatmak, bisiklet sürmek, piknik yapmak, en yakın arkadaşlarımla kuzguncukta çay içip bütün gece konuşmak... yani böyle uzuyor liste. sıradan şeyler ama beni ne kada mutlu ettiğini unutmuşum dışarıda olmanın. kitapları filmleri resim yapmayı basket oynamayı seviyorum hepsi güzel şeyler filan da sokakları özlemiştim. </div><div style="text-align: justify;"> </div><div style="text-align: center;">*</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: justify;">sonra turşucumla konuştuk. neden yazmıyorsun, dedi, en çok yapmak istediğin şeyin bu olduğunu söylüyorsun ama yapmıyorsun. ben de korktuğumu itiraf ettim. yeterince iyi yazamamaktan korkuyorum. o kadar ciddiye alıyorum ki yazmayı başlayamıyorum bile. zor böyle korkak olmak ve böyle mükemmelliyetçi ve böyle gururlu olmak kötü. hayır, böyle olmak istemiyorum.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: center;">*</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;">kordoba,</div><div style="text-align: center;">uzakta, bir başına.</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;">siyah midilli, dolunay</div><div style="text-align: center;">ve heybede zeytin.</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;">bilirim de yolları</div><div style="text-align: center;">varamam kordoba'ya.</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;">ovadan doğru, rüzgardan,</div><div style="text-align: center;">siyah midilli, kırmızı ay.</div><div style="text-align: center;">ölümdür bana bakan</div><div style="text-align: center;">kulelerinden kordoba'nın.</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;">yol ne uzun, oy!</div><div style="text-align: center;">yiğit midillim, oy!</div><div style="text-align: center;">oy ki, beni bekler ölüm</div><div style="text-align: center;">varamadan kordoba'ya!</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;">kordoba.</div><div style="text-align: center;">uzakta, bir başına.</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;"><i>federico garcia lorca, </i><i>atlının türküsü</i></div><div style="text-align: center;"><i>(ne garip federico adında olmak, can yayınları, s.60, çeviri: alova)</i></div><div style="text-align: center;"><i><br /></i></div>paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-75364613343363756442020-07-04T00:48:00.003+03:002020-07-04T00:50:35.510+03:00neden okumayı seven herkes 1000kitap kullanmalı?<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcq31Z2rXhVM83TAcvfmW6Eakcv1Xzb2jj-tOJxVmEChpJ3o6sqNkv08PQFnOsNkfoZLKLEuPlBZDe8pB9YoOyQFEJ_XPOC5XRhkcpIiyZcILax2z6QFySPZRXoZqN9CapWKYVaKj5M8eQ/s1600/Carl_Spitzweg_021.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="854" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcq31Z2rXhVM83TAcvfmW6Eakcv1Xzb2jj-tOJxVmEChpJ3o6sqNkv08PQFnOsNkfoZLKLEuPlBZDe8pB9YoOyQFEJ_XPOC5XRhkcpIiyZcILax2z6QFySPZRXoZqN9CapWKYVaKj5M8eQ/s640/Carl_Spitzweg_021.jpg" width="340" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">der bücherwurm, carl spitzweg, 1850</td></tr>
</tbody></table>
<div style="text-align: center;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=EBcy3KRHrz4"><i>journers - döngüm</i></a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
hayır entegre almadım ve aşırı iddialı bir başlık olduğunun farkındayım. şimdiden itiraf edeyim ki abarttım, evet, herkes kullansın demiyorum. ama ben çok memnunum, bu yüzden herkeslere tavsiye ediyorum. gelelim sebeplerine...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
şu sağ altta benim yüzyıllardır güncellemediğim goodreads hesabım duruyor. şifresini de unuttum. çok denedim ama bir türlü güncel bir şekilde kullanamadım o siteyi/uygulamayı ben. nedenini bilmiyorum. 1000kitap'ı öyle uzaktan biliyordum. yaklaşık bir sene önce de bir hesap açtım, gittikçe daha fazla kullanıyorum sanırım. memnunum.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
şimdi önce olumsuz kısmı söyleyeyim çünkü bir tane var. o da bazı erkeklerin (ben hiçbir kızın bunu yaptığını ne gördüm ne duydum o yüzden net bir şekilde diyorum, erkeklerin) nefes alan her kıza yürümeye çalışması. özel mesaj seçeneği de var uygulamanın ve buradan saçma salak bir sürü mesaj alabilirsiniz ama 1k buna özel bir çözüm geliştirmiş. sizin takip ettiğiniz birinden mesaj gelirse ayrı bir yere, takip etmediğiniz birinden gelirse "diğer mesajlar" kısmına gidiyor. ve diğer mesajlar kısmına bakmayarak mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşarsınız. tabi bu insanlar arasından çok çok nadiren de olsa başka bir amaçla mesaj atmış olan olabilir. ama benim kişisel düşüncem direk soracakları neyse onu sormayan insanlara hiç cevap vermemek. zaten bu tiplerin profilleri de belli, kitapla ilgileri alakaları yok. kitap okumayan insanlar neden kitap sitesinde kız düşürmeye çalışıyor ona da anlam veremiyorum ya. neyse. eveet, bu insanları görmezden geldiniz (ve tavsiyem profilinize kendi resminizi koymayın, koyunca daha çok salak mesaj alıyorsunuz, tecrübeyle sabit. hatta tavsiyem cinsiyetinizi de gizlemeniz, ben öyle yaptığımdan beri daha rahatım.) şimdi keyfini sürün sitenin/uygulamanın. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
alıntı: alıntılamanın güzel yanı sonradan onlara istediğim yer ve zamanda dönüp bakabilmek. ayrıca sevdiğim kitapları takibe alarak başka insanların o kitaptan yaptığı alıntıları okumayı da çok seviyorum. özellikle ulysses'ten ne zaman alıntı görsem yeni baştan okuyasım geliyor, acayip özlüyorum. ayrıca zevkinize yakın okurları takip ederek onların bir nevi önerilerini alabilirsiniz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
kütüphanecilik: eksik olan kitabın eklenmesi için talepte bulunursanız kısa süre içinde ekleniyor. 100 okur puanına sahip olduktan sonra kütüphaneci olmak için başvurabilir ve siz de siteye kitap/yazar ekleyebilir ya da mevcut olanları düzenleyebilirsiniz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
istatistik: okuduğunuz kitapları türüne ve yazarına göre kategorize ettiği için ne okumuş olduğunu görmek hoşuna gidiyor insanın. yazılımdan amme hizmeti. ayrıca kaç sayfa okudunuz, kaç inceleme yazdınız, en çok okuyanlarda kaçıncı sıradasınız, en çok hangilerini beğendiniz (verdiğiniz puana göre), en çok hangi alıntınız beğenildi... böyle birçok bilgiye de sahip oluyorsunuz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
motivasyon: niyeyse bütün bunları kaydetmek beni gaza getirdi. hem inceleme yazmak konusunda da bir şevklendim. özellikle hiç ya da hiç denecek kadar az inceleme yazılmamış kitaplar gördüğümde. okumak konusunda ise sanırım okuduklarımı net bir şekilde görmek ve kaydetmek, onlarla ilgili paylaşım yapmak beni motive etti. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
şimdilik bunlar aklıma geldi. o yüzden bir süredir herkese diyorum 1k açın diye. buraya hesabımı da bırakayım. görüp gelen olursa bana bir mesaj atsın, blogdan gördüm geldim diye. mutlu olurum yani. sanki buradaki herkes benim samimi arkadaşım gibi geliyor. tuhaf bir duygu ve düşünce. değil mi? <a href="https://1000kitap.com/yagmurdur">https://1000kitap.com/yagmurdur</a><br />
<br />
bir de uykum var şuan umarım saçmalamamışımdır. kusura bakmayın pls.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com17tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-32845486246914983842020-07-02T18:58:00.002+03:002020-07-02T19:19:43.579+03:00sosyal hayvan<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4111l2ld5onqT6E0AtNm3ewb6krltNada_TyNPe5XrHXBCP-0X2iEdaXfwHqHtbkb-kG3xDEun12FjzvCvBR2L8DssObKbAYIuRILx5mAbx-6QxvXIoK6CSMalEkANq2pJKqDAK5uilbd/s1600/hokusai.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="541" data-original-width="780" height="443" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4111l2ld5onqT6E0AtNm3ewb6krltNada_TyNPe5XrHXBCP-0X2iEdaXfwHqHtbkb-kG3xDEun12FjzvCvBR2L8DssObKbAYIuRILx5mAbx-6QxvXIoK6CSMalEkANq2pJKqDAK5uilbd/s640/hokusai.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">katsushika hokusai, bushu tamagawa </td></tr>
</tbody></table>
<div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<yt-formatted-string class="style-scope ytd-video-primary-info-renderer" force-default-style="" style="word-break: break-word;"><a href="https://www.youtube.com/watch?v=5Ksp63RJuaU">l'imperatice - parfume theremine</a></yt-formatted-string></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
uykum çok hafiftir. uyandığım saniye içerisinde de bilincim tamdır. yani şuanda ne kadar tamsa o kadar. bunca zamandır kaç ev kaç yatak değiştirdiğimi ben de bilmem. ama hiçbir zaman ben neredeyim ne zaman uyudum diye bir kafa karışıklığı yaşamadım. bugüne kadar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
gözlerimi ailemin evindeki liseden beri yani kesintili de olsa yaklaşık 9 yıldır uyuduğum yatakta açtım. hava aydınlıktı. üzerimde yarı örtündüğüm yorgan vardı. zihnim allak bullak oldu birdenbire. ben ne zaman uyumaya karar vermiştim? uyumak için yatağa girişimi hatırlayamadım. saat kaçtı? beynimi zorladım evet uykum vardı, hatırlıyorum. uyusam mı diye düşündüğümü de. ama uyumak için yatağa girmediğimden emindim. sonra birden fark ettim. dünde değildim. ertesi güne uyanmıştım. sonra nasıl akşam olduğunu hatırladım. nasıl yatağa girdiğimi de.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
çok tuhaf hissettim. beynimi kaybetmişim gibi. kendimi dün öğle vaktinde sanmış olmama akıl erdiremiyorum. sonra saate bakıp erken olduğunu görünce geri uyudum ve rüyamda farklı bir gezegende prens olduğumu ve evreni yönetecek meclisi topladığımı gördüm. bir nevi paul. insanlar dışındaki farklı uzaylılar bana biat etmeye geliyorlardı. o sırada babam odaya girdi. her zamanki gibi o saniyede uyandım ve bilincim tamdı. aşırı sıkıcı hayatımdan ötürü bilinçaltım bana bir güzellik yapıyor. hep önemli adamı oynatıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
ama nasıl anlatsam. ben, ben değildim. zaman ve mekan olmasına alıştığım gibi değildi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
*** </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
bilincim bana başka oyunlar oynayacak mı? evde kalmaktan mı oluyor bunlar? bahçede basket oynamamı saymazsak markete bile nadiren gidiyorum. hayal dünyasında yaşıyorum diyemem. gerçekliğin farkında olduğumu sanıyorum. ne yazık ki yaşamak istemiyorum. bunu anlatacak başka bir ifade bulamadım. şuan hiçbir şekilde yaşamak çekmiyor canım. en çok yapmak istediğim şeyleri düşünüyorum. ı-ıh. onları dahi yapasım yok. yutupta boş yapmak dahi istemiyor canım öyle söyleyeyim. sosyal yetilerimin sonu geldi. kimseyle konuşmak istemiyorum. salt bir hayvanım şimdi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-16218161428865754082020-06-16T20:47:00.003+03:002020-06-16T20:47:39.301+03:00şampuansız bir ay<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkywa6CcN9ac7-Nxh_MOQrgiwZf1XV-UDNvoBCKp0rcb5wpuktAUASIXLlsJyYB1UKe6xmxVQ4OWlEk32O-9pujgsc4eEhktISBo1WDRXxrwe5IpI9ShsJYrFU12ncUTwBheMndVn101mE/s1600/edb81-Eugene-de-Blaas-Young-girl-with-curly-hair-1000x1000.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1000" data-original-width="722" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkywa6CcN9ac7-Nxh_MOQrgiwZf1XV-UDNvoBCKp0rcb5wpuktAUASIXLlsJyYB1UKe6xmxVQ4OWlEk32O-9pujgsc4eEhktISBo1WDRXxrwe5IpI9ShsJYrFU12ncUTwBheMndVn101mE/s400/edb81-Eugene-de-Blaas-Young-girl-with-curly-hair-1000x1000.jpg" width="288" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Young Girl With Curly Hair by Eugene de Blaas </td></tr>
</tbody></table>
<br />
<div style="text-align: center;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=H0lbHMlM0CU">clio - déjà venise</a></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
gereksiz yazılarda bugün. önce beklentiyi düşürelim lütfen çünkü aslında pek bildiğim bir konu değil. sadece kendi minik tecrübemi aktarmak istedim. olay şöyle gelişti. yutupta gezerken yıllardır şampuan kullanmadığını iddia eden bir yutubır görmüş bulundum ki meğersem bunlardan bir sürü varmış. şimdi bu bir şey kullanmak değil de kullanmamak üzerine olduğu için çok beğendim ve denemeye başladım. (e tabi bir de karantinadayız, bütün erkek arkadaşlarım saçlarını sıfıra vurdu, herkes türlü deneysel çalışmalar içinde.) 8 Mayıs'tan beri şampuan kullanmadım. herkes gibi kimi zaman karbonatla, kimi zaman elma sirkesiyle, çoğu zaman da sadece suyla yıkadım saçımı. ne oldu? açıkçası hiçbir şey. belki cildim kuru olduğu için zaten yağlanma sorunu yaşamadım, en çok ondan korkuyordum çünkü herkes şöyle böyle kötü oluyor filan diyordu. ama ben hiç sorun yaşamadım, öyle bir kolaylığı oldu. saçım hiç yağlı görünmüyor ya da kaşınmıyor. ayrıca saçlarımın kıvırcıkımsı olması da benim için bir avantaj oldu -yani şekil itibariyle. ancak saçlarım hala kabarıyor ki bundan memnun değilim. bir diğer olumsuz etkisi de saçımın sertleşmesi oldu. 25 mayıs civarı şampuana geri dönmeyi düşündüm çünkü hiçbir fark yoktu. zeytinyağı yumuşatıyor filan yazıyordu azıcık sürdüm ama çok az. iyi geldi evet yumuşattı. ben de dönmedim şampuana. sonra bir ay dolunca, canım saçımı şampuanla yıkamak istedi çünkü hiçbir fark görememiştim belki bu az bir süre fark görmek için -muhtemelen öyle. ama şampuanladım saçımı ve sanırım benim içim hiç fark etmiyor. deneyip de bir önerisi olan varsa o da güzel olur tabi. ama lütfen şampuan kullanmaktan daha fazla efor sarfedeceğim bir şey olmasın. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
ne konuda yazmalıyım acaba? kitap film gibi şeyler mi, karantina depresyonu mu, ilişkiler üzerine olabilir... bilmiyorum, kararsızım, ne yazsam?<br />
<br />paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-58695682693410477362020-05-26T18:43:00.000+03:002020-05-26T18:46:22.867+03:00kısacık bir poe öyküsünün analizi: morella<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC-G4nbB3iwG8B2cC0g6qIBDZyyUOWFgcieFKmA3QRISy4Zqk4ACttc911mUObtpFhzsndc4mz4ISEBu-b8bZa085_FYCOQahbXxe4T8054ZfNEs2KTTmEfQK82G5KhqWy-5aTw6GwTmMg/s1600/440px-Henri_Rousseau_005.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="298" data-original-width="440" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC-G4nbB3iwG8B2cC0g6qIBDZyyUOWFgcieFKmA3QRISy4Zqk4ACttc911mUObtpFhzsndc4mz4ISEBu-b8bZa085_FYCOQahbXxe4T8054ZfNEs2KTTmEfQK82G5KhqWy-5aTw6GwTmMg/s1600/440px-Henri_Rousseau_005.jpg" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">by henri rousseau</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=Q7Lf2XGrGlU">life song</a><br />
<br />
Poe'nun en kısa öykülerinden biri ama beni okuduklarım arasında en çok etkileyen ve düşündüren öyküsü de bu oldu sanırım. Poe'nun en ünlü sözlerinden biri şu: Bir kadının ölümü, sorgusuz, dünyadaki en şiirsel konudur. Birden fazla öyküde de bu konuyu işliyor. Morella onlardan biri. Peki buna bakarak Poe'nun mizojinik olduğunu söyleyebilir miyiz?<br />
<br />
****<br />
<br />
Öykü anlatıcının çok hayranlık duyduğu bir kadınla, Morella ile, yakınlaşmasıyla başlıyor, evleniyorlar. Morella çok bilgili, anlatıcı ona hayranlık duyuyor. Ama kadının ilgilendiği konular zamanla anlatıcıya tuhaf geliyor. Üç konu sayıyor. (ki bence bunları bilmek hikayeyi derinleştiriyor) Diğer yandan anlatıcı diyor ki benim ilgilendiğim konuysa kimliğin ölümle birlikte yok olup olmadığı idi, sebebi de Morella'nın bundan konuşurken duyduğu rahatsızlık. Anlayacağınız üzere öykünün esas konusu da bu. Kimlik ya da benlik konusunu aklımızda tutarak devam edelim.<br />
<br />
Öykünün girişinde Platon'un bir sözü var. "Itself, by itself, solely, one everlasting, and single." Bilindiği üzere, Platon ruhun ölümsüzlüğüne inanır.<br />
<br />
Morella'nın ilgilendiği üç konu:<br />
<br />
Pisagor'un palingenesis'i (yeniden doğuş): Pisagor Mısır'da yalnızca matematik öğrenmez aynı zamanda reenkarnasyonu da öğrenir ve buna inanır.<br />
<br />
Fichte'nin "vahşi" panteizmi: Poe'nun vahşi demesinin sebebinin Fichte özne mevzusunu abartması olduğunu düşünüyorum. Basitçe Fichte mutlak idealizmi savunur: Kant öznenin dünyayı kurduğunu söylemekle bir devrim yapmıştı, Fichte bunu daha da ileri götürür ve her şeyin temelinde "ben" olduğunu ve hatta gerçekliğin de ben ile özdeşleştiğini iddia eder.<br />
<br />
Schelling'in kimliği: Bir başka mutlak idealist olan Schelling de Kant ve Spinoza'yı birleştirerek bilinçli insan doğadaki tekâmülün bir sonucudur, doğa ve ruh özdeştir, der.<br />
<br />
Hikayeye devam edelim. Morella sürekli bu konulardan bahseder, eli soğuktur, bakışları derindir, sesi müzikal ve etkileyicidir. Adamsa mistisizme uzaktır, Locke'çudur. Zamanla anlatıcının hayranlığı gitgide azalır, Morella bunu fark eder ama kader der. Günden güne solar, anlatıcı onun ölümünü arzu etmeye başlar ve en sonunda ölüm döşeğinde kehanette bulunur. Çocuğu olacaktır ve anlatıcı bir daha asla mutlu olmayacaktır. “I am dying, yet shall I live.” der. "Ölüyorum ama yaşayacağım. Beni sevmiyorsun asla sevemedin ama yaşarken tiksindiğin kişiye ölünce tapacaksın."<br />
<br />
Derken çocuk doğar ve büyür. Anlatıcı da çok sever kızını. Ama büyüdükçe -ki kız çok hızlı büyür hem fiziksel hem mental olarak- annesine o kadar benzer ki anlatıcı dehşete düşer. En sonunda kızı on yaşındayken vaftiz etmeye karar verir, kızın hala adı yoktur. Tam isim vereceği anda bir şeyler olur ve istemsizce Morella der. Kız da buradayım der ve düşer ölür. Anlatıcı kızını annesinin yanına gömmek için mahzene indiğinde anne Morella'nın cesedi yoktur.<br />
<br />
Hikaye örüntüsü öyle ilerliyor ki daha epigrafta sinyal vermeye başlıyor Poe. Adım adım hikayeyi küçük göndermelerde inşa ediyor. Morella'nın sevdiği felsefeciler ruhun ölümsüzlüğüne inanıyorlar. Anlatıcı yaşarken Morella'yı sevmiyor ama kızına (aslında onun da aynı ruh/kimlik olduğunu açıkça anlıyoruz hikayenin sonunda) tapıyor. Anne son nefesini vermeden kız ilk nefesini almıyor çünkü ruh göçü bunu gerektiriyor.<br />
<br />
***<br />
<br />
Baştaki soruya dönelim. Poe'nun yaşadığı dönemde Amerika'da kadınlar mülkiyet hakkı, oy verme hakkı gibi haklar için savaşıyorlardı. Daha liberal olan kuzey eyaletlerinde daha fazla hakka sahip olsalar da genel anlamda cinsiyet eşitliğinden çok uzak bir dünyaydı. Birçok kaynağa göre Poe bundan hayli rahatsızdı, öykülerinde başarılı zeki kadınlarla dalga geçer. Morella'da da kadın karakter çok zeki ve yeteneklidir ama sonuçta tuhaf mistik şeylere inanır, nefret edilen biri olur, erkeği lanetler ve "ölmek bilmeyen bir kurt"a dönüşür, dehşetin kaynağıdır.<br />
<br />
Poe'nun kadın düşmanı olmadığını iddia edenler de var tabi. Mesela bu öykünün ilginç bir yorumunu okudum. Morella'nın ölümden dönüşünü erkek sesine karşı yükseltilmiş bir kadının sesi olarak görüyor. Yani Poe misojinik değil aksine bunun eleştirisini yapıyor, diyor. Bu yorum bana biraz zorlama geldi. Morella'nın daha çocukken ikinci kez öldüğünü unutmayalım.<br />
<br />
Sonuç olarak, Poe kadınlardan nefret ediyor muydu emin değilim ama Morella öyküsünün çok zekice tasarlanmış olduğundan eminim.<br />
<br />paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8258406658447813861.post-12089669733505822112020-05-05T18:23:00.001+03:002020-05-05T18:23:38.082+03:00seçilmiş biri olduğumu hala anlamadın mı?<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVwdJNVXf1SFwU2Dklgs4pg23xM7hDYafMeJEKjcLLplFe_bnQh6xD_EcvuphZBb8QBrqe2wtNG8eL8toeD3DZSLVNxnjmh8i8Cq5veAQ2ln4cF8GDg2Kcu6uAMJJDsjtKbyQRbkBpgixI/s1600/Jean_L%25C3%25A9on_Gerome_1896_La_V%25C3%25A9rit%25C3%25A9_sortant_du_puits.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1254" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVwdJNVXf1SFwU2Dklgs4pg23xM7hDYafMeJEKjcLLplFe_bnQh6xD_EcvuphZBb8QBrqe2wtNG8eL8toeD3DZSLVNxnjmh8i8Cq5veAQ2ln4cF8GDg2Kcu6uAMJJDsjtKbyQRbkBpgixI/s640/Jean_L%25C3%25A9on_Gerome_1896_La_V%25C3%25A9rit%25C3%25A9_sortant_du_puits.jpg" width="501" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Jean-Léon Gérôme, 1896, La Vérité sortant du puits armée de son martinet pour châtier l'humanité (hakikat insanlığı cezalandırmak için kırbacıyla kuyudan çıkıyor)</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=8u1wTT6E6bU">asaf avidan - my tunnels are long and dark these days </a><br />
<div>
<br /></div>
andre gide, otobiyografisinde böyle diyor annesine. nevrotik diyip de geçebilirsiniz elbette ama bütün zihinsel hastalıklar çok uzakta değil belki bir adım ötemizde diyor freud. ya da öyle bir şey.<br />
<br />
evet bugünkü st.augustinus itiraflar köşemizin konusu özel biri olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu. gittikçe kötüleyen hafızam şu karantina döneminde bir şeyler hatırlamaya başladı, net değil ama deniyor işte. ben on dört on beş yaşlarındayken, deyim yerindeyse lanetlenmiş filan olduğumu düşünürdüm. neydi beni bu sonuca vardıran? birçok sebep bulabiliyorum, emin olmasam da bunların beni etkilemiş olduğunu düşünüyorum.<br />
<br />
bunlardan ilki, en eskiye dair hatırladığım şey, daha okula başlamadan beni etkisi altına alan matrix, sailormoon, pokemon, jackie chan, cüneyt arkın, tomb raider filmleri/oyunları. bunların hepsinin başkarakterleri "özel"dir, bir şekilde seçilmiştir, olağanüstü özellikleri vardır. ee diyeceksiniz bütün süper kahraman filmleri de öyle. ben çocukken bunları izledim ama ne yapalım. ve sonra bunları oyunlara çevirip oynardık. sonra akşam yatınca da böyle hayaller kurardım, muhteşem bir dövüşçü filan olurdum bu hayallerde. ama bence bu aşamada henüz sağlıksız bir durum yok.<br />
<br />
sonra okula başladığımda okumayı yazmayı biliyor olduğum için, diğer öğrencilerden farklı bir konumum oluverdi. ne kadar basit bir şey ama değiştiriyor işte. öğretmenin de bana olan tavrı -hemen beni sınıf başkanı yapması mesela- sanırım ilk defa "özel" olduğumu düşündürten şeylerden biriydi. daha ilkokulda okuduğum fantastik romanlar beni kendimin başkarakter olduğu fantastik hikayeler yazmaya yöneltti. burada yine hep özel olma seçilmişlik vurgusu ön plandaydı.<br />
<br />
sonra okul böyle devam etti, her zaman en "başarılı" öğrencisi olarak sınıfımın ortaokula geldim. o zaman proje sınıfı diye en başarılıları bir sınıfa topladılar, ve ben artık sınıfın en başarılısı değildim. ama bu beni pek etkilemedi çünkü matematik hocam ve sınıf öğretmenimiz aynı zamanda, bana çok farklı bir muamelede bulunuyordu. kötü gibi söyledim ama hayır aksine, fazla yüceltici. etrafta kimse yokken bütün arkadaşlarımı etkileyebilecek konumda olduğumu korkunç bir benzetmeyle (çoban-sürü) ifade ediyordu ve benden sürekli arkadaş grubumu "iyiye" yönlendirmemi bekliyordu.<br />
<br />
bu hocanın ergenliğimde çok büyük bir etkisi var çünkü en fazla gördüğüm insandı (yedi gün sabahtan akşama okuldaydım) ve bir hocadan çok arkadaş gibiydik ve akademik olarak başarılı olmam için benimle özel ilgilendi, bu yüzden minnettarım ama yine de benim psikolojik sorunlar yaşamama neden olduğunu da görmezden gelemiyorum. o yaşta bir çocuğa yüklediği sorumluluk çok fazlaydı, ben bunu kaldıramadım ve birden kötü olan her şey için kendimi suçlamaya başladım. (şakasına da olsa adam bana şeytan diyormuş ya, bunu da eski yazımı okuyunca hatırladım) ve kötü biri olduğuma inandım, serserilik edip duruyordum, insanları kötü etkiliyordum, onların üzülmesine sebep oluyordum. bugün düşününce çok saçma geliyor bu tabi, hem çocuktuk eğlenmek istememiz normaldi hem de herkes istediğini yapıyordu, ben kimseyi bir şeye zorlamıyordum ki.<br />
<br />
böylece gitmek istemediğim bir özel liseye verilmemle kendimden nefret etmeye başlamam diğer insanlardan da nefret etmeye başlamam olarak nefret her yere yayıldı. o kadar içime kapandım ki asla evden çıkmıyordum, okulda kimseyle konuşmuyordum, dersleri asla dinlemeyip sekiz saat ders boyunca kitap okuyordum. o kadar mutsuzdum ki. çoklu kişilikler yaratmıştım kendime, onlar içimde kavga eder dururdu. bütün özgüvenimi kaybetmiştim. ama anlıyorsunuz değil mi? bütün bunları başlatan şey aslında benim kendimi önemli biri sanmamdı. ve bu yetersizlik hissi kendimden nefret etmemle sonuçlandı. şimdi artık kendisinden memnun olmayan insanların birçoğu, aslında benim gibi gizli bir narsizmle boğuşuyor. kendimizden çok fazla şey bekliyoruz, sonra bu beklentilerin karşılığı olmadığı için aptal, zayıf, aciz, çirkin, başarısız olduğumuz için -ki böyle bir şey yok- kendimizden nefret ediyoruz. <br />
<br />
ayrıca derslerle ilgilenmediğim için notlarım düşüktü ve böylece elimde hiçbir şey kalmamıştı "şunda iyiyim" diyebileceğim. işte tam bu duygularla boğuşurken, bir ucube olduğumu düşünürken bu blogu açtım. kimseyle konuşmadığım için bu ihtiyacı hissetmiş olabilirim diye düşünüyorum. neyse, sonra okulda arkadaş edindim nihayet ama sosyallikten zevk almıyordum. yine zamanımın çoğunu kitap okuyarak, müzik dinleyerek geçiriyordum ve okul dışında dışarı hiç çıkmıyordum.<br />
<br />
lise bittiğinde artık çok daha olgundum. nefret etmiyordum kimseden, sevdiğim birkaç arkadaşım vardı ama insanların önünde konuşamıyordum, dolmuşta para uzatır mısınız diyemiyordum, bir yere yemek yemeye gittiğimizde sipariş veremiyordum. kısacası tanımadığım insanlarla asla konuşamıyordum. özgüven denilen şeyden kırıntı kalmamıştı. hayal dünyasında yaşıyordum, gerçeklikle bağım kalmamıştı. kendi iç huzurumu bulmuştum evet ama bu içerideydi ve dışarıyla her karşılaşması bir hezeyandı.<br />
<br />
üniversitenin ilk yılı bir anlamda travmaydı herhalde. kalabalık bir öğrenci evinde kalıyordum ve her gün okula gidiyordum, hafta sonu film akademisine gidiyordum. kısacası her yer tanımadığım insan doluydu ve onlarla iletişmem gerekiyordu. diğer açıdan, dış dünyaya dair korktuğum ne varsa bir anda başıma gelmesi bende şok etkisi yarattı ve beni daha cesur kıldı. artık sıradan bir insan olduğumu kabullenmiş, bununla barışmıştım. kendimden daha az şey bekliyordum ve bu yüzden de mutluydum. zamanla özgüvenimi geri kazandım, sosyalleştim (hala birçok insana göre asosyalim ama kendimle kıyasladığımda çok ilerleme kaydettim), karakterimin kötü özelliklerinden kurtulmak için elimden geleni yaptım ama zaten nefret gidince diğer şeyler onu takip etti. bugün bunları kendime bu kadar itiraf edebilmem, hatta başka insanlara da, çok mutlu ediyor beni. bugün olmak istediğim insan olabildiğimi düşünüyorum, tabi bazen yine aşağılık kompleksi krizleri geliyor. o zaman diyorum ki kendime, sakin ol yağmur, sen sıradan ve normal bir insansın, olağandışı bir şey yapmana gerek yok, sen busun, iyi bir insansın, seni seven insanlar var, sevdiğin insanlar var. sahip olduklarına bir bak. hepsi çok güzel.<br />
<br />
çok mutlu son gibi oldu ama değil. seçilmişlik ve aşağılık kompleksinden kurtuldum ama istediğim gibi bir insan olabilmem, istediğim hayatı yaşıyor olduğum anlamına gelmez. dış faktörlerin sınırlayıcılığını özellikle bugünlerde iliklerime kadar hissediyorum ama ümitsiz değilim. en önemlisi de bu. sadece evde kalmaktan kafayı yemek üzereyim ahahhahaha<br />
<br />
<br />paulhttp://www.blogger.com/profile/16723175018100689015noreply@blogger.com9