Pazar, Eylül 10, 2017

yalnızız



"ben şüphemi adamcağızdan gizlemedim:
-siz tek başınıza haydar'ı zaptedebilir misiniz? diye sordum
memur elini arka cebine doğru götürerek:
-evelallah! dedi.
safa'nın başyapıtlarından biri olarak kabul edildiğini zaten biliyoruz, -dokuzuncu hariciye koğuşu, biz insanlar, matmazel noraliya'nın koltuğu da listenin diğer üyeleri. yine de okuduğum yorumlar arasında (söylenmiş bir şeyi tekrar etmemek için bunu yapmaya çalışırım) olumsuz bir yoruma çok nadiren rastlamış olmam sanırım beni şaşkınlığa uğrattı. kitabı hiç beğenmediğim için mi? hayır, saldırıya olanak veren çok delikler olduğunu düşündüğüm için. ama bunlardan çokça konuşup canınızı sıkmayacağım.

kitabı çok umursadığımı düşünmüyordum, ta ki bütün kelimelerinin dilime yerleştiğini (elli yıl öncesinin gündelik diliyle konuşmaya başlamıştım birden bire) ve sık sık romandan repliklerin hatırıma geldiğini fark edene kadar. birileriyle konuşurken "safa da şöyle diyordu," diye diye insanları bıktırmış olabilirim -ama benim suçum mu her konuda düşünülmeye değer bir laf demiş olması? çok mu aynı fikirdeyim safa'yla? aslında çoğu zaman değilim (hatta hiçbir zaman değilim galiba) ama bir yargı ortaya koyuyor safa, üzerine düşünmek tartışmak için çok elzem bir şeydir bu yargılar.

ben tabi kalkıp felsefi çözümleme yapmayacağım burada. yüzlerce makale var yalnızız üzerine. safa'nın (karakter olarak samim'in) ütopyası olan simeranya'dan da bahsetmek istemiyorum. mümkün olduğunda kısa ve temiz bir yorum yazmak istiyorum -şimdiden ortalık karıştı ama.

ben romanı okurken safa'nın karakter yaratımından çok hoşnut kaldım. hepsini önce tip olarak görsem de roman içinde değişimlerine tanık oldum (ve tabi karakter olduklarını gördüm), bu da beni hayli etkiledi. çünkü bir romanda bu kadar çok karakterin ruh dünyalarında olan biteni göstermek kolay iş değildir -en azından buradan bakınca öyle görünüyor.

ara not: her zamanki gibi kadınlarla ilgili sorunları devam etmekteydi. ben yarı-zamanlı feministim. rope derdi ki "feminizmin nimetlerinden yararlanırken feminizmi lanetleyenlere (bazı kadınlardan bahsediyor) dayanamıyorum". toplumdaki feminist algısı o kadar korkunç ki bazıları söze "ben feminist değilim," diyerek başlıyor, sanki suç. ama çığırından çıkmışlar da var tabi.

mesela besim muhteşem bir karakter olmuş, çok eğlendim, hem de samim (safa) ne kadar kardeşi besim'i kafasız bir hedonist olarak görse de zırnık etkilemedi beni. çok tatlıydı besim, her eve lazım. safa'nın bizzat kendisinin besim gibi bir karakteri hedonistlerden hiç hazetmediği halde nasıl bu kadar şirin resmedebildiğine şaşıyorum.  

"bizim gibi mirasyediler için, geceleri kitap okumak, gündüzleri gevezelik etmek için lazımdır. fakat züğürtlerin bütün felaketleri alfabeden başlar." (besim)

" insan ya geleneklere karşı koyup açık ve cesur yaşamalı, yahut da, inandığı bazı kıymetler varsa, onlar için fedakarlık yapmalı. en çirkin şey ikisine birden sahip çıkan mürailiktir." (besim'den meral'e)

" fakat bana öyle geliyor ki, kadın bile, senin araştırma zevkinin bir vasıtasından başka bir şey değil." (besim, samim'e diyor)

mefharet (samim'in kardeşi, besim'in ablası), safa'nın çok sık kullandığı kadın tiplemelerinden biri. alabildiğine irrasyonel, habire tansiyonu fırlayan, cemiyetin sürüklediği, sık sık hafakanlar basan bir kadın işte. selmin, mefharet'in kurnaz ve zeki kızı -ama bir samim değil tabi. kitabın ilk yarısını selmin'i ana karakter sanmak bile mümkün. yine de selmin her zaman duygularının etkisi altında ve bu da onu en büyük zaafı -çünkü o bir kadın.

samim, yani safa diyebileceğimiz abi, ilerlemiş yaşına rağmen kızı yaşında bir kıza, meral'e aşık olmuş -kızı yaşında ifadesine dikkat çekmek isterim. tabi ki kendisi her konuda en doğruyu bilen ve doğru kararları verebilen bir karakter. yalnız aşk onun zaafı. tabi bu çok kutsal bir zaaf, yani safa'nın mükemmel insanda bulunacağını düşündüğünü sandığım kusur.

“yalnızım, evet yalnızız. yani, bak, büyük kalabalıkların ortasında, insan denilen sosyal varlık kendi iç dünyasının mahpusu halinde, şifasız bir yalnızlığa mahkum. yalnızım, evet herkes yalnızdır, yalnızız. bütün ihtilaflarımızda yalnızlıklarımız çarpışıyor. hatta kendi kendimizle mücadelelerimizde bile kendilerimiz birbirine karşı yalnızdır.”

“biz, hepimiz sadece kendimizi düşündüğümüz için yalnızız ve yalnız kalacağız..”

meral'se, aslında gerçek kahramanımız diyebiliriz. tabi ki kimlik bunalımı, doğu-batı, eski-yeni çatışması. bir yanı paris e kaçıp (cemiyetten) gününü gün etmek isterken (samim buna ikinci meral diyor) bir yanı istanbul'da kalıp belki samim'le evlenmek sorumluluk sahibi edepli cemiyetle uyumlu biri olmak (birinci meral) -ki bu noktada safa'nın düşünce tarzı bana hadi abicim bırak bu kafayı dedirtiyor. tabi nihayetinde meral de bir kadın olarak zayıf, iradesiz, kararsız, inişli çıkışlı falan -safa sen neden böylesin?

“ikincilerimize hakim olduğumuz nispette insanız. hepimizin ruhumuzda en az bir katil, bir kaç hırsız, bir sürü yalancı, iftiracı ve sayısız can, mal ve ırz düşmanı var. bunları hapsediyoruz. yoksa kim adam öldürmez, çalmaz, iftira atmaz, ev bark yıkmaz?” (samim, meral'e)

"beni ona bağlayan hisse bir isim takamıyorum. aşk değil bu. dostluk değil .dostluk ve ahbaplık gibi, zora gelince feda edilebilecek bir şey değil. sevilmenin gururu var tabii bu biraz da sevmektir. aşka yakın bir sempati mi? galiba. çünkü aşk olsa,ona hürriyetimi feda ederdim; kuvvetli ve sempati olmasa, onu hürriyetime feda ederdim. ikisini de yapamıyorum." (meral kendi kendine)

olaylar oldukça tahmin edilebilir ve hatta sıkıcıydı ama akıcıydı da. benim için kitabın en heyecan verici yeri meral'in annesi necile ve bakıcı renginaz'ın parapsikolojik (ya da paranormal) bir deneyim yaşadıkları bölüm oldu (durugörü denilebilir sanırım?) korku filmi izliyormuş gibiydim ama bundan daha fazlası. hayatının son dönemi metafiziğe ilgi duymaya başlayan safa'nın bu alanın da yok sayılması ve rasyonalite tarafından  küçümsenmesine karşın tavrını da görmüş olduk. (tabi bu hayatının son dönemlerinde benimsediği bir duruştu)

çok eğlendiğim şöyle bir bölüm vardı, fransız mektebinde okumuş meral bazen fransızca kelimeler kullanıyor. bir ara "detay"lardan bahsedip, türkçesi neydi diye soruyor, samim'in cevabı "teferruat". (bir kere daha bu dil tartışmalarını anlamsız buldum, her şey sonsuz göreceli.

sözlerime son verirkene safa tarafından  fazlaca hisli olduğu için çıkarılmış prolog bölümünden bir alıntıyı sunacağım. bu beni kendisini zorla rasyonalist düşünmek zorunda bıraktığına dair düşüncelerimi destekleyen ve özgür bıraksaydı ne kadar muhteşem şeyler yazabileceğini gösteren bir bölüm.

"- seni sevmek istedim bir an için. böyle bir his gelip geçti. geçmedi daha. fakat geçer. böyle birçok hayallerim var: simeranyam var.
- kim o? sevgilin mi?
- hayır, sevgilim başka. o bir memleket, simeranya, dünyada olmayan bir yer. benim icadım. sıkıldım mı, kendimi oraya atarım.
- ne hoşsun. beni de götür oraya.
- simeranya’da yalan yoktur.
- kadın yok mu?
- insanlar gölgelerdir. konuşmadan anlaşırlar. birbirlerinden hiçbir şey saklamazlar. seni görür görmez bir simeranya kadınına benzettim. elbisenin içinde yalnız ruhun var. yüzün bir örümcek ağı. gözlerinde sen dolusun. gurur ve yalan yok. seni sevmek istiyorum. bu bir hayal. simeranya gibi sen de yoksun. yaratıyorum seni ben, kendi arzuma göre, ismini sakın söyleme bana. birbirimizi bir daha görmeyeceğiz."



ek: simeranya kaşifine mektup

sevgili peyami

bu mektubu sana yazıyorum fakat sayısız çekincelerim var. mesela çekince kelimesini kullanmam hakkında ne düşüneceksin bilemiyorum. (fakat endişe yahut korku veyahut tevahhuş değil bu, basbayağı çekince. tamam tamam seveceğin sözcüğü buldum, ihtiraz) son zamanlarda hoş olmayan kişilerle vakit geçirdiğimi mi? sanıyorum ki bu mektup sana göre argo kabul edilebilecek bir dolu ifade  ihtiva edecek. bunun için şimdiden özürlerimi sunuyorum.

eisenstein'dan iki buçuk ay, ileride kalem kavgasına (saman ekmeği kavgası denildi buna) tutuşacağın yakup kadri'den beş gün sonra fatih'in gedikpaşa semtinde doğdun. senden iki hafta sonra chaplin, yirmi altı gün sonra salazar doğdu. rus kahbeliği kadar birbirine yakıştığını düşünmediğin çift kelimelerden biri olan eyfel kulesi de o yıl açıldı. vikipedide (bugün internet dediğimiz çeşitli bilgi kaynaklarını içeren bir platformdaki bir kaynak) yazdığına göre adını tevfik fikret koymuş. Baban İsmail Safa, trabzon kökenli bir aileden geliyormuş ve döneminin eski şiir temsilcisi olarak kabul edilen Muallim Naci'ye göre allah vergisi bir yeteneği varmış. II.Abdulhamid'e muhalif olduğu için sivas'a sürülmüş, bu yüzden seni ve kardeşini annen tek başına yetiştirdi. sağ kolunda kemik veremi ortaya çıkınca okulu bırakmak zorunda kaldın.

yirmi bir yaşında vefa lisesine başladın, arkadaşların yusuf ziya, hasan ali yücel'di. ilk öykünü lisede yazdın, ilk romanını da. hemen tükenen "sakın bu kitabı almayın" diye bir hikaye kitabı da bastın. ama maddi sıkıntılar sebebiyle liseyi de bitiremedin. fransızca'yı öğrenmene abdullah cevdet vesile oldu. onun da etkisiyle gençliğin üzerine pozitivizm ve materyalizm hakimiyet kurdu, kendi kendine başka alanlarda kitaplar da okudun. hayatın boyunca da böyle devam etti. bir ara derülbedayi'ye (şehir tiyatroları) girmek istedin de kazanamadın. (muhsin ertuğrul'la orada sınıf arkadaşı olduğunu söyleyenler de var.) öğretmenlik yaptın, çeşitli devlet kurumlarında çalıştın. abinle gazete çıkarttın. eleştirmenlere göre edebi değeri olmayan eserlerini (arsen lüpen'den ilham aldığın cingöz recai gibi) server bedi adıyla yazdın. bergson'u, rousseau'yu pek severdin. valery'ye de hayrandın. nazım hikmet'le birbirinizi pek severdiniz fakat o komünist sen liberalist olunca anlaşamadınız, aranız açıldı. otuzların başında rasyonalist oldun, bir doğu-batı sentezi tutturdun. sonra sana kemalist milliyetçi de dediler.

"yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanılır; zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır." sözünü çok sever inanırdım. sen de çok yaşadın sonra en güzel romanlarını yazdın. kırk dokuz yaşındaydın annen öldüğünde. sonra da nebahat'la evlendin. bir ara seni faşist ilan ettiler. sense o dönem mistik konulara ilgi duymaya başlamıştın. demokrat partiden hazzetmiyordun, sonra cumhuriyet halk partisine de küstün. büyük doğu'da da yazdın ama necip fazıl'la da geçinemedin. menderes'le iyi ilişkilerin yüzünden darbeciler de sevmedi seni. yalnız sen değil hayatındaki bütün sevdiklerin hastalıklardan boğuştu, iki kardeşin ve annen hastalıktan öldü. eşin felç kalmıştı, öldü. oğlun da hayatını bir hastalıkla kaybetti. oğlunu kaybetmeye dayanamayınca beyin kanaması geçirdin sen de öldün. bense bütün bir sene haftasonları edirnekapı şehitliğindeki mezarının yanından geçtim ama bir fatiha okumadım sana.

hayır hayır, mektubum daha fazla trajik bir hal almamalı. hepimiz zaten ölüyüz. çocukken senin romanlarından çok etkilendim, psikolojik tahlillerinden ve her çocuk gibi dokuzuncu hariciye koğuşunun verdiği ıstıraptan ürktüm. sonra büyüdüm, makalelerini de okudum, kafamı çok kızdırdın. bir tereddüdün romanı'nı lise üçte okumuştum galiba -ya da o yaz- ve benim için en özel anlamını orada kazanmıştın. zirveni yaşadın, sonra düşüşe geçtin. yeniden okuyunca romanlarını eski hayranlığım da kaybolmaya yüz tuttu. şimdi yalnızız'ı okudum yeniden. biz insanlar'ı, matmazel noraliya'nın koltuğunu da okuyacağım yeniden. (ama acelem yok, belki on yıllık bir hedef bu.) bir de nazım'ın üç kez okuduğu dokuzuncu hariciye koğuşu'nu elbet. en son bir tereddüdün'ün romanını. ve defteri kapatacağım.

ikinci kez okunacak kadar değerli misin gerçekten de? bilemiyorum.  ama seninle ilgili merak ettiğim çok şey var, neden mutaassıp olarak etiketlenmek seni bu kadar üzüyordu? tıbbı bu kadar iyi bilmen nedendi (bütün o hastalıklar mı?), ya modern fiziğe olan ilgin? peki kadınlarla sorunun neydi? bazıları seni çok sevdi, seviyor, hayranlar, dostoyevski'yle karşılaştırıyorlar. bazıları nefret ediyor. fikirlerinden bağımsız estetiğine hayran olanlar da var. bense seni tahlil etmeye çalışıyorum şimdi. ne kadar benziyoruz mesela? sandığım kadar farklı mıyız gerçekten de? görüyorsun ya, sorum çok. cevaplarını bulana kadar birlikteyiz.

gözlüklerinden öperim

-yağmur


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder