Cuma, Eylül 02, 2016

üç gün ve ane brun



ne oldu da sinemayla ilgili bir geleceğim olduğunu zannetmek gibi bir kibre kapıldım? hayatımda asla senarist olsam ya da bir film çeksem gibi bir şey düşünmediğim halde bu bölümü seçtim ve nasıl oldu da iyi bir yönetmen olup olamayacağım gibi ütopik bir endişeye kapıldım? hiçbir şey olmuş değil, bir aydan fazladır bunu üzerinde düşünüyorum. önce çok gergin olduğumu fark ettim, sonra nedenlerini araştırdım biri buydu. ve hayatım boyunca duyduğum en yersiz kaygıydı. bu zamana kadar bunun üzerinde düşünmemişken, hayallerimde film çekmek yer almamışken sırf bu işi yapanların arasında durup sinemadan konuştuğum için, yönetmenlerin ve senaristlerinde de aslında gayet normal, hatta sıradan insanlar olduklarını gördüğüm için mi böyle bir yanılgıya düştüm? neden buradayım peki? neden bütün kariyerimi sinema üzerine inşa ediyorum? güzel bir film izlediğimde mutlu olduğum için mi? güzel bir öykü okuduğumdakinin onda biri kadar mutlu etmiyor? neden sinema? sadece eğlenceli olur diye düşündüğüm için mi? halbuki artık eğlenceli olmadığını da biliyorum. ama bundan iyisini görmüyorum kendim için. daha mutlu olacağım bir bölüm yok. yalnızca en iyi seçenek olduğu için mi? film izlerken çekim tekniklerine ya da müzikleri daha çok ilgimi çekiyor ama ben müzisyen değilim ve görüntü yönetmeni olmak konusunda da bir arzu duymuyorum.


bu akşam kedim eve gelmedi. nereye gittiğini bilmiyorum. normalde bahçeden dışarı çıkmazdı, bütün mahalleyi gezdim ama yoktu. geceleyin aramak da kolay olmadı elimde fenerle. her yere bağırdım çağırdım ıslık çaldım, yoktu. kedilere sordum, dost olduğu kedilere de düşman olduklarına da. bilmiyorlardı, hiçbir yerde yoktu. en yakın arkadaşı sarı kedi beni görünce yaklaştı, bir ara onunla flört ettiğini düşünüyordum, onun yanında da yoktu ve o da bilmiyordu yerini. adım atacak halim kalmayınca eve döndüm. yorgunluk endişelerimi giderdi tuhaf bir şekilde. sabah olunca geleceğini ümit etmekten başka bir şey gelmiyor elimden. yarın daha kapsamlı bir araştırma üzerinde düşünüyorum, karnı açtır muhtemelen ve korkudan ödü patlıyordur. her şeyden çok korkan bir kedi nereye gider? ananem çocukların onu kaçırmış olabileceğini düşünüyor, sonuçta insanlara çok alışkın bir kedi, çağırınca hemen gelirdi. babam kedilerin arada bir evden kaçtıklarını sonra döndüklerini söylüyor. ben en çok caddeye çıkmasından ve bir arabanın ona çarpmasından korkuyorum. cadde boyunca yürüdüm, ona dair hiçbir iz yoktu. günün aydığında eğer korkup bir yere gizlenmişse o yerden çıkıp geleceğine inanmak istiyorum. elimden bir şey gelmiyor.

***

gece saat dört gibi ortaya çıktı. dedemin miyavlama sesini duymasıyla kapıyı açması, benim fırlamam ve mutlu son. gece uyuyamadığı için mi yoksa korkudan şoka girdiği için mi bilinmez benim hiperaktif kedim sakiiiin usluuuuu çağırınca gelmez oyun delisi olmasına rağmen oyun bile oynamaz. çok merak ediyorum o on saat boyunca ne yaptığını. bir sürü teori var ama işte bilmek mümkün değil. akşam olunca kendine gelmişti biraz, oynadık ama aşırı korkak böyle normal konuşmanın dışında bir ses çıkarsa hemen fırlıyor bir tarafa doğru. kuyruğu kabarıyor. diğer kediler yüzünden oldu hep bunlar maalesef diye düşünmeden edemiyorum ama hiç dışarı çıkarmasak üzücü olurdu. bahçedeki gezinirken öyle mutlu oluyor ki... neyse işte zor iş bunlar.

bir film izledim, sonra denize gittik, yüzdümyüzdümyüzdüm... çok güzeldi. sonra deniz kenarında oturdum, bir tane tekne geldi. karısını ve çocuğunu aldı adam, güzel bir tabloydu.

***

şuan öykümü bitirmek zorundayım ama izlediğim dizideki karakterden nefret etmekle meşgulüm. sevdiğim bir şarkıyı dinliyorum, söyleyen kızı hatırlayınca, mutlu oldum, şirin. şimdi yazabilirim.


ne diyordum? güzel bir tabloydu, mutlu aile tablosu gibi. adamın elinde sigara olmasa kamu spotu olabilirdi. sahi neden böyle? -bunları yazarken bir yandan  kedimle saçma sapan bir oyun oynuyoruz. ben balkonda oturmuş, ayaklarımı uzatmışım.o güya gizlice koşarak gelip koluma bacağıma atlıyor sonra ben elimi uzatınca çılgınca kaçıyor.

bugün çok fazla rüzgar esti. sonunda balkonda oturabiliyorum. deniz masmavi, güneş bulutların arkasında batıyor, yağmur bulutları olsa gerek, böyle büyük, koyu renkli  ve yoğun. "bunlar yağmur bulutları mı?" diye soruyorum, "olabilir," diyor sadece. yavru ağzı bir renk görüyorum aralarından. deniz çok güzel bir mavi.

 -sahi neden böyle? ailemde sigara içenler var, çok yakın arkadaşlarım var ama o adamın elinde gördüğümde olumsuz bir duyguya kapılıyorum. tablonun içinde beni rahatsız ediyor. çocuk mu? tekne hızla uzaklaşıyor, kuzenlerim denizden çıkıyorlar ve eve dönüyoruz.

bir film izliyorum, yüzüyorum, biraz kitap okuyorum, ikindi vakti uyunmamış bir gecenin sonucu olarak göz kapaklarım ağırlaşıyor, açık pencereden gün ışığı giriyor. uyumam mümkün değil ama uyanık kalmam da. bilincim yarı kapalı, ara ara gözlerimi açarak yatıyorum. bir saat. iki saat. düşünceler ve hayaller bugün tatlı değil. kalkıyorum.


without any sense of strategies kısmında coşuyorum. ane brun ya da sarah jaffe dinliyorum bugünlerde. bir de princess chelsea'nin lil'golden book albümünü. şarkılar çok güzel, her zaman güzeller. cigarette duet dilimden düşmüyor.

bu sene çektiğim iki kısa filmi izledim az önce. tuhaf bir mutluluk ve heyecan sardı içimi. hoşuma gitti çektiklerim. bir sürü eksik ve yanlışıyla hoşuma gitti. jenerikte yönetmen olarak adımın yazmasını sevdim. bir film yapmak, ne kadar büyüleyici. filmin berbatlığına rağmen büyüleyici. yapım ekibim daha iyi olsaydı ve zamanım, filmlerim çok daha iyi olabilirdi, hem senaryo hem de görüntü açısından fikirlerim güzelmiş diye düşünüyorum. neden başka birinden bahsediyormuş gibi hissediyorum?


iki hafta sonra istanbul'a dönüyorum. otobüsler, metro, vapur, üsküdar ve istiklal beni bekliyor. film festivalinin hayalini kuruyorum, ders seçimi ne zaman diye soruyorlar. yine çok çabuk geçti zaman. bütün yaz boyunca tembelliğime tembellik kattım. En azından kastamonu, safranbolu, sinop ve amasra'yı gezdim tatilimde. bu da bir şeydir diye düşünmeden edemiyorum. iki tam iki yarım öykü yazdım. güzel kitaplar okudum, böll, kafka, buzzati, toptaş, ileri, coetzee, ballard, marquez. güzel filmler de izledim. virunga, prince of city, the search, 71 fragments of a chronology of chance, lizard, gone girl, beauty inside, monsters club.  şimdi aklıma bunlar geldi yalnızca.

kedim neden ıslık çalanın ben olduğumu bir türlü anlamıyor? kulağının dibinde çaldığım halde bu sesin benden gelebileceğine inanmayıp nereden geldiğini anlamaya çalışıyor, dönüp duruyor.


yine de neredeyse dört aylık bir tatil olduğunu düşünürsek hiçbir şey yapmadığım zamanlar çok daha fazladır. ev sahile yakın bile olsa iki hafta sonra camdan baktığımda denizi göremeyeceğim, güneşin batışını ya da. cadde olacak ve kediler. kedimi özleyeceğim. küçük bir çocuk gibi benimle oynamasını. uyumadan önce emecek bir kumaş aramasını ve rrrrrrrr sesini. çekyatların arkasında onu aramayı. ellerimde bıraktığı çizikleri. o antalya'da güneşin tadını çıkaracak, ben sahilde yürüyeceğim.

güneş battı, üşüyorum ve ayaklarım uyuştu ama buna dayanabilirim. bu yazıyı bitirene kadar en azından. bu senenin bana neler getireceğini merak ediyorum. dersleri ve arkadaşlarımı. yeni anılarımı ve öykülerimi. bir de filmleri artık. böyle denize karşı oturmuş, bunları düşünürken hayat güzel gibi geliyor. çektiğim ve çekeceğim zorlukları düşününce endişeleniyorum ve huzurum bozulacağı için şüphesiz üzülüyorum tatilin bittiğine. on dokuz bitiyor ve ben hala aynı kişi olabiliyorum. böyle yaşlanıp gidecek miyim? bilmek istemem. hayat sürprizlerle dolu olsun.


6 yorum:

  1. Muhtemelen seni okuduğum birkaç yazından ibaret tanıyorum sadece ama birkaç şey paylaşmak istiyorum, eğer kaba olduğumu düşünmezsen tabii ki.

    Bence istediğin her şeyi yapabilecek birisin. Bu yüzden sevdiğin bir şeyi aramakla ve elindekileri sorgulamakla meşgulsün. Bazen sevmediğin şeyler üzerinden ilerleme kaydedebilirsin. Sadece bir öneri, belki de işine yaramaz ama söylemek istedim. :)

    Ayrıca Sosyoloji konusunda yetenekli olduğunu düşünmeden edemiyorum. Başka bir hoca seçip bir ders daha al ya da en azından derse resmi olmayan bir şekilde katıl. Hocalar buna izin veriyor, o konuda şüphen olmasın. Ve mümkünse Eda, Hızır Murat veya Mehmet Fatih hocalar olmasın. Onlar çok iyi insanlar ama iyi akademisyen olup olmadıkları tartışılabilir. (Bu sosyoloji meselesi aslında sadece benim naçizane tavsiyem, elbette sana kalmış.)

    Son olarak, film ekiminden mi bahsediyorsun? Ben de bilet almak için pazartesi sabahı nöbet tutacağım. Eğer dikkatini çeken filmler olursa önceden buraya (ya da bana) yazabilir misin? Senin için sorun olmazsa tabii.

    Sağlıcakla kal. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hiiii roromiyaaaa sen bizim okuldan mıydıııın? kaba olduğunu düşünmem için hiçbir sebep yok tabi ki

      bir insan bir şeyi gerçekten isterse yapabilir diye inanıyorum ama gerçekten istemek... kolay değil sanırım, muhtemelen haklısın, böyle düşündüğün için teşekkür ederim

      önümüzdeki yaz çapa başvurmak istiyorum, sosyoloji ya da politika. şüphem yok birçok derse katıldım zaten, mesela o yüzden hızır hocadan ders almayacağımı biliyorum ehe, çok sevimli bir adam ama tarzım değil.

      36.istanbul film festivalinden bahsediyordum ama filmekimine de gideceğim tabikisi. ve tabi ki yazarım ama kriterlerin neler, mesela ben evde film izlemeyi sevdiğimden evde izlemeyeceğim filmleri festivallerde seyretmeye çalışıyorum. böyle bir ayrımın varsa ona göre söyleyeyim

      Sil
    2. Hehe, ben genelde tanımak istediğimi insanlara hemen "tanışalım mı?", "buluşalım mı?" gibi maillerle taciz etmeye başlıyordum ama bir süredir bu huyumu değiştirdim ve artık daha insani bir şekilde yaklaşmaya çalışıyorum. :) Aynı okuldayız muhtemelen (yani koyduğun okul fotoğraflarından anladım) ama bunu söylersem seni korkutabileceğimi düşünerek kendimi tuttum. :D

      Sosyolojiden çap konusunda tüm desteğim seninle. Tabii ki de kendi bölümüm olduğu için demiyorum sadece siyasetle karşılaştırınca her anlamda seni daha çok tatmin edeceğini düşünüyorum. Umarım hakkında en güzeli olur. :)

      Senin kriterin çok mantıklı kesinlikle. Benim genel olarak tercihim de, sinemada ile evde izlemek arasında gözle görülür fark olan filmleri sinemada izleyebilmek. Ya da evde fırsat bulsam bile izlemekten üşenecğeim filmleri sinemada seyretmektir. Fakat bu kadar ince elemek yerine doğrudan en etkileyici olacağını düşündüğün filmleri de seçebilirsin, karar senin kısacası. :)

      Çok uzun bir yorum yazıp burayı epey meşgul ettim ama bu fırsatı bulmuşken kaçıramazdım sanırım. Ayrıca her yoruma nazik ve ilgili tavrın çok hoşuma gidiyor. Sanırım itirafımı da yaptıktan sonra artık meydanı başkalarına devredebilirim.

      Sil
    3. Hahah bence güzel olur. Yeni insanlarla tanışırken çok gergin oluyorum ama roromiya ile tanışmak isterim

      Bazen işin medya kısmına geçmeyi düşünüyorum o zaman uluslarası ilişkiler olabilir sonra senin ne işin var sosyoloji varken diyorum falan.

      Doğrusu ben tek başıma film izleyemedigimden filmlerimi seçerken onu da kaalr alsam mı diye düşünüyorum. Güzel bir film listesiyle yakın zamandw geleceğim, bekle beniii

      Blogun en sevdiğim yanı yorum kısmı desem abartmış olmam özellikle uzun samimi yorumlar sayesinde yazmaya devam edebiliyorum. Bu açıdan bakarsak en büyük motivasyon kaynağım olduğundan teşekkür ederim

      Sil
    4. Hiii o zaman okullar açılınca bir gün kararlaştırabiliriz, o zamana kadar ortalıkta herkese şüpheyle yaklaşmak da ayrı bir heyecanlı olur. :D

      Aslında sosyolojiye ilgin varsa okulunu okumasan bile çok şey öğrenebilirsin ama aynı şey siyaset ve uluslararası için daha çok geçerli. O yüzden cidden karar senindir. :) Ayrıca film listesi için şimdiden heyecanlandım.

      Yorumların gücüne bak sen, o halde ben daha bir sevindim. Teşekkür etmene bile gerek yok. :)

      Sil
    5. hahah anlaştık o zaman

      orası öyle tabi, sonuçta hep okumalar var sosyolojide ama bölüm olarak da okumak istiyorum yani, karışığım ya

      Sil