Çarşamba, Haziran 04, 2014

Bir Günün Sonunda Arzu


Aslında başlık sadece “pişmiş tavuk” olacaktı ama ben olanlar hakkında düşünürken canım “bir günün sonunda arzu” yapmak istedi. Ahmet Haşim'in belki en sevdiğim şiiridir bu. Yazının sonunda göreceksiniz.

Normalde genellikle belli bir şeyler hakkında yazıyorum. Dizi, film, müzik, kitap ya da her neyse.  Daha fazla halka mal olan şeyler yani. Benim hayatımdan insanlara ne ki diye düşünüyorum. Zaman zaman yazdığım oluyor tabi ama ne zaman bir şey yazmak istesem “neden?” diye soruyorum kendime. “Kalabalık yapmaya gerek yok.” Zaten mim yazarken hep kendimizden bahsediyoruz. Yine de belki rahatlamamı sağlar diye ümit ediyorum. Belki de daha çok sıkıntı verir. Mümkün. Şuan yine boşboğazlık ediyorum farkındayım ama üzgünüm bu sefer zırvalamayı kesmeyeceğim. :D

Şimdi efenim, ben bu millete sahne fobim olduğu gerçeğini bir türlü anlatamıyorum. Hayır hayır ben anlatıyorum da niyeyse bir türlü anlamak istemiyorlar. En sonunda sahneye çıkıp kalp krizi geçireceğim de ancak o zaman rahat edecekler.

Geçen seneden beri ne zaman bir tiyatro ya da skeç olsa hemen bir rolü bana yaftalayıveriyorlar, üstelik figüran falan olsam belki olur diyeceğim ama… “Hocam benim sahne fobim var yapamam, hocam sahne fobim var, hocam yapamam…” Dilimde tüy bitti. Korkunun üstüne git diyor herkes ama demesi kolay tabi, yüzümün nasıl alev alıp, kıpkırmızı kesildiğimi, başımın dönüp, gözlerimin karardığını bir ben bilirim bir de Allah! Oradan konuşmak kolay! Sınıfta bile kendimi bildim bileli hep en arkada oturmuşumdur, ön sıralarda oturmaya tahammül bile edemiyorum adam bana sahneye çık diyor… Gel de sinirlenme!

Örneğin; edebiyatçı ortada Mehmet Akif yapacak birini arıyormuş, beni görünce bir anda “işte Mehmet Akif!” diye bağırmaz mı? Benim suretimde Mehmet Akif’i nasıl buldu aşırı derecede merak ediyorum. Halbuki benim sahne fobim var ve o da bunu biliyor ama bir türlü inanamıyor. Başka Mehmet Akif olacak kişi yokmuş –bak bak bak sen- oynamazsam iptal edecekmiş. Suçluluk duygusu mu hissettirmeye çalışıyorsunuz acaba? Yok efendim sağ olun ben almayayım. Oynamadım ve de iptal oldu ama otuz kez açıklama yapmak zorunda kaldım.

Dönem sonu geldi tabi, kurslar kapanıyor. Ben de yine keman kursuna başlamıştım. (Evet yine ve yine. Dört oldu.) Belki her ders beyefendiye sahne fobim olduğunu söylemişimdir. Ama sanırsam o da inanmamış. –Ne çektim be!- Sene sonu gösterisinde çalmak ister miymişim? Başımı hayır anlamında hızlı hızlı salladım. Niye diye sordu, açıklama yaptım. Tipik korkunun üstüne git nasihatleri, ben de gidince ne olduğunu anlattım. Beş on dakika geçti, “Çalmak istemediğine emin misin?” Değil mi beş dakikaya geçti sahne fobim benim de zaten.

Geçen hafta da yine edebiyatçı şiir okumamı istedi, belki 300. kez “Hocam benim sahne fobim var.” dedim. “Biliyorum ama inanamıyorum.” demez mi? Alnımın çatısından vurun beni. Ödül almaya bile kendim çıkmıyor, yerime başkasını yolluyorum, şaka mısınız siz? Geçen gün de tarihçiden D sınıfına gitmek için istedim –ders işlemiyorduk- o bana cevap yerine “Paul senin için harika bir şeyim var. Osmanlı Günü yapacağız.” Tabi ben anladım işin içinde bir sahne meselesi var. “Hocam benim sahne fobim var.” dedim hemen, slogan haline gelmişti. Şaşırdı hoca “Ama olmaz ki senin gibi tarihi seven birinin nasıl sahne fobisi olur?” –Burada koptum, Allah aşkına ne ilgisi var ya?-

“Yazmalık bir şey varsa onu yapayım hocam.” Dedim, hay dilimi eşek arısı… Ne diye kaşınıyorsam acaba? Neyse, bu zekiliğimin (!) sonucunda iki tane skeç yazmak zorunda kaldım. Birini yazarken ertesi gün iki tane sınavım vardı. Ötekisini okulda yazdım, hocanın bilgisayarını aldım ama şarjı yok. Mevcut priz tahtayla kapının arasında. Sıramızı oraya çekmek zorunda kaldık. Sınıfa girmek için kapıyı açıyorsunuz karşınızda sırada oturmuş biri bilgisayarla uğraşan diğeri uyumaya çalışan iki öğrenci. Pek de hoş bir görüntü değil tabi…

Önceki gün sanırım, evet evet. Edirne Valiliğinin düzenlediği bir yarışma için bir hikaye yazmıştım. Bu sefer Maupassant tercih ettim ve konu itibariyle de biraz jüriye oynadım denebilir, kabul. Ama bunun nedeni bunu düşünerek seçim yapmam değil. Zaten ne zaman hikaye yazacak olsam günlerce “bana konu bulun konu konu konu…” diye söylenip duruyorum. Milletin de burnundan getiriyorum tabi, orası ayrı. Ama serbest bir hikaye yarışması da olsa başlıktaki şu kısım bana ilham verdi; “Safiye Erol’u Anma” Ben de kimmiş diye araştırdım ve ilgimi çeken yönleri oldu. 20.yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir bayan yazar. Makedonya göçmeniler ve annesi  de Bektaşi Dervişi üstelik! On üçünde eğitimi için Almanya’ya gitmiş ve bilin bakalım ne okumuş? Felsefe. Eh, Almanya’da okuyacaksan ya hukuk ya da felsefe okuyacaksın zaten.  Tam bu noktada Safiye’nin Türklükle ya dinle bir alakasının kalmadığını düşünmek mümkün, hatta yüksek ihtimal. Ama insanları şaşırtmakta üstüne yok Erol’un.

Neyse, ilginç bir hayat hikayesiydi ve okuduğum anda kafamda kurgu belirdi. Ben de yazdım. Sonra da gittim Mehmet Nuri Yardım’ın Safiye Erol Kitabı’nı aldım ve kontrol ettim yazdıklarımı gerçekle çelişmesin diye. Bu sefer biraz daha klasik bir üslup takınıp, modern tarzdan sakındım. Herkes tarafından çok beğenildi, ayılındı bayılındı ne var ki “benim” diyebileceğim hikayeler arasına katılmayı beceremedi. (Bundan daha önce bahsetmiştim: “benimsemişsinizdir artık, sizden bir parça olmuştur. İşte bir hikaye ancak o zaman ‘sizin hikayeniz’ olur. Yazmak sahip olmak için yeterli değildir. Ne çok hikaye vardır benim yazdığım ama bana ait olmayan...”)

Neden bilmiyorum ama insanların çoğu benimsemediğin hikayeleri daha çok seviyorlar. İnsanlar hızlıca okuyabilecekleri şeyleri seviyorlar sanırım, anlamak için çaba sarf etmeyecekleri ve okurken kendilerini olaya kaptırabilecekleri. Tabi ki, romanlar neden bu kadar satış yapıyor? “Yukarı doğru çıktıkça azalan bir okur piramidi var…” diyordu Sevinçgül, sanırım kastettiği bu. Ben neyi tercih edeceğim dersiniz? Bunu zaman gösterecek. Demek istediğim şey yanlış anlaşılmaz umarım, bahsettiğim kişilerin içerisinde bol bol okuyan –ama roman tercih etmeyen- annem ve edebiyat öğretmenlerim de var. Neyse ki karar vermek için zamanım çok. :D

Konuya geri dönersek, hikayeyi son gün gönderdik. Ama pişmiş tavuğun başına gelmez derler ya, yanlış yere göndermişler hikayeyi. Edebiyatçı ağladı üzüntüsünden daha ne diyeyim… Bana nasıl söyleyeceğini de bilememiş. Bununla birlikte nedenini ben de bilmiyorum ama üzülmedim, hatta beceriksizliklerine ve şansıma (!) güldüm. Kendimi gerçekten anlamadım ama. Niye kızmadım, hayal kırıklığına uğramadım ya da başka herhangi bir şey… Ne olursa artık. Güldüm geçtim resmen ama üzerinde hayli uğraştığım bir şeydi. Nasıl bu kadar umursamaz olabilirim? Her neyse, benim yerime arkadaşlarım sayıp sövdüler hocaya. Öğretmen de şaşırdı biraz tabi size ne oluyor gibisinden, neyse amaaaaan öyle işte. :D

Ne çok konuştum ben yine? Anlatacak ne çok şeyim varmış ve hala da var üstelik. 

Birine söylemek istediğim şeyleri de söyleyeyim bari. Aslında bunu okuyacağından emin değilim, eskiden olsa mesajın yerine gideceğinden emin olurdum. Şimdi… Hmm… Pek sanmıyorum ama kısmet diyelim. Ve özellikle belirteyim, kimse üzerine alınıp beni sinirlendirmesin. O biliyor kendini, sen! Uçurtma! Evet evet sensin muhatabım. Sadece sen.

***


Bunu buraya niye yazıyorum bilmiyorum, neden birden açıklama yapmak ihtiyacı hissettim? Geçen bilgisayarımdaki dosyaları düzenlerken yazdığın kısacık(!) notlara rastladım, belki de o yüzden. Keşke hep öyle kalsaydı aramızdaki ilişki. Beni herkesten çok sevmese ve herkesten çok nefret etmese idin. Ben de seni tanımasaydım. Acının, korkunun, güvenin ve saygının ne olduğunu bilen sakin biri olarak bilseydim ölene kadar. Sen de beni tanımasaydın. Acının, korkunun, güvenin, saygının benim için ne ifade ettiğini, koyunun gülü yediği bir gezegende yaşamanın ne demek olduğunu bilmeseydin. Çoğul kişilik bozukluğum da şizofrenim de bipolarım da bana kalsaydı. Şimdi bunları rahatça söylemek kolay, sen biliyorsan herkes bilebilir diyorum kendime.

Şuan bütün bunlar umurunda olmayabilir. Buraya yazdığım için kızabilirsin. Belki sadece nefret kalmıştır kalbinde. Belki üzgünsündür belki de hiç olmadığın kadar mutlu. Bilmiyorum. Ama şunu bil ki ben senden nefret etmiyorum, senin de benden nefret etmeni istemiyorum. Ama birbirimizden uzak kalalım. Çok fazla ortak noktamız olduğunu söylerdik ama bunların hepsi yüzeysel şeylerdi. Çok farklı insanlardık, farklı yaşamıştık, farklı bakıyorduk ve bu farklılık asla doğru olmayacak bir yanlışı da beraberinde getirdi. Biz diye bir şey yoktu, hiç olmamıştı ve olması mümkün de değildi.

“Ben senin için yanlış insanım,” demiştin. Haklıydın ama ben seni dinlememiştim. Bunun için de özür dilerim. Ama çok acı çekmiş olsam bile, ki bundan daha kötüsü insanlara güvenme konusunda olumlu yönde ilerlerken en başa dönmüş olmam, pişman değilim. Hayır. En başta keşke falan dediğime bakma, böyle böyle, yaşadıkça dolacağım. Gelecekte nasıl bir hayatın olur bilemiyorum ama kimseye bana davrandığın gibi davranma. Olumsuz düşünme ve ayrıntıya takılma. Senin hakkında tek umudum bu.

Son bir şey… Koyun gülünü yerse bir gün, yeniden konuşalım. O zaman birbirimizi anlayabiliriz. Sana dört mevsim bahar, bana dört mevsim yağmur… Yağmuru sevmediğini ama şeker de olmadığını söylemiştin. Lakin ben güneşte fazla kalırsam eririm bu yüzden ancak sen ıslandığında aynı gökyüzünü paylaşmış olabiliriz.

Sevgiler

-Paul




***

BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU 

Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümayan,
Güller gibi... sonsuz, iri güller

Güller ki kamıştan daha nalan;
Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Alemlerimizden sefer eyler? 

Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
 
Üstümde sema kavs-i mutalsam! 

Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
 

-Ahmet Haşim


7 yorum:

  1. :( Son paragrafa bayıldım resmen. İçim bir tuhaf oldu :(
    Ayrıca neden hayatımda olanlardan kime ne diye düşünüyorsun ki? Kendi adıma hayatlarındaki günlük olaylardan bahseden blogları daha çok okuyorum ben. Sen içinden geleni yaz.İstemeyen okumaz zorla değil ya.
    Hikayene de üzüldüm bu arada. Keşke doğru yere gönderselerdi. Ama ne iyi ki fazla takmamışsın kafana.
    Bak ne güzel yazmışsın. İçini dökmek rahatlatır insanı.
    Sevgilerle..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sonuçta gayet monoton ve sıkıcı bir hayatım var, ha memnunum bu sıkıcı hayattan ama okuması zevkli olmaz herhalde diye düşünüyorum :D
      Hikayeyi hatırlayınca gülesim geliyor benim, sen de gül :')
      Haklısın, bundan sonra daha rahat olabilirim herhalde... Teşekkür ederim^^

      Sil
  2. Kesme ya buna hiç de zırvalamak denmez bence rahatça içimizi döküyoruz :)
    Benim düşüncem de ''benim hayatım hakkında her şeyi bilmeliler!'' sanırım :))
    Hiç gitme korkunun üstüne bu dünyada herkes sahnede olmak zorunda değil, sonuçta sahneyi hazırlayan isimsiz kahramanlar ;)
    Bence de hayırlısı mı olmuş ne :))
    Akıl vermek gibi olmasın ama bence insan istediği şeyi yapmalı çevresinin istediğini değil :)
    Bize hitap etmediğin kısmı anlamasam da azıcık hayran kalmış olabilirim :)
    Yeteneklisin vesselam :D Sizin gibi çok okuyan ve okuduğunun karşılığını yazdıklarıyla alan kişilere imreniyorum açıkçası. :)
    Ahmet Haşim ve bu şiiri benim de favorilerimden :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hem ben o kadar yazılarını okuduğum blog arkadaşlarımın hayatları hakkında daha fazla şey bilmek isterim ve hiç bıkmam okumaktan :) Bence insanlar da böyle düşünüyor :)

      Sil
    2. Zaten sahnede olmak istemiyorum, önemli biri olmak da istemiyorum. Gayet sıradan, silik ve arka planda kalan biri olmak istiyorum. Ama ben sahne fobim var dedikçe üzerime geliyor insanlar :((
      Çevrenin istediğini yapmaktan ziyade yaptığın işin birilerine faydası olması lazım, yazdıklarımın birilerine ulaşmasını istiyorsam... Sanırım iki türlü de yazacağım gibi geliyor bana :D
      Son iki mısra bütün sene dilimdeydi herhalde :D
      Bilmiyorum, size güvenip yazmaya devam edeceğim sanırsam :D

      Sil
  3. Oyyy yaz bee sen hiç çekinme ben okumak isterim hep:)
    Ahmet Haşim muhteşem :)
    Talihsizlik üzücü ama daha neler neler olacak önünde kim bilirkii belki ondan üzülmedin:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben bu gazla zaten yakında tarihçemi falan yazacağım :D
      Bence son zamanlarda duygularım tek kalıba girdi, her şeye gülüyorum. Şaşkınlık, hüzün, öfke, fiziksel acı falan vız gelip tırıs gidiyor sadece gülüyorum :D asalak bir şey oldum :D

      Sil