Cuma, Şubat 28, 2014

Ömer Sevinçgül'ü Tanımak


Bir haftadan uzun süredir devam eden kitap fuarına pek çok  ünlü yazar teşrif etti. Bugünün en çarpıcı iki isim şüphesiz Ahmet Günbay Yıldız ve Ömer Sevinçgül’dü. İmza günü geçeli çok olmasına rağmen Ali Çimen de oradaydı. Kendisinden pek hoşlanmadığımı da yanlışlıkla “Ayşş Ali Çimen” deyişimden anlamış olsa gerek. Sanki rafımda 5 kitabı duran Ali Çimen başka biriydi, öyle olsa güzel olurdu.

Ahmet Günbay Yıldız’ın eserleriyle pek içli dışlı olmadığımı düşünürsek oraya Ömer Sevinçgül için gittiğimi tahmin etmek zor olmaz. Dahası, günlerdir bunun peşindeydim. Sevinçgül’ü okula getirtmek için pek çok çaba sarf ettim ama yine de bir ilköğretim okulu onu benden çaldı! Şaka bir yana onun yerine okulu toplayıp gittim.

Peki kimdir Ömer Sevinçgül? Hemen kısa bir bilgi vereyim. Bu kitaplarının başında yazan kendisi:
“insan... yedisinde okuma yazma öğrendi. on beşinde ‘yazar olmak istiyorum!’ dedi. sorduğu ilk soru neydi hatırlamıyor. seviyor yaşamayı... ve demli çayı... sade hayattan yana... yayın alanında kitaplarıyla var olmayı yeterli buluyor. çekmecelerinden birinde, kim bilir nerde, bir mühendislik diploması duruyor... carpe diem yayınları ve adı yok dergisi danışmanı. kitapları türkçenin yanı sıra ingilizce, arnavutça, boşnakça ve almanca dillerinde de yayımlanıyor. okuyor, düşünüyor, kalbine dokunanları yazmayı sürdürüyor...”

***

Fuara daha önce 56765678657 kez gidip her yeri ezberlemiş olduğumdan bu kez tek hedefim Ömer Sevinçgül’dü! Daha o yoldayken gidip, Timaş yayınlarının önündeki masanın önüne dikildim. Bir hafta kadar önce Ali Çimen’den dolayı tecrübe sahibiydim. Fol yok yumurta yok ben sıraya giriyorum. Arkadaşlar da benim arkama dizilince komik bir görüntü oldu.

Sohbet gırla giderken bir anda küt diye Sevinçgül belirdi. Tabi biz ufak çaplı bir kalp krizi geçirdik, otuz saniye civarında beyinlerimiz bloke oldu. Kendimize gelince “Kolay, kısa, keyifli felsefe” isimli kitabıyla açılışı yaptık. Tabi ben kitapları çıkardıkça çıkarınca aklıma “Beni kovalar mı acaba?” sorusu takıldı. Neyse ki “Sorun değil, başka varsa onları da imzalayabilirim.” Diyerek beni rahatlattı.

“Eski bir okuyucunuzum, üslubunuzu çok beğeniyorum.” Falan filan okuyucu zırvalıkları kısmını geçtikten sonra “Dört Mevsim Bahar”ı eline verdim. O zaman “Ooo cidden eskiymiş.” Dedi. En sevdiğim kitabı diyebilirim Sevinçgül'ün. Ve son olarak da “Yazar Olmak İstiyorum” kitabını çıkardım, üzerine de ekledim;
-“Ben de yazar olmak istiyorum.”

Bunu söylemek için kaç gündür hazırlanıyordum ben? Ne kadar kolaymış halbuki, korktuğumun aksine ne kadar da olumlu bir tepki aldım. Geceleri gözüme uyku giremeyişinin nedeni bu mu imiş? Ardından yazılarımı “Adı yok” isimli gençlik dergisine gönderip göndermediğimi sordu ve ona mail atabileceğimi söyledi. Dahası oraya gelen iki kızdan bir tanesi beş yıldır Sevinçgül’le mailleşiyormuş ve sadece yirmi yaşındaydı. İlk mailini dört yıl kadar önce atmış bir başka genç daha vardı.

“Her maile cevap yazıyor musunuz?” diye sordum, onda önce diğerleri atlayıp “Yazıyor!” diye haykırdılar. O ise dedi ki “Eğer biz yazara mail atarsan da cevap almazsan onu defterden silebilirsin. Öyle birinin insana saygısı yoktur, insana saygısı olmayan biri de…”

Yaklaşık iki saat kadar başında durdum, diğer insanlara kitap imzalarken sorularıma uzun uzun cevap verdi. Konuşmayı bilen insanın hali bir başka oluyor, senin kırk takla atmana gerek kalmıyor, seviyorum böyle insanları. Neyse, iyi bir çocuk olup sorduğum soruların cevabını sizinle de paylaşacağım, olur ya birinin işine yarar.

Öncelikle yazılarını beğenip beğenmediğime her yazara bu soruyu sorarken Sevinçgül’e sormamak olmazdı. “Ne okumalı?” diye sordum. Üç maddeden oluşan harikulade bir cevap verdi. Ama ikinci ve üçüncüsü bana kalsın.^^

“Türkü dinler misin?” Diye sordu.
“Türküden türküye göre değişiyor.” Dedim, doğruydu. Bir “Mihriban”ı dinlememiş, o tadı almamış olmak mümkün müydü?
“Kendini bulmadan evrensel olamazsın.” Dedi, bol bol türkü dinlememi, halk hikâyesi, masal, halk şiiri okumamı tavsiye etti. Bunun üzerine biraz Bostan ve Gülistan lafı geçti. Adam işin özünü kavramıştı. Ne zamandır hayalini kurduğum “öze dönüş”ün vakti gelmişti de geçiyordu. Bütün dünya klasiklerini okumak için gayret ederken Halk edebiyatını ihmal etmiştim.

Başka biriyle sohbet ederken ise kendi hayatından bahsetti. Manevi açıdan tatmin edilmemiş çocukluğunda, ruhu doyurulmamış. “14-15 yaşıma geldiğinde kafayı yiyecektim,” dedi. “Ne olacağım ben, bu dünya nereye gidiyor, ben nereye gidiyorum?” diye düşünüyormuş. “Yolumu okuyarak buldum,” dedi. Birkaç gün önce Ali Çolak da aynı şeyden dem vurmuştu. Okumadan yol çizilmiyor demek ki, bir kez daha tasdik ettim. “Yazar olmak istiyorum” kitabının ortaya çıkışı ise kendi yazar olmaya karar verdiğinde onu yönlendirecek bir eser aramış lakin bulamamış. O da “Yazar olursam eğer ben yazacağım,” demiş ve yazmış.

Bir başka sorum ise şuydu:
“Her zaman trajik şeyler yazıyorum, mutlu anlarımda, mutlu hikâyeler yazmak istesem bile yazarken o bir trajediye dönüşüveriyor. Engelleyemiyorum.”
“İşte bu inandığımız şeyler hayatımızın farklı oluşundan kaynaklanıyor. Zamanı gelince inandığın şeyler ve yaşam aynı olacaklar, o zaman sen de bu konuda zorlanmayacaksın.”

Sevinçgül’ün bazı kitapları vardı, olduğunu biliyordum ama hiçbir yerde bulamıyordum bu kitapları. Neden bulamadığımı, bu kitaplara ne olduğunu sordum. Timaş bir seri halinde basmayı düşünmüş kitaplarını ama kitapların adı biraz sıra dışı olduğundan tepki almış. Halbuki benim çok hoşuma gitmişlerdi, birkaç tanesi şöyle:

Bana soran oldu mu?
Alınyazımı ben mi yazıyorum?
Sen bir istisna mısın?
Kurabiye Tanrılar
İsa gelince haber ver, vb.

“Anadolu bunu sevmedi.” Diyor. Hatta bir gün bir telefon almış, adam “Taksimdeyim, seni bulacam, kafana sıkacam.” falan demiş, yazar olmak istiyorum’da da geçiyordu bu olay. Bunun üzerine muhtevasını aynı bırakarak kitapları ve düzenlemeleri değiştirmişler.

Bir de arkadaşımın sorduğu bir soru oldu, “Hiç yazmaya küstünüz mü?” diye. Tam duymadı, ben tekrar ettim: “Tamam bırakıyorum, daha yazmayacağım, dediğiniz zamanlar oldu mu?”
Elini salladı “Ohoo…” dedi. “Pek çok kez oldu, olması normaldir. Yazmak da hayat gibidir, bazen bulutlu olursun, yağmur yağar, bazen güneşlisindir şakırsın…”

Konuşması sıra dışı ya da etkileyici değildi belki ama samimiydi, mütevazıydı. Benim için de bu yeterliydi. Pek çok yazar gibi “küçük dağları ben yarattım” havasında gezmiyordu. Kendinden büyük olsun küçük olsun herkese saygı gösteriyor, önemli hissettiriyordu. Fuara ilkokul çocukları da okulları tarafından getirilmişti, sadeleştirişmiş Sefiller’i imzalatmak isteyenler oldu. Onlarla konuştu ve “kitap imzalatma” olayını açıkladı. Ben olsam o kadar ilgilenebilir miydim her gelenle, bilemiyorum.

İşin özü tanımayanlar da görünce, konuşunca sevdiler. Herkes çok memnun kaldı. Ayrılmak istemedik yanından, bu kadar ilgi göreceğim aklımın ucundan bile geçmemişti. Zerre kadar hayal kırıklığına uğramadım, çok mutluyum. Üstelik bu biteceği için üzüleceğim türden bir mutluluk değil.


10 yorum:

  1. Ne mutlu sana!! Sen anlatırken ben heyecanlandım! :D İnsanın sevdiği yazarla geçireceği küçük bir sohbetten bile daha iyisi olabilir mi, senin adına çok sevindim ^^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten de öyleymiş, gelmeden önce gözüme uyku girmedi, ne söylesem, ne söyler diye düşündüm durdum ama aramızda neredeyse 40 yaş olmasına rağmen beni öylesine ciddiyetle muhatap aldı ki şaşırdım kaldım.^^

      Sil
  2. Ahh bu yazınla yaramı deştin Paul! ;_;
    yanlış hatırlamıyorsam sene 2010, İzmir kitap fuarında imza günü olacaktı. Burdan kalkıp ta İzmir'e gittik, annemlere çok dil dökmüştüm ve sonunda ikna edebilmiştim. Ancak karşılaştığım şey koca bir hüsran oldu. Bir yakını rahatsızlandığı için gitmek zorunda kaldı dediler.. Elimde kitaplarımla öylece kalakaldım, ağladım zırladım. Ama elden bir şey gelmez tabi... O günden beri de bir daha böyle imza gününe gitmek gibi bir imkanım olmadı. :/
    Bu şekilde görüşüp konuşabildiğin için çok şanslısın. ;w;

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Buraya gelemeyen yazar da İlber Ortaylı oldu. Gidemeyeceğim diye çok üzülüyordum sonra bir öğrendik ki gözünden ameliyat mı ne olmuş, gelemeyecekmiş. Bazı arkadaşlarım da vardı onu bekleyen çok üzüldüler, başka bahara kaldı.
      Kendisiyle görüşemesen de dediğim gibi yazılan her maile muhakkak cevap veriyor, en azından bu şekilde şansını deneyebilirsin. Yap bunu! Sende bir ben görüyorum benden içeru :D

      Sil
  3. Çukkahamnidaaa çukkahamnidaaa~~ melodiyle okuyunuz lütfen :D
    Senin adına çok sevindim vay be Paul ^^
    Ben daha önce okumadım bu yazarı hiç ama okumayı istiyorum, epey merak ediyorum, ilk hangi kitaptan başlanmalı sence?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ha bu arada http://www.ilknokta.com/kitap/omer-sevincgul/isa-gelince-haber-ver.htm burada varmış, bakarken buldum^^

      Sil
    2. Kamsahanmidaaa kamsahanmidaaa^^ :D
      Ben de çok sevinçliyim :D Bunca şeyden sonra muhakkak oku desem şaşırmazsın elbette ama önce sevdim sonra tanıştım, pliz :D
      Öncelikle hemen her türde kalem oynatmış biri, o yüzden nasıl bir şey istediğine göre karar vermelisin. Roman istiyorsan "Mervin" isimli ikinci dünya savaşında yer almış bir genci anlatan kitabına bak. "Seni seven biri var" "Sana yeni bir dünya gerek" "Seni sana bırakmazdım" isimli kitapları ise iki gencin mailleşmelerinden oluşuyor. Hayattan, felsefeden, dinden, edebiyattan, aklına gelebilecek her şeyden konuşuyorlar. "Kalbinin sesini dinle" hikayelerinden oluşuyor, ki cidden hikayelerinin çok başka bir tadı vardır. :3

      Sil
    3. Çok teşekkür ederim^^ Lakin internetten kitap sipariş etmeme gibi bir huyum var, illa elime almam lazım asdasdas :D Zaten bir kaç tanesinin içeriğini kontrol ettim, dediği gibi muhtevası aynı, o yüzden içim rahat :D

      Sil
  4. Teşekkür ederim. Senin gibi zeki, duyarlı, samimi okurlarımın olması ne büyük bir lütuf! Dilerim tekrar tekrar görüşür, konuşuruz. Sevgiler :)
    www.omersevincgul.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim, aklımın ucundan bile geçmezdi sanırım bu yazıyı okuma ihtimaliniz. :) İnşallah, çok isterim. :)

      Sil