Pazartesi, Ekim 24, 2016

filmekimi gerçekleri


yazının yapısı filmlerin en az beğendiğimden bayıldığıma doğru gidecek şekilde inşa edildi. (iyi halt yedim, inşa edilmişmiş, cümlenin bozukluğuna gelin) daha önce yazabilmeyi isterdim ama işte bahaneler bahaneler. (tembellik)

birth of a nation

trailer'ındaki müziklerin aşık olarak gittiğim şu filmin neden ve neden ve neden festival filmi olduğunu anlamıyorum. gerçekten. no idea. ich weiß es nicht. wǒ bù zhīdào. nadu mulla. (engin dil bilgim beni duygulandırıyor) bu filmden bahsetmiştim izlemek istiyorum diye, pişman değilim yine de çünkü böylece adam gibi eleştirebileceğim bir filmim oldu. (ne izlese beğeniyor bu da zaten yaftasından kurtardım. hadi yine iyiyim.) the man who knew infinity hakkında düşündüklerimin aynısını düşünüyorum desem yeridir. (biyografi filmi yapınca niye böyle yapıyorsunuz, bkz. olli maki çok iyiydi) olmuyor abi, se-nar-yo yazamıyorsunuz. böyle daldan dala atlayan, şekeri karıştırılmamış çay gibi (benzetme için teşekkürler derviş zaim) yazarın elinin belli olduğu (bkz. deus ex machina) birbirinin takip eden sahneler. kan gövdeyi götürüyor zaten. o işkence sahnelerinde kulaklarımı kapatıp gözlerimi de sıkı sıkı yummam gerekti. (hiç gelemiyorum böyle şeylere, sanki bana yapılıyormuş gibi hissediyorum) velhasıl kelam, fikir güzel, amaç güzel, konu güzel, imkanlar oyunculuklar müzikler güzel. ama senaryo olmamış nate parker.

rahatça filmdeki en iyi sahneydi diyebilirim, evet tabi ki ağladım

desierto

rexx en iyisi. cidden. ama kadıköyü teyzeleri değil. yani deli ediyorlar beni, biletim tam ikisinin yanındaydı. neyse ki sonradan dayanmayıp değiştim yerimi, herkese her şeye diyecek lafları var. beş dakika içinde o kadar çok insana laf ettiler ki (bunlardan biri de bendim tabi) en sonunda çıldırmadan uzaklaşmamın iyi olacağına karar verdim. az daha filmden çıkacaktım sinirimden. önyargılar önyargılar... kimsenin yaşına hürmet edesim yok bazen. o yaşa gelmiş ama hala böyle bir kibre sahipse üzgünüm, mezarında görüşelim diyeceğim tutuyor, yutkunuyorum. neyse filme gelecek olursak, amoresperros'taki çocuğu bir bakışta tanıdım tabi ama o da ne? aradan geçen yıllar acımamış, yaşlanmış. film sınırdan amerikaya kaçak olarak geçen meksikalıların çöl sıcağında aklını kaybetmiş psikopat bir amerikalı tarafından katliama uğramalarını anlatıyor. Bir buçuk saatlik filmin bir saatinde aklımızı yitirecek duruma geliyoruz gerilimden. (ama ben bir süre sonra saldım, neyse ki hayatımda ilk defa galiba patlamış mısır almıştım, ona odaklanıp rahatlamaya çalıştım) solumun solumun solumdaki kadına film boyunca fenalık geldi, gerilim arttıkça offf puff ölüyordu. ama filmin geçtiği mekan (çöl) çok güzeldi, oradan kazandı.

ma loute / cicim

hadi after the storm'da ingilizce altyazı vardı öyle izledik ya bu filmi ne yapmalı? city's nişantaşı'nda izledim filmi, sadece türkçe altyazı vardı ve hem senkrone değildi hem de bazı yerlerde altyazı hiç yoktu. tam bir rezillik. (avm işte ne olacak hıh. bu arada ilk defa gittim oraya. avmlerden nefret derecesinde tiskiniyorum. hele bundan ayrıca.) film ise inanılmazdı. yani sanırım dört yıldır falan böyle bir film izlememiştim. yönetmen kesinlikle manyak. nasıl desem beni öyle etkisiz hale getirdi ki yorum bile yapamıyorum. eşsiz. 

age of shadows

gayet güzel bir film olmasına karşın rakiplerinden dolayı dördüncü sırada yer almak durumunda kaldı. bu filmi izlerken uzak doğu tarihi bilgimin sanırım ilk defa işe yaradığına şahit oldum. japonya işgali altındaki kore'de işgale direnenlerin öyküsü. her film türünün tadını bulabileceğiniz bir film, çok güzel replikleri vardı, çoğunu unuttum ama bir tanesi şöyle bir şeydi: "hatalar yapsak da hayatta ilerleriz. hatalarımız bir yığın halini alsa bile onların üzerine basarız. daha yükseğe çıkabilmek için."



hymyilevä mies  / olli maki'nin en mutlu günü

gerçekten güzel bir biyografi olduğunu söylemeliyim. olli maki finlandiya'nın 1962'de tüy siklette dünya şampiyonluğu için dövüşmüş ünlü boksörü. juho kuosmanen neden filmi siyah beyaz çekmiş bilemiyorum ama yakışmış. her şeyi gözümüzün içine sokan filmlerden sonra çok iyi geldi, zaten bayan oyuncu da muhteşemdi, evlenmek istedim kendisiyle. tebrikler efendim. başka festivallerde de görüşelim.

after the storm / fırtınadan sonra

türkçe altyazı senkronizasyonu sık sık kaybetti, beyoğlu sinemasında izledim. daha önce bu salonda böyle bir şey yaşamadığımdan şaşırdım. (fitaş olaydı şaşırmazdım mesela.) o açıdan biraz üzücüydü ama film o kadar harikaydı ki bunu önemsemedim. yönetmen yine ve yine harika bir iş çıkarmış, neden japon sinemasını sevdiğimi bir kez daha anladım. bütün salon kahkahalara boğuldu ve ağladık da. bir gün böyle bir film yapabilmeyi çok isterdim. (ya adam yani koreeda montajı bile kendisi yapmış beni şok etti, üstelik dur durak bilmiyor. sen adamsın hirokazu.)



the net

o kadar harika bir filmdi ki diyeceğim bir şey yok gerçekten. eleştirebilirim, aklımdan geçen bazı olumsuz yorumlar da yok değil. (evet ben, evet kim ki duk'u) özellikle bazı diyaloglar çok kendini belli ediyordu, kim ki duk pek fazla diyaloga yer veren biri değil filmlerinde, böyle olunca acaba diyalog yazamıyor mu diye düşünmedim değil hahah (aynısını nuri bilge için de düşünüyorum mesela ama o kendisi de itiraf etti zaten bunu) yanlışlıkla sınırı geçen kuzey koreli bir balıkçının hikayesi. güneye ve kuzeye, pek tabi onları güney ve kuzey yapan komünizm ve kapitalizm için al birini vur ötekine (aynı bokun laciverdi) derken bir yandan da aslında aynı dili, aynı kültürü, aynı tarihi paylaşan insanların birbirine nasıl düşman oldukları ancak bu kadar etkileyici bir şekilde anlatılabilir dedirtiyor. deli gibi ağladım. harikasın kim ki duk.

***

bir film ekimi daha böylece eksikleriyle (paterson, swiss army man, salesman) geride kaldı. önümüzdeki maçlara bakacağız artık. (36.istanbul film festivali) sevgiler...

6 yorum:

  1. Böyle bir yazı okumak için ne zamandır totem yapıyordum, görünce gülümsemeden edemedim. İzlediğimiz iki ortak film varmış ama ikisi hakkındaki düşüncelerimiz de çok benzer. Buna içten içe sevinmeden edemedim çünkü bu sayede engin sinema kalp gözümün hangi seviyede olduğunu ölçtüğümü sanmak istiyordum ne zamandır. Hala daha sanmaya devam ediyorum elbette ama kendimi kandırmak için masum bir yol bence. :D

    Ellerine sağlık, eleştiri yazıları ufuk açıcı mı oluyor sanki ne.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. demek ki evrene gönderdiğin mesajlar sekerek bana geldi :D hangi iki film olduğunu söyleyip beni de aydınlatsaydın keşke hahah
      şimdi ne yalan söyleyeyim sevgili roromoiya, referans noktan bensem sanırım gideceğin daha çok uzuuuun yollar olmalı :D ama evet oldukça masum
      aman sıkıcı olmasın da şimdilik o bana yeter

      Sil
    2. Bir yazı yazdım aslında filmekimindeki filmleri içinde barındıran, üşenmeyip fotoğraf çekip bloğa yüklersem yarın-sonraki gün görmüş olacaksın filmleri. :D Ama ben bu uzak gelecekle seni bekletmeyip Fırtınadan Sonra ile Karanlık Görev filmleri olduğunu söyleyeyim. Yanılmıyorsam evvelden bunu konuşmuştuk.
      Valla benim gözüm yükseklerde değil. Ama seni de çok alçaklarda görüyor filan değilim, yanlış anlama sakın. Sonuçta bakış açısından zevk aldığım birini kıstas alıyor olmak tam benim yapıma göre. O yüzden şeyaptım yani... (uzattı lafı)

      Yazılan herhangi bir şeyin sıkıcı olması kolay değildir, bunu hiiiç dert etme. :)

      Sil
    3. haha gördüm ve de okudum ama aslında diyecek çok bir şey bulamadım, asghar farhadi filmleri biraz öyle ben parça parça izliyorum genelde (tabi filmi bölerek izlemek kimilerine göre korkunç bir şey)
      ooo büyük laflar, o zaman problem ben de mi? *bloglardaki çoğu kitap ve film eleştirisini sıkıcı bulup okumuyor ama kendi yazıyor(?!)*

      Sil
  2. Ekim ayı ve filmler de bitti işte... :)

    sevgiler! :)

    YanıtlaSil