Pazartesi, Mayıs 16, 2016

35. istanbul film festivali


çok erken olduğunun farkındayım tabi, sürekli bir şeylere başlayıp yarım bıraktıktan sonra taşınma ve iki hafta süren internetsizlik. ve tabi bir şeylerin sonu yaklaştıkça her şeyin biriktiğini görür, yoğunluktan çektiğin filmin kurgusunu bile bir ay sonra yaparsın falan.

her ne kadar şuan canım deli gibi film izlemek de istese istanbuldaki son gecem olduğundan kendimi yazma konusunda zorluyorum. ablam kahve yaptı, odasında sadece masa lambası yanıyor, hoş bir atmosfer, deli gibi yürümekten yorgun düşmüş durumdayım. bir şarkı açsam ama ne diye düşünürken ablam ghazal shakari'nin chon mooye to'sunu açıyor, mest oluyorum.

bir istanbul film festivali geçti. önemli tabi, eee sinemacı olduk sayılır bir noktada sonuçta. kendime ne diyebilirim diye düşünüyorum da sık sık, sinemacı uygun geliyor. yönetmen ya da kameraman ya da boom operatörü değilim ama gerekince her şeyim. film akademisinde eğitim görüyor ve üretiyorum da ama okulda hazırlıkta olduğum için sinema öğrencisi bile sayılmam. öyleyse ben neyim? sinemacı işte. izlerim, dinlerim, konuşurum, kısa videolar çekerim, kamera taşırım, ayak işlerini yaparım, sesçi olurum, model olurum. sinemacı işte, sinemanın her ucundan birazcık tutarım. spesifik yaptığım, uzmanlaştığım bir noktası yoktur. öyle işte. sinemacı.

film festivali tabi ki harika bir şey. özellikle de festival filmlerine bayılıyorsanız ki bu filmleri internetten orijinal dilinde bile bulma ihtimaliniz de yoktur, gerçekten inanılmaz bir fırsat. gel gelelim biz de insanız, bizim de hali hazırda bir okulumuz bir programımız var. Azıcık daha uzun tutsan şu festivali ne olur sanki? diye hüzünlendim çünkü isteyip de izleyemediğim çok film oldu ve bunları kim bilir nerede nasıl izlerim... neyse işte acım derin. yalnızca altı film izleyebildim. lafı çok uzatmadan bahsetmek istiyorum.

emre konuk - çırak
zaten başını hocamız kendisi izletip incelemişti, yani hocamı derken emre konuk'tan bahsediyorum. o zaman da çok beğenmiştim, şimdi de çok beğendim. çok keyif aldım ve türk sinemasına -eğer öyle bir şey varsa- biraz daha ısındım.

andrzej zulawski - cosmos        
zulawski manyak bir adam kesinlikle. manyak ama çok iyi bir filmdi. uzun süre etkisinden çıkamadım. başroldeki oyuncuya da bittim, o nasıl muhteşem bir rol yapmaktır, çok iyi bir filmdi.

aslı özge - auf einmal
aslı özgenin bir önceki filmi köprüdekileri izlemiş biri olarak biçim açısından ilerlediğini düşünsem de içerik bakımından gerilediğini ne yazık ki düşündüm. gerçi film sonundaki söyleşide filmi çekerken ne düşündüğünü anlatınca fikirlerini çok hoş buldum ama yeterince aktaramamış ya da ben anlamadım diyerek sözümü sona erdiriyorum.

liang zhao - behemoth
kafalardaki sanat filminin karşılığı, inanılmaz az derecede diyalog vardı ama bence çok etkileyici bir belgesel-filmdi. içindeki bütün metaforlara bayıldım.

mani haghighi -  ejhdeha vared mishavad!
sanırım en çok beğendiğim filmdi. bir daha izlemek için sabırsızlanıyorum. çok çok inanılmaz bir film. yönetmeninin sapığı olabilirim yani. çok imrendim yaaa, efsane diyebilirim. bir başyapıt benim için.

pengfei song - underground fragrance
çok tatlı bir filmdi, böyle bittikten sonra hafif bir hüzün ufak bir tebessüm. yaaaa amaaaa falan dediğim, içimin sızladığı ama ne bileyim tuhaf da bir iyi bir hisler... karışık.

festival bittikten sonra hızımı alamayıp istanbul modern'e dadandığım da doğrudur. şimdilik bu kadar, çok yakında yine gelicem. yine aforizma kasmaya tabi. 

not: şaka bir yana, ağzıma ne gelirse onu diyen, aklına geleni yazan bir insanım. düşünmek iyidir tabi ama samimi olmak daha iyidir.
not2: ablam aynı şarkıyı beş zilyonuncu defadır dinliyor, fenalık geldi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder