Salı, Ocak 05, 2016

bu sene şubat 29 çekecek


Şuan yapacak bir işim varsa da -film izlemek dışında tabi- aklıma gelmiyor. O yüzden hazır böyle bir an bulmuşken yazmak istedim.

Bunu yazarken bir yandan Jake Bugg dinliyorum, zamanında yine Morgana sayesinde tanıyıp şarkılarını çok sevdiğim bir arkadaştır. "Seen it all" isimli şarkısı da son yazdığım hikayede müthiş yardımcı olmuştu. Diğer yandan da bir tartışma ile kaynaştığımız bir grup arkadaşla konuşuyorum. Konudan konuya atlıyoruz ve ben şuan koptum, iki tane mühendis bir takım hack(?) programları üzerinde gevezelik ediyor. Espri anlayışlarının çok gelişmiş olduğunu söyleyemem ama en azından kendilerince bir şeyler yapıyorlar. Sonra kültürel birikimi belli bir seviyenin üzerinde olan insanların çoğu komik olmaya çalışsalar bile komik olamıyorlar. Ve bu daha kötü. O yüzden üzerlerine gitmek istemem. Zaten bir sürü bu hisse sahip arkadaşım var.

***

Dün bunları yazarken iyi bir hissiyata sahiptim. Şuan berbat hissediyorum. Bu cümleyi yazalı bir kaç saat daha geçti ve ben hala berbat hissediyorum. Klasik bir acı çekme hali değil bu, hayır. Hayata karşı kalan bir avuç şevkimin de kaybolup gittiği bir ruh hali.

Bir çekiliş yapmıştık, onun sonucu olarak bu berbat ruh halime Osman Feyzi Efendi de bana eşlik ediyor. Kendisi arkadaşların arasında Master Yoda olarak tanınan bir kaplumbağa.

10 gün sonra evime (gerçek evime) gitmiş olacağım inşallah. Ama o zamana kadar beni deli gibi yoğun bir program bekliyor. Esaslı mı esaslı bir kur sonu sınavı ve çekilecek bir belgesel. Bir yandan devamsızlık sınırının pek yakınında olduğum okul devam ederken bu çekimleri nasıl idare edeceğim büyük bir muamma tabi.

"Kafayı yemeye beş dakika kala" diyerek içeri gidiyor oda arkadaşım. Üçüncü sınıf bir endüstri mühendisliği öğrencisi, final haftasında olan. Salondan buraya gelene kadar niye geldiğini unutmuş. Yadsımıyorum, aynısını ben de çok yaşıyorum. Çıkıyor, bir hışımla geri dönüyor. "Kitabı bulmam lazım!" diyerek ama ruhu ölmemiş, "Nereye sakladıysan ver artık şunu bana." diye eklemeyi de unutmuyor benim bütün kayıtsızlığıma rağmen. Gülüyorum, bulamıyor, bulamıyor, bulamıyor.

Kendime banyo terapisi yapmak için kalkıyorum.

***

Kesinlikle daha iyi olduğumu söyleyebilirim. Hala sorumluluklarımın altında eziliyor ve ne halt edeceğimi bilmiyor olsam da.

Yeni yıla girmeden bir şey yazmak istemiştim. Girdikten sonra da. Geciktim ama işte buradayım. 2016'nın ilk yazısı. Kendime hedefler koymaya ya da planlar yapmaya niyetim olmadığını söylemeliyim. Zaten daha önce de yapmış değilim böyle şeyler. Bu hayatın öyle çok da uzun vadeli planlar yapılarak geçirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bir şekilde olacağı varsa oluyor. Rüzgar sizi nereye götürürse gidin demiyorum elbette ama sürekli karşı koymak da insanı yıpratıyor. En azından beni bu kadar çabuk yaşlandıran şey buydu.

Geçen senenin ilk yazısında bir tek "2014'ün Allah belasını versin," demediğim kalmış. Evet, gerçekten de 17 yaşımla alakalı çok büyük beklentilerim vardı. Ne olmasını beklediğime dair spesifik bir şey söyleyemem ama vardı işte. Birçok üzücü olay yaşadığımı fark etsem de şimdi üzerinden çok da bir zaman geçmemesine rağmen 17 yaşımın gerçekten önemli bir yaş olduğunu düşünüyorum benim için. Ben kimim sorusuna cevap buluşum ve kendimi kabullenişim. Elbette bizler insan olduğumuz için sürekli değişiyoruz ve ben kendimi hala keşfediyorum. Ama bu biraz daha farklı.

Geçen sene yeni yıla girerken film izliyordum. Bütün senemi film izlerken geçirdiğimi söyleyemem, tamam izledim ama o kadar da değil. Bu seneye de bilgisayar başında girdim, arkadaşın attığı bir videoyu izlerken. Sonum hayır olsun. Ayrıca bütün gün karamsarlığın dibini bulan bir hikaye yazmış olduğum için bütün oklarım da kendime dönmüştü ve bu ölmek istememe neden oluyordu. Sabaha karşı yattım.

Yeni yılın ilk günü aslında bayağı güzel geçti ve önceki günün tam aksinde bir hissiyatım vardı. Bütün yılın böyle geçmesini umdum ama tabi ki hayat düz yürüyen birini gördü mü hemen çelmeyi takıyor. Geçen sene 2015'ten bir şey beklemediğimi söylemiştim. 2016'dan sadece biraz daha kişisel alan talep ediyorum. Bütün isteğim bu. Ah bir de rüyalarımı da bana geri verirsen sevinirim.

Edip Cansever okuyorum yine. Altıncı yıl oluyor, hala benim bu konuşan adam. Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz... Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan... Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum... O yapayalnız olmaktaki kendimi... Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi... 

...

...

...

Yağmur yağıyor.

Uyumak istiyorum.

Bu sesi dinlerken uyumak.

Yatağımı özlüyorum.


6 yorum:

  1. Senin yazılarını okurken yıllardır tanıdığım bir dostla sohbet ediyormuşum gibi hissediyorum nedense.
    Sanki birbirimize dertlerimizi anlatıyormuşuz gibi,o kadar sıcak ve bir o kadar da ortak.
    Biraz bencillik belki ama benimle aynı hisleri,aynı düşünceleri paylaşan insanların olduğunu bilmek rahatlatıyor beni.Gereksiz bir özellik işte.
    Yazılarını her zaman bekleyen bir yoldaşın olduğunu unutma burda.
    Güzellikle kal,zira diğer türlü çekilmiyor bu dünya.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Son zamanlarda çok fazla sorguluyorum bu bloga yazdıklarımı. İnsanlar bunları neden okumak istesin, ben niye yazıyorum gerçekten? Bu kadar bana ait şeyleri bir mahlasın arkasına sığınıp da üstelik. Bırak bu işleri diyorum kendime, duruyorum, istemiyorum.
      Sonra sen geliyorsun işte, şunu yazıyorsun, her şeyin çözüldüğünü hissediyorum. Bilmiyorum kim olduğunu ya da sen benim kim olduğumu bilmiyorsun ama önemi olmuyor. Anladığını hissediyorum, bu yetiyor.
      Yine gel, hala orada olduğunu bilmek istiyorum.

      Sil
  2. Mutlu olmayı ne zaman istesem sanırım en çok o zaman kahkaha atarım. Kendini inandırmak gibi, hoş oluyor. İnanıyorsun da.
    Çok konuşan insanların böyle olmasının sebebi, içerideki bir şeyleri susturmak mı acaba? Yalnız kalmayı da en iyi onlar becerir çünkü yalnız kalırlar ama çıldırmazlar. Durup dururken gece sana bunları niye yazıyorum? Bilmiyorum ama olsun bakalım sonu nasıl olacak.
    Eski yazılarında satır aralarına sinmiş kahkahalarını hissettim hep, seni yeni tanıyorum. Şimdi ise bana tanıdık gelen yorgunluğun var. Kim yorulmaz ki be Paul?
    Kim aldanmaz, kim hayal kırıkları yaşamaz ki?
    Bu cümlelere hepimiz alışkınız. Oysa bazen hepsini karıştırır, özümser hiç oluruz. Hiçlikten çıkamayız da sesimizi de çıkaramayız. Firar eden iki kelime, o da tanıdık gelecek ki birine anlayacak seni. İntihara meyilli umut mu oluyor şimdi bu, zaten neyi normal olur ki tüm duyguların sınırlarını silip ortak yaşayanların?
    Yaşanmışlıkları ne kadar güzelse insanın o kadar yıpratıyor şimdiki zaman. Eski samimiyeti bulamamak değil de bizi üzen onu aramayı bile düşünmemek. O denli bir ümidi kesiş.
    Ne için bu koşuş? Ne için bu çirkinliğin çıplaklığı? Güzel olan ne varsa kat kat yerin altında gibi.
    Ne karamsar bir yorum oldu bu benim içim sıkıldı.
    Şu şehre geldiğimden beri kaçışım üst üste yapılan saçma vapur kaçamakları oldu. Beşiktaş'tan Üsküdar'a gelip sahilde sebepsizce uzun uzun yürümek sonra geri yürüyüp Eminönü'e geçmek vapurla. Orada dolandıktan sonra tramvaya binip canımın istediği bana sıcak gelen bir yerde inip dar ve renkli sokaklarda gezmek, kalabalığı izlemek. Eski bir caminin sessizliğine sığınmak, öylece izlemek.
    Belki sen de yaparsın diye yazdım bu kadar, belki de çoktan yaptın.
    Mutluluk elimizde olan güzel şeyleri kendimize bağırarak söylediğimizde elde ettiğimiz şeymiş. Bunu burada öğrendim. Bu şehirde insan önce kendini dinlemeyi unutuyor da.
    Mutlu olmanı istiyorum, satır aralarında onları hissedip keyif alıp gülümsemek.
    Kendini mutlu kıl olur mu? En çok da senin gibiler hak ederken onu, sakın yorgunluğa alışma. ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mutluydum çünkü. O zaman mutluydum ve mutlu olduğumu biliyordum. Bir şeyler için üzülürken bile mutlu ve belki de bu yüzden mutluluğu kaybetmeyeceğimi sanıyordum. Şimdiyse yorgunum ve kayıp giden mutluluğumun peşinden koşamıyorum.

      Benim kaçışım eski dostlar oldu sanırım. Onların yanındayken kısa süre de olsa anımsadım huzurun nasıl bir şey olduğunu. Yine de yaptım senin yaptıklarının bir benzerini. Özellikle Üsküdar sahilinde yürümenin yeri bambaşka benim için.
      Gel, bir gün birlikte yürüyelim.

      Sil
    2. Huzuru anımsayabileceğin dostlarının varlığını düşünüp gülümseyebilirsin. Onlardan uzakta veye onlardan yoksun olmak da ihtimaller arasında sonuçta. :)
      Duyguları en yoğun halleriyle yaşayan insanlar yorulduklarında gerideki mutlulukları en çok özlemeyi hak edenlerdir. Özlemi de yoğun yaşayınca tünelin sonundaki ışık da ulaşılmaz gibi olmuyor mu? Ama şunu unutmamak gerek, mutlulukları en güzel yaşayan da yine onlardı. Mutluluğun tarifini sorsalar en iyi tanımlayacak olanlar da, neşeleriyle insanları imrendirecek olanlar da aynı insanlar.
      Yeni bir şeyler öğrenirken inişler de çıkışlar da seni güçlü kılar, yeter ki kendini bilmeli insan. Mutlu olmayı geç öğrenmek en kötüsü değil mi?
      Mutlu olmayı çok iyi biliyorsun sen, yalnızca başka deneyimler için heybeni açtın ilerliyorsun.
      Zamanı gelecek eskisinden daha mutlu olacaksın, zamanı gelecek düşeceksin. Hayatın 'birey' sıfatına yazdığı tanım da bu karmaşa. Yoksa sıkıcı olurdu zaten, sıkılırdık biz. ;)
      Güçlüsün sen, kelimeleriyle neşesini yansıtan bir insan güçlüdür.
      Hayatı olduğu gibi kabullenmeliyiz sadece, hüzün olmasa mutluluğun tanımı da eksik kalırdı. :) Bencillik olurdu hep mutlu olmak, bazen dingin olmalı ruhumuz. Zamanı gelince mutluluğu en iyi yaşayacak olan da yine sen olacaksın ve ben o zaman gülümseyerek yeni yazılarını okuyacağım, eminim. :)

      Sil
    3. Onlar olmasaydı dayanamazdım zaten bu şehrin yabancılığına.

      Peki ya nasıl mutlu olabileceğini bilip de başaramamak?

      Mutluluk öyle bir his ki benim için, azı çoğu yok. Hep böyle içimde bir yerde olan bir şeydi, hep orada kalacak gibiydi. Sonra yavaşça kaydı, ucundan tuttum. Bütün gücümü bırakmamak için harcıyorum. Ama ben de hissediyorum, bir gün onu yerine koyacağım.

      Ben de eminim ki o zaman gülerek yazıyor olacağım. Teşekkürler...

      Sil