Cumartesi, Temmuz 23, 2016

ses ve öfke


"İnsan kendi talihsizliklerinin toplamıdır. Bir gün gelir, talihsizlik de yorulur sanırsın sen ama zaten senin talihsizliğin zamanın kendisi olur."

Çok ünlü kitapları okumaya her zaman çekinmişimdir, beklentimin altında kalacak diye ödüm kopar. Bu kitap da bu yüzden çok uzun süre rafımda bekledi ve "yeter ama oğlum, oku şunu artık" dediğim bir sırada okumayı başardım.

William amcamız elli iki yaşında nobel, elli sekizinde pulitzer ödülünü almış. Romanlarında kullandığı uzun, karmaşık anlatımlarıyla bilinç akışı tekniği deyince akla gelen isim olmuş. Ses ve Öfke (The Sound and The Fury), yazarın en ünlü romanı, kendisine göre "en iyi başarısızlığı". Fransız gazetesi le monde'un "yüzyılın yüz kitabı" listesinde ve ölmeden önce okunması gereken bin bir kitap listesinde (yazarın dört romanı ile birlikte) yer alıyor. Orijinalinden okusaydım daha iyi olabilirmiş diye düşündüm bitirince.

Kitap adını Macbeth'te geçen bir monologdan alır. Roman Compson ailesinin dağılışını dört bölümde ve kronolojik olmayan farklı tarihlerde anlatır. YKY basımında sonra Faulkner'ın notları vardır ve bu notlar hikayenin yüzde yüz hayal ürünü olmadığını düşündürtür. Halbuki Faulkner romanın aslında ana karakteri sayılabilecek Caddy'nin bir hikayesindeki karakter olduğunu ve orada yola çıktığını söylemiştir. Öbür yandan ise kitabın belli bir zirve noktası da yoktur. Gerçek hayatta olmadığı gibi.

İlk bölüm Benjamin'in karmaşık zihninin bir ürünüdür bu yüzden okuyucular için oldukça zordur anlaması. Bu bölümde yarım bırakılır kitap genelde çünkü yetmiş küsur sayfa boyunca olayları kafanızda birleştiremezsiniz. Bir kitap okumaya başlarken kafamızda bir harita oluşturduğumuzu, Faulkner'ın ise bu tekniği ile bunu kırdığını duymuştum, bu yüzden olsa gerek kimilerine göre anlaşılması en zor kitap olması. İkinci kısım ilkine nispeten daha anlaşılırdır ve herkesin etkilendiği cümlelerle başlar:

"Pencerenin gölgesi perdelerin üstüne vurduğu zaman yedi ile sekiz arası idi, sonra zaman içinde yeniden buldum kendimi, saati işitince. büyübabamındı ve babam bana verdiği zaman, quentin, sana bütün umutların ve özlemlerin mezarını veriyorum demişti; o daha çok insan yaşantılarının saçmalığına varman için acıta acıta kullanılmaya elverişlidir, böylece senin kişisel ihtiyaçlarını babanın ve onun da babasının ihtiyaçlarını karşıladığından daha çok karşılayamayacaktır. Bu saati sana zamanı hatırlayasın diye değil, ara sıra onu bir an unutasın ve soluğunun hepsini onu elde etmek için harcamayasın diye veriyorum. Çünkü şimdiye kadar hiçbir savaş kazanılmamıştır demişti. Dahası savaşılmamıştır bile. Savaş alanı insanların delilikleri ile umutsuzluklarını ortaya çıkarır ve zafer felsefecilerle budalaların hayalidir."

Üçüncü kısım Jason'ın ağzından anlatılır. Dördüncü kısım ise hakim bakış açısı ile yazılmış gibi görünse de olayları ihtiyar siyahi hizmetçi Dilsey'in ardından takip ederiz. Böylece parçalar birbirine oturur. Bir yerde şöyle bir okumuştum; herkes sessiz kaldığında ses çıkaran, ağlayan böğüren zihinsel problemli kardeş Benjamin'in sesidir "ses" ve "öfke" ise en sonunda bütün sorumluluklar ona kalmış olmasına rağmen hiçbir zaman değer görmemiş Jason'ın herkese ve her şeye duyduğu öfkedir. Ama Faulkner şöyle der:

"Romanın ismi ses ve öfkeydi. Bu sözcükler bilinçaltından geldi. Ben bunları hiç tereddüt etmeden ve Shakespeare'in alıntısının benim öykümün kin ve çılgınlığa uyup uymadığını düşünmeden kullandım. Macbeth'inde şöyle geçer: 'Hayat, bir budalanın anlattığı hiçbir şey belirtmeyen gürültü ve öfke dolu bir öyküdür.' Roman kısa bir öyküden kaynaklanmaktadır. Bu kısa öykünün herhangi bir özel konusu yoktur. Ölen anneannelerinin gömülmesi sırasında evden başka bir yere gönderilen birkaç çocuğu anlatmaktadır. Onlar ne olduğunu anlamayacak kadar küçüktürler. Bu romanda körü körüne olan egoistçe günahsızlık ile ilgili düşüncelerin nerelere ulaşabileceğini görmek istedim." -insanokur

Sartre'ın kitapla ilgili yaptığı kritik her zaman en iyisi olarak kalacaktır.

"Sevgi ve kederin düşünmeden satın alınan ve durduğu yerde faiz getiren ve tanrıların arada sırada piyasaya sürdükleri başka hisse senetleriyle ilan gerektirmeden değiştirilen bir senet olduğu düşüncesine inanmak zor.”

edit: 2014 yapımı olan filmini izledim. gerçekten iyi bir iş olmuş, kitabına orijinaline büyük ölçüde sadık kalınmış, oldukça başarılı buldum.

2 yorum:

  1. okumuştum da unuttum. hayali ülke vardı olan diy mi. bi baksanaaa, dune serisini okudum. sen filmini izlemiy miydin. filmi de çok güzel yaaa. oyunu da var o da güzel. bi deee, dune aslında ortadoğu imiş. :) orda gerçek bişileri anlatıyormuşş :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hayali ülke mi? sanırım başka bir kitapla karıştırıyorsun :D
      izlemez olur muyum? kitaba neredeyse tamamen bağlı kaldıkları için iyi ama kitabı çok başka. oyununu bilmiyorum. arrakis gezegenindeki yer ve yerli halk fremenler gerek çöl ikliminden gerekse dini inançları ve yaşam tarzlarından yola çıkılarak ortadoğu, kuzey afrika'dan hayli ilham aldığı belli Herbert'ın. Ayrıca dune yalnızca bir bilim kurgu değil zaten, sosyolojik bir kitaptır da aslında.

      Sil