Perşembe, Temmuz 30, 2020

jurnal

lost and forgetten by rhads

yorgos seferis'in bir şairin günlüğü'nü okuyordum. sonra fark ettim ki benim de benzer şekilde yazdığım onlarca şey var -tabi ki kıyas kabul etmez yine de benim için önemli- ama hepsi dağınık. en iyisi bunları daha düzenli bir şekilde yazmaya devam etmek. sonra blog gözüme çekici göründü. hemen her gün yazmaya çalışsam nasıl olur? bunu denemeliyim dedim ve hemen şimdi, bir saniye bile gecikmeden yazmalıyım. şuan uykum var, saat bir buçuk ama yazmam gerek çünkü biliyorum sabah uyandığımda bana her şey gereksiz yahut fazla iddialı gelecek. şuan yavaşlayan beynim kararlarımı fazla eleştirmemi engelliyor bu yüzden belki bir şey yapabiliyorum. herhangi bir şey. * bugün liseden yakın bir arkadaşımla buluştum. aşıklar parkı diye bilinen bir parkta oturduk. hava güzel, park sakin, ağaçlar huzurluydu. o izlediği filmlerden bahsetti, bundan sonra yapabileceğimiz şeylerden konuştuk, dondurma yedik ve yaban mersinine ligarba da denilmesi üzerine konuştuk. ligarba şiirsel bir isim bence. * konudan konuya atlıyorum. evet. aile tuhaf bir şey. sürekli sorunlar yaşadığın ama kopamadığın bir yer. neden aile hep mekansal olarak düşünülür? zamansal olmaya da yatkın gibi geliyor bana. ama henüz o aşamaya geçemedim. * şuanda aklıma ales sınavına giriş yerini yanlış seçtiğim geldi ve bu yüzden sınava giremeyeceğim. hafif bir aptallık var sanırım. * fransızca'da b1 gibi bir seviyeye geldim sanırım, bu yüzden artık şarkılarla çalışmaya karar verdim. derniere danse'ın sözlerinin bu kadar güzel olduğunu hiç fark etmemiştim. sürekli dilimde. 

"je remue le ciel, le jour la nuit, je danse avec le vent la pluie" 
(göğü oynatıyorum gündüz gece, rüzgarla yağmurla dans ediyorum) 

"dans tout paris, je m'abandonne" 
(her yerinde paris'in, kendimden vazgeçiyorum) 

o zaman danse.

Salı, Temmuz 21, 2020

ne garip federico adında olmak


the house that jack built (2018) by lars von trier
the house that jack built (2018) by lars von trier


konusu nedir bu yazının emin değilim, benimle ilgili bir şeyler işte. lorca'yla ilgisi ne ya da trier'le ben de emin değilim. 

evet, sanırım mezun olmayan (ve tabi yaşıtım olan) çok çok az arkadaşım kaldı. ben niye mezun olamıyorum? alttan dersim mi var? yok. ama iki bölüm okumak gibi bir seçim yapmıştım üç yıl kadar önce. bilmeyenler için -herkesin her şeyi bildiğini varsayıyorum onu fark ettim- bölümlerimden biri sinema ve televizyon, diğeri siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler, ve ingilizce. dördüncü senem ama ancak seneye mezun olabiliyorum çünkü zamanında "çok ders almakla uğraşamam ben ya hem amaaaan ne olacak bir sene uzatmaktan" dedim, tembelliğim ağır geldi ve sonuç olarak seneye artı birinci senemi okuyacağım. umarım son senem de olur. 

tabi bu arada bir de güzelim üniversitem kapatıldı (şehir üniversitesi). daha önce bahsetmiştim ama gene söyleyeyim. okulumdan aşırı memnundum. eğitimi hocaları arkadaşlarım kampüs. her şey çok iyiydi. fakat davidov'un parti kurmasıyla bir kötülük canları çekenler önce kayyum atadılar, sonra özel bir torba yasa çıkarıp çaaat diye okulu kapattılar. bir sabah kalkıyorsunuz, okulunuz yok. neden? birilerinin keyfi öyle istemiş. okul marmaraya devredildi. (geçen gün aklıma geldi, lise üçteyken üni gezmesi yapmıştık, marmara'ya da gitmiştik, bir tuvalet bulmak için yürü allah yürü. en sonunda bulduğumuz yer ne peçete var ne sabun, kusura bakmasın kimse ama rezillik diz boyu. dedim ki bu okula para verseler gelmem ben. nasıl büyük konuştuysam artık. tercihimle yazdığım üniversite kapanıyor ve marmara öğrencisi oluyorum. hey allahım.) yani şimdi ben marmara diploması alacağım, öyle mi? işste bu koyuyor. kendi okulumda mutlulukla okurdum son senemi..hem daha çok hocalar vardı dinlemek istediğim. yemin ederim içimde ukte kaldı. 

dün son kez okuluma gittik. kitapları iade ettim. okulda gezindim. belki de son kez. o kadar benimsemişim ki. eve gelmek gibiydi. eve son kez gelmek.


üniversiteye girerken ne istediğimi bilmiyordum. hala bilmiyorum. politikadan çap yaptığım için biraz pişmanım. çok şey öğrendim orası kesin, bakış açım değişti. ama ben felsefe adamıyım galiba, daha çok eğleniyorum felsefe ile -gerçi bir tür aşk nefret ilişkisi bu çünkü ciddiye alamıyorum aslında, yaşadığımı hissettiğim anlarda hiç umurumda olmuyor felsefe, bir oyalama gibi. sosyoloji yandalını bıraktığıma ise hayli memnunum, sıkmıştı çünkü ve hala hiç gerek yok diyorum. yüksek lisans yapmayı düşünüyorum, sinema sektöründe çalışmayı da deneyeceğim ama ümitsizim, kim beni ne yapsın. yl, doktora öyle devam eder akademi muhtemelen. hoca olma fikri cazip. yurtdışındaki bazı üniversitelere de başvuracağım ama burs bulabilir miyim nasıl olur onu da bilmiyorum. kısacası her zamanki gibi birçok şeyi teşebbüs edeceğim, sonra elimde neler kaldığını göreceğiz. yakında ales'e gireceğim, dil puanım cebimde. dönem içinde bunlarla uğraşmak istemediğimden şimdiden bu işleri halletmeye çalışıyorum. ales'ten sonra ielts ya da toefl konusunda bir karar verip ona odaklanacağım. bu konularda yeterince bilgi sahibi olup başvurularımı yaptığımda buraya da bir yazı yazarım, bir sene sonra tabi. 

yüzüklerin efendisi maratonu yapayım dedim çünkü şu ara bütün gün gezip yorulup akşam en erken onda eve geldiğimde hiçbir şey yapacak halim kalmıyor ancak bir film açıp uykudan ölmeyi bekleyebiliyorum. miyazaki'nin bütün filmlerini baştan sardım izliyorum iki ya da üç tane kaldı galiba. sonra trier'in son filmini izledik arkadaşımla, the house that jack built. trier şaşırtmadı, her zamanki gibiydi. deneysel, handycam, rönesans tabloları gibi sahneler... şimdiye kadar europa, melancholia, antichrist, nymphomaniac filmlerini izledim. hala favorim antichrist ve nympho. yani bu film çok bir yere gelemedi şuan ama tuhaf, onun üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum. (şiddet sahnelerine ya yok abartıldığı kadar değil diyenler bir kendilerini kontrol ettirsin. ayrıca o seri katile sempati duymak da ne bileyim... beni aşar.) ilahi komedya'ya başladım hatta. elimde olsa aeneis okurdum gerçi önce ama şu aralar hiçbir şey satın almak içimden gelmiyor. daha önce kitap almak istemediğim bir dönem olmamıştı, tam tersine alma isteğimle mücadele ederdim. ilginç gerçekten. şu ara biraz minimalist vibelar var bende. bütün eşyalar canımı sıkıyor. atıp verip kurtulmak istiyorum. ki kitap dışında çok bir şeyi olan biri değilim. ha bir de giysi var bolca ama onun sebebi annem. ama minimalizme de karşıyım aslında. biraz kasıyorlar gibi geliyor. bir salın ya. tamam kullanmadığınız eşyaları bulundurmayın elbette evinizde ama insanın da bir keyfi var, yerde bir halı koltukta bir yastık olsun istiyor, .  

işte böyle son zamanlarda yeniden yaşamaya başladım. ve tuhaf, benim için ne zaman yaşamak dışarıda olmak olmuş bilmiyorum fakat öyle. sırf noodle ya da uygur yemeği yemek için bir yerlere gitmek, erkek arkadaşımla bilmediğimiz yollarda yürümek, çimenlere yatmak, bisiklet sürmek, piknik yapmak, en yakın arkadaşlarımla kuzguncukta çay içip bütün gece konuşmak... yani böyle uzuyor liste. sıradan şeyler ama beni ne kada mutlu ettiğini unutmuşum dışarıda olmanın. kitapları filmleri resim yapmayı basket oynamayı seviyorum hepsi güzel şeyler filan da sokakları özlemiştim. 
 
*

sonra turşucumla konuştuk. neden yazmıyorsun, dedi, en çok yapmak istediğin şeyin bu olduğunu söylüyorsun ama yapmıyorsun. ben de korktuğumu itiraf ettim. yeterince iyi yazamamaktan korkuyorum. o kadar ciddiye alıyorum ki yazmayı başlayamıyorum bile. zor böyle korkak olmak ve böyle mükemmelliyetçi ve böyle gururlu olmak kötü. hayır, böyle olmak istemiyorum.

*

kordoba,
uzakta, bir başına.

siyah midilli, dolunay
ve heybede zeytin.

bilirim de yolları
varamam kordoba'ya.

ovadan doğru, rüzgardan,
siyah midilli, kırmızı ay.
ölümdür bana bakan
kulelerinden kordoba'nın.

yol ne uzun, oy!
yiğit midillim, oy!
oy ki, beni bekler ölüm
varamadan kordoba'ya!

kordoba.
uzakta, bir başına.

federico garcia lorca, atlının türküsü
(ne garip federico adında olmak, can yayınları, s.60, çeviri: alova)

Cumartesi, Temmuz 04, 2020

neden okumayı seven herkes 1000kitap kullanmalı?

der bücherwurm, carl spitzweg, 1850

hayır entegre almadım ve aşırı iddialı bir başlık olduğunun farkındayım. şimdiden itiraf edeyim ki abarttım, evet, herkes kullansın demiyorum. ama ben çok memnunum, bu yüzden herkeslere tavsiye ediyorum. gelelim sebeplerine...

şu sağ altta benim yüzyıllardır güncellemediğim goodreads hesabım duruyor. şifresini de unuttum. çok denedim ama bir türlü güncel bir şekilde kullanamadım o siteyi/uygulamayı ben. nedenini bilmiyorum. 1000kitap'ı öyle uzaktan biliyordum. yaklaşık bir sene önce de bir hesap açtım, gittikçe daha fazla kullanıyorum sanırım. memnunum.

şimdi önce olumsuz kısmı söyleyeyim çünkü bir tane var. o da bazı erkeklerin (ben hiçbir kızın bunu yaptığını ne gördüm ne duydum o yüzden net bir şekilde diyorum, erkeklerin) nefes alan her kıza yürümeye çalışması. özel mesaj seçeneği de var uygulamanın ve buradan saçma salak bir sürü mesaj alabilirsiniz ama 1k buna özel bir çözüm geliştirmiş. sizin takip ettiğiniz birinden mesaj gelirse ayrı bir yere, takip etmediğiniz birinden gelirse "diğer mesajlar" kısmına gidiyor.  ve diğer mesajlar kısmına bakmayarak mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşarsınız. tabi bu insanlar arasından çok çok nadiren de olsa başka bir amaçla mesaj atmış olan olabilir. ama benim kişisel düşüncem direk soracakları neyse onu sormayan insanlara hiç cevap vermemek. zaten bu tiplerin profilleri de belli, kitapla ilgileri alakaları yok. kitap okumayan insanlar neden kitap sitesinde kız düşürmeye çalışıyor ona da anlam veremiyorum ya. neyse. eveet, bu insanları görmezden geldiniz (ve tavsiyem profilinize kendi resminizi koymayın, koyunca daha çok salak mesaj alıyorsunuz, tecrübeyle sabit. hatta tavsiyem cinsiyetinizi de gizlemeniz, ben öyle yaptığımdan beri daha rahatım.) şimdi keyfini sürün sitenin/uygulamanın.  

alıntı: alıntılamanın güzel yanı sonradan onlara istediğim yer ve zamanda dönüp bakabilmek. ayrıca sevdiğim kitapları takibe alarak başka insanların o kitaptan yaptığı alıntıları okumayı da çok seviyorum. özellikle ulysses'ten ne zaman alıntı görsem yeni baştan okuyasım geliyor, acayip özlüyorum. ayrıca zevkinize yakın okurları takip ederek onların bir nevi önerilerini alabilirsiniz.

kütüphanecilik: eksik olan kitabın eklenmesi için talepte bulunursanız kısa süre içinde ekleniyor. 100 okur puanına sahip olduktan sonra kütüphaneci olmak için başvurabilir ve siz de siteye kitap/yazar ekleyebilir ya da mevcut olanları düzenleyebilirsiniz.

istatistik: okuduğunuz kitapları türüne ve yazarına göre kategorize ettiği için ne okumuş olduğunu görmek hoşuna gidiyor insanın. yazılımdan amme hizmeti. ayrıca kaç sayfa okudunuz, kaç inceleme yazdınız, en çok okuyanlarda kaçıncı sıradasınız, en çok hangilerini beğendiniz (verdiğiniz puana göre), en çok hangi alıntınız beğenildi... böyle birçok bilgiye de sahip oluyorsunuz.

motivasyon: niyeyse bütün bunları kaydetmek beni gaza getirdi. hem inceleme yazmak konusunda da bir şevklendim. özellikle hiç ya da hiç denecek kadar az inceleme yazılmamış kitaplar gördüğümde. okumak konusunda ise sanırım okuduklarımı net bir şekilde görmek ve kaydetmek, onlarla ilgili paylaşım yapmak beni motive etti. 

şimdilik bunlar aklıma geldi. o yüzden bir süredir herkese diyorum 1k açın diye. buraya hesabımı da bırakayım. görüp gelen olursa bana bir mesaj atsın, blogdan gördüm geldim diye. mutlu olurum yani. sanki buradaki herkes benim samimi arkadaşım gibi geliyor. tuhaf bir duygu ve düşünce. değil mi? https://1000kitap.com/yagmurdur

bir de uykum var şuan umarım saçmalamamışımdır. kusura bakmayın pls.


Perşembe, Temmuz 02, 2020

sosyal hayvan

katsushika hokusai, bushu tamagawa 

uykum çok hafiftir. uyandığım saniye içerisinde de bilincim tamdır. yani şuanda ne kadar tamsa o kadar. bunca zamandır kaç ev kaç yatak değiştirdiğimi ben de bilmem. ama hiçbir zaman ben neredeyim ne zaman uyudum diye bir kafa karışıklığı yaşamadım. bugüne kadar.

gözlerimi ailemin evindeki liseden beri yani kesintili de olsa yaklaşık 9 yıldır uyuduğum yatakta açtım. hava aydınlıktı. üzerimde yarı örtündüğüm yorgan vardı. zihnim allak bullak oldu birdenbire. ben ne zaman uyumaya karar vermiştim? uyumak için yatağa girişimi hatırlayamadım. saat kaçtı? beynimi zorladım evet uykum vardı, hatırlıyorum. uyusam mı diye düşündüğümü de. ama uyumak için yatağa girmediğimden emindim. sonra birden fark ettim. dünde değildim. ertesi güne uyanmıştım. sonra nasıl akşam olduğunu hatırladım. nasıl yatağa girdiğimi de.

çok tuhaf hissettim. beynimi kaybetmişim gibi. kendimi dün öğle vaktinde sanmış olmama akıl erdiremiyorum. sonra saate bakıp erken olduğunu görünce geri uyudum ve rüyamda farklı bir gezegende prens olduğumu ve evreni yönetecek meclisi topladığımı gördüm. bir nevi paul. insanlar dışındaki farklı uzaylılar bana biat etmeye geliyorlardı. o sırada babam odaya girdi. her zamanki gibi o saniyede uyandım ve bilincim tamdı. aşırı sıkıcı hayatımdan ötürü bilinçaltım bana bir güzellik yapıyor. hep önemli adamı oynatıyor.

ama nasıl anlatsam. ben, ben değildim. zaman ve mekan olmasına alıştığım gibi değildi.

*** 

bilincim bana başka oyunlar oynayacak mı? evde kalmaktan mı oluyor bunlar? bahçede basket oynamamı saymazsak markete bile nadiren gidiyorum. hayal dünyasında yaşıyorum diyemem. gerçekliğin farkında olduğumu sanıyorum. ne yazık ki yaşamak istemiyorum. bunu anlatacak başka bir ifade bulamadım. şuan hiçbir şekilde yaşamak çekmiyor canım. en çok yapmak istediğim şeyleri düşünüyorum. ı-ıh. onları dahi yapasım yok. yutupta boş yapmak dahi istemiyor canım öyle söyleyeyim. sosyal yetilerimin sonu geldi. kimseyle konuşmak istemiyorum. salt bir hayvanım şimdi.