Pazartesi, Kasım 22, 2021

abartılmış bir etkinlik olarak kitap okumak ve entelektüel kurgusu


ne zaman yaşam için en gerekli olanları üretenler ve bunun bilgisi böyle küçümsenir hale geldi?

sanırım lisede fark ettim bu durumu. çünkü dersleri dinlemeyip kitap okuyordum ya da derse girmeyip kütüphaneye gidiyordum ama yine de kitap okuduğum için bana onur belgesi veriyorlardı. hatta müdür yardımcısı beni kütüphanedeki masanın üzerinde boylu boyunca yatarken bastığında bile kızmamıştı -kitap bile okumuyordum o sırada yani, hatta neden derste değilsin bile dememişti. çünkü orası kütüphaneydi ve tek mutasarrıfı bendim. 

biraz geç fark etmişsin diyebilirsiniz belki ama daha önceki hocalarım derste kitap okumama kızıyorlardı o yüzden olabilir. aileme gelince bir öğretmen olan annem de çok kitap okuduğum için bana kızıyordu, hatta kitaplarımı saklıyordu. ben evde kitap okurken hala biraz gerilirim, annem laf edecek diye.

neyse, bu yazı hayat hikayeme dönmeden toparlayayım. sonra üniversiteye geçtim, aa bu kız çok okuyor buna okuma grubu yaptıralım dedi içinde bulunduğum dernek. ama bundan öte resmen şu mantıktalardı: yağmur iyidir çünkü çok okur. o zaman da hep şey diyordum, okumak basit bir alışkanlık sadece, oyun oynamaktan farksız. ikisi de benim için aynı amaca hizmet ediyor: gerçeklikten kaçmak. gerçekten de roman öykü okumaktan bahsediyorsak eğlenceli bir hobi hepsi bu. romandan öğrenilen kadarı -çok bir şey değil- oyunlardan da öğrenilir ve ikisi de alışan için eşit derecede eğlencelidir.

bir açıklama: bir insanın çok okuması türkçesini asla iyi yapmaz. konuşmayı beceremediğim gibi türkçe sınavlarında da feci batırıyorum.  

işte böyle zamanla gıcık olmaya başladım insanların kitap okumanın çok önemli değerli bir şey olduğunu düşünmesine. ha bir de "ne kadar değil ne okuduğun önemli"ciler var ki bunlar da ayrı bir elitist grup. ama zaten temelde kitap okumak, entelektüel olmak, akademik eğitime sahip olmak ne zamandan beri bu kadar değerli ki?

neyse cevabını bauman'ın yasa koyucular ve yorumlar kitabında buldum. (bundan sonra birden çok ciddileşiyor yazı.)

entelektüel olmak, "hakikat, yargılama, dönemin zevki" gibi kendi uzmanlık alanının ötesindeki evrensel meselelerle uğraşmaktır. bauman, entelektüelin çalışmalarının modern stratejisini ifade etmek için "yasa koyucu" terimini kullanıyor. entelektüellerin sahip oldukları bilgilerin "dünyadışı" olduğuna dair bir imaj var. bu da toplumdaki şu inancı ortaya çıkarıyor: onların "onaylama (veya geçersiz kılma) hakkı ve görevi" vardır. "fikirlerle ilgilenmek" ile fikirlerin etkileriyle ilgilenmek arasındaki ayrım, geniş anlamda aydınları ifade eden "dini kurucular" (entelektüelin kökü olan) ile "sıradan insanlar" arasında bir ayrıma dönüşür. bu ayrımın bir sonucu olarak, toplumsal güç, statü, nüfuz, "toplumsal olarak üretilen artı-değer"e ulaşım, bu kurucuların eline kayar ve "bağımlılık ilişkisi" kurar. düşünenlere bağımlı hale gelenler birden sıradan insanlar olur; eksik ve yetersiz hale, başkalarının müdahalesine muhtaç hale gelir.

ilkel ya da gelişmiş, karmaşık, medeni gibi kavramlar belirli bir egemenlik yapısının yeniden üretilmesini sağlar. hizmet ettikleri egemenliğin yapısı değişse de, bu tür tüm kavramlar entelektüeller tarafından icat edilmiştir veya mantıksal olarak cilalanmıştır. aslında bu zihinsel eksikliklere -ahlak ilkelerin yeterince kavranamaması; öz düşünme, rasyonel öz analiz yokluğuna- atıfta bulunur. böylece bilgi yüceltilir ve bilgiye sahip olmak üstün olmayı meşru hale getirir.

erdemin ancak öğretim yoluyla elde edildiği fikri de bunun bir parçası. bu yüzden insanların "eğitilmesi gerekiyor. bir de "uzman" var. uzmanlar insanların davranışları değiştirilmek veya şekillendirilmek istendiğinde ortaya çıkarlar. kendini üst bir yaşam biçimine sahip olarak görür, bir bahçıvan gibi bahçesini budar biçer "kötü otlar"dan temizler. modernliğin ortaya çıkışı, vahşi kültürlerin bahçe kültürlerine dönüşmesidir. ama tabi vahşi kültür ne ki? kültür bile diyemeyiz. tabi ki burada akıl-tutku arasındaki karşıtlık devreye girer. tutku insanın doğal bir yeteneği ama akıl bilgi gerektirir. 

böylece toplumsal düzeni "korumak" için “eğitilmesi” gereken alt sınıflara tehlikeli sınıflar rolü verilir. paradoksal olarak akıl sözde evrenseldir ama onu kullanan birkaç kişi de ayrıcalıklıdır. özellikle fransız devriminden sonra halk gelenekleri küçümsenmeye başladı. köylülük, irrasyonellik ve dolayısıyla aşağılık anlamına gelen cehaletle eşanlamlı hale geldi.

erken modern çağın seçkinlerine göre, gelenekten arınmış insanlar sonsuz bir biçimlendirme kapasitesine sahip olur. böylece aklın tasarladığı bir formun içine sokulabilir. ama tabi seçim yapma hakkı yok burada halkın. görünüşte merkezde halk vardır ama bu halk rızaları olmadan kontrol edilmesi ve zararsız hale getirilmesi gereken bir kitledir. zaten diderot, d'alambert ve voltaire de halkın vahşiliğini, aptallığını ve cehaletini doğrudan dile getirdiler. ha yanlış anlaşılmasın. bu aydınlatıcıların amacı insanları onların seviyesine yükseltmek değil. halk aydınlanma-ma-lı. "eğitilmeli". 

şimdi diyebilirsiniz ki biz post-modern bir dönemde yaşıyoruz, sen bize modern dünyayı anlatıyorsun. birincisi: biçim post-modern olsa da içerik modern. ikincisi: post modernizmin ortaya çıkış nedenlerinden biri de entelektüellerin yaşadığı bu kriz değil mi? çağdaş güven bunalımı, entelektüel bir kurgudur. sırf bu çağda aydınlar, yasa koyucu olarak kendilerine yer bulamıyorlarsa, medeniyet krizi olarak düşündüğümüz şeyi gözden geçirmemiz gerek. çünkü bu, bir kesimin artık ihtiyaç duyulmayan ve işe yarar olmayan kolektif deneyiminden kaynaklanan bir kriz olabilir. 

evet bu yüzden akademideyim. akademiyi kendi içinden vurmaya gelmiştim. 


Perşembe, Kasım 18, 2021

a typical graduate student



wow kuul, yazacak zaman buldum. 

doktora yapmak hiç de doğru bir karar olmayabilir. akademi düşündüğüme ne zaman bu kadar emin oldum ki zaten? evet sanırım para kazanmanın bir yolu -ya da tek yolu- olarak akademiyi gördüğümde. maaşım (burs ama ben maaş olarak bakıyorum bu süreci biraz eziyet olarak gördüğüm için) yattığında bir anlık mutluluk, sonra yine sorumlulukların hatırlanmasıyla gelen stres. tabi paradan bahsettiğimde yüksek meblağlardan bahsettiğim sanılıyor. yanlış. ben sadece beni geçinme derdine sokmadan geçindirecek kadar paranın peşindeyim.

tabi bahaneler bulabilirim. yüksek lisans yapmadan doktoraya başladığım için bu kadar zor diyebilirim ama sınıfta yüksek lisans öğrencileri de var. ingilizce anadilim değil nihayetinde de diyebilirim. düzenli çalışma disiplinim de yok. türlü nedenler sayabilirim neden bu sürecin eziyet olduğuna dair ama eninde sonunda hepsinin nedeni benim yetersizliklerim olduğu için hocaları filan suçlamam çok da ikna edici değil. kimi zaman keyif alsam da -sonuçta okuyorum- bir şeyleri yetiştirme stresi içinde okumak hiç hoş değil. yazma kısmı zaten yorucu. her hafta koca koca kitapların boşluklarını bulmaya çalışıyorum eleştiri yazabilmek için. 


brueghel'in bu tablosuna bayılmamak mümkün değil. gerçi her şeyi çok iyi.

başka şeylerden de bahsetmek isterim ama bu doktora yüzünden pek bir şey yaptığım söylenemez. 

müzelerle ilgili bir ders aldığım için birkaç tane sergi ve müze gezme fırsatı buldum. tahmin edilebileceği üzere bu dönemki en güzel dersim buydu. amerikalı müthiş bir kadın olan prof da dünyanın en kuul en anlayışlı insanı olabilir. son bir sergim kaldı, onu da gezince beşinin de hakkında yazmak istiyorum buraya. iki de oyun izledim belki onlar hakkında, belki izlediğim iki anime. falan filan. ama şuan bu yazıyı yayınlayacağım yoksa ayları bulabilir diye korkuyorum. evet boş bir yazıydı farkındayım. but this is how i feel. so. 


Pazar, Ağustos 15, 2021

tünelden çıkış

by gaston la touche

bir ara yine yataktan çıkmayıp günlerimi tam anlamıyla telef ettiğim dönemler yaşandı, doğru. yani gerçeklikle bağım -yine- koptu, hiçbir şey yapmak istemedim. sadece yatıp hayal kurdum ve gerçek (!) dünya ile iletişimimi sıfırladım. ve böylece günü yatakta geçirmiş oldum ama morissey'in düşündüğü gibi beynimi yıkayan kapitalist sisteme dahil olmamak için değil. sonra biraz dışarı çıkıp temiz hava alınca geçti.  

çocukken galiba ders kitabında bir öykü okumuştum. kışın güneşli birkaç gününde çiçek açan erik ağacının sonraki günlerde gelen soğuk havalarda çiçekleri dökülüyordu. aceleci bir ağacın hazin sonu gibi bir şey yani -içimizi mesajla şişirdiler. o zamandan beri erken çiçek açmış bir erik ağacı görünce çok üzülüyorum. ve bundan bahsetmemin sebebi, dört ay çalıştığım kafenin karşısında iki tane erik ağacı var ve erken çiçeklendiler. işi bıraktım. şimdi onlara ne oldu bilmiyorum. ama hayatımda ilk iş gibi işimdi ve çok güzeldi. camdan bir kış ve bir bahar ve bir yaz onları ve insanları izledim. 

spent the day in bed

nihayet altı senelik lisans hayatım bitti ve iki bölümümden de mezun oldum. lisansüstü içinse yaptığım üç başvurudan en çok istediğimden kabul aldım ki bu beni çok çok mutlu etti -e haliyle. hem türkiye'nin en iyi üniversitesi olduğunu düşündüğüm (iddialı biliyorum ama bence öyle) hem de yüksek lisans doktora birleşik program olduğu için. ayrıca asistan olarak çalışacak olmam da beni çok mutlu eden heyecanlandıran bir ayrıntı. sinema ve siyaset okuduktan sonra alan değiştirerek sosyolojiden devam edecek olmamsa tam kendimden -ve herkesin de benden- beklediğim bir hareketti zaten.

benim için değişiklikler bununla da sınırlı kalmıyor. altı senedir yaşadığım sevgili üsküdar'ımdan da taşınıyorum. bu tabi kısmen üzücü olsa da taşınmayı çok seven bir insan olarak bu semte fazlasıyla doymuştum ve artık değişiklik istiyordum. tabi başlayacağım üniversiteye yakın olması esas karar sebebim oldu. böylece artık yeni mekanım şişli olacak. 

evet, artık tam anlamıyla kendi evim olacağı için -relatively- zero waste yaşama doğru keskin bir geçiş yapmayı planlıyorum. ailem her zaman bu konuda hassas olmuştur dolayısıyla her zaman kimyasal içerikli endüstriyel ürünler konusunda dikkatli ve minimalist olduk, her zaman geri dönüşüme çok dikkat ettik ama yine de asla yeterli bulduğum bir seviyede değiliz. özellikle annemin makul gerekçesi ("burası benim evim") yüzünden de hiçbir zaman istediğim kadar radikalleşemedim. (her ne kadar 50 things i no longer buy gibi videoları izlediğimde lan ben bunları kırk beşini hiçbir zaman almadım zaten desem de.) hatta bir sonraki yazımın bu konuda olmasını planlıyorum, atık azaltmak için neler yapıyorum mesela... ve bu konuda sizin de önerilerinizi bekliyorum açıkçası.

şimdilik burada bitireceğim yoksa sene sonunu göreceğiz. 

down for the outing

not: sabato'nun tünel kitabını okudum da... şimdi normal bir insan olalım ve tünelden çıkıp biraz yaşayalım. 

Pazar, Mayıs 09, 2021

no memory


anselm kiefer - des herbstes runengespinst, 2006

yağmur yağmış fark etmemişim. açık kalan penceremden içeri girmiş, kilimi ve parkeleri ıslatmış. başımı uzatıyorum. mis gibi hava. dünyanın en eski kokusu. ıslanmış toprak ve çimen. bu tertemiz hava korkunç bir hüzün hissettiriyor? kalbim paramparça oldu durduk, fazla dayanamadım, kapattım pencereyi. bilincim hiçbir şey hatırlamıyor bu havaya dair. benim için dün bile yok. ama bilinçaltımda ya da bedenimin hafızasıdır hatırlayan belki, hayli karanlık bir şeyler olsa gerek. ne yaşamış olabilirim en fazla diye düşünüyorum, beni bu kadar üzmüş olan şeyleri hatırlamam gerekmez miydi? ama yok, hiçbir şey hatırlamıyorum ama ağlamak istiyorum. çok güzel hava çok güzel ben çok kötü hissediyorum çok ağır geliyor dayanamıyorum. durduk yere kedere boğuldum. masamdaki kavanoza bakıyorum. yanlışlıkla kırdığım bitkinin dalını koydum içine biraz suyla. ölmedi ama yaşamıyor da. dal da bana bakıyor. böyle dik dik hem de. dostça olduğunu söyleyemem, niyeti iyi değil. zaten gece olduğuna göre karbondioksit salarak intikam almaya çalışıyor olabilir. alsın bakalım. boş boş oturuyorum. yirmi dört yaşındayım. her şey için geç kalmışım. yeteneklerimi boşa harcadım. elimden geldiği kadar iyi bir insan oldum ama yetmiyor. herkesten özür dilerim. 



Pazar, Ocak 03, 2021

yeni yılın ilk günleri



yatakta, ufo açık, oblomov’u okurken yeniyıla girdim. tek bir havaifişek sesi bile yoktu. kitabı bitirmeden edemediğim için geç uyumuş dolayısıyle geç uyanmış oldum.

perdeleri kaldırıp güneşin odaya girmesine izin verdim, sonra çamaşırları astım. ardından kahvaltı hazırladım, bu sefer yalnız değildim, babam vardı. kahvaltıdan sonra makalem için okuma yapmaya başladım. bir ara balkona çıkıp güneşlendim. öğleden sonra bahçede basketbol oynadım, biraz ip atladım, barfiks çekmeye çalıştım ve tabi ki çekemedim. ben de mandalina yedim.

sonra eve döndüm. rüyamda bir arkadaşımı görmüştüm, ikindi vakti ona mesaj attım ve gördüğüm rüyayı bir öyküye çevirdim. sonra beni yemeğe çağırdılar, çamaşırları toplayıp yemeğe gittim. dışarıda yedik, güzel bir manzara vardı, biraz soğuktu ama buna değerdi. yemekten sonra bir aydır yazamadığım cevap maillerini yazdım. 

sonra yeniden tezim için yaptığım okumaya döndüm. ama çok geçmeden atölye dersinin olduğunu anımsadım ve sonra bugün de çok çalışmamış oldum. dersi dinlerken bir yandan arkadaşlarımla çekildiğimiz bir fotoğrafı çiziktirdim. 

sonra da yatağımda andre maurois'nın çocuk kitabı "şişkolar ve sıskalar"ı okudum. hala emin değilim çocuğumun okumasını ister miyim, belki dokuz yaşından sonra olabilir, en azından bir şeyleri ayırt edebilir hala gelmesi lazım.

rüyamda irfan'ı gördüm. irfan'ın var olduğunu unutuyorum bazen, sonra böyle arada rüyama girip kendini hatırlatıyor. rüyamda iyi görüyorum onu hep sonra uyanınca da niyeyse hep böyle güzel anlarımızı hatırlıyorum. üzücü oluyor bu, keşke arkadaş kalabilseydik diye hayıflanıyorum. 

ikinci gün de farklı geçti diyemem. kahvaltı, basket, yemek, bir başka zoom atölyesi, kapanış. akşam da biraz okuma. ha bir de lise arkadaşıma ahlaksız isteklerimi itiraf. kulağa nuri alçoymuşum geliyor ama öyle şeyler değil. bu uzun bir konu, başka bir zaman buraya da dökerim belki içimi.

gece uyuyamadım, arkadaşlarımla çekildiğimiz fotoğraflara videolara bakarken saat üç oldu. pandemiden önce yaşadığımız o güzel zamanların ne kadar güzel olduğunu anlamak için mi oldu bu pandemi? her gün dışarı çıkıp herkesle görüşebileceğimiz zamanlar gelecek mi? 

bugünse erken uyanmama rağmen yatakta dönüp durdum. kalkmak istemedim bir türlü. kahvaltıdan sonra da balkonda güneşlendim. tembellik üstüne tembellik yani. sonra zoraki oturdum ders başına, biraz baktıktan sonra arkadaşım aradı, iki saate yakın da onunla konuştum. sonra akşam yemeği. yine ders. bütün gün bir yandan da müzik dinliyorum.

işte akşam oldu. çayı demledim. müzik, ders, bir yandan wp derken uyku vakti gelecek. iyi geceler.... ikibinyirmibir, bana aksiyon getir.