Çarşamba, Ağustos 26, 2020

bir okuma challenge ve çekiliş

kandinsky, black-red, 1928

evet bunu neden daha önce yapmadım bilmem. beş kitaplık on beş gün sürecek bir okuma challenge'ı yapmak istiyorum. challenge'a katılanlardan birine de şu kitaplarımı hediye etmek istiyorum. (bu kitapların hiçbir hasarı yok ama sıfır da değiller yani, ben okudum sonuçta.)

katılmak için bir blogunuz olmasına gerek yok. 30 ağustos pazar günü başlayıp 14 eylül' kadar beş kategoride birer kitap okuyacağız. katılmayı düşünenler bu postun altına neler okuyacağını yazarsa (ya da eğer blogları varsa oraya yazıp buraya link bırakabilirler) güzel olur, böylece katılan kişi sayısı çarpı beş kadar kitabın okunduğunu biliriz ve sonra bu kitapların yorumlarını okuruz. o da şöyle olacak: eylül'ün 12si veya 13'ünde yayınlayacağım yazıya (benim okuduğum kitaplarla ilgili bir yazı olacak) bu kitaplarla ilgili üç cümle -isterseniz daha uzun da olur tabi ki- yazdığınız yorumlarla çekilişe katılmış olacaksınız. tabi ben kitap istemiyorum sadece katılacağım da diyebilirsiniz. 15'inin akşamı da çekiliş sonucunu yine buradan duyuracağım. umarım çokça katılan olur ve keyifli bir okuma süreci geçiririz.

ben kendim için şu beş kategoriyi belirledim. siz de isterseniz bu kategorileri aynen alın ya da biraz değiştirin, bu konuda katı kurallarımız yok. ayrıca okumaya hemen bugün de başlayabilirsiniz tabi.

daha önce okumadığım bir türk yazar

türk yazarlar arasında yenileri keşfetmek her zaman güzel bir deneyim diye düşünüyorum. ben oya baydar'ı ve onun "köpekli çocuklar gecesi" kitabını seçtim. bu kategori için.

güney amerikalı bir yazar

bu kategori için ekvadorlu yazar mauro javier cardenas'ın "devrim, yeniden" kitabını seçtim.

daha önce edebiyatından hiç okumadığım bir ülkeden bir kitap

ben bu kategori için izlanda ve halldor laxness'i seçtim. kitabım "salka valka".

kurgu dışı bir kitap

karar vermesi zor oldu ama sevcan sönmez'in "filmlerle hatırlamak" kitabını seçtim.

uzun süredir elinizde olan ama hala okumadığınız bir kitap

hemen herkesin böyle bir ya da birkaç kitabı vardır bence. belki okumaya korkuyoruzdur belki hevesimiz kaçmıştır. ama şimdi o kitabı okuma zamanı. benim için bu kitap tanpınar'ın yazdığı "yahya kemal" kitabı. 2014'te almışım ya, altı yıl olmuş, altı. o sıralarda yahya kemal'in bütün eserlerini okumuştum bu yüzden bu biyografiyi merak ediyordum. ama sonra zaman geçti, ben ilgimi kaybettim ve okumadım. o yüzden artık bu meşum erteleme işine son vermeliyim.

*** 

evet bu kadar. umarım katılan birileri olur ve eğleniriz. kendinize iyi bakın

Çarşamba, Ağustos 19, 2020

bir günüm nasıl geçmiyor

(yirminci yüzyılda yaşayan) francis bacon. 1927. 


marbl - the mechanism of all temporary things

günümün can sıkıntısından nasıl geçmediğine ama aslında bir şekilde geçtiği için ve ben hayatımın en güzel yıllarını bu şekilde harcadığım için üzüldüğüme dair bir yazı. 

sabah uyandığımda güzel bir rüya görüyorduysam uyandığım için canım sıkkın. uykuma geri dönme arzusundayım ama bu imkansız, hissedebiliyorum. babam odaya girer, gözlerimi aralarım sonra geri kaparım. ama babam asla rahat bırakmaz, odamda oyalanır yanıma gelir bir şeyler yapar filan derken tamamen ayılmış olurum ama bir miktar sinirle. annem beni uyandırdığı için babama kızar ama olan olmuştur. kahvaltıyı hazırlayan anneme yardım ederim. belim çok ağrıyorsa yemekten önce birkaç esneme hareketi yaparım çünkü yemekten sonra eğilsem kusacak gibi olurum. mide rahatsızlıkları falan filan. her sabah annem az yediğimi iddia eder ben de aksini ispatlamaya çalışırım. annemle bir şeyler üzerine sohbet ederiz. babam sofrada olup olmadığına dair ipucu verecek bir harekette bulunmaz. sessizce yemeğini yer ve sonra çay içer. yemekten sonra çay içmek onun günlük keyif vaktidir. sonra giyinip işe gider. biz annemle evi biraz toplarız. asgari düzeyde iş yaparız ama öyle detaya inmeyiz. öğretmen olan annem işe başlamasına az kaldığını düşünüp üzülür. ben hala salgının bitmemiş olduğunu düşünüp üzülürüm. sonra bir şeyler okuyup izleriz, ayrı ayrı tabi. ben biraz twitter biraz yutuba bakarım. yeterince gereksiz bilgiyle dolduğuma emin olunca sıkıntıdan patlayarak biraz kitap okurum. sonra mümkün olduğu kadar kısa sürede yemek yaparız. bazen de yapmayız. meyve filan yeriz. sonra biraz daha zaman öldürme ve kitap okuma vakti. bu aralar yeni bir aktivite eklendi, yakında doğacak yeğenime süveter örüyorum. o sıradan akademik seminerler dinliyorum, bu işte çok acemi olduğumdan aşırı yavaş ilerliyorum, günde üç sıra filan örüyorum. akşam da babamla ya da annemle film izliyoruz. bazen de onlar izliyor ben odamda oturuyorum. dün akşam anneme 1984'ün filmini izletip psikolojisini bozdum. nadiren de liseden arkadaşlarımla buluşuyorum, bir parkta oturup dondurma yiyoruz ya da bir yerde kahve içiyoruz. hayatımızdan şikayet ediyoruz ama bir çözüm bulamıyoruz. pandeminin bir an önce bitmesini ummaktan başka çaremiz yok. eğer yazlığa gitmişsek, bu genelde haftasonu oluyor, daha hareketli geçiyor. kuzenlerimle basketbol oynuyorum, denize gidiyoruz, suluboya origami filan yapıyoruz, yeni oyunlar uyduruyoruz. bir ara yay ve ok, bir de hedef tahtası yapıp yarıştık. bazı günler kendimi öyle mutsuz hissediyorum ki hiçbir şey yapamıyorum. o zaman bloga yazayım diyorum. herhangi bir şey. çok başarısız bir yazı olacak bile olsa. sonra işte böyle aklıma geleni yazıyorum.

eğer kendi sıkıntımı sizinkiyle çarpıştırarak sizinkini ikiye katladıysam kusura bakmayın. ben de böyle olsun istemezdim. ama ne yapabilirim? ne yapmalıyız?

Pazartesi, Ağustos 17, 2020

birkaç güzel roman


son zamanlarda pek bilinmediğini düşündüğüm çok güzel kitaplar okuduğum için bunları sizinle paylaşmak istedim. hepsi timaş çünkü en son öyle bir alışveriş yapmıştım indirimden dolayı. iyi ki de yapmışım. çok iyi olduğunu düşünmediğim bir kitabı koymadım listeye.



meşa selimoviç - derviş ve ölüm

yıllardır kitapçıda ne zaman görsem okumak isterdim ama acele etmeyişim iyi olmuş. hem tatil vakti tam odaklanarak okumak hem de bu yaşımda okumak iyi geldi. öncelikle kitabın başında yazarın önsözünü okuduğumda biraz canım sıkıldı. çünkü yazarın kardeşi ölüyor ve kitabın ana karakteri mevlevi tekkesi şeyhi ahmet nurettin'in kardeşinin ölümü ve sonrasında yaşadıkları da bunun etkileriyle yazılmış. ancak bir fark var, önsözde yazar devrime duyduğu inançtan bahsediyor, romanda ise bunu ahmet'in dini inancı olarak ele almış. e haliyle okurken de ne zaman ahmet allah'itan dinden bahsetse ben selimoviç'in devrimi kastettiğini mi düşünerek okudum. bu ikisi arasında kurduğu paralelliği anlayabilsem de romandaki bazı noktalar muallakta kaldı gibi hissettim. yine de çok güzeldi, kısmen okuması zor ve hacimli bir eser olmasına rağmen o kadar akıcıydı ki iki günde bitirdim.   

jose eduardo agalusa - unutmanın genel teorisi

angola'dan bir kitap okumak bence başlı başına güzel bir his. ama kitap öyle güzel ki bu olmasa bile olurdu. angola bağımsızlık savaşı başladığı sırada korkudan kendini eve kitleyen bir kadın yirmi sekiz yıl evden hiç çıkmadan yaşıyor. kitap bir yandan onun yalnızlığını yaşam mücadelesini anlatırken diğer yandan hayatı bu kadınla kesişen herkesten de bahsediyor ve bu sırada angola tarihi üzerine de birçok şey öğrenmiş oluyorsunuz. 

olga tokarczuk - sür pulluğunu ölülerin kemikleri üzerinde

nobel alınca hemen ünlü olan olga hanımın bu kitabından uyarlanarak çekilmiş filmi spoor (2017)'u istanbul film festivalinde izleyip çok beğenmiştim. bu kitabı alırken şöyle bir düşündüm ve filmi çok az hatırladığımı fark ettiğim için okuyabilirim dedim. iyi ki de öyle yaptım, ilk defa karşılaştığım bir hikaye gibiydi ve çok etkileyiciydi. ellilerinin sonunda polonyanın dağında yaşayan astrolog diyebileceğimiz çevreci/vegan (ama bu etiketlerin yüzeyselliğinden uzak) bir kadının yaşadığı bölgedeki avcılığa karşı öfkesini anlatıyor.
 
tarjei vesaas - buz sarayı -  kuşlar

vesaas'la buz sarayı kitabıyla tanışmıştım birkaç yıl önce. masalsı bir hikaye anlatmasına rağmen fazlasıyla üzüldüğümü etkilendiğimi hatırlıyorum. ama sanırım kuşlar daha ünlü ve onu daha yakın zamanda okuduğum için mi bilmiyorum daha çok beğendiğimi düşünüyorum. bir abla ve onun birazcık zihinsel olarak farklı olan erkek kardeşinin hayatları, bu kardeşin zihninden aktarılıyor ve ablasını her şeyi olarak gören kardeşcik (neredeyse 40 yaşında bir adam) hayatlarına bir yabancı girmesiyle sarsılıyor. 

claudio morandini - kar köpek ayak - taşlar

dino buzzati'ye benzetildiğini okuyunca hemen morandini ile tanışmam lazım dedim. buzzati en sevdiğim yazarlarda ilk üçe girer. ismini yazdığım iki kitabı da okurken atmosferin içine gömüleceğiniz ve sonra kitabı düşündüğünüzde o hissi yeniden yaşayabileceğini kadar etkili. özellikle taşlar'ın daha çok buzzati-vari bir eser olduğunu düşünüyorum, olağanüstü bir hikaye (taşların canlanması ve her yeri kaplaması) anlatıyor olmasına karşın hikaye bugünde geçiyor ve alabildiğine gerçekmiş gibi anlatılıyor ki kitabı inanılmaz kılan da bu anlatım tekniği. 

mattias faldbakken - garson

ne bir yerde gördüm ne de duydum daha önce ama gerçekten çok beğendim ve hani öyle bir kitap ki zaman geçtikçe daha çok beğendiğimi fark ediyorum kdsjhfkj üst düzey bir restoranda garsonluk yapan bir adamın dilinden sanata, avrupalılığa, çocukluğa, modaya ve daha birçok şeye dair düşüncelerini izlerken bir yandan da restoranda gelişen olayları takip ediyoruz. ilerleyen yıllarda yeniden okumak istediğime eminim. 

siz bu aralar ne okuyorsunuz, ne seviyorsunuz? 

Perşembe, Ağustos 06, 2020

korece müzikten seçmeler

yine iddialı bir başlık ama farkındaysanız olumsuz bir ima taşıyor. çünkü bugün toplumda (en azından türkiye'de) sadece ergenlerin kore pop müziği dinlediği algısı var. bu yüzden bu müziği dinlemek de "ergence" bir şey. ha ben önyargılarımın esiri değilim, kimin ne söylediğini de umursamam diyorsanız doğru yerdesiniz.

şimdi işin aslına bakarsanız 15 yaşındaki birinin ariana grande fanı olmasıyla bts fanı olması arasında pek bir fark yok. ya da herhangi bir ünlünün fanı olmaktan bahsediyorum çünkü temelde hepsi aynı eğlence endüstrisi içinde benzer işlevler görüyorlar. sadece bir sorun olduğunu düşündüğüm tek nokta, fanlık eyleminin abartılması ki kore popunu toplum nezdinde itici yapan şey de bu. justin bieber'ı ya da one direction'ı itici yapan da buydu. bence, kore popu ya da onunla aynı kefeye koyduğum diğer şeyler sadece sizi eğlendirdiği sürece anlamlıdır. sizi yoracak, üzecek kadar önemsememeniz gereken şeylerdir. aynı zamanda iğrenecek ya da nefret edecek kadar da ciddiye alınmamalıdır.

evet, bugünlerde kimsenin "kore popunu sevmek istiyorum ama nereden başlayacağımı bilmiyorum" dediğini düşünmüyorum fakat ben bir zamanlar bunu dedim. fakat kendi yolumu kendim bulmam gerekti ama size bir güzellik yapacağım ve eğer siz de hazırsanız önyargılarınızdan kurtulacağınızı düşünüyorum. ama tek gerçek müzik klasik müziktir/rocktır/hiphop'tır filan diye düşünüyorsanız bu yazıyı okumaya devam etmek yerine neden böyle düşündüğünüzü yorumlara yazın ve önce bu konuyu tartışalım. 

şimdi, şarkılara gelmeden önce öncelikle düzeltilmesi gereken bir yanlışlık var ki o da bugün kore popu dediğimizde aslında rock, hiphop, trot, edm, r&b, indie gibi bir çok türden bahsediyor olmamız. o yüzden pop ifadesini burada sadece popüler olan müzik olarak algılamak daha doğru olacaktır. kore veya asya eğlence endüstrisi üzerine söylenecek daha çok şey var ama ben daha fazla kafanızı şişirmek istemiyorum. herhangi bir sıralama olmaksızın şarkıları eklemeye başlıyorum.



















































evet şimdilik bunlar aklıma geldi ya da denk geldim aaa bu da güzeldi dedim ekledim. umarım beğenirsiniz, eğer sizin de tavsiyeleriniz varsa -çünkü özellikle son zamanlarda (son beş yılda) neler çıktı pek bilmiyorum- aşağıya ekleyin dinleyelim. 

Pazar, Ağustos 02, 2020

burroughs ölmüştü

                                                all saints day II, 1911, wassily kandinsky

ölümünün 23. yıl dönümü sebebiyle beat kuşağının en sevdiğim yazarı w.s.burroughs için biraz müzik dinleyelim. başlık bulmak çok zor olduğu için biraz saçmaladım. az daha dünya yakışıklılar gününüz kutlu olsun yazıyordum. dezoleeyyy. her yöreden türden müzik dinlemeyi sevenlere çok güzel bir site önermek istiyorum: 
anasayfada karışık bir şekilde yer alan beş bine yakın türden birine tıklayıp o türde müzik parçaları üretenlerin şarkılarını dinleyebileceğiniz gibi oradan direk spotify profillerine de geçebilirsiniz. 
http://everynoise.com/retromatic.html buradan da mesela yıllara göre istediğiniz türü dinleyebilirsiniz. ben bu sitede saatlerce vakit geçirebilirim, gerçekten çok güzel. e şimdi dönmez mi bir rusça post-punk? 


şimdi aniden duygusala bağlamış olacağım sanırım. şuan hemen bu yazıyı kapatıp hayatınıza keyifli bir şekilde devam edebilirsiniz.

insan neden eskiden dinlediği şarkıları dinlediği zaman ağlamak ister ki? ya da bilmiyorum benim içimden ağlamak geliyor.  tuhaf bir şey bu çünkü o zamanlar çok mutlu filan değildim, öyle olsaydım en azından belki artık o kadar mutlu olmadığım için üzüldüğümü düşünürdüm. geçmiş güzel günleri düşünmek hep hüzünlendirmez mi insanı? peki nasıl oluyor da o zamanlara dair deli gibi bir özlem duyabiliyorum, şimdi kendimi çok daha iyi bir konumda görüyorum hem psikolojik hem fiziksel ama yine de tuhaf bir şey var. o zaman dünyayı tanımıyordum derler ya, en azından gerçek dünyayı bilmiyordum. çok farklı bir evrendi, eski şarkıları dinleyince sanki yine o eski bu dünyaya dair bir şey bilmeyen ve bu gerçeklikte yaşamayan ben olmak istiyorum. of, yine aynı ruh haline girdim işte. yaşamak çekmiyor canım. geçen arkadaşlarla konuşuyorduk, güçlü olmak sizin için ne demek diye. biri benim için başarı güç demek dedi, diğeri ideallerim için hiçbir şey yapamamak, bir diğeri kendine yetebilmek. benim içinse güçlü olmak yaşamak isteyebilmek demek. bu isteğe sahip olamadığımda çok bitkin, boş ve güçsüz hissediyorum. ve uyumak istiyorum. o zaman sevmek veya sevilmek bir şeye ifade etmiyor. bir şey bilmek ya da bilmemek. mutlu olmak ya da olmamak. bu yüzden hiçbir şey yapasım gelmiyor çünkü hiçbir şey önemli değil ki. hiçbir şey umurumda değil, zorlasam da umursayamıyorum. şimdi bunları yazarken aklıma geldi, rüyamda delirdiğimi gördüm bu gece. çok tuhaf bir şey, al işte delirdim en sonunda, gibi bir deneyimdi. deli olduğumun farkındaydım ama deli gibi davranmaktan kendimi alamıyordum. delirmek böyle bir şey midir acaba?