Eveeet, bir tatilde daha Japon filmleriyle kafayı bozmuş bulunuyoruz. Normalde asla izlemeyeceğim konulara sahip filmler izledim. Çok acayip bir şey bu ya... Japon olsun bizim olsun diye başlayıp önüme geleni izliyorum. Ben ki aşk filmlerinden nefret ederdim ama şu son haftada izlediklerimin neredeyse yarısı aşk filmi. Neyse, yazının diğer partlarına ulaşmak için;
Part 1
Part 2
OURAN HIGH SCHOOL HOST CLUB (2012)
Bununla açılış yapıyorum çünkü listemdeki renkli, gülerken
kahkahalar attığım iki filmden biri ki bu hafta toplam olarak 17 Japon filmi
izledim. Japon senaristlerdeki karamsarlık, sadizm&mazoşizm karışımı
saplantılar psikolojimi bozdu. Herkes mi ölür arkadaş??? Bir de artık çok fazla Japon filmi izlediğimden
paranoyaklaştım, ekrandaki heriflerle konuşuyorum. “Seni daha önce görmüş
gibiyim.” “Daha önce tanıştık mı?” “Gözüm seni bir yerden ısırıyor.” “Seni nerede
gördüm ben?” vb. Kafayı mı yedim? Kesinlikle.
Bir mangadan uyarlanmış bir dizinin filmi. Baş
karakterimiz Haruhi (Haruna Kawaguchi) erkek kılığına girmiş bir kızdır. Bunu
Uzakdoğu dizilerinde sık sık gördüğümüzden normal karşılıyoruz ama anlaşılması
zor olan kısım şu ki okul karma. Niye erkek kılığına girdiğini anlayamamış
olsam da bu kısım mühim değil çünkü daha çooook saçmalık var. (Babası da kadın
kılığından gezindiğinden belki özenmiştir diyorum) Neyse, Haru aşırı
zenginlerin okuduğu bir kolejdeki tek burslu öğrencidir. –Olaya gelin…- Bir gün
ders çalışmak için yer ararken bir salona gelir ve oradaki bilmem kaç milyon
yenlik vazoyu kırar. Borcunu da o salonun sahibi olan kulübe katılarak ödemeye
başlar. Tabi ki Konuk Ağırlama Kulübü’dür burası, her şeyi birlikte yapan
ikizler (gerçekten ikizler, Shinpei&Manpei Takagi), tavşanıyla gezen
ufaklık (Yudai Chiba), ufaklığın kadim dostu, kendini beğenmiş bir dahi
(Shunsuke Daito) ve esas oğlanımız lord Tamaki Suou. (Yusuke Yamamoto) Tipik
bir esas oğlan her konuda mükemmel, kendini beğenmiş biridir ancak Tamaki bu
tabuyu yıkıyor ve inanılmaz manyaklıklarıyla bizi gülmekten öldürüyor.
Hanakazari’deki haleleriyle gönlümüze giren Yusuke güldürmeye devam ediyor.
Ama bu bir aşk olmadığı anlamına gelmez. Tabi ki esas
oğlanımız ve esas kızımız birbirinden hoşlanıyorlar. Şuna dikkat çekerim ki bu
kulüptekiler Haruhi’nin kız olduğunu biliyor. Bu önemli bir fark. Neyse, derken
okula bir kız gelir ve her şeyi alt üst eder. (Bakın bu kızın da ailesi ölmüş, sonra Tamaki ile Haru'nun da annesi ölmüş. Yani komedi filmi ama ölen ölene.) Bu kısmı anlatmaya gerek yok ama
filmde öyle birini gördüm ki beni şok etti. Kırk saat cidden o mu ya??? Diye
düşünmem yetmezmiş gibi evladımı görmüş gibi hissettim. Bu sürpriz isiiiim;
2PM’den Nickhun. Yaktı geçti ortalığı. Neyse, çok komik ve çok eğlenceli bir
filmdi. Kulüplerin kendi arasındaki rekabet çok eğlendirdi. Kara Büyü Kulübü’ne
bayıldım özellikle, liderleri (Ryo Ryusei) de havada süzülüyordu falan, çok da
sevimli kerata. :D
HOTARU NO HIKARI (2012)
İkinci ve son komedimiz. Hatta tam anlamıyla komedi bile
sayılmaz bu, yarım diyelim. Toplam bir buçuk komedi vardı yani ki ben güleceğim
diye başlamıştım ağlayarak sona erdi bu film furyası.
Bu da iki sezonluk diziymiş ya la! Şok içerisindeyim.
Neyse, Hotaru bir “Himono Onno”dur. İşteyken çok başarılı olup eve gelince pijamaları
çekip yerde yuvarlanan kadınlara böyle denirmiş. Biraz benim geleceğim olabilir
yani. :D Neyse, bu film boyunca “müdüüüüüüür” diye çığıracağı adamla
yaşamaktadır. Evlendiler mi evlenmediler mi anlamadım ama balayına gittiklerine
göre muhtemelen evlenmişlerdir. Ama aynı yatağı kullanmadıkları için evlenmiş
olduklarından da şüpheliyim. Fakat filmin sonunda da bebek olma ihtimalinden
bahsediyorlardı. Düşünce gücüyle şeettirmiş olabilirler belki asdadasd. Valla
anlamadım.
Neyse, bunlar müdürün isteği üzerine Roma’ya giderler.
Tabi ki o kadar kolay gidemiyorlar da orayı siz izleyin. Derken Hotaru orada da
bir “Himono Onno” bulur ve böylece ilginç bir macera başlar. Hem gülüyoruz hem
de bir güzel Roma gezisi yapıyoruz filmi izlerken. Arada bir de ağlatmayan
dramlar çekiyoruz. Yani beş dakika önce kakarakikiri gülüp beş dakika sonra
ağlamam mümkün değil. En azından benim için. Kız çok tatlıydı ama müdürün
gerçekliği konusunda ciddi şüphelerim var. Dünya üzerine böyle bir herif
bulunmadığına yemin edebilirim, o derece. Fantastik karakter olmuş yani
asdasdsad.
BOKURA GAI TA KOHEN (2012)
Bu da dizi çıksaydı kendimi atardım herhalde. –Animeymiş
ama o etkilemiyor- Filmin afişinde Toma Ikuta’yı görünce “aaa Nakatsu!!”
olduğumdan çok da incelemeden filmi izlemeye başladım. Ama Nakatsu
karakterinden çok çok farklı bir rolle karşımıza çıktığı için sonra uyuz oldum.
Ben ikinci filmi izlemişim (Birinci Bokura Ga Ita Zenpen olabilir) ama çok da
fark etmez ya hepsi bir işte. Çok da güzel olmayan ama en azından mutlu sonla
biten bir aşk filmi. Spoiler vermiş oldum değil mi ben şimdi? Bence sorun olmaz
ya, zaten çok tavsiye de etmiyorum o yüzden izlemeseniz de olur.
Esas kızımız Takahashi (Yuri Yoshitaka) çok sevimliydi,
biraz BoA’ya benziyordu. Neyse, esas oğlanımız Yano ailevi sebepler yüzünden
Tokyo’ya taşınmak zorunda kalır. İlk zamanlar Takahashi’yle iletişim halinde
olsalar da daha sonrasında yaşadıkları yüzünden Yano onunla iletişimini keser
falan fıstık. Aradan yıllar geçer, yeniden karşılaşırlar ama kesinlikle bu
karşılaşma ne seyircinin ne de Takahashi’nin beklediği gibidir. Derken derken
bir şeyler olur, bir şeyler olmaz ama filmin sonunda happy ending bizi
karşılar. Ben aşk filmi izlemeyi seviyorum, ayrılık, acı olması falan da hoşuma
gidiyor derseniz buyurun izleyin ama hep ikinci adamları seven ben bu filmde de
hayal kırıklığına uğradığımdan bana güzel gelmedi arkadaş, diyeceğim bu.
HALFWAY (2009)
Ya da harf-way...
Bu film bence oldukça hüzünlüydü ama burada bahsetmemin
nedeni kimsenin ölmüyor olmasıydı. -Düşünün artık diğerlerini- Kızımız Hiro (Kei Kitano) sıra dışı bir insan.
Kitano’yu daha önce Love Fight ve Bandage filminde izleyip sevmiştim, şimdi
daha da çok sevdim. Zaten bu üç filmi böyle arka arkaya çekmiş. Esas oğlanımız
Shu’yu (Masaki Okada) ise hiç sevmedim. Ki daha önce Hanakazari’de tanımış ve
de sevmiştim. Buna rağmen uyuz etti. Bir de Shu’nun arkadaşını Junpei Mizobata
oynuyordu. Fly With the Gold’da bile vardı bu çocuk ama tabi burada yenilerden
olduğu için yan roldeydi.
Neyse, film iki karakterin kırk saatte tanışıp bir kırk
saatte birbirine açılmaları şeklinde ilerlemiyor. Her şey çok yavaş oluyormuş
hissi verip hızlı oluyor. Bu çocuklar çıkmaya başlarlar ama bir sorun vardır.
Shu, Hiro’ya çıkma teklif etmeden önce Tokyo’daki Waseda’ya gitmeye karar
vermiştir. Hiro ise Sapporo’daki bir üniversiteye gidecektir ve Shu’nun
Tokyo’ya gitmesini istememektedir. Peki Shu ne yapacak?
85 dakika sürdü ama çok gerçekçi bir filmdi. Fazlasıyla.
Çok durgun bir ilerleyişe sahip olmasına rağmen çok sevdim. Diyalogların
verdiği mesajlar ve hisleri etkileyici buldum. Ve dediğim gibi, hayattan bir
kesit gibiydi. Aşk filmlerinin %99’u palavradır. Ve belki de bu yüzden ben bu
filme aşk filmi bile demek istemiyorum.
LOVE LETTER (1995)
Eski gelmesin, sıra dışı bir film. Cenaze töreniyle başlasa da
diğerlerinden daha olumlu bir havaya sahip olduğunu düşünüyorum. Gerçi en başta
hiç de bu fikirde değildim, tam tersine “A-ha yine içim kararacak,” dedim. Ama
yine de hüzünlü olduğu kadar güzel bir yanı vardı.
Filmi tersinden anlatmaya başlayacaktım ama o zaman
büyüsü kaçar diye düşünüyorum ve yönetmeni bozmuyorum arkadaşlar. Hiroko
Watanabe (Miho Nakayama) nişanlısı Itsuki’yi kaybetmiştir. Bir gün öylesine
onun adına bir mektup gönderir ve ilginçtir ki cevap bile gelir. Tabi mektup
öteki taraftan gelemeyeceğine göre ne olduğunu merak eder. Ölen nişanlısıyla
aynı ismi sahip bir bayandır bu. Dahası bu bayan zamanında nişanlısının sınıf
arkadaşı olmuştur. Biri erkek ve biri kzı olmak üzere iki Itsuki Fujii vardır.
Derken mektuplaşma sürecinde bayan Itsuki, ölen erkek Itsuki ile ilgili anıları
anlatır. Dahası bu yaşayan Itsuki ile Watanabe ikizlik derecesinde benzerdir.
Başta bu biraz karışıklığa sebep oluyor. (Hayır zaten birbirlerine benziyorlar
bir de bununla uğraştım.)
İşte böyle ilginç ayrıntılara sahip ama hiçbir
fantastiklik bulundurmaya hoş bir film. Nakayama iki farklı rolü güzel bir
şekilde oynamış. Ayrıca gençken cidden de çok güzel bir kadınmış. Hatta şimdiye
kadar gördüğüm en güzel Japon diyebilirim. Durgun başladı, biraz sıktı falan
ama sonradan akışına kaptırdı. Bittikten sonra ise yüzde bir gülümseme bıraktı. Ama üzüldüm de... Bilemiyorum, karışık.
Eveet, sonuna geldik. En yakın zamanda devamı gelecek.
Görüşmek üzere!
ayy iyi oldu bu yazı. koreden sıkılıp bende bir iki japon bakayım diyordum ama pek güzel birşey bulamamıştım.
YanıtlaSilNeden bilmiyorum ama Japon filmleri beni çekiyor. Bundan sonraki partta daha güzel filmler olacak. Onlara da bakabilirsin :')
SilWaaa *-*
YanıtlaSilBöyle bir yazı dizisi hazırlaman beni çok mutlu etti. İzlediklerim de var içlerinde, izlemediklerime de mutlaka bakacağım. :) Domo arigatou gozaimasu ^^
Vaaay böyle bir ilgi *.* Asıl ben teşekkür ederiiim :')
SilTavsiyelere de son derece açığımdır :D