Temmuz bitmeden
önce yayınlayabildiğime şükür diyelim. :D “Geçen Ayın Kitapları” ismiyle
başladığım bu yazı dizisinin adını değiştirdim, sıradan olsun bizim olsun. :’)
“Palto dikildiğinde on iki yaşındaydım. Terzimiz ve çok sevgili
arkadaşımız Nathan, bu paltoyu 1938 senesinde, Mart ayının ilk haftasında
büyükbabam için dikti. Şehrimizin özgürlüğünü yaşadığı son haftaydı, bizim de.
Hayatın en zor anında bile bir umut vardır. Ve bazen bu umut, küçük bir çocuğun
yüreğine en yakın yerde hayatı selamlamayı bekleyen bir kuklanın verdiği
umuttur.”
Büyükbabası Varşova gettosunda
hayatını yitirdiğinde Mika'ya kalan yalnızca onun muhteşem paltosu değildi,
aynı zamanda içi sırlarla dolu bir hazine de onun olmuştu. Mika, babasını
kaybeden hasta kuzenini, daracık bir odada yaşamaya mahkum edilmiş komşularını
eğlendirirken, kendini kukla gösterilerinin ortasında buluverir. O artık bütün
gettonun yüzünü güldürmeyi başarabilen, aşık olduğunda yüreği kelebek gibi kanat çırpan
kuklacı çocuktur. Ancak bu güzel tablo, bir Alman askerinin karşısına dikilmesi
ve onu gizli bir hayatın içine çekmesiyle yerle bir olur. Yüreğinize
dokunacak, sizi alıp uzaklara götürecek ve döndüğünüzde asla eskisi gibi
hissetmeyeceksiniz. Savaşın acımasız yüzüne rağmen küçük mutlulukların aslında
ne kadar büyük ve değerli olduğunu anlamanızı sağlayacak bir eser.
(Tanıtım Bülteninden)
İkinci dünya savaşını konu alan bir eser daha. Gerçekten
bu konudan bıksam da güzel bir kitap olduğu gerçeğini inkâr edemem. İlk bölüm
tipikti, ikinci bölümün varlığını gerçekten sevdim. Sadece tek bir açıdan
yaklaşmamış olması hoşuma gitti. Eğer bu konuyla ilgili bir kitap okumak
istiyor ama sürükleyici olmasına da önem veriyorsanız tavsiye ederim. Ama
bendenseniz gerek yok. Güzeldi ama orijinal değildi çünkü.
Bir arkadaşımdan alıp başladığım kitap o kadar hoşuma
gitti ki yarısını okuduktan sonra kendime bir tane alıp öyle devam ettim. Masa
başında okumanın daha iyi olacağını düşünüyorum. Tembelliğimden not alamasam da
aklımın bir köşesine yazdım. Oldukça sık kullandığımız ama göründüğü kadar
masum olmayan kelimelerden tutun, derinliği hala tartışılan pek çok kelimeye
yer vermiş. Bakış açılarımız da benzediği için değmeyin keyfime. :D Sırada
hangi kitabı var merak ediyorum çünkü benim neyi ne zaman okuyacağım pek belli
olmuyor.
AHMET MUHİP DIRANAS, ŞİİRLER
Dıranas’la öyle köklü bir ilişkimiz yok açıkçası. Ablamın
kitaplığını karıştırırken buldum, ilgimi çekti, aslında babamın kitabıymış. Hatta
öyle bir şekilde oldu ki… Kitabı öylesine açtım, gözüme çarpan ilk dörtlük beni
şoka uğrattı. Ben bu dizeleri ezbere biliyor, lakin sahibini tanımıyordum.
Aklıma araştırmak da gelmemişti.
“Titrek bir
damladır aksi sevincin
Yüzünün sararmış
yapraklarında
Ne zaman kederden
taşarsa için
Şarkılar taşırsın
dudaklarında”
Tabi çok etkilendim, hemen başladım. Ama sadede gelelim,
Dıranas genelde dörtlük ve heceyi kullandığından çok benim tarzım değil. Yani
bana sorarsanız “Ne şair be!” demem. Yine de güzel şiirleri yok mu? Var tabi, sevdiklerim
oldu, olmaz mı? Portre, Kar, Kadavra, Yağma (Ümit Yaşar’a yazmış) ve Bitmez
Tükenmez Can sıkıntısı favorilerim. Bir de Yağmur, Gül ve Eller var ki onu
burada paylaşmak istedim.
Yağmur Gül Ve
Eller
Yel yapraklarımı savurur,
Dört yanım yağmurla örtülü;
Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur!
Kafamda hep bir uykusuzluk
Ve masamda bir düşler gülü,
Gecenin içinde, soyunuk.
Ve bir düşünce arasında
Ellerim; beyaz, boş ve bencil,
Bu gül’le gece arasında,
Kopmuş gidiyor dallarımdan...
Hayır, başımdan yana değil
Uykusuzluğum, ellerimden.
Dört yanım yağmurla örtülü;
Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur!
Kafamda hep bir uykusuzluk
Ve masamda bir düşler gülü,
Gecenin içinde, soyunuk.
Ve bir düşünce arasında
Ellerim; beyaz, boş ve bencil,
Bu gül’le gece arasında,
Kopmuş gidiyor dallarımdan...
Hayır, başımdan yana değil
Uykusuzluğum, ellerimden.
SEZAİ KARAKOÇ, YİTİK CENNET
Nesir görünümlü şiir kitabı diyorum ben buna. Adam düz
yazmaya çalışmış ama becerememiş, buram buram nazım kokuyor cümleler. Edebi
değerin yüksek bir eser nasıl olur sorusuna cevaptır Yitik Cennet. Not ala ala
okudum lakin kaybetmeyi becerdim.(!) Yine de damağımda kalan bu tadı unutmam
mümkün değil. Kuranda ismi geçen peygamberlerin yaşadığı olayları topluma bakan
yüzüyle incelemiş Karakoç. Mistik bir öykü halini almış kaleminde ve çıkarımlar
o kadar yerli yerinde, o kadar etkileyici ki…
Notlarımın birkaç tanesini ise şimdi buldum.
“Adem'in Adem,
Cennetin Cennet olabilmesi için atılan ilk adımdı Havva'nın gelişi.”
“Her çağda, şartlar
ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun insanlar için bir Nuh'un gemisi vardır.”
“Bağımsız
varlık iddiası yüzünden insana karşı su, celal kamçısıyla kamçılandı.”
“Toprak, gafletti.
Sular "hal"di. Gemi "intisab"dı. Cudi Dağı
"makam" oldu.”
“En ağır yükü,
insanlığın en ağır yükünü omuzladı peygamber. İnsanın var olmak veya olamamak
meselesini çözmek istedi.”
HEKİMOĞLU İSMAİL, CUMHURİYET ÇOCUĞU
Bu adamın çok hoşuma giden iki şeyi var; adı ve kurduğu
yayınevi. (Ahmet Günbay Yıldız’la birlikte Timaş’ın kurucusudur kendisi.) Yani
maalesef kitapları dahil değil. Biraz tarih kitabı okuyormuş gibi okudum bu
kitabını, bir kez daha biçimi manaya feda etmiş. Olaylar takır tukur ilerliyor,
hızına yetişmek zor. Bir başka kitabını daha okumayı düşünmüyorum, sanırım o
yüzden sonsuza dek en sevdiğim kitabı “Maznun” olarak kalacak.
İBRAHİM ERŞAHİN, GİZEMLİ SAYILAR KİTABI
Aslında bu kitabı sene başında ilgisini çekeceğini
düşünerek S-ra’ya almıştım ama yine ben okudum. O da okudu biraz gerçi. Neyse,
Carpe Diem yayınevinin kitaplarına aşina iseniz bilirsiniz, söyleşi
havasındadır geneli, eğlendirir insanı. Arkadaki yazı öyle ama içeriği sıkıcı
olmasa da komik de değil onu söylemeliyim. Yine de benim ilgimi çeker sayılar,
o yüzden güzel bir eser olduğunu düşünüyorum.
“Bu kitapta
okuyacakların sıfırcı matematik hocalarının derste anlattıklarından epey
farklı… İşin içinde başka işler var, ey gidim ey…
Mesela 1 sayısı olmasaydı dünyaya gelemeyeceğini söyleyen oldu mu sana hiç? Peki, altın oran olmasaydı, dünyanın eciş bücüş bir şey olacağını… Sevdiğine kavuşmak için düğüne, derneğe değil sadece 4 sayısına ihtiyacının olduğundan haberin var mı? Pi sayısı olmasaydı evinin yolunu bile bulamayacağını, 5 sayısı olmadan hiç bir şeyi görüp duyamayacağını, hele sıfır rakamının yokluğunda sıfırı çekeceğini biliyor muydun? “Cıks” mı?
O zaman hemen bu kitabı oku. Ve kâinattaki her sayının, dünyayı ve insanoğlunu ayakta tutan dengede nasıl da gizlediğini kendi gözlerinle gör.”
Mesela 1 sayısı olmasaydı dünyaya gelemeyeceğini söyleyen oldu mu sana hiç? Peki, altın oran olmasaydı, dünyanın eciş bücüş bir şey olacağını… Sevdiğine kavuşmak için düğüne, derneğe değil sadece 4 sayısına ihtiyacının olduğundan haberin var mı? Pi sayısı olmasaydı evinin yolunu bile bulamayacağını, 5 sayısı olmadan hiç bir şeyi görüp duyamayacağını, hele sıfır rakamının yokluğunda sıfırı çekeceğini biliyor muydun? “Cıks” mı?
O zaman hemen bu kitabı oku. Ve kâinattaki her sayının, dünyayı ve insanoğlunu ayakta tutan dengede nasıl da gizlediğini kendi gözlerinle gör.”
Bu kitap biraz elimde sürünmüş olabilir ama güzel
olmadığından değil, onunla birlikte başka kitaplar da okuduğum için. Eskiden
bunu çok yapardım, aynı anda sekiz kitap birden okumuşluğum vardır. Sonrasında
bırakmıştım, teke tek yapıyordum bu işi. Şimdilerde tekrar başladım iki üç
kitapla yapıyorum ama bu sefer, daha iyi oluyor.
Olayın üstünden bir çeyrek yarım asır geçtikten sonra
Akbal Japonya’ya, Hiroşima’ya giden ilk Türk gazeteci yazar oldu. Okurken içim
sızladı. Şimdi aradan yetmiş yıl geçti ve Japonya çok daha iyi durumda ama bu
olayın acısını azaltmıyor. Dahası olabilecekler hakkında da bir şeyler
söylüyor. Anlatım fotoğraflar silsilesi halinde gözünüzde canlandırıyor. Kitapta
ek olarak Akbal’ın Sovyetler birliğindeki gezilerinde yaşadıkları da var. Türk
ülkelerini tanımak için güzel bir fırsat.
Ben bu adamı gittikçe daha çok seviyorum, sonum hayrolsun.
Tanpınar’ın “Beş Şehir”ini bilirsiniz, orada Sivas’ın
olmadığını gören Alkan, altıncı şehir de Sivas’tır diyerek bir eser ortaya
koymuş ki yine harika yine harika demek istiyorum. Sivas’ı hiç gezme fırsatı
bulamadım, içinden geçmiş olsam da. Sonbaharda inşallah diyeyim, gidip okuduğum
yerleri göreceğim. Tabi Alkan eski Sivas’ı yazdığından, o şekilde bulmam mümkün
değil, biliyorum. Yine de görmek istiyorum işte.
Yazar, Sivas’ı anlatırken aslında bütün anadoluyu ve geçirdiği
değişimi anlatmış. Kimi zaman ben de “Hey gidi günler hey!” diye nostalji
yapmadım değil. :D Biraz da içim sızladı çünkü aslında anlatılanların neredeyse
hiçbirine yetişemedim. Ve bu hep içinde yaradır bu mesele o yüzden geçiyorum.
Yine de şunu söylemeliyim ki kimi zaman canlı üslubu sayesinde hayalen yaşadım
kimi zaman da dolaylı eleştirilerine kahkaha attım. Türkçe’yi harikulade
kullandığını düşünerek bir kez daha takdir ettim.
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU, MİLLİ SAVAŞ HİKÂYELERİ
Bu kitabı aslında iki ay önce falan okuyacaktım. Ama B
sağ olsun kitabı kaçırıp, haftalarca getirmediği için bayağı ertelendi.
Kütüphanede bir Yakup Kadri bulunca çok sevinmiştim çünkü döneminin en sevdiğim
yazarıdır kendisi. Hem üslubu sağlam hem tekniği hem kurgusu… Ama bu kitapta etkileyici olanlar bunlar
değil, hikâyelerin gerçek olmasıydı. Gözlerim doldu zaman zaman, kitap okurken
ağlamaya yatkın oluyorum sanırım. Herkesin okuması gereken bir kitap, o zaman yaşananları
bilmek belki yeni bir bakış açısı kazandırır bizlere.
GRIGORY PETROV, BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİ
Çok ünlü bir kitap olduğundan benim beklenti tavan tabi.
Hatta bizim manyakötesi felsefeci bile kitapla ilgili yorum yaptığından iyice
bir merak ettim. Sonuç; güzeldi güzel olmasına ama benim beklentimi
karşılamadı. Belki de benim okuduğum basımdaki çeviri iyi değildi. Etkilendim diyemem.
“Yazar Grigory Petrov'un
çeşitli aralıklarla çıktığı Finlandiya seyahatlerindeki notlardan oluşan eser 1800'lerin son döneminde Finlandiya halkının içinde bulunduğu durumu, cehaletten kurtulmak için
bu ülkedeki bir avuç aydının verdiği olağanüstü mücadeleyi anlatır.” –Vikipedi
ALİ FUAT, MARALLAR İNİNCE SUYA
Aslında sadece başlığında “maral” kelimesini görünce
balıklama atlamıştım. Ama genel olarak kitabın ismi de güzel tabi. Maral yani
geyik, Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi’sinden sonra ne zaman aklıma gelse
etkilendiğim bir hayvan. Ali Fuat da çok etkilenmiş olmalı ki o hikâyeden
esinlenip bir kitap yazmış. Açıkçası kötü değildi ama tavsiye de etmiyorum. Bu
kadar güzel isimli bir kitabın içeriği de daha güzel olabilirdi.
Aslında bunun son Tanpınar kitabım olacağını
düşünüyordum. Çünkü Aydaki Kadın notlardan derlenmiş, yine de kitapevinde
görünce, nasıl desem? Kendimi kaybettim? Alıverdim. Henüz okumadım gerçi.
Neyse…
Böylece üçlemenin son kitabını okumuş bulundum. Sıralamam
doğru muydu? Bilemiyorum. Ama yine de bir kez daha “Mahur Beste”nin adını
duymak, hatta Huzur’daki favori kahramanlarımdan İhsan’la olmak güzeldi. Ama
yine de nasıl Mümtaz’a vurulduysam bu kitapta da Doktor Cemal’i sevdim.
Nuran’dan sonra ise Sabiha’ya bir güzel uyuz oldum. Ki biraz feminist bir yanım
vardır, genelde oğlanlara uyuz olurum. :D Neyse, bu sefer konumuz Milli
Mücadele döneminde İstanbul. Yani sahne mücadelenin verildiği Anadolu,
hikâyenin kahramanları ise “sahnenin dışındakiler” yani İstanbul ahalisi. Yine
ve yine çok beğendiğim bir kitap oldu. Finalde Tanpınar’ın üstüne yok, hayran
kalıyorum.
AHMET HAŞİM, GÖL SAATLERİ
Haşim’in şiirlerini gerçekten çok seviyorum. Denemelerini
de okudum ama Yahya Kemal gibi Haşim de benim için “şair”dir ve de öyle
kalacaktır. Nesirde de başarılı olabilirler ama benim için öne çıkan
özellikleri hep şiirleri ve şair yönleriydi. Onları bu şekilde bilmek
istiyorum. Çünkü gerçekten şiirlerini benim hayatımda önemli bir yer var. Her
neyse, Ahmet Haşim’in ünlü “O Belde” şirinden güzel bir bölümle bitirelim. En
sevdiğim kısmım olduğunu söyleme gerek yok herhalde.
“Ne sen
Ne ben
Ne de hüsnünde toplanan bu mersa
Olan bu mai deniz
Melali anlamayan bir nesle aşina değiliz
Sana yalnız bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer
Bu sefil iştiha, bu kirli nazar
Bulamaz sende bende bir ma’na…”
MEŞHUR ŞAİRLERDEN MEŞHUR ŞİİRLER 2
İlk kitapta Tanzimat sonrası şairlere yer verilmişti,
bunda Divan Edebiyatı’ndan, Türk Dünyası’ndan ve Dünya Edebiyatı’ndan şairlere
yer verilmiş. Ben da favori şiirlerimi buraya yazmak istedim.
Hasan Mercan – Geceyle Birlikte Bir Türkü Daha Ali
Üstüne, Tezgâh
İzzet Sarayliç – İstanbul Günleri
Necati Zekeriyya – Anama Soneler (1)
Nusret Dişo Ülkü – Üsküp’e Ağıt
Olcas Süleyman – Fizikçinin Duası
Osman Türkay – Uyurgezer
Özker Yaşın – Yabancı
Resül Hamzatov – Ne Varsa
Lamartine - Göl
Baudelaire – İçe Kapanış
Charles Bukovski – Babam
Herman Hesse – Bütün Ölümler
John Masefield -
Denize Özlem
Jorge Lois Borges - Anlar
Pablo Neruda – Bu Gece En Hüzünlü Şiirleri Yazabilirim
R.M. Rilke – Yalnızlık
Yannis Ritsos – Görülmemiş Bir Çiçek Açma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder