Şimdi size son zamanlarda izleyip; etkilendiğim,
beğendiğim, eğlendiğim ya da başka izleyiciler üzerinde bu etkileri
bırakabileceğine inandığım 10 adet filmden bahsedeceğim.
BLESS ME
ULTIMA / KUTSA BENİ ULTIMA (2013)
Şüphesiz bu listede en çok etkilendiğim filmdi. Gerçekten,
her şeyiyle mükemmel olduğunu düşündüğüm nadir filmlerden biri. Rudolfo Anaya’nın
aynı isimli kitabından uyarlanmış. Maalesef daha okuma şerefine eremedim ve
düşünmüyorum da. %98 olarak kitapların filmlerden daha iyi olduğu gerçeği
vardır. Ama yine de benim zihnimde ve ruhumda böylesine etki bırakmış bir
filmin herhangi başka bir şeyle değiştirmek istemiyorum. Film çekilirken
kitaptan dışarı çıkılmamış, bu yüzden kitabın konusunu buraya bırakıyorum.
Umarım izlersiniz ve seversiniz.
“Hastaları
iyileştirme gücü taşıdığına inanılan bir şaman olan Ultima yaşamına girdiğinde,
Antonio Márez altı yaşındadır. Antonio, Ultima'nın bilge kanatları altında,
kendisini halkına bağlayan ve pagan geçmişine uzanan bağları keşfedecek; onu
yeryüzünün gizemleriyle tanıştıran, ruhunun doğumuna güç veren Ultima'yı
yaşamının en önemli dönemeçlerinde hep yanıbaşında bulacaktır. Antonio bir
inanç ikilemiyle karşı karşıya kalır: Hangi tanrı daha bağışlayıcı, insan
yüreğine daha yakındır? Katolik Kilisesi'nin Tanrı'sı mı, yoksa toprağın ve
göklerin pagan tanrıları mı? Meksikalı Amerikalıların yaşamını konu alan
Chicano edebiyatının babası sayılan Rudolfo Anaya, hem pagan inançlarla tek
tanrılı dinleri sorguluyor, hem de sözlü anlatı geleneğini yazıya dökerek yeniden
canlandırıyor. Handiyse büyülü bir dille yazılmış olan Kutsa Beni, Ultima,
Chicano edebiyatının başyapıtı.”
-Can Yayınları
Madem en etkileyicisiyle başladık o zaman bir sıralama
yapalım. Benim için listede ikinci sırada bu film var. Açıkçası film konusundan
önce IMDB puanıyla dikkatimizi çekti. Yine bir “Film izleyelim ama ne
izleyelim?” toplantısında(!) babam bu filmi buldu. Konusu da hoşumuza gidince
izlemek istedik. Hatta bu arada babam tarafından “Sen hiç IMDB puanı 9 olan bir
film izledin mi?” diye eziklendim. (Şimdi puanı 8,4’e düşmüş.) Sorun şu ki
gerçekten de izlememiştim. IMDB puanı %90 olarak doğru filmler izlememize
yardımcı olur. Ve 7’den yukarıdaysa tamam, izlenmesi gereken bir film. 5 ile 7
arasındaki filmler… Daha iyi bir seçenek yoksa neden olmasın kategorisindedir
ve ondan aşağısı… Tavsiye etmem sanırım.
Konumuza dönecek olursak kesinlikle çok beğendiğimi
söylemek isterim. Bless Me Ultima ve Mandariniid isimli bu iki filmi her önüme
gelene önerdim. Gerçekten harika filmlerdi. Konusu ve işlenişiyle birlikte…
Mükemmel.
“Abhazya Savaşı'na ışık tutan tutan ve savaştan
etkilenen insanların yaşamına gerçekçi bir bakış fırlatan '' mandalinalar ''
Filmi mandalina yetiştiren yaşlı bir adamın hikâyesini anlatıyor. Savaş
filmlerine çok farklı bir soluk getiren filmin yönetmen koltuğunda üç ev, Ak
tendeba filmlerinin de senaristi ve yönetmeni olan Gürcü sinemacı Zaza
Urushadze oturuyor. Baş rollerini ise Mikheil Meskhi , Misha Meskhi ve Giorgi
Nakaszhidze paylaşıyor . Savaş filmlerinin takipçisi olanların ve artık
Hollywood yapımı ışıltılı parıltılı filmlerden sıkılanların imdadına yetişecek
olan film, IMDB'den aldığı yükse puan ve sinema forumlarında hakkında yapılan
övgü dolu sözlerle tüm dikkatleri üstüne çekiyor. Gürcistan - Estonya ortak
yapımı olan dram türündeki eser odak noktasına aldığını savaşı, isimsiz
kahramanlar üstünden anlatıp destansı bir dil kullanmaktan kaçınıyor. Bu da
filmi daha sıcak ve daha samimi hale getiriyor. Ayrıca savaşın kötü yanını tüm
çıplaklığı ile izleyiciyle buluştururken, ana karakterlerin yardımsever
tavrının altını çizen yönetmenin uzun metrajlı üçüncü filmidir.”
-Sinemalar.com
THE GRAND
BUDAPEST HOTEL / BÜYÜK BUDAPEŞTE OTELİ
Şimdi biraz daha renkli filmlere göz atalım. Belki de “fazla
renkli” demeliydim. Ama bence her türlü sıkıntımızın
bol olduğu şu günlerde bu tür filmlerden zarar gelmez. Oldukça hızlı ilerleyen,
eğlenceli, sıkmadan kendini izletecek güzel, Almanya&İngiltere ortak yapımı
bir film. Kendine özgü üslubuyla seyircinin kalbini kazandığını düşünüyorum.
Ayrıca ehehehehehem Stefan Zweig’ın notlarından esinlenilmesinin de kalitesinde
payı var tabi. :3
“Filmin başlangıç
sahnesinde günümüzde bir genç kız mezarlıktaki bir yazar anısına yapılmış anıta
yaklaşır. Yazarın 1968 yılında Büyük Budapeşte Oteline yaptığı ziyareti
anlatan kitabı okumaya koyulur. Yazar, Alp Dağlarındaki hayali bir Avrupa ülkesi olan Zubrowka
Cumhuriyeti'nin savaş sonrasında yoksulluk ve bakımsızlıktan harap
durumda olduğunu görür. Bir zamanlar göz kamaştıran otel, adeta bir harabeye
dönüşmüş, ziyaretçileri de oldukça azalmıştır.
Hikâye 1932 yılında
otelin şatafatlı günlerinin sonlarına yakın dönemde başlar. Bu dönemde Mustafa
otelde karşılama görevlisi olarak çalışmaktadır. Zubrowka savaşın eşiğindedir
ama otelin ünlü odacısı Gustave'ın umurunda bile değildir. Otelin zengin
misafirlerinin ihtiyaçlarıyla ilgilenen Gustave, diğer zamanlar da ise yaşlı ve
sarışın zengin müşterilerle birlikte olmaktadır. Bu kadınlardan bir tanesi
Madam Céline Villeneuve Desgoffe und Taxis otelden ayrıldıktan kısa bir süre
sonra evinde esrarengiz şekilde ölü bulununca olaylar gelişmeye başlar.
Film
eleştirmenlerden genellikle olumlu eleştiriler almıştır. Oyuncu kadrosunun
genişliği takdir kazanmıştır. Anderson'un gerçek tarihten kopartarak hayali ama
gayet gerçekçi bir Avrupa ülkesi macerası yaratması hem tarihsel süreçlerle
dalga geçilmesi hem de tarihten kaçarak ondan intikam almayı denemek olarak
değerlendirilmiştir.”
-Vikipedi
12 MONKEYS / 12 MAYMUN
Öncelikle bu filmi izlemek için dinç bir kafa ve iyi bir
ruh hali gerekiyor. Çünkü film hem senaryo hem de işleniş açısından oldukça
karışık. Filmden bir an bile kopmamanız gerekiyor. Psikoloji okuyanlar bu filmi
muhakkak izlemiştir diye düşünüyorum çünkü ablam bu filmin izletildiğini
söyledi. (Kendisi psikoloji okuyor.) Ve ben de onun sayesinde izlemiş bulundum
tabi ki. Çok da yeni bir yapım değil ama kesinlikle etkileyici. Ayrıca başrolde
Bruce Wills ve Madeleine Stowe’u izlerken, Brad Pitt’i yardımcı oyuncu, yani
bir çaylak olarak görüyoruz. Ve şunu da söylemeliyim ki Brad Pitt’in sayısız
filmini izledim ama en iyi karakteri buydu.
“1995 yapımı Terry Gilliam filmi. "Cassandra Kompleksi" tabanına oturtulmuş
geleceği görmenin ödül değil ıstırap verici bir deneyim olabileceği temelinden
hareket edilmiştir.
Ölümcül bir virüs tüm dünyayı tehdit
etmektedir. 1996'da 5 milyar kişinin ölümüne neden olan bu virüs, 2035'te dünya
nüfusunun yalnızca %1'ini hayatta bırakmıştır. Bu virüsün etkilerinden
korunabilmek için insanlar yer altında koloniler kurarak yaşamaya başlar.
Bu virüsün üstesinden gelebilmek için
mahkumlardan James Cole, zaman makinesiyle geçmişe gönderilir. Yanlışlıkla 1990
yılına gönderilen Cole, bilimadamları için virüs hakkında araştırma yapar.
Daha sonra zaman yolculuğunu sürdüren Cole,
1996'da akıl hastanesine alınır. Burada Dr. Kathryn Railly ile tanışan Cole,
onu içinde bulundukları duruma inandırmaya başlar.”
-Vikipedi
SECRET LIFE OF
WALTER MITTY / WALTER MITTY’NİN GİZLİ YAŞAMI
Yine renkli bir film. Biraz yavaş başlasa da sonradan oldukça
hızlanıyor. Konu itibariyle güzel olduğu kadar görsel olarak da iyi. Müthiş
manzaralar seyretme fırsatını elde ediyorsunuz. Kırklı yaşlarda bir adam olan
Walter hayallerini takip etme konusunda pek de başarılı değildir. Pek çoğumuz
gibi ve pek çoğumuzun da olacağı gibi. –Felaket tellalı iş başında!- Her zaman
ilgilendiğim bir konudan yola çıkılmış aslında ama daha sonra bunu kitabımda
işlemeyi düşündüğümden burayı açmayacağım. :D
“Fantezi dünyasında sessiz sedasız bir hayat süren,
tirajı yüksek "Life!" dergisinin fotoğraf arşivinde çalışmakta olan
Walter, kendini hiç beklenmedik bir maceranın içinde bulur. Yeni iş arkadaşı
Cheryl'la masumca flört etmeye başlamasının sonrasında hayatı, hayalindeki
sevgilinin gerçeğe dönüşmesiyle değişir. Cheryl, onun uzun süredir düşlediği
aşkın vücut bulduğu insandır. Ancak Walter, büyüsünün bozulacağını
düşündüğünden hislerini Cheryl'a açıklamakta tereddüt etmektedir. Bir yandan da
derginin artık yalnızca internetten yayın yapacağı haberini alması, onu işini
kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya getirecektir. Derginin basılı yayın
hayatına veda edeceği son sayısında çıkması planlanan önemli bir fotoğrafın yok
olmasıyla işler karışır. Walter'ı ve Cheryl'ı akıl almaz olaylar ve sürpriz
gelişmeler beklemektedir.”
-Beyazperde.com
THE BOOK THIEF
/ KİTAP HIRSIZI
Markus Zusak’ın aynı isimli kitabında uyarlanmış,
II.Dünya Savaşı’nın anlatan bir film. Bu arkadaşımızın “Hiç” isimli kitabını
okumuş ve de beğenmiştim. Tabi ki kafam kadar olan puntosu dışında. Her neyse,
beğenmiştim ama sanırım ikinci kitabını okumaya yetecek kadar değilmiş. Çünkü
kitapçıda gezerken birkaç kere elime almama rağmen okumayı düşünmedim. (Bunun
nedenlerinden biri bu zaman zarfıyla ilgili çok fazla kitap okumuş ve film
izlemiş olmam da olabilir tabi.) Filmi izledim ve beğendim. Olağanüstü olduğunu
söyleyemem ama güzeldi. Son olarak; kitabı okumadığım için pişman değilim.
“Liesel Meminger, İkinci Dünya Savaşı sırasında
Almanya’da henüz dokuz yaşındayken bir ailenin manevi kızı olur. Çok sevdiği
ailesi ve evlerinde kalan sığınmacı Max sayesinde okumayı öğrenen ve çok seven
Liesel kitaplarla derin bir bağ kurar. Max ve cesur Liesel için
çevrelerinde dünyada yaşanan tüm kötülüklerden uzaklaşmanın tek yolu, kitapların
ve kelimelerin ikisine sunduğu hayal dünyasıdır. Fakat bodrum katında saklanan
Yahudi Max, sürekli diken üstündedir.”
-Beyazperde.com
Not: Burada bir yanlışlık
yapılmış. Okumayı ona Max değil üvey babası öğretiyor. Kitaplarla arasındaki
ilişkiyi başlatan da aslında o. Son olarak filmin bu ismi almasının nedeni
kızın valinin evinden kitap çalması. Ya da ödünç alması diyelim. Bütün kitaplar
yakıldığından ve vali de onu evinde istemediğinden bunu yapmak zorunda kalıyor.
Sanırım filmin tamamı yerçekimsiz ortamda yani uzayda
çekilmiş olduğundan ismi bu. Filmin o kadar reklamı yapıldı kayıtsız kalmak imkânsız.
Bununla birlikte o kadar övgüyü hak ettiğini düşünmüyorum. Filmin ilk yirmi
dakikası falan sıkıntıdan patlayabilirdim. Babam gazete okudu bense kitap. Güya
film izliyoruz. Neyse ki sonradan az buçuk hareket geldi de… Kötü değildi ama
yine de hakkında söylenenlerin yarısını bile hak etmiyor.
“Dr. Ryan Stone (Sandra Bullock), Explorer uzay mekiğiyle birlikte ilk kez uzay görevine çıkan bir mühendistir.
Seferdeki son görevi, deneyimli astronot Matt Kowalski (George Clooney) ve Shariff Dasari (Paul Sharma)
ile birlikte, hasar gören Hubble Uzay
Teleskobu'nu onarmaktır. Kowalski, giydiği itici ünite sayesinde
teleskop çevresinde dolaşarak operasyonu gözlemler. Yaptıkları bu son uzay yürüyüşü sırasında, iletişimde oldukları Houston'daki kontrol merkezinden Rusların gönderdiği bir roketle kendi uydularını imha ettiğini, oluşan uzay enkazının zincirleme
tepkimeler sonucunda büyüyerek, bulundukları bölgeye
doğru geldiğini öğrenip; görevi acilen iptal edip, oradan ayrılmaları
doğrultusunda emir alırlar. Houston ile iletişimlerinin kesilmesinden kısa bir
süre sonra enkaz bulundukları bölgeye ulaşarak Dasari'nin ölümüne ve Explorer'ın paramparça olmasına sebep olur. Stone ile Kowalski bu
olaydan sağ olarak kurtulmuş; ancak Stone, Kowalski'den uzaklaşarak uzay
boşluğuna doğru savrulmuştur.”
-Vikipedi
GAME / OYUN
Bu filmi bir arkadaşımın tavsiyesiyle izledim. Kendini finalde inanılmaz şaşırdığını söylemişti. Ben pek şaşırmasam da bunun kişiden kişiye değişen bir şey olduğundan eminim. Sıkı bir kurgusunun olduğunu inkâr edemem. Aksiyon konusunda eksiklik hissetmeyeceğinize dair teminat da verebilirim. 97 yapımı olmasına rağmen hiç de öyle görünmüyordu. Oyunculuğu da takdir etmeden geçemeyeceğim.
“Nicholas Von Orton, bütün yatırımlarının
kontrolünü ve ilişkilerini elinde tutmaya alışık, zeki, kurnaz ve başarılı çok
zengin bir dolar milyoneri iş adamıdır. Ancak Orton'un bu düzenli yaşamı,
sorumsuz fakat etkileyici küçük kardeşi Conrad'ın ona verdiği beklenmedik bir
doğum günü hediyesiyle kökünden değişikliğe uğrar. Nicholas oyuna başlarken
ortada çok büyük bir ödül olduğunu farkeder ancak bu esrarengiz oyunun
kuralları ve amacı hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Nicholas başına geldiği ve
karşılaştığı olaylardan, aksiliklerden hangisinin gerçek ve hangisinin oyunun
bir parçası olduğunu da anlayamaz. Önüne çıkan insanlar hatta taksi şoförü bile
onu öldürmeye kalkar, canını zor kurtarır. Bundan sonra Nicholas bir paranoyak
gibi yaşamakla beraber karşısına çıkan ve ona yardımcı olmak isteyen genç, güzel
ve alımlı Christine'nin bile kendisini öldürmek istemesinden şüphelenir.”
-Vikipedi
Açıkçası bu filmle ilgili olarak ne diyeceğimi ne
düşüneceğimi bilmiyorum. Cidden… Sıradışı olduğu kesin. Babam filmi kendi başına izliyordu ben ona sonradan
katıldım. Başroldeki adam kesinlikle Koreli olmalıydı ama babam Japon olduğu
konusunda ısrar etti. (Babam Uzakdoğu filmlerini cidden seviyor. Benden önce o
istiyor.) Ben de babama karşı koymadım çünkü çekikleri ayırt etme konusunda
gerçekten kötüyüm. (Gerçi son zamanlarda daha iyi olduğumu düşünüyorum.) Film
sonrasında isme bakınca bir de ne göreyim? Bizim Jonghyun’un abucisi, A Gentleman’s
Dignity’nin efendisi Jang Dong Gun. Durdum ve Koreli netizenler gibi şöyle
dedim: “Vaaah o gerçekten böyle ulaşılmaz bir seviyede.”
Mesele bunun bir Holywood filmi olması değil. Mesele şu
ki film Yüzüklerin Efendisi’nin yapımcılarına aitmiş. Bütün bu şaşkınlığım,
kararsızlığım ve düşüneceğimi bilemememin nedeni bu olabilir. Yine de oturup bu
filmden bahsettiğime göre sanırım içten içe iyi olduğunu düşünüyorum. Ama
beğenmeyenler çıkacaktır şüphesiz. Renkli ve akıcı bir film değil bu yüzden
izlemek cesaret gerektirir. Ama bir şekilde… Etkileyici.
“19. yüzyılda, hayatı boyunca
dünyanın en iyi kılıç ustası ve en korkunç savaşçısı olması için eğitilen Yang
adında bir savaşçıya, bir düşman klanında hayatta kalan son kişi olan bir
bebeği öldürmesi emri verilir. Yang, aldığı bu görevi yerine getiremez. Bebeği
de alıp Amerika'nın batısında bir kasabaya yerleşir. Fakat tüm çabasına rağmen
düşman Yang'ın izini bulmuştur. Bebeği koruması için tek çaresi savaşmaktır...
Bu savaşta ona kasabada tanıştığı Ron ve Lynee de yardım edecektir.”
-Beyazperde.com
Siz de çeviriyi görünce şok oldunuz değil mi? Aslında bu
filmin olayı hakkında ciddi şüphelerim var.
Çünkü, nasıl desem, senaryo çok bilindik. Ve tek bir oyuncumuz var.
Babası kovboy filmleri izlerken ona eşlik edenler tanıyacaktır; Robert Redford.
Bununla ilgili bir uyarım var, filmi babanızla izlerseniz “Sen de yaşlandın
demek Rob,” türünden replikler duymanız olası.^^ Bu filmi diğerlerinden ayıran
özelliği bence gerçeklik konusunda daha makul olması. Bilirsiniz, denizin
ortasında tek başına kalmış bir adamın hayatta kalması çok da mantıklı
gelmiyor. Görsel olarak hoş manzaralar sunduğu için iyiydi. Ve bir de unutmadan
kaç yaşında, nerede ve nasıl olduğunuzun bir önemi yok. Yaşama isteği asla sona
ermiyor. Bazen öyle olduğunu düşünsek bile…
“Hint Okyanusu'nda tek başına gezinti yapan bir adam,
yatının bir gemi konteynırına çarpması üzerine bilincini kaybeder. Uyandığında
bilinci yerinde değildir ve kazayı yavaş yavaş hatırlamaya başlar. Telsiz,
radyo ve navigasyon ekipmanını kaybetmiştir ve vahşi bir fırtınanın tam
ortasında kalmıştır. Teknik donanımları olmadan bir hiç olan adam direnişi ve
tecrübeli denizcilik geçmişi sayesinde hayatta kalacağına inanmaktadır.
Okyanusun ve dalgalarının sesine kulak verir ve planlarını bu dalgalara göre
yaparak yakınlarından bir geminin geçmesini dilemeye başlar. Ancak bu direniş
hali zannettiği kadar kolay olmayacaktır. Zira okyanus son derece tehlikeli
köpekbalıklarıyla doluyken doğal kaynakları da tükenmek üzeredir.”
-Vikipedi
***
Eveeet, şimdilik bu kadar. Sizin tavsiye edeceğiniz bir film var mı?
Sadece bir tanesini izlemişim 12 Monkey. Çok küçükken izleyip bu ne saçma film demiştim yıllar sonra filmi anlamadığım acı gerçeğiyle yüzleşince tekrardan izlenecekler arasına ekledim :D İlk iki filmi de hiç duymamıştım o kadar beğendiysen izlemekte fayda var bu ara Jang Dong Gun'un böyle bir filmi mi varmış yav hemen bakayım :D
YanıtlaSilOldukça normal bir tepki vermişsin :D Bu yaşımda ben bile çok normal olduğunu söyleyemem. :D
SilEvet, neredeyse hiç bilinmeyen filmler ama gerçekten harikalardı.
Şaşırtıcı değil mi? Adam neler yapmış haberimiz yok :D
ilk iki filmi izlemedim. izlerim. redfordunkini de izlemedim. izlerim. benim film seçkilerime baksana. 13 seçki oldu hepsi yeni. ayrıca tonla yeni film yazım var. ordan seç işte. özellikle 4 puanlara bak bence. mittyi de yeni izledim. yazcam bugünlerde. yeni izlediğim keyifli bir film var baj. lars and the real girl. ya her gece 3-4 film izliyom. listelerimde var bissürü. :)) bi de sana bi ödül verdim kii :)
YanıtlaSilEvet, film yazılarına bakıyorum, bir dahaki film saatinde oradan seçerim artık :D
SilGerçekten mi? Çok teşekkür ederiiiim ^_^
Şu aralar kaliteli bir film bulamıyordum.12 Maymun'un konusu ilgimi çekti,uygun bir zamanda izleyeceğim inşallah.Ellerinize sağlık :)
YanıtlaSilSıkı filmdir, psikoloji bölümlerinde izletilen bir film, teşekkür ederim :')
Silmandarini çok sevdim izleyip deeeeee :) seni görmek ne güzeeel :)
YanıtlaSilcidden ççok güzel film, hala herkese öneriyorum.
Sil