10.06.2015 |
orijinde oturuyorum. doğduğumdan bu yana dört şehir ve sekiz
ev değiştirdim. yine de on dokuz yıl boyunca her yaz döndüğüm bu sabit nokta
belki de hayatımın da referans noktasıdır.
her şey burada başladı gibi geliyor, neden? ilk
uykusuzluklar, halüsinasyonlar, kişilik bölünmeleri... etrafta kimse
olmadığında hissettiğim güven ve özgürlük duygusu. sıkılmadan, bunalmadan
yalnızca ben olarak saatler, günler, aylar geçirmek. yalnız olmak. yalın olmak.
sadece ben olmak. sade ben.
ne zaman bıraktım cümlenin baş harfini büyük yazmayı? yine
de kalemi elime aldığımda yılların alışkanlığı, değişmiyor. büyük bir b
yapıyorum, y'nin kuyruğunu bazen kesip bazen bir yılan kadar uzatıyorum. ö'ye
ya da ü'ye iki ayrı nokta koymaya çok üşeniyorum. hala çok çirkin el yazım ve
yazarken sık sık harf atlıyorum, konuşurken de yutuyorum. sürekli bir telaş ve
tembellik arasında sıkışıyorum.
dört beş yıl öncesinden kalan edebiyat dergilerini okuyorum.
çoğu zaman beğenmiyorum şiirleri, şimdikileri de öyle, bazen de çok seviyorum.
bir şiiri sevdiğim zaman; onu sesli okuyorum, içim kıpır kıpır oluyor, yazanı
bulup öpeceğim geliyor, hiç tanımadığım insanlar, bir anda aşık oluveriyorum.
şimdi durmuş, orijinde oturuyorum. son zamanlarda kendi
kendime fazla konuşamadım. aslında genel olarak pek konuşmadım. böyle okuyup
yazıp izleyerek geçirdiğim bu sevimli günlerde insanlarla olmadığım için sakin,
huzurlu ve mutluyum. en fazla fazla filmdeki karakterlere kızıyorum. yine de
kendime dair farklı şeyleri de sormaya ve anlamaya başlıyorum. her sorunun
cevabını bulamıyorum şüphesiz ama sorgulamaya başlamak için de önce fark etmek
gerekiyor.
böyle zamanlarda bir insana ihtiyaç duyuyorum. benimle
ilgili hiç bir anısı olmayan, duyumu da olmayan biri. önyargısız yaklaşacak
biri demek istemiyorum, bunun imkansız olduğunu daha önce konuşmuştuk. ama
nasıl desem, ben o kişi için koca bir sıfır olmalıyım. ve sonra anlatmak
istiyorum. cevabını bilmediğim soruları sormak istiyorum. ama herhangi birisi
olmamalı. ona güvenebilmeliyim, saygı duymalıyım. ve onun söylediklerini yüz on
yaşındaki bir dededen dinler gibi dinlemeliyim. biliyorum çok şey istiyorum ve
bu olmayacak ama... bana akıl verecek birine ihtiyacım var. gerçekten.
orijinde oturuyorum. beynimin bir köşesinde alarmlar yanıp
sönüyor: hikaye, mesaj, sinopsis, senaryo, oyuncular, mekan, dekor, storyboard,
çekim planları. hepsini iteliyorum.
artık içim rahat değil, ne olacağımı bilmemek canımı
sıkıyor, acelesi yok buluruz dedim yıllarca ama işte üniversiteye geldim. sanat
sonuçta dedim, sinemadan sıkılamam gibi geldi, bir sene boyunca farklı okullara
ve bölümlere geçmeyi düşündüm durdum ama yine de sinema en iyisi gibi göründü.
sıkılmak istemiyorum, güzel bir beş yıl geçirmek istiyorum, çalışma masasına
zincirlenmek bana göre değil ama sürekli insanlarla iletişim halinde olmak da
öyle. yapmak istemediğim bir şeyi yapamam, sevmediğim bir şeyde başarılı
olamam, ne ceza ne ödül sistemi harekete geçiriyor beni, bu hayatta tek bir
motivasyonum yok onu ya da bunu yapmak için. sadece yazıyorum çünkü o yemek
içmek nevinden bir ihtiyaç. ama o bile zorunlu kılındığında bir işkence
olabiliyor.
sol ayağım uyuştu. bir şarkı dinlesem mi diye düşünüyorum.
senaryo yazmak zorundayım. o filmi çekmeliyim. çekmek istiyorum da. iyi bir
film olmasını istiyorum. her şeyimi ortaya koyup gerçekten iyi bir şey çıkarmak
istiyorum. ne biçim ne biçem olarak klişelere sıkışamam. kısa filmin sınırları
beni zorluyor. eğer uzun metraj çekebilecek olsaydım bu seksen dakikalık, sakin
ve kimilerine göre sıkıcı bir film olurdu. karakterler akıllı veya yakışıklı
olmazlardı, yalnızca küçük değişimler görürdük. ama bir kısa filmde ne
yapacağımı bilmiyorum.
bu aralar sürekli gelecek hakkında düşünüp çıkmazlara
giriyorum. belki de çekmem gereken film budur. gençlerin gelecek endişesi
üzerine falan. of, şimdiden içim bayıldı.
geçen sene bugünlerde çektiğim bir kaç video kaydını buldum.
lysye girmeden önce yine buradaymışım ve bu sefer ders çalışmaya
çalışıyormuşum. genelde sınavda hakkında şeyler söylüyorum. bütün dediklerim
anlaşılmıyor.
"...yalnızca otuz saniye..."
"...bu ben değilmişim gibi, başka biriymişim
gibi..."
"... inşallah hepimiz için en hayırlısı olur..."
"...hayallerim büyük değil, küçük hayallerim var o
yüzden gerçekleştirebileceğime inanıyorum..."
"bu aralar sürekli gelecek hakkında düşünüp çıkmazlara giriyorum."
YanıtlaSilaynen öyle
-morgana
sonumuz ne olacak acaba?
SilYazının başlığı ne güzel bir his. Ben de üniversiteye başlarken böyle düşünmüştüm. Dur bakalım belki başlayınca bulurum dedim ve tataaaa! Okul bitti keyaki hala kayıp...
YanıtlaSilHer yıl bir dahaki yıl belki diyoruz ve geçip gidiyor ama yok işte, bir türlü yolumuzu bulamıyoruz
Silneresi orası sölesene :) orijin ve o foto :)
YanıtlaSilşehre uzak bir sahil evi diyebilirim sanırım :''')
SilBloğuna yorum yazan birçok adsız var. Onların içinden beni ayırt edebilir misin bilmiyorum ama bir süredir burada yoktum. Nedense bloğunu keşfettiğim günden beri sen yaz ben de yorum yazayım ihtiyacı doğdu. Güzel ama değişik, hoşuma kaçtı. Evet hoşuma gitmiyor kaçıyor , daha samimi bence. Uzattım ve saçmaladım yine.
YanıtlaSilİnsanın orijin diyebileceği bir yer olması ne kadar güzel aslında. Benim yok mesela nedeni de hayli uzun. Eğer anlatırsam ileride seninle tanışınca benim olduğumu hemen anlarsın o yüzden yazmıyorum. Ve evet tanışacağız biz sen henüz bilmiyorsun. :D Bir sene boyunca erteledim nedeni belki de zamanın gelmemiş olması. Ama bir gün çay içerken sohbetimiz olacak inşAllah.
Yazdıklarını okurken karmaşanın içinde sana göre belki az bana göre yeterince nefes alabildiğin anlar olduğunu hissettim. Kelimelerle samimi olduysan onlara ulaşabilmek rahatlatır çünkü. Benim için kalem oynatamadığım bir sene oldu mesela, oynatmak istemediğim, bunu yazma dediğim zamanlar oldu. Seni okuyunca mutlu oluyorum. Bazı anlardaki kaybolmuşluğun o kadar tanıdık geliyor ki dikkat kesiliyorum tüm cümlelere. Cümlelerin gözlerden sonra insanın en çıplak olduğu an olarak düşünüyorum. Sence de öyle değil mi?
Yazdığım cümleleri tekrar okumadan atacağım için azıcık da korkmuyor değilim şimdi ne yazdım acaba diye. :D
Sıcaklar geldi ve tembelliğime kısa süreliğine yeni sebep buldum. Kendimle konuşmaya uzun süre ara verdiğim için seninle konuşmak daha kolay. Ama sen kendinle konuşmayı bırakma olur mu?
İyi tatiller Paul, uzun ve muhtemelen dengesiz yorum için de kusura bakma olur mu? :)
öncelikle şunu açığa kavuşturalım, çok da fazla yok. yarısı falan liseden arkadaşlarım zaten, onları da üsluplarından anlıyorum. tanımadığım ve beni az önce yorumunu okuduktan sonra yaptığım gibi salak salak sırıtmama neden olan çok fazla adsız yok, o yüzden hangi adsız olduğuna dair iyi tahminlerim olduğu söylenebilir
Silaçıkçası bunun doğru olduğundan bazen şüphe etsem de düşünmeden yazıyorum diyebilirim, tanıştığımızda düşünmeden konuştuğumu görünce ne demek istediğimi anlayacaksın, yazdıklarımı ikinci kez okumamam da önemli bir nokta, hissettiğin çıplaklık bu olsa gerek ve doğru. sen de okuma, yaz gitsin, söylerken de sal. neden sürekli sınırlıyoruz kendimizi, kimseye bir zararımız olmadığı halde?
blog yazdığım dördüncü yıl ve içinde saçma salak her şey var görebileceğin üzere. ilk iki hatta üç yılım ben burada ne yapıyorum diye düşünerek geçti. ama senin ve senin gibi insanların yaptığı yorumlar, tuhaf ama nasıl da mutlu ediyor insanı. sadece şunu hissediyorum, orada biri var ve beni anlıyor. hiçbir çıkar gütmeksizin bir şeyler paylaşıyoruz. bu olabilecek en samimi şey değil de nedir? bilemiyorum, bunun üzerine düşüncem :D
benim gibi dengesiz bir insanın karşısındayken böyle şeylerden bahsetme :D
iyi tatiller, arayı uzun tutma
"yapmak istemediğim bir şeyi yapamam, sevmediğim bir şeyde başarılı olamam, ne ceza ne ödül sistemi harekete geçiriyor beni, bu hayatta tek bir motivasyonum yok onu ya da bunu yapmak için. sadece yazıyorum çünkü o yemek içmek nevinden bir ihtiyaç. ama o bile zorunlu kılındığında bir işkence olabiliyor."
YanıtlaSilKendimi buldum bu kısımda.
Şuan farklı hayatları yaşarken aynı duyguları yaşıyormuşum gibi hissettim seninle.
peki bunu düşündüğünde çıldırasın gelmiyor mu
SilTam da öyle hissettiriyor
Sil