Dahası hala hayattayım.
Bu geziye katılmamın tek nedeni arkadaşlarımla güzel
anılara sahip olmaktı. Çok sıkılsam da sanırım bu konuda başarıya ulaştım. :’) Ve bir de güzel fotoğraflar çekmek tabi ki. (Fotoğrafların hepsi şahsıma aittir.)
Ha bir de hiç de karamsar bir yazı olmamasına rağmen başlık niye böyle oldu emin değilim ya...
Ha bir de hiç de karamsar bir yazı olmamasına rağmen başlık niye böyle oldu emin değilim ya...
Hayatımda hiç yatta unutulmamıştım. E bari iki fotoğraf çekeyim :D |
Ve anlatmaya başlıyorum.
İlk günümüz saat 6’daki uçakla İstanbul’a giderek başladı.
Kahvaltıyı Süleyman Şah Üniversitesi’nin Kartal’daki yerleşkesinde (Hayriye
Dumankaya Yerleşkesi) yaptık. Üniversiteyi şöyle bir kabataslak turladıktan
sonra ufak bir seminer verdiler. Açıkçası üniversiteden ayrılırken herkeste
“Ben buraya geleceğim,” havası hâkimdi. Butik üniversite yani az sayıda
öğrenciye sahip olması, çok temiz olması ve mimarisinin süper olması hepimizi
etkiledi. Özellikle DÜ, son güne kadar üniversitenin adını ağzından düşürmedi,
gittiğimiz her yeri onunla karşılaştırdı. İllallah ettik. :D
DÜ’den aranot: Süperdi süper.
Bundan sonra bir tv kanalına gittik ve Üsküdar
sokaklarında boş boş yürüdük. Kayda değer bir şey olmadığı için bu kısmı
atlıyorum. Sadece parka gidip bir güzel çimenlere yayıldığımız söyleyebilirim.
Ayaklarımı da önümdeki çama diktim. Ne rahat, ne huzurluydu!
Sıradaki durağımız ise Marmara Üniversitesi’ydi.
Maltepe’deki merkeze gittik. Toplamda 14 farklı yerleşkeyle İstanbul’un dört
bir yanına dağılmışlar falan filan neyse bunlar beni ilgilendirmiyor. Genel olarak
üniversite beni ilgilendirmiyor çünkü beğenmedim. I-ıh, olmamış, yapamamışlar
bunu. Büyük konuşmak istemiyorum ama hiiiiiiç düşünmüyorum Marmara. Hiç yani.
Eğitimini bilmiyorum tabi ama bahçeleri güzeldi. Lakin
lavaboları pislik götürüyor. Bir tane lavabo bulana kadar bütün Fan-Edebiyat
fakültesini yürüdük. Baktım olmuyor birine soralım dedim. Sonra baktım bir
odanın girişinde bir tutam saç, B’ye dönüp:
-“Şu kıza soralım.” Dedim. Bu sırada saçların sahibi
dönüp şöyle bir baktı… Baktı yani, erkekmiş meğersem. Rezilliğin dik alası
olduk mu? Ama bu daha başlangıçtı. 5 gün boyunca rezil olmadığımız yer kalmadı
neredeyse. Sonra bulduk mu bulduk ama bulmaz olaydık. Midem kaldırmadı,
psikolojim bozuldu kafayı yiyecektim neredeyse.
Neyseki bunun ardından Çamlıca’ya çıktık da rahatladım.
Adını unuttuğum bir yerde yemek yedik. Lakin ikinci bir rezillik de orada
gerçekleşti. Garsonlardan birinin fena halde alay konusu olduk. Ne zaman
yanımızda geçse bize bakarak güldü. Üstelik onunla ilgili bir şey değildi bu! Ne
diye kulak misafiri oluyorsun arkadaş? Zaten oradaki domates muhabbetinden
sonra hemen her öğünde DÜ
ve B domatesleri önüme koydular. Domatesçibaşı olarak döndüm İstanbul’dan.
ve B domatesleri önüme koydular. Domatesçibaşı olarak döndüm İstanbul’dan.
DÜ’den aranot: Pastırmalı börek güzeldi. Mideye inene
kadar.
Bahar gelince her yer harikulade çiçeklerle dolmuştu.
Hepsi aynı çiçek de olsa kimilerine göre zilyon tane resim çektim ve bundan
dolayı mutluyum huzurluyum. :’) DÜ ile ormanda atlayıp zıplayarak bir Yeşilçam
filmi bile çektik asdadasdasd Çamlıca’da çooook eğlendim ve bir de
edebiyatçıların gözünden bakmayı denedim. Tanzimat döneminin vazgeçilmez
mekânlarından biri olması boşuna değil kesinlikle. ;) Çamlıca’yı seviyorum!
Oradan da Kızkulesi’ne hadi bakalım dedik. Kaç yüz tane resim çekildik bilemiyorum
artık. Ama çok güzeldi ya… O tam güneş batarken o saatlerde orada olmak duygu dolu
ama üzmüyor, hava soğuk ama üşütmüyor, kalabalık ama boğmuyor, hareketli ama
yormuyor…
Ve birinci günün sonu. Pert olmuş bir şekilde eve geldik,
iki gibi uyuyup yedide uyandım. O zaman o gecenin en iyi uyuduğum gece
olacağını bilmiyordum.
2. GÜN
Kahvaltıyı “Paşa Köşkü” isimli restoranta gittik. Gazi
Osman Paşa’nın adına binaen bu isim verilmiş. Çok güzel bir bahçeye sahipti
gerçekten de. Hava güneşli olsaydı bahçede oturmanın zevki ayrı olurdu ama
maalesef yağmur sonrası olduğu için sadece gezebildik. Kedi, köpek ve ördekler
vardı. Böyle bir yeri işletmek zevkli olabilirdi. Neyse, boş konuşuyorum.
Bu pozu yakalamak çok hoşuma gitti ^.^ |
Sıradaki durağımız Vialand’di. Kızlar resmen cılkımı
çıkardılar orada. Şuna da binelim buna da binelim derken öldüm. Kayıklı ve
botlu bir takım oyuncaklar da vardı. Bir güzel ıslandık mı? Nasıl saydırıyoruz…
“Kim bindirdi bizi buna? Kimin fikriydi lan bu? Oha ayakkabım da sırılsıklam,
yavaşşş be! İç çamaşırıma kadar ıslandım oğlum!”
Sanırım en çok 360’da eğlendim. Çünkü efendim bir kere
bir şeyin parçası gibi hissetmiyorsunuz, sonra düşüş hissini falan çok güzel
veriyorlar. İndikten sonra B’dan onu da bindirdiğim için bir parça dayak yemiş
olsam da çok eğlendiğim kesin. Ha bir de şu galaksi denilen trenlerden vardı.
Ona da bindik. Ama pek bir zevk alamadım çünkü inanılmaz kısa sürüyordu. Zaten
bendeki odunluk yüzünden neye bindiysem suratımdaki ifade aynı. Resmen şu
ifadenin canlı versiyonuyum >> -.-
Daha sonrasında ise bizi alışveriş yapalım diye
bıraktılar ben de D&R’a dadandım. Biraz da Viaport’tan alırım diye sadece 3
kitap aldım ama bakın Viaport’ta başıma ne geldi. Neyse, oraya gelince
anlatırım. Dertliyim kederliyim.
Oradan sonra bizi Fatih’e götürdüler. B ile Fatih Camii’ni
gezdikten sonra –ki yıllardır devam eden ama bir türlü ilerlemeyen restorasyonu
beni deli ediyor- caddede yürürken B hanımefendinin tuvaleti gelmiş olduğu için
bir WC arayıp durduk. Yürü babam yürü, ayaklarıma kara sular inmiş, ölüyorum.
Biraz daha devam etsek beni sürükleyerek götürecekler ama çiş bu, beklemez.
Allah’tan bulduk da kötü durumlar yaşamadık.
Bu serbest bırakılan zamanda pek çok kişi, hatta
öğretmenlerimizden bir tanesi de kaybolmuş. Dahası B de sürekli yanlış yoldan
gittiğimi iddia ederek benim yönümü değiştirmeye çalıştı ama bu konuda
kendimden emin olduğum için sözüne itibar etmedim. Bu yüzden de kaybolmadık.
Ama hanımefendi bundan da memnun olmadı. “Ya Yağmur ne güzel biz de
kaybolacaktık işte!”
3.GÜN
İlk durağımız akvaryum oldu. Bilmiyorum ben de mi odunluk
var yoksa insanlar mı fazla romantik? Ya da şöyle sorayım, evet ben de odunluk
var ama insanlar da fazla romantik değil mi? Ne bileyim deniz aşığı bir
insanımdır. Bütün yazlarımı deniz kıyısındaki bir evde bisiklet sürüp, yüzerek
geçiririm. Ama ne bileyim, etkilenmedim işte. Su, balıklar, eee? Hepsi bu kadar
işte. Güzeldi evet ama neden etkilenmem gerekiyor, anlamadım.
Bahçedeki çiçeklerden daha çok etkilendim ben şahsen :D |
Sonra Panorama’ya gittik. Ve ben de artık gittiğim
yerlere bir daha gitmekten usanmış bir şekilde arabanın içinde oturup kitap
okudum ve aramam gereken yerleri aradım. Çok iyi de yaptım, kendimi tebrik
ediyorum. Buradan sonra da Ortaköy’e gidip kumpir yedik, sahaflara girdik, Korelileri
takip ettik ve boş boş gezdik. Oradan yat gezisine çıktık ama bilin bakalım ne
oldu? Bizi unuttular! 4 kişi inemedik, bir de oradan Eminönü’ne geçtik. Neyseki
bildiğim bir yer, 4-5 saat gruptan ayrı gezdik tozduk eğlendik. Gezinin en zevk
aldığım bölümü işte bu kısım oldu.
Tam olarak bu girişte karşılaştık :D |
Önce Eminönü Yani Camii’nin girişinde bir “Mehmet Emin
Yurdakul” beni benden aldı. Hayır, aslında şöyle oldu. DÜ sürekli adam dönüp
baktı, adam da doğal olarak dönüp bize baktı ama DÜ arkasını dönmüş olduğu için
adamla bakışmak zorunda kalan kişi bendim. Bu sırada B ve T neredeydi
bilmiyorum. Her neyse! Adam çok güzel resimler çekiyordu. Şuan mesela yüzünü
hatırlamıyorum ama Mehmet Emin yani, fantastik bir öge oldu resmen çocuk. :D
Bu arkadaş öyle ahım şahım yakışıklı falan değildi. Ben
zaten yakışıklı sevmem, ben şirin de sevmem, çok karizmatik de sevmem. Ben zeki
severim arkadaş, bilgili olsun, azıcık da komik olsun canımı yesin. :P Yani
adamın tipinde bunlar da yoktu ama ben elektriği aldım işte. Nasıl desem böyle
akıllı ve güçlü bir karakter hissettim diyelim. Sonra adam camiye girdi ve
giriş o giriş. Mehmet Emin’i gözlerimin önünde yitirdim. Yüzünü onu dışarıda
beklerken de hatırlamıyordum aslına bakarsanız ama kendi giydiklerimi bile
hatırlamayan ben onunkileri hatırlıyorum. Siyah, uzun ve bol bir gömlek, açık kahverengi
bir pantolon ve converse.
Böylece DÜ’nün Süleyman Şah’ı ve benim de Mehmet Emin’im
dilimize pelesenk oldu. Hala adını anıyorum keratanın. Peki bu isim nasıl
ortaya çıktı? Ben önce adı Mehmet olsun dedim, sonra burası Eminönü madem
Mehmet Emin olsun, Mehmet Emin olmuşken de T atlayarak “Mehmet Emin Yurdakul
olsun bari,” dedi. Ben de “Olsun ulennn!” dedim. :D Böylece Cenge Giderken 2’yi
yazdık. :D
Kapanmasına iki dakika kala B ile Mısır Çarşısı’na
girdiğimizi de unutamayacağım. Ve neredeyse kovulduğumuzu tabi, ya da çıkışı
gösterince adam ben öyle hissettim. Ama iki dakikada da mısır çarşısı gezilir
yani, olmaz değil. :D
4.GÜN
Sabahın köründe o soğukta Eyüp’te çektiklerimi
anlatmayacağım hayır. Soğuk aklıma geldikçe dişlerim zangırdıyor zaten. Millet
Pierre Loti’ye teleferikle çıkarken ve otobüsün arka beşlisinde uzanmış regl
sancısı çekmekle meşguldüm. Sonra oradan bir Beylikdüzü falan yaptık biz kaptan
amcayla, sonra ben bir tuvalet ararken baştan aşağı sırılsıklam oldum falan ama
bakın yine iyi günümdeyim onları da geçiyorum.
Gelelim ondan sonraki durağımız olan Minyatürk’e…
Açıkçası pek çoğunu görmüş olmama rağmen bu yapılara üstten bakmak kesinlikle
farklı hissetiyor. Ve bazı ayrıntılara bayıldım. Örneğin Balıklı Göl’ün
maketinde de havuzun dibinde para vardı! Muhteşem bir fikir! Gerçi oldukça
yağmurlu bir gün olduğu için maşallah ülkeyi sel götürüyordu. :D
Sonra Somalililerden hala adını öğrenemediğim bir kızla
Sultan Ahmet yürüyüşü yaptım. Kızla bayağı samimiyiz, utancımdan adını da soramıyorum
ama bilmiyorum da! Ne rezillik! Sonra yemek yedik, ondan sonra da Topkapı’ya…
Rehberle gezmenin farkını görmüş olduğumu rahatça söyleyebilirim. Kesinlikle
rehbersiz gezmeyin, öncekine göre inanılmaz lezzet aldım. Ve bir kez daha “VAY
BE!” oldum. Ve utandım, utanmalıydım. Osmanlıca bilmediğimiz için hepimiz
utanmalıyız.
Sonra yeniden Sultanahmet’e döndük… Oradan Süleymaniye’ye
geçtik ama hava karardı tabi. Süleymaniye ve çevresi ise o saatte Danimarkalı
arkadaşın deyimiyle “creepy” idi. Gerçekten de bir sürü ara sokak, dükkânlar
kapanmış, sadece sokak lambaları, devasa bir cami ve aniden ortaya çıkan
adamlar… Biz de hadi bir manyaklık yapalım diyerek ara sokaklara daldık
Danimarkalıyla. Tırsıp zaman zaman geri dönsek de çok eğlenceliydi. Özellikle
bir sokaktan geçerken karşıdan iki tane genç bize doğru geliyorlardı. Biri
zaten dar olan sokakta yaylana yaylana yürüyerek elindeki sigarayla bilmiyorum
ne halt yiyordu. Biz tabi sokağın bir kenarına sinip yürümeye çalışıyoruz. Üç buçuk
olmuşuz. Diğer genç bağırmaz mı? “Kızları korkutma gerizekalı!”
5.GÜN
Fatih Üniversitesi’nde harika bir kahvaltı, cidden çok
iyiydi. Yine de DÜ hala Süleyman Şah diyordu ama biz o kısmı montajda attık,
kusura bakmayın. Sonra bize bir seminer verdiler, tercihlerimizi nasıl yapmamız
gerektiğini konusunda özellikle. Ardından mühendislik isteyenleri, onu
isteyenleri bunu isteyenleri ilgili kişilere yönlendirdiler. Biz de Rektör
yardımcısı olan amcaya gittik. Kendini Ankara üniversitesi mezunuymuş, medeni
hukuk dersi veriyormuş. Hakkında kötü bir şey yazmaya da korkuyorum şuan, malum
geleceğimiz belirsiz. :D Onunla konuştuktan sonra şöyle bir hukuktan soğumadım
değil ama sonra yeniden bütün bölümleri düşününce hukuk gözüme iyi görünmeye
başladı. Ve… BENİM DERS ÇALIŞMAM LAZIM!!!
Ondan sonra Emirgan’a gidecektik ama trafik izin vermedi.
Sapphire’e gittik. Orada pek bir şey yapmadık, orayı da atıyorum. Oradan
Viaport’a geçtik, bütün Viaport’u keşfettim ama D&R’ı bulamadım. Halbuki…
Halbuki… Önünden iki kez geçmişim!!! Sen kitap alama, hevesin kursağında kalsın
iyi mi? İntihar sebebi yahu bu.
Gerçi zaten sonra havaalanına gittik. Orada da
Danimarkalı’yla sadece İngilizce konuşup, Türkçe bilmiyormuşuz gibi davrandık
ama ne kadar eğlenceliydi anlatamam. Danimarkalı yemek yiyecek ve canı fast
food istiyor. Gidip restoranlara soruyoruz ama saçma salak cevaplar veriyorlar,
boş boş bakıyorlar… Tam rezillik. Hayır, orada zilyon tane turist var insan
azıcık da olsa İngilizce öğrenmez mi ya? Öğrenmezmiş demek ki. Bu pisliği bir
daha yapmayı düşünmüyorum yeterince kötülük yaptım.
Ve işte buradayım, hala hayattayım!
SON OLARAK;
Genel olarak İstanbul'a her gelişimde aynı şeyleri görmek ve hissetmek beni çok üzüyor. Dersaadet'ten geriye içi boş bir kabuk kalmış... Öylesin ruhsuz, öylesin mekanik ki... Bu şehir çoktan ölmüş....
Ve ben her gidişimde bir cesedin üzerinde yürüyormuşum gibi hissediyorum.
Kedinin pozuna bayıldım :D
YanıtlaSilBen seni bunca zaman İstanbul da oturuyor zannediyordum ve memleket nere kardeşim?
Ve yine yaklaşık 2-3 hafta öncesine kadar üniversiteye gidiyorsun zannediyordum asdfgh Yani sen benden küçükmüşsün halbuki büyüksün zannediyordum :D Ama olgunluk ve bilgi açısından hâlâ ablamsın :D
Bu gidilen bir yerde kısa süreli takma isimli aşklar bulmaya bayılıyorum :D Mehmet Emin'e çok güldüm, bizde gittiğimiz yerlerde böyle şeyler yapar gülme krizine gireriz :D
İstanbul'a hiç gitmedim ama ölmüş olmasın öyle hayal etmiyordum :(
O poz beni de bitirdi :D
SilNiyeyse herkes beni İstanbul'la özdeşleştirmiş ama ben İstanbul'u hiç sevmem ki! :D Ablam orada yaşadığı ve annemle babam da çok çok sık gittiği için ve ben de sık gittiğim için hiç yabancı değilim orası ayrı. Memlekete gelince bebekliğim Urfa'da, çocukluğum Ankara'ada geçti. Şimdi Trabzon'dayım ve bıraksalar hayatımın geri kalanını da burada geçirebilirim. Dört mevsim yağmurlu olduğu için gönlümü verdim bu şehre diyelim. :D
Değil mi çok eğlenceli kesinlikle! Ben birini inanılmaz zor beğenirim ama işte Mehmet Emin bir başkaydı :P :D
İstanbul'un her yerini baştan aşağı gezdim hemen hemen, her gidişimde turist ayağına yattım diyelim. :D Ama bu konuda sana bir ümit vermem zor. Bak şurası çok iyidir, ölmemiş, hala taptaze diyemem. Maalesef...
Vuhuu ne yoğun bir gezi olmuş bu böyle :)
YanıtlaSilBenim İstanbul'da 4 yılda gezdiğim yerleri bir kaç günde gezmişsin :)
Çamlıca'yı çok çok severdim. Artık bir daha ne zaman giderim kim bilir. Artık İstanbul'da değilim çünkü. Bir de Üsküdar'da Kız Kulesi'ne karşı oturmanın keyfi bir başkaydı benim için. Off özledim bee :)
Evet daha önce gelişlerimde de böyle yoğun gezdiğim için orada yaşayanlardan daha fazla yer gezmiş oluyorum :D
SilGerçekten güzel yerleri var ama genel olarak hmmm pek özlüyorum denemez :D
Ne güzel geçmiş günlerin .:) Okudukça okuyasım geldi yazını . Çamlıca'yı bende merak ettim . Çok zevkliydi ya özellkle Kızları korkutma gerizekalı ! kısmına çok güldüm :D izninle bunu sık sık kullanıcam :D
YanıtlaSilOldukça da yorucu tabi, arkadaşımın beni sürüklediğini bilirim :D Tam o replik duyulana kadar korkudan ölürken o anda hepimiz bir gevşedik gülmeye başladık falan :D Kullan tabi :D
SilAy o tip ne komikmiş ya kızları korkutma üüüüf çok hoş ya :-D
YanıtlaSilİstanbul hiç bilmem ben gezi yoğunmuş baya ama hoş anı olmuş ben de anı olsun diye katılırım genelde kıkıkı maksat insan içinde oluyum :-D
Ay o tuvalet arama yok mu yok mu :-D
Heh bak hakkında pek çok şey öğrendim bi de yehhuu :-D
Herkesin favori sahnesi oldu kızları korkutma :D Çok güzel anıları oluyor insanın gerçekten. :') Çok fazla sıvı tüketen bir insan olduğum için maalesef sürekli bu derdi yaşıyorum ben de :D
SilAhahah ne gibi? :D