blind guardian - the bard's song
yapmam gereken çok şey olduğu doğru ama bloga da
yazmalıydım artık. üç hafta olacak neredeyse. gerçi ben çok değişmiyorum ya
orası başka bir mesele. yine de ne oldu bakın anlatayım. şubat ayının son
cumartesi günüydü. bir kaç gündür hiç iyi hissetmiyordum. insanlara öfkeliydim
nedensizce. elle tutulur bir şey yoktu. ama kızmıştım işte, istediğim gibi
değildi hiçbiri. kendi kendime hayal kırıklıkları yaşıyordum. insanları olduğu
gibi kabul edemiyordum. sanki otorite bendim. elbette insanlar benim istediğim
gibi olamazlardı. mümkün değildi bu ama takmıştım kafaya işte. nedendi, neden
diyordum, neden beklentim bu kadar büyük? hepsinden önce bana neydi ki? herkes
nasıl olmak istiyorsa öyle olurdu, beni ilgilendirmezdi. ama işte takmıştım bir
kez, her şeye, herkese. bunalmıştım, ne yapacağımı bilemiyordum.
haftalar ellerimde ufalanıyor, ne yapsam ne
tutsam nereye gitsem
blind guardian - mirror
ne vakit bir yaşamak
düşünsem, bu kurtlar sofrasında belki zor, ayıpsız fakat ellerimizi
kirletmeden
sonra bir filme gitmem gerekti. gitmek zorunda idim.
sinemaya zorla gidilir mi diyeceksiniz? gidilebilir işte bazen. dört dakikayla
kaçırdım ilk seansı, başladıktan sonra bilet satmıyoruz dediler, almadılar.
zaten tek başıma orada olmanın tuhaflığı vardı üzerimde. avm'den çıktım, sonra
ne olursa olsun o filmi görmeye karar verdim. bir sonraki seansı bekleyecektim.
hiçbir şey yememiştim, yemek yedim, bir şeyler karaladım, kitapçıya gittim.
filmi izlerken çok ağladım yerli yersiz. metroya bindiğimde öylesine mutluydum
ki... nasıl anlatsam bilemiyorum, kaybettiğim o farkındalığı yeniden kazandım
diyebilir miyim buna? mutluydum işte. yeniden mutluydum. hayattaki en büyük
başarımı geri kazanmıştım, daha ne isterdim? ben, benimle mutlu olabiliyorsam
diğer insanların ne kadar ne olabildiği kimin umurunda olurdu?
blind guardian - nightfall
sonra geçen gün yine ağlama duvarı olmuşum, anlattı da
anlattı bir arkadaş. Sorun değil, hiç değil, dinlerim. Sorun derdi olduğu
insanları tanımam. Sorun onun bu insanları benden daha iyi tanıması ve onun
bakış açısından hiç de pembiş görünmeyişi olayların. Ben sadece tanımadığım
insanlar hakkında bir şeyler dinlemeyi severim, bana yük olmayacak şeyler. Ama
onun anlattıkları öyle ağırdı ki omuzlarım çöktü, içime fenalık geldi. Saat
gece iki civarı, ben bildiğim şeylerin altında eziliyorum. Sorunların bir
kısmını sonradan çözdüler falan ama bildiğim şeyler de bende kaldı.
insan bir akşam üstü ansızın yorulur, tutsak
ustura ağzında yaşamaktan
blind guardian - a voice in the dark
sonra günler geçiyor işte, bir şekilde. çok da anlamadan
belki, yine de içinde bulunduğunuz anı anlamak çok zor. üzerinden biraz zaman
geçmeli gerçekten ne yapmış ya da ne yapmamış olduğumuzu anlamak için. bugün
fuara gittim mesela, açıkçası fuarları neden dünyanın uçlarına yaptıklarını
merak etmiyor değilim. dört adet kitap aldım: oliver sacks - müzikofili, david guterson - öteki, robert silverberg - içeriden ölmek, gaetan soucy - müzikhol
fuara gitmeyi teklif ettiğim türk arkadaşlarımın hepsi ya
istemedi ya da istemedi. isteyenler müsait değildi. ben de yabancı bir
arkadaşla gitmek durumunda kaldım, kendisi çok tatlış bir insan olmakla beraber
gün boyu ingilizce konuşmaktan ciğerim soldu. bir de şimdi kalkıp türk
edebiyatı hakkında konuşamazsın ki adamla. e dünya edebiyatı da yok adamda.
genelde kişisel gelişim ya da psikolojiyle ilgili mesleki kitaplar okuyan bir
insan. roman sevmiyormuş beyefendi. ay ne diyim ben sana? neyse, şimdi ta
nereye kadar geldi, hakkını yiyemem. gerçi ben gel dememiştim ama iyi oldu yine
yalnız gitmektense. sonra efendim bu arkadaş normalde pek komikti, bir
durgunluk vurmuş bana. sabah da okulda türkçe pek de güzel olmayan bir şarkı
dinleyip sözlerini çevirtiyordu bana. al buyur buradan yak, müzik de
konuşamazsın ki. film zaten geç. eee? dört saatte konuştuğumuz şeyler hep boş:
yürüyen merdivenler, lanet trafik, benim geçenlerde çektiğim şey(film denmez ona), kampüsün
taşınması, fuarın beni hayal kırıklığına uğratması, onun hiç
kitap almamış olması -buna fena taktım da ben, niye geldik be o zaman- benim yorgunluktan ölüyor olmam.
Tam dönüş yolunun sonunda kardeşlerimiz hakkında konuştuk, o güzeldi. üç kız
kardeşi varmış, ikisi ondan küçükmüş. ablasıyla küçükken hep kavga ederlermiş,
şimdi ablası amerika'daymış, bazı ikamet sorunlarından dolayı ülkeden çıkamamış
bu yüzden onu üç yıldır görmüyormuş. I miss her too much, deyince bir
duygulandım. ablamın yanına gidesim geldi, seviyorum ablamı. iyi ki var, dedim
içimden.
blind guardian - curse my name
karanlıkta bulutlar parçalanıyor, sokak lambaları birden yanıyor, kaldırımlarda yağmur kokusu
güneş batıyordu ve ben ölüyordum. arkadaşın bir şeyler
yapma teklifini geri çevirdikten sonra eve gittim, yatağımda yarın baygın
uzandım. son günlerde uyuyamamış olmamın yanında çok yorulmuştum. yarın içinse
biraz endişeliyim tabi. pek bilgim ve tecrübem olmayan bir alanda
görevlendirilmiştim. yarınki toplantıda sorumluluklarımın nasıl olacağını yarın
göreceğiz elbette. sonra yemeğe çağırdılar, derken sohbet muhabbet, bayağı
eğlendim. tabi kafa güzel olunca daha bir eğleniyor insan sanki.
sonra odama geçtim, okulda bir kaç hafta öncesine kadar
belki en yakın arkadaşım olan insanla atıştık yine. son zamanlarda kendisine
karşı öfke doluyum. sinirlerimi bozuyor, biraz da vicdan azabı çektiriyor.
yoruyor beni, çok yoruyor. sorunu söylemek yok ama arada laf sokuyor.
Kızacaksan adam gibi kız, söveceksen söv diyorum. Böyle yarım hareketlerden
hoşlanmıyorum. Güzel bir arkadaşlığımız vardı, şimdi bir şey kalmadı. benim
suçumdu değil mi? dürüst olmamak mı gerekiyor bazen diye sorguladım. bana
bunu düşündürttüğü için de kızıyorum ona. umurumda değil, ben böyle iyiyim. herkes
söylesin düşündüğünü, kavga ederiz belki, sonra barışırız. her zaman aynı arkadaşımı örnek veriyorum, mesela o arkadaşımla o kadar çok kavga ettik ki artık kavga etmiyor olmamızın
nedeni konu kalmayışı. ama hala da iyi arkadaşız işte. saydık sövdük ve şimdi o arkadaşımı görsem yine mutlu olurum. ona bunu anlatamıyorum.
hangi kapıyı çalsa kimi zaman, arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
***
-yaşama sevincimi yedin
-teşekkür ederim
-mutlu musun?
-değilim, sen?
-sıkıntı var içimde, vicdan
azabı sanırım
-neyin vicdan azabı?
-senin yüzünden
-teşekkür ederim
-şimdi mutlu musun?
-neden mutlu olayım?
-anlamaya çalışıyorum
-cevap veriyorum
-sana bir şey diyeceğim
-söyle
-boş ver gitsin
-anlamaya çalışıyorum
-cevap veriyorum
-sana bir şey diyeceğim
-söyle
-boş ver gitsin
İnsanları olduğu gibi kabul etmek çok zor geliyor bana da ama başka türlü de yalnız kalmak hoşuma gitmiyor, bir şekilde uyum sağlıyor insan işte.
YanıtlaSilAğlama duvarı olmak benim ikinci mesleğim biliyor muydun :D Anlatma da diyemiyorum kimseye, etrafımdaki kimseye de masum diye bakamıyorum artık, kirli bir dünyada yaşıyoruz işte.
Emaan yaa, insanlar hakkında düşünmek yoruyor işte
Özlettin kendini :)
Kabul edebildiğim şeyler var edemediğim şeyler var, ben yalnız kalmayı tercih ediyorum sanırım en sonunda. Kendimle daha mutlu olabiliyorum çünkü onlarla olmaktansa.
Sil"Anlatma da diyemiyorum kimseye, etrafımdaki kimseye de masum diye bakamıyorum artık" - Ne güzel söyledin, gerçi ben yine de ilk etapta ay ne tatlış insan diyorum herkese, salaklık mıdır bu?
Salaklık değil, umut bence o. Halen umut ediyorsun insanların iyi olmasını. Bende öyle düşünüyorum bazen ama genelde bu düşüncemi karşıya pek yansıtmıyorum, mümkün olduğunca kendime gizlemeye çalışıyorum. Malum, sonra saf olduğumu düşünüp kullanmaya kalkışıyorlar :D
SilKeşke yazı sana ağladığım güne denk gelmeyeydi
YanıtlaSilTekila
Bi de kim o kavga ettiğin söyle ağzını burnunu dağıtalım
Silahahahahah ama önceden yazmıştım, dont worry about it :D
Silsenin okula getirdiğim arkadaş, hadi dağıt bekliyorum :D
Muhahahahahha döverim la ben onu muhahahah
Sil