metroda birisi benim adım ebruli şarkısını söyledi,
gerçekten de güzeldi sesi, şarkı da zaten güzel olunca kapattım kitabı. şarkı
bitince şöyle dedi: "evet şimdi beni alkışlayabilirsiniz".
tabi ki şarkı gün boyunca dilime takılmış oldu. ben ezginingünlüğü versiyonunu daha çok seviyorum.
sonra lanthimos'un festivalde biletleri anında tükenmiş olan
son filmini izledik, the favourite. açıkçası lanthimos filmi diye gitmeseydim
fazlasıyla beğenirdim ama işte çıta o kadar yüksekti ki tatmin olmadım.
sarah karakteri -lobster'daki kadın- çok fazla karizmatikti.
emma stone da kraliçe de çok iyi oynamıştı. ama mesele oyunculuklar değil benim
için, e tabi önemli de. sinematografi de muhteşemdi. yani bir dönem filmi
olarak çok çok çok başarılı. ama genelde lanthimos filminden çıkınca (dogtooth,
lobster, the killing of a sacred deer. üçünü de sinemada izledim) dizlerim
tutmaz, kalbim atmaz hale gelirdim. bu sefer bir iki esnedim ve yürümeyi çabuk
hatırladım. uyarı! spoiler olabilme ihtimali olan kısım: finali etkileyiciydi evet -çünkü insan
bir şeyi değiştirdiğini kazandığını sanar, ama yalnızca bir anlık uyuşukluktur
bu, gerçekte acizlik güçsüzlük içinden çıkılması mümkün olmayan bir durumdur-
filmden sonra bir yemek yiyip italyan konsolosluğundaki jazz
konserine gittik. konsolosluk pera müzesinin hemen yanında, siteden rezervasyonla
ücretsiz olarak birçok etkinliğine katılabilirsiniz, çok da tatlı insanlar.
konser iyi hoştu ama küçük bir salon için fazla bir drumdı. biraz kafamı
şişirdi desem yalan olmaz, drum sesinden viyolonseli piyanoyu duyamamak çok
kötüydü. bitmeye yakın kalkalım dedik, yanımdaki kadın kolumdan tuttu:
"nolur gitmeyin çok güzel nolur gitmeyin..." dedi ve tabi ben
kalakaldım.
***
resmin hiçbir alakası yok sadece tatlı buldum |
insanlar başka zamanlarda yaşamak istiyorlar. buna hayret
ediyorum, ben yaşadığım zamandan memnunum. musluğumdan su istediğimde sıcak
akıyor, her gün duş alabilirim, okul okuyabilir (bir kadın olarak), istediğim
işte çalışabilir, istediğim kitap ve filme kolayca ulaşabilirim. böylesi bir
bolluğun şükrünü etmeyenlere şaşırıyorum.
margaret atwood'un the handmaid's tale romanını okuyorum.
gerçekten etkileyici bir eser. dizisine de başladım, paralel gidiyorum ama
farklılıklar var. yine de eğleniyorum bu farklılığı görmekten. henüz diziden
dört bölüm izledim ama oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. roman biraz daha
duygusal/lirikken dizi daha çok politik/epik kategorisinde yer alabilir. ve ben diziyi
daha çok beğenmiş bile olabilirim ama henüz izlemediğim çok bölüm var, sonrasında ne olur
bilemiyorum, karar vermek için erken. eğilimim bu diyelim.
***
deli gibi skyrim oynuyorum.
help.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder