"acı belli bir eşiği aşınca bilinç kendini kapatıyor.
aklın başından gidiyor. (...) yaşadığın onca acıyı, onca utancı unutmak
istiyorsun. yoksa bunca acıyla, utançla yaşayabilmen mümkün değil. (...) bir
zaman sonra unutmaya çalıştıkların hafızanda kör bir karanlık kuyuya dönüşüyor;
yaşadığın her şeyi yutmaya başlıyor. yıllar geçtikçe hafızasızlaşıyorsun. o
kuyu hemen her şeyi kendi karanlığına çekiyor ve karanlıklar içinde
kalıyorsun." (cemal şakar, kara)
okul kafesinde yemek yerken dergide bir kitap
değerlendirmesinde, son sayfada, son paragrafta benliğimdeki
"karanlık" bir nokta ışıklanır. çok beklenmedik bir an. yüzümde
şiddetli bir tokat, parmakların izi suratımda, böyle bir aydınlanmakla.
ufak bir titredim, dergini kapağı
kapanır gibi oldu, tuttum, durdurdum, idrak etme sürecinde anlamsız boşluk,
yalnızca bir saniye kadar zaman bekledi. sonra akmaya devam etti. en az elli kişi
vardı kafede, hiçbiri ne olduğunu fark etmedi. yandaki çocuklar gülüyordu,
birisi film izliyordu, iki kız dertleşiyordu. herkesin ayrımına varamadım,
yakıcı bir ışıktı. sana söylemek istedim, herkesten çok sana. "bu yüzden
işte bu yüzden unutuyormuşum,"
ben seçmedim bu
şarkıyı, bu yazıyı yazarken o geldi bana. ne demek istiyordu emin değilim. ama
yine de en çok sana söylemek istedim. unutuyorum çünkü bir kara delik var
belleğimde, üzülüyorum bazen unuttuğum için ama inan bana o olmasa, nasıl
yaşardım bunca acıyla bunca utançla? en son iki gün önce anımsadığımda anlamsız
bir biçimde döküldü sular. ne anımsadığımı bile söyleyemem, bilemiyorum, emin
değilim. seninle ettiğimiz kavgalardan ağlamam gerekmez miydi? aramızdaki
ilişki gittikçe daha kötü bir yere sürüklenirken, son diyemem çünkü son değil bu,
nefret etmiyorum senden ama yorgunum, çok yoruldum. biliyorum sen de yorgunsun
ama neden böyleyiz? bizim sorunumuz ne? sürekli bunu sordum kendime. itiraf
etmekten kaçtımsa da bir süre en sonunda söyledim işte.
bunca zaman sonra bile,
ne kadar çok şey paylaşmış olursak olalım tanımıyorum seni. ya da onlar mı
tanımıyor seni? kimseye söyleme, onlar beni hep gülen biri olarak biliyor
dediğinde düşündüm, belki de onlara rol yapıyordun. peki fark eder mi?
dürüstlüğe inanmıyorum diyorsun. telefonu elime alıyorum, yazmalı mıyım sana,
düzelir mi o zaman? zamanı geldi mi? bana dönmüş, dürüstlüğe inanmıyorum
diyorsun. ve biliyorsun. kimsenin yüzde yüz dürüst olabileceğini düşünmesem
bile olabildiğince yapsak. buna inanıyorum. biliyorsun. ve diyorsun. düşünmeden
konuşuyorum diyorsun ama beni düşünen biri haline getirdin. düşünüp de konuşan
biri dürüst değildir. değildir işte. hep törpüleriz düşüncelerimizi,
hareketlerimizi. olduğu gibi saf halleriyle çıkmasına izin vermeyiz. rol kesmek
değil mi bu? rol yapmak istemiyorum, düşünmeden konuşan ve hareket eden biriyim
ben. bunun benim dürüstlüğüm olduğuna inanırım. her zaman iyi sonuç
vermeyebilir ama ne yapalım?
söylediklerim için de kızıyorum kendime söylemediklerim için de. ne düşünüyorsun şimdi, benim mi bir şey yapmam gerektiğini düşünüyorsun. şüphesiz öyledir, kaç defa düşündün ki kendinin haksız olduğunu? nerede duruyorum senin gözünde, anlayamıyorum bir türlü. bu da bir başka sorun. etrafında başka insanlar olmadığında mı seçeneğim? işte yazdım sana, ne olacak şimdi? ya rol yapacağım ve yoluna girecek her şey -bir sonraki patlama anına kadar- ya da dürüst olacağım ve sonunu ikimizin de kestirmesi mümkün olmayacak. bir şekilde hep vicdan azabı çekiyorum senin yüzünden, ben kendimi suçlamaya bu kadar eğilimliyken bunun geleceğim tek nokta olduğu aşikar değil mi? ancak üzerinden, uzun, oldukça uzun zaman geçtikten sonra sakin bir kafayla değerlendirebildiğimde olayları kendi yanlışım kadar senin ya da başkalarınınkinin de ayırdına varabiliyorum. işte bu sefer kendimi deli gibi suçlamaya girişmeden önce duracağım, kendiminki kadar senin yaptığın yanlışı da göreceğim. rol yapamam hayır, hepimiz bizim için belirlenmiş kıyafetleri giymiyoruz, hayır, hiçbir şey yokmuş gibi davranamam. benim inandığım bu değil ve ne olursa olsun bu şekilde yaşayabileceğimi düşünmüyorum. eğer bu bir felakete sürükleyecekse seni, beni ya da ikimizi birden, bunun olması gerektiği için olduğuna inanacağım. kim bilir belki de seni o kuyunun içine iterim bir gün, belki sen düşersin. eğer bir gün baş edemediğim bir acı ve utanca dönüşürsen unutmak isterim seni. unutmam gerekir. sürekli kafamın içinde olamazsın ki başka acılara, utançlara yer açmam gerekir.
şimdi sana yazdım ve bunu yaptıysam o uzun ve uykusuz gecelerde benimle konuşup kaybolmamı önlediğin için. ama üzücü olan bu. bir çeşit minnet. sorumluluk hissine benzeyen bir his. ama yalnızca seni sevdiğim için, kaybetmek istemediğim için olmalıydı. ya da aynı şekilde sen, haklı olup olmamayı umursamadan, kızgın olup olmamayı, kırgın. yazmalıydın. şimdi ikisi de değilken, yalnızca yapmam gerektiğini düşündüğüm için yaptığım için, her şey yoluna girse bile bu unutmayacağım bir... diyemem, kuyuya düşebilir.
ama sen unutmayacaksın değil mi? sen dört mevsim bahar,
sen birlikte yaşayamayacağın bir acıyla, bir utançla henüz tanışmamış olan
çocuk, hatırlayacaksın ve sonra bunu benim karanlık geçmişimden bir parça
haline getireceksin. ben bir türlü tam olarak hatırlayamadığım bu anının sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalacağım, kendimi savunabileceğim her bir nokta
bulanık olacak. "ah biliyorum, böyle düşünmüş söylemiş yapmış olduğum için
mantıklı sebeplerim vardı" diyeceğim kendi kendime ama asla
hatırlayamayacağım.
bu sefer çok daha dar bir yerde duruyorum, oldukça sıkışık. eğer sen beni
oradan çıkarmayı denemezsen çıkmaya çalışmaya niyetim yok. bunun için yeterli
arzuya ve güce sahip değilim. eğer sen de bir şeyler yapmayı denemezsen gözlerimi
kapatabilir ve seni kör kuyularda merdivensiz bırakabilirim. belki de o
haklıdır, belki de bu noktaya gelmişsek zaten bitti demektir. ama bitmişse
içimizde hiçbir şey kalmayana kadar söylemek gerek. sonrasında kendi kendimize
söyleyip durmamak için ama tuhaf. her zaman kalıyor. bunaldın değil mi? çünkü evet, ben bunaldım. ve artık sana söylemek istemiyorum. hayır mı? bunalmadın mı? anlamaya mı çalışıyorsun? yoo bu mümkün değil şimdi. ama bir gün. belki.
İlk paragraf baya ağırdı. Okurken bile bütün enerjim söndü resmen.
YanıtlaSilYaşanmışlıklar, bir şekilde yolunu bulacaktır diye düşünüyorum. Evet, dünyanın en saçma tesellisi bu ama başka bir şey de gelmiyor aklıma. Sabah, daha net kafayla okuduğumda tekrar yazacağım.
Resme bayıldım, sanki su biriktisine dalmış biri gibi görünüyor :)
Sen de TheLazylazyme takılıyorsun demek :)
su akar yatağını bulur diyorsun, şüphesiz.
Silben de seviyorum bu resmi, evet arada ne dinleyeyim diye düşünmek istemediğimde kanalı açıyorum, gönder gelsin diyorum :')
Acı ve/veya utanç veren şeyleri unutma huyu bende de var, bazen olayı unutmasam bile o anda hissettiklerimi unutabiliyorum. Bunun kötü olduğunu düşünmüyorum ama insanların büyük bir kısmı kötü anı biriktirip kin tutuyorlar ve tıpkı senin yaşadığın gibi o olayı anlatıp ben suçlandığımda tamamen reddedemiyorum çünkü hatırlamıyorum. Olayı unutmak, benlikte bıraktığı izi unutmak değil bu arada onu da belirteyim. Yaşananlar hiçbir zaman boşa gitmez, iyi ya da kötü ama boşa gitmez. Biraz iyimser davranıp Nietzsche'nin düşüncesini paylaşayım: Öldürmeyen acı, insanı güçlendirir.
SilSenden tek bir ricam olacak, bazen bencil ol. Bencillik, kendini düşünmek kötü bir şey değil. Bu dünyada senin sürekli yanında olacak ve psikolojisini koruman, incitmemen gereken yegane şey kendinsin. İnsan en çok da kendini kırdığında yıkılıyor, başkasının yaptıkları öyle ya da böyle unutuluyor ya da affediliyor.
Ve evet, ilk yorumumda yazdığımı tekrar edeyim: Yaşanmışlıklar bir şekilde yolunu bulacaktır. Gerekli durumlarda elle müdahale edersin zaten ;)
Ben genelde olayları unutup hisleri hatırlıyorum galiba. Bazen iyi bazen kötü bir şey çünkü yalnız kötü şeyleri değil iyi şeyleri de unutuyorum.
SilBencillik kötü bir şey ama ne demek istediğini anladım ben. Kendini sevmekten, değer vermekten, önemsemekten bahsediyorsun. Bu konuda seninle tamamen aynı fikirdeyim. Ne olursa olsun her zaman ben benimle olacağım. Ama bazen bilmek ya da düşünmek yetmiyor.
Tam bir duygu seli... Yoruma yer yok gibi. (Bu bile gereksiz oldu bence.)
YanıtlaSilben aslında arkadaşlarımın gelip kim bu falan diye sormasını beklediğimden her türlü yorum açığım :D
SilFuzuli diyor ki hüzünden yoldaş olmaz. Olan zamanı biten zamanı eselemekten de olmuyor zira. Di'yi yor'a ceviremeyip hapsolmamali insan içine.
YanıtlaSilHepsi bir yana, çok beğendim bu yazını
hiçbir zaman dı yor olmuyor. ama hapsolmamak ne mümkün, yine de haklısın
Silçok teşekkür ederim, insanın içinden gelince bir yerlere ulaşıyor sanırım