Bir haftadan uzun süredir devam eden kitap fuarına pek çok ünlü yazar teşrif etti. Bugünün en çarpıcı iki isim şüphesiz Ahmet Günbay Yıldız ve Ömer
Sevinçgül’dü. İmza günü geçeli çok olmasına rağmen Ali Çimen de oradaydı.
Kendisinden pek hoşlanmadığımı da yanlışlıkla “Ayşş Ali Çimen” deyişimden
anlamış olsa gerek. Sanki rafımda 5 kitabı duran Ali Çimen başka biriydi, öyle
olsa güzel olurdu.
Ahmet Günbay Yıldız’ın eserleriyle pek içli dışlı
olmadığımı düşünürsek oraya Ömer Sevinçgül için gittiğimi tahmin etmek zor
olmaz. Dahası, günlerdir bunun peşindeydim. Sevinçgül’ü okula getirtmek için
pek çok çaba sarf ettim ama yine de bir ilköğretim okulu onu benden çaldı! Şaka
bir yana onun yerine okulu toplayıp gittim.
Peki kimdir Ömer Sevinçgül? Hemen kısa bir bilgi vereyim.
Bu kitaplarının başında yazan kendisi:
“insan... yedisinde
okuma yazma öğrendi. on beşinde ‘yazar olmak istiyorum!’ dedi. sorduğu ilk soru
neydi hatırlamıyor. seviyor yaşamayı... ve demli çayı... sade hayattan yana...
yayın alanında kitaplarıyla var olmayı yeterli buluyor. çekmecelerinden birinde,
kim bilir nerde, bir mühendislik diploması duruyor... carpe diem yayınları ve
adı yok dergisi danışmanı. kitapları türkçenin yanı sıra ingilizce, arnavutça,
boşnakça ve almanca dillerinde de yayımlanıyor. okuyor, düşünüyor, kalbine
dokunanları yazmayı sürdürüyor...”
***
Fuara daha önce 56765678657 kez gidip her yeri ezberlemiş
olduğumdan bu kez tek hedefim Ömer Sevinçgül’dü! Daha o yoldayken gidip, Timaş
yayınlarının önündeki masanın önüne dikildim. Bir hafta kadar önce Ali Çimen’den
dolayı tecrübe sahibiydim. Fol yok yumurta yok ben sıraya giriyorum. Arkadaşlar
da benim arkama dizilince komik bir görüntü oldu.
Sohbet gırla giderken bir anda küt diye Sevinçgül
belirdi. Tabi biz ufak çaplı bir kalp krizi geçirdik, otuz saniye civarında
beyinlerimiz bloke oldu. Kendimize gelince “Kolay, kısa, keyifli felsefe”
isimli kitabıyla açılışı yaptık. Tabi ben kitapları çıkardıkça çıkarınca aklıma
“Beni kovalar mı acaba?” sorusu takıldı. Neyse ki “Sorun değil, başka varsa
onları da imzalayabilirim.” Diyerek beni rahatlattı.
“Eski bir okuyucunuzum, üslubunuzu çok beğeniyorum.” Falan
filan okuyucu zırvalıkları kısmını geçtikten sonra “Dört Mevsim Bahar”ı eline
verdim. O zaman “Ooo cidden eskiymiş.” Dedi. En sevdiğim kitabı diyebilirim Sevinçgül'ün. Ve son olarak da “Yazar Olmak
İstiyorum” kitabını çıkardım, üzerine de ekledim;
-“Ben de yazar olmak istiyorum.”
Bunu söylemek için kaç gündür hazırlanıyordum ben? Ne
kadar kolaymış halbuki, korktuğumun aksine ne kadar da olumlu bir tepki aldım.
Geceleri gözüme uyku giremeyişinin nedeni bu mu imiş? Ardından yazılarımı “Adı
yok” isimli gençlik dergisine gönderip göndermediğimi sordu ve ona mail
atabileceğimi söyledi. Dahası oraya gelen iki kızdan bir tanesi beş yıldır
Sevinçgül’le mailleşiyormuş ve sadece yirmi yaşındaydı. İlk mailini dört yıl
kadar önce atmış bir başka genç daha vardı.
“Her maile cevap yazıyor musunuz?” diye sordum, onda önce
diğerleri atlayıp “Yazıyor!” diye haykırdılar. O ise dedi ki “Eğer biz yazara
mail atarsan da cevap almazsan onu defterden silebilirsin. Öyle birinin insana
saygısı yoktur, insana saygısı olmayan biri de…”
Yaklaşık iki saat kadar başında durdum, diğer insanlara
kitap imzalarken sorularıma uzun uzun cevap verdi. Konuşmayı bilen insanın hali
bir başka oluyor, senin kırk takla atmana gerek kalmıyor, seviyorum böyle
insanları. Neyse, iyi bir çocuk olup sorduğum soruların cevabını sizinle de
paylaşacağım, olur ya birinin işine yarar.
Öncelikle yazılarını beğenip beğenmediğime her yazara bu soruyu
sorarken Sevinçgül’e sormamak olmazdı. “Ne okumalı?” diye sordum. Üç maddeden
oluşan harikulade bir cevap verdi. Ama ikinci ve üçüncüsü bana kalsın.^^
“Türkü dinler misin?” Diye sordu.
“Türküden türküye göre değişiyor.” Dedim, doğruydu. Bir “Mihriban”ı
dinlememiş, o tadı almamış olmak mümkün müydü?
“Kendini bulmadan evrensel olamazsın.” Dedi, bol bol
türkü dinlememi, halk hikâyesi, masal, halk şiiri okumamı tavsiye etti. Bunun
üzerine biraz Bostan ve Gülistan lafı geçti. Adam işin özünü kavramıştı. Ne
zamandır hayalini kurduğum “öze dönüş”ün vakti gelmişti de geçiyordu. Bütün
dünya klasiklerini okumak için gayret ederken Halk edebiyatını ihmal etmiştim.
Başka biriyle sohbet ederken ise kendi hayatından
bahsetti. Manevi açıdan tatmin edilmemiş çocukluğunda, ruhu doyurulmamış. “14-15
yaşıma geldiğinde kafayı yiyecektim,” dedi. “Ne olacağım ben, bu dünya nereye
gidiyor, ben nereye gidiyorum?” diye düşünüyormuş. “Yolumu okuyarak buldum,”
dedi. Birkaç gün önce Ali Çolak da aynı şeyden dem vurmuştu. Okumadan yol çizilmiyor
demek ki, bir kez daha tasdik ettim. “Yazar olmak istiyorum” kitabının ortaya
çıkışı ise kendi yazar olmaya karar verdiğinde onu yönlendirecek bir eser
aramış lakin bulamamış. O da “Yazar olursam eğer ben yazacağım,” demiş ve
yazmış.
Bir başka sorum ise şuydu:
“Her zaman trajik şeyler yazıyorum, mutlu anlarımda,
mutlu hikâyeler yazmak istesem bile yazarken o bir trajediye dönüşüveriyor.
Engelleyemiyorum.”
“İşte bu inandığımız şeyler hayatımızın farklı oluşundan
kaynaklanıyor. Zamanı gelince inandığın şeyler ve yaşam aynı olacaklar, o zaman
sen de bu konuda zorlanmayacaksın.”
Sevinçgül’ün bazı kitapları vardı, olduğunu biliyordum
ama hiçbir yerde bulamıyordum bu kitapları. Neden bulamadığımı, bu kitaplara ne
olduğunu sordum. Timaş bir seri halinde basmayı düşünmüş kitaplarını ama
kitapların adı biraz sıra dışı olduğundan tepki almış. Halbuki benim çok hoşuma
gitmişlerdi, birkaç tanesi şöyle:
Bana soran oldu mu?
Alınyazımı ben mi yazıyorum?
Sen bir istisna mısın?
Kurabiye Tanrılar
İsa gelince haber ver, vb.
“Anadolu bunu sevmedi.” Diyor. Hatta bir gün bir telefon
almış, adam “Taksimdeyim, seni bulacam, kafana sıkacam.” falan demiş, yazar
olmak istiyorum’da da geçiyordu bu olay. Bunun üzerine muhtevasını aynı
bırakarak kitapları ve düzenlemeleri değiştirmişler.
Bir de arkadaşımın sorduğu bir soru oldu, “Hiç yazmaya
küstünüz mü?” diye. Tam duymadı, ben tekrar ettim: “Tamam bırakıyorum, daha
yazmayacağım, dediğiniz zamanlar oldu mu?”
Elini salladı “Ohoo…” dedi. “Pek çok kez oldu, olması
normaldir. Yazmak da hayat gibidir, bazen bulutlu olursun, yağmur yağar, bazen
güneşlisindir şakırsın…”
Konuşması sıra dışı ya da etkileyici değildi belki ama
samimiydi, mütevazıydı. Benim için de bu yeterliydi. Pek çok yazar gibi “küçük
dağları ben yarattım” havasında gezmiyordu. Kendinden büyük olsun küçük olsun
herkese saygı gösteriyor, önemli hissettiriyordu. Fuara ilkokul çocukları da
okulları tarafından getirilmişti, sadeleştirişmiş Sefiller’i imzalatmak
isteyenler oldu. Onlarla konuştu ve “kitap imzalatma” olayını açıkladı. Ben
olsam o kadar ilgilenebilir miydim her gelenle, bilemiyorum.
İşin özü tanımayanlar da görünce, konuşunca sevdiler.
Herkes çok memnun kaldı. Ayrılmak istemedik yanından, bu kadar ilgi göreceğim
aklımın ucundan bile geçmemişti. Zerre kadar hayal kırıklığına uğramadım, çok mutluyum. Üstelik bu biteceği için üzüleceğim türden bir mutluluk değil.
Ne mutlu sana!! Sen anlatırken ben heyecanlandım! :D İnsanın sevdiği yazarla geçireceği küçük bir sohbetten bile daha iyisi olabilir mi, senin adına çok sevindim ^^
YanıtlaSilGerçekten de öyleymiş, gelmeden önce gözüme uyku girmedi, ne söylesem, ne söyler diye düşündüm durdum ama aramızda neredeyse 40 yaş olmasına rağmen beni öylesine ciddiyetle muhatap aldı ki şaşırdım kaldım.^^
SilAhh bu yazınla yaramı deştin Paul! ;_;
YanıtlaSilyanlış hatırlamıyorsam sene 2010, İzmir kitap fuarında imza günü olacaktı. Burdan kalkıp ta İzmir'e gittik, annemlere çok dil dökmüştüm ve sonunda ikna edebilmiştim. Ancak karşılaştığım şey koca bir hüsran oldu. Bir yakını rahatsızlandığı için gitmek zorunda kaldı dediler.. Elimde kitaplarımla öylece kalakaldım, ağladım zırladım. Ama elden bir şey gelmez tabi... O günden beri de bir daha böyle imza gününe gitmek gibi bir imkanım olmadı. :/
Bu şekilde görüşüp konuşabildiğin için çok şanslısın. ;w;
Buraya gelemeyen yazar da İlber Ortaylı oldu. Gidemeyeceğim diye çok üzülüyordum sonra bir öğrendik ki gözünden ameliyat mı ne olmuş, gelemeyecekmiş. Bazı arkadaşlarım da vardı onu bekleyen çok üzüldüler, başka bahara kaldı.
SilKendisiyle görüşemesen de dediğim gibi yazılan her maile muhakkak cevap veriyor, en azından bu şekilde şansını deneyebilirsin. Yap bunu! Sende bir ben görüyorum benden içeru :D
Çukkahamnidaaa çukkahamnidaaa~~ melodiyle okuyunuz lütfen :D
YanıtlaSilSenin adına çok sevindim vay be Paul ^^
Ben daha önce okumadım bu yazarı hiç ama okumayı istiyorum, epey merak ediyorum, ilk hangi kitaptan başlanmalı sence?
Ha bu arada http://www.ilknokta.com/kitap/omer-sevincgul/isa-gelince-haber-ver.htm burada varmış, bakarken buldum^^
SilKamsahanmidaaa kamsahanmidaaa^^ :D
SilBen de çok sevinçliyim :D Bunca şeyden sonra muhakkak oku desem şaşırmazsın elbette ama önce sevdim sonra tanıştım, pliz :D
Öncelikle hemen her türde kalem oynatmış biri, o yüzden nasıl bir şey istediğine göre karar vermelisin. Roman istiyorsan "Mervin" isimli ikinci dünya savaşında yer almış bir genci anlatan kitabına bak. "Seni seven biri var" "Sana yeni bir dünya gerek" "Seni sana bırakmazdım" isimli kitapları ise iki gencin mailleşmelerinden oluşuyor. Hayattan, felsefeden, dinden, edebiyattan, aklına gelebilecek her şeyden konuşuyorlar. "Kalbinin sesini dinle" hikayelerinden oluşuyor, ki cidden hikayelerinin çok başka bir tadı vardır. :3
Çok teşekkür ederim^^ Lakin internetten kitap sipariş etmeme gibi bir huyum var, illa elime almam lazım asdasdas :D Zaten bir kaç tanesinin içeriğini kontrol ettim, dediği gibi muhtevası aynı, o yüzden içim rahat :D
SilTeşekkür ederim. Senin gibi zeki, duyarlı, samimi okurlarımın olması ne büyük bir lütuf! Dilerim tekrar tekrar görüşür, konuşuruz. Sevgiler :)
YanıtlaSilwww.omersevincgul.com
Ben teşekkür ederim, aklımın ucundan bile geçmezdi sanırım bu yazıyı okuma ihtimaliniz. :) İnşallah, çok isterim. :)
Sil