"Bana artık çok gerilerdeymiş gibi gelen
çömezlik dönemimizin zorlu anlarında Rahip Istvan, 'Kader gemisinin rotasını
tam olarak kendiniz belirleyemeseniz de en azından hayat denizinin dalgaları
arasında savrulurken sarılacağınız bir dümen vardır,' derdi. Zamanında, dara
düşmüş yüreğimizin cesaret ocağını alevlendiren bu cümleyle şimdilerde avunmam
mümkün değil. Bence kader gemimizin rotası daha biz yeryüzüne gelmeden önce
çiziliyor, elimize verilen dümense çark-ı felekle kıyaslanamayacak kadar
beyhûde bir oyuncak; ama yine de hikâyemizin anlatılmaya değerliliğinden en
küçük bir kuşkum olsa, 'Şu dünyada zaten anlatılmamış ne var, eninde sonunda
herkes, her şey birbirine benzer, tıpkı bizim gibi,' der ve kalemi elime bile
almazdım..."
Editörün yazısı:
1600'lü yılların sonları. Kolozsvarlı bir genç,
Avrupa'daki güç savaşlarının sert esen rüzgârıyla doğduğu topraklardan
koparılarak içinden deniz geçen şehre kadar sürükleniyor. Günbegün değişen
şartlar ve yaşanılan onca acı ve yoksunluğa rağmen içinde büyüttüğü hayalini
ise hiç kaybetmiyor; düşünülen ve yazıya dökülenleri kâğıda basabilmek...
Altıncı romanı olan Macar'la Solmaz Kâmuran, bu kez okurlarını hayalle gerçeğin
dansettiği bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.
Etkileyici bir kurgu ve kıvrak bir dille anlattığı bu yolculukta; kimi zaman on sekizinci yüzyıl Orta Avrupa'sının şehirlerinde dolaşacak, savaş meydanlarının dehşetiyle sarsılacak, bir sarı bukle eski bir aşk şiirindeki “cim” harfini hatırınıza getirecek ve hüzünleneceksiniz. Kimi zaman içinden deniz geçen şehrin Galata'sında dik yokuşları tırmanacak, Haliç'te bir kayık gezintisi yaparken dönemin İstanbul'unun atmosferini soluyacaksınız. Sonra günümüze dönüp Budapeşte'nin parklarında soluklanıp Moskova'nın ara sokaklarında bir eskici dükkânında tozlu raflarda çoktan unutulmuş hayat hikâyelerine can vereceksiniz. İstanbul'da ise heyecanı ve aşkı yakalayacaksınız.
Etkileyici bir kurgu ve kıvrak bir dille anlattığı bu yolculukta; kimi zaman on sekizinci yüzyıl Orta Avrupa'sının şehirlerinde dolaşacak, savaş meydanlarının dehşetiyle sarsılacak, bir sarı bukle eski bir aşk şiirindeki “cim” harfini hatırınıza getirecek ve hüzünleneceksiniz. Kimi zaman içinden deniz geçen şehrin Galata'sında dik yokuşları tırmanacak, Haliç'te bir kayık gezintisi yaparken dönemin İstanbul'unun atmosferini soluyacaksınız. Sonra günümüze dönüp Budapeşte'nin parklarında soluklanıp Moskova'nın ara sokaklarında bir eskici dükkânında tozlu raflarda çoktan unutulmuş hayat hikâyelerine can vereceksiniz. İstanbul'da ise heyecanı ve aşkı yakalayacaksınız.
Macar, İbrahim Müteferrika ekseninde içsel bir yolculuğun iz bırakacak anlatımı...
Yazarın son kitabı olan Macar,
“Tefrika-i Müteferrika” alt başlığı ile bize kısa ama anlamlı bir özet geçmiş
oluyor. Önümüze matbaayı Anadolu'ya getiren adamın tefrikasını
koyuyor.
Romanda iç içe geçmiş iki
farklı olay örgüsü var. İlki Onella isimli Macar bir Türkolog’un kızının bir
eskiciden aldığı el yazması bir defteri bulmasıyla başlıyor. Ve sonra siz de
Onella ile birlikte bu defteri okumaya başlıyorsunuz. İşte burada da ikinci
olay örgüsü araya giriyor. Birden buraya kadar anlatılan ne varsa unutuyor, 16.yüzyılın
sonu, 17.yüzyılın başında yaşayan bir gencin günlüğünü okumaya başlıyorsunuz.
Ama kim bilir? Belki de sanıldığı kadar günlük değildir…
İbrahim
Müteferrika’nın hayatı da oldukça derin yansıtılmış. Olaylar tarihi belgeler
üzerinden gidilerek kurgulanmış, böylece daha inandırıcı ve daha etkileyici
olmuş. Zaman zaman dönemin tarihini anlattığı bölümlerin uzun ve tekdüze olması
bazı okuyucuları sıkacak olsa da, ilgililer için gayet akıcı geçecektir. Üslubunu
zaman zaman çeşitli sanatlarla süsleyen yazar, bu konuda aşırıya kaçmamış ve
romana edebi bir nitelik katarken, okurun hevesini de kaçırmamıştır. Ayrıca
Katolik kilisesi, Ünitaryenlik ve Mevleviliği konu ederek dini bir derinlik
katmayı da başarmış.
Geçenlerde şeyhime “Şeriat nedir, tarikat nedir, hakikat nedir?” diye
sordum. Bana şöyle cevap verdi, ‘Şeriat, bu senindir, o benim; tarikat, hem
senindir hem benim; hakikat, ne senindir ne benim.” “Ya Marifet?” dedim.
Gözlerimin içine baktı, gülümsedi. “Yaratılanda Yaratan’ı görmektir.” Dedi.
Bunların çocukken rahip İstvan’ın bize söylediklerinden farkı yoktu, sırtımı
duvara yasladım, kendimi neyin tatlı sesine bıraktım. Her ne kadara bana
“dönme” deseler de ben hak yolundan hiç ayrılmamıştım.
Oldukça uzun bir yaşam sürmüş
olan İbrahim, gerçekten de tarihin en hareketli dönemlerinden birini yaşamış ve
defterinde tarihi olayları objektif bir şekilde masaya yatırmış. Üstelik hayatındaki
76 yılı yazdığı bu defterin de kendine ait bir hikâyesi de var. Solmaz Kamuran,
hiç beklenmedik bir anda insanı ters köşeye yatırıveriyor. Ve işin en ilginç
yanı, bu kısımda İbrahim de sizin kadar şaşkın… Defter bittikten sonra bir
önceki hikâyeye dönmekte ufak bir zorluk yaşıyorsunuz. Bir yandan da aklınızda
“Şimdi ne olacak?” sorusu... Onella, eski bir arkadaşı(!) ile birlikte defteri
incelemeye başlıyor ve bu süreçte sizin de aklınıza takılan bazı sorular
cevabını buluyor.
Kolozsvar’da
başlayan Balkan turu İstanbul’da sona eriyor. Dönemin siyasi ve sosyal
zihniyetini de öyle güzel yansıtmış ki kendinizi o döneme ait hissediyorsunuz.
Bütün bunlarla birlikte İbrahim’in duygusal derinliğini, yaşadıklarının ruhu
üzerindeki etkilerini en ince ayrıntısına kadar da öğreniyorsunuz.
Şeyhimin dediği gibi “Hayat bir nehirde karşıdan karşıya geçmeye
benzer, yola çıktığında varacağın kıyı uzaklardadır, oraya yaklaştığındaysa
ayrıldığın kıyı… Ama işin özü, bu yolculuğun sana ve senin ona kattığın manada
saklı…”
Tarih derslerinde hep merak
etmiştim; Avusturya ve Osmanlı bunları yaparken arada kalan Macaristan ne
yapıyor? Macarlar ne hissediyor? Bu kitap bir nevi sorularımın cevabıydı…
NOT: Kitabı bana
veren hocama da kendi profu ödev olarak vermiş. Sorarsa 50 puanlık bir soru
olacakmış. “Okumadım.” Dedi. “Hem de zor bir hocaydı. Affetmezdi. Ama sormadı
da, iyi yırtmıştım.” Sonra güldü. Ben de “İyi risk almışsınız.” Dedim. Aynı
riski almak aklımdan geçse de kitabı yarım bırakmaya gönlüm elvermedi. :D
NOT 2: Yazarın en
ünlü kitabı Kiraze olsa da konusu itibariyle daha çok ilgimi çeken “Minta”
kitabını listeme yazdım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder