Sabah kahvaltıda babam bir anda “Paul kar yağıyor!”
deyince inanmadım. Çünkü babamın trollüğü meşhurdur. Kafamı bir çeviririm ki
gerçekten de yağıyor. O andan itibaren karın daha çok daha çok daha çok yağması
için dua etmekle meşgulüm.
Pazartesiden beri sınıftakiler “Perşembe tatil, kesin
tatil, tatil ya, kar soğuğu, kar bulutları, sulu kar mı yağan? Tatil tatil,
kesin tatil, resmi tatil…” dedikleri için herkesten önce kendimizi buna
inandırdık. Ve şimdi burası bembeyaz oldu, eğer bütün gece yağarsa yarın…
LÜTFEN DAHA ÇOK YAĞAR MISIN?!
Ya şimdi niye geldin zırvalıyorsun diyenler olabilir.
Sabah ben karı görünce “yılın ilk karı” demiştim ve o zaman aklıma şöyle bir
söylenti olduğu gelmişti: “Yılın ilk karı yağarken tutulan dilekler
gerçekleşir.” Tabi ki pek inandırıcı değil, “yeni yıla nasıl girersen öyle
geçer”den bile daha hurafe. Ama önemli olan gerçekliği değil, önemli olan benim
kitap okumak istememe rağmen ders çalışmak zorunda olmam ve bunalımda girip,
kanepeden sehpaya, sehpadan kanepeye yuvarlanıp, ardından koltuktan koltuğa
atlamam. Şuan cidden saçmaladığımın farkındayım sayın seyirciler ama bunlar
hayatın gerçekleri. *Türev çalışmaktan beyni sulanan öğrencinin sonu*
Muhtemelen, hayır muhtemelen değil, kesinlikle bu yazıyı
şimdi yayınlamayacağımı bilsem de hala yazmaya devam ediyorum. Neden? Çünkü ben
işsizlik kavramın vücut bulmuş haliyim. Eğer yarın tatil olursa –inanıyorum
olacak, olmalı- mutluluktan ölme ihtimalim var, o yüzden vasiyetimi buraya
yazıvereyim olur mu? (Eğer ölmezsem de bu yazıyı yayınlarım herhal.)
Birinci Madde:
“Yaşasaydı 21.yüzyılın en iyi yazarı olurdu,” denilsin.
İkinci Madde:
Kitaplarım benimle birlikte gömülsün.
Üçüncü Madde:
Bilgisayarım ve harddiskim Metüriç’e, USB’lerim ise
Çiko’ya verilsin.
Dördüncü Madde:
Bomboş olan soru bankalarım okul arkadaşlarım tarafından
paylaşılsın.
Beşinci Madde:
Mezarımda çiçek istemiyorum, su yerine sade-soğuk-soda
dökün.
Altıncı Madde:
Yağlı boya fırçalarım, boyalarım, tuvallerim ve bütün çizimlerim
kuzenim yusuf'a verilsin.
Yedinci Madde:
Kemanım diğer kuzenim ahmet’e verilsin.
Sekizinci Madde:
Edebiyat hocama “Senin yüzünden öldü,” denilsin, vidan
azabı çektirilsin.
Dokuzuncu Madde:
Öldüğüm ortaokuldaki matematik hocama “Size yaptıklarından pişman gitti,” şeklinde söylesin.
Onuncu Madde:
Ölüm sebebim kamuoyuna “erken bunama” olarak duyurulsun,
kayıtlara öyle geçsin.
On Birinci Madde:
Sezai Karakoç, Hilmi Yavuz ve Yavuz Bülent Bakiler’de
benden bahsedilsin, benimle ilgili şiirler yazmaları istensin, hepsine öteki
taraftan öpücük attığım da ilave edilsin.
On İkinci Madde:
Mezar taşımda şu şiir yazsın;
“SON SÖZ
Muad'Dib için ne cenaze damıtımının acı kokusu oldu,
Ne ölüm çanı,
Ne zihni haris ruhlardan kurtaracak bir ayin,
O, aptal aziz,
Aklın sınırında
Sonsuza dek yaşayacak altın yabancı.
Korumasız kaldığın an, o, oradadır!
Kıpkırmızı barışı ve hakim solgunluğu
Kehanet ağlarıyla evrenimizi sarar
Dingin bir bakışın eşiğinde,
orada!
Yoğun yıldız ormanlarından çıkan,
Gizemli, öldürücü, gözleri olmayan bir kahin,
Kehanetin maşası, ölmeyecek asla sesi!
Şeyh hulud, o bekliyor seni bir ipin üstünde
Çiftlerin yürüyüp göz göze geldiği yerde,
Aşkın o nefis rehaveti.
Zamanın uzun tünelinin içinden yürüdü,
Rüyasının aptal benliğini etrafa saçarak.”
(Gûlanın İlahisi)
On Üçüncü Madde:
Mezarım büyük büyük annemin yanında, antalyadaki mezarlıkta olsun.
On Dördüncü Madde:
İki yaşımdan beri benimle olan kırmızı mendilimsi kumaş parçası
da mezar taşıma bağlansın.
On Beşinci Madde:
Mezar taşıma ayrıca bir de uçurtma takılsın.
On Altıncı Madde:
Her yıl 8 Ocak’ta Paul Verlaine’le birlikte adım anılsın
ve “Genç yaşta gitti, ne kitaplar ne şiirler yazacaktı, böyle bir kültür
insanından nasıl mahrum kaldık?” diye hönkürülsün.
On Yedinci Madde:
Ayın 17’sinde doğduğumdan, ismim 17 harfli olduğundan ve
17 yıl yaşadığımdan dolayı vasiyetimin 17 madde olduğu belirtilsin.
*** BİR KAÇ SAAT UYUYUP UYANDIKTAN SONRA ***
Uyanmamla pencereye yapışmam bir oldu ama hava henüz
aydınlanmamış olduğundan hiçbir şey göremedim. Sardı mı beni bir korku?
Pencereden pencereye zıpladıktan sonra nihayet dışarıyı gördüm ve fiuvvvvv
dedim çünkü resmen tipi vardı. Hani göz gözü görmüyor derler ya, öyle işte.
Takvime baktım “Zemherir Fırtınası” yazıyordu. Bir de Muhammed İkbal’in bir
sözü:
“Şafak, yüz bin yıldız sönmeden sökmez.”
*** ÜÇ BEŞ SAAT SONRA ***
Aslında ben gece belli bir saati geçince Leyla olmam,
niye böyle diyorum? Çünkü bu tarafımdan pek çok insan üzerinde gözlemlediğim
bir durum. Herkes için farklı bir saat sınırı vardır, sonra kafa gider, beyin
öz sıvısı beyinden akar ve sonra ertesi gün pişman olacağınız şeyler söyler ve
yaparsınız. Peki geceleyin yazdığım saçmalıklar –dönüp okumaya korktum ama
saçma olduğundan çok eminim- neyin sonucuydu? Tabi ki ders çalışmanın…
Uykusuzluk sorun değil, alışkınım ama ders çalışmak çok ayrı bir olay… Tam 150
soru, boru değil. Ondan sonra yukarıdaki şeyleri yazmış olmamı normal
karşılayın, rica ediyorum, bünyeme ters çünkü.
Şimdi tatil oldu tabi ama ben sevinçten ölmedim, yine de
ÇOK MUTLUYUM!!! Yani mutluydum. Ta ki ipini salanın dışarı çıktığını görene
kadar… Ya arkadaşım hava buz kesiyor, ayaz var, gir içeri, salak mısın? Mahvettin yokuşumu, ben oradan kayacaktım, çiğneyip geçin tazecik karı. Bir de kayıyorsun
gözümün önünde utanmadan. Hayır, bilmiyor musun dışarıda insan varken çıkmaktan
nefret ettiğimi? Bilmiyorsun tabi ama olsun düşüneceksin. “Ben her zaman
çıkarım, önce başkaları çıksın,” diyeceksin.
Hava azıcık açınca döküldünüz dışarı, öyle yağmaya devam etseydi bakalım
çıkarabilecek miydin burnunu camdan dışarı? Ya bak hala kayıyorsun, terbiyesiz.
*kıskançlık krizi*
Az sonra ben de çıkacak olmakla birlikte bu konuda
bencilim anlıyor musunuz? İstiyorum ki bütün karlar benim olsun, başka insanlar
gerekli olan ulaşımı uçarak yapsınlar ve onun dışında evden çıkmasınlar, meydan
bana kalsın. Çünkü buradaki zevzekliğimin aksine sokağa çıktığımda çekingen bir
insanım. Yani bazen. Eğer ortama alışırsam acayip fırlama birine dönüştüğüm
doğrudur. Evet, tamam kabul ettim işte! Ama onun dışında, eğer yanımda biri
yoksa markete bile giremiyorum abi. Sanki beni kesecekler, öyle korkuyorum.
Bunda çeşitli hastalıklarım etkisi olabilir tamam ama...
*** BİR ÜÇ BEŞ SAAT DAHA SONRA ***
Bir yandan ısınmaya çalışırken bir yandan da soğuk su içiyorum.
Evet, biliyorum, yine zekiyim. Hasta bile olsam –ki bugünden sonra olmazsam
daha da olmam- pişman olmayacağım bir gündü.
5476598768 kat giyindikten sonra evden çıktım, dışarıda
kimsenin olmayacağını düşünüp keyiflenirken o da ne? Sanki bedava mal
dağıtılıyormuş gibi herkes sokaklara dökülmüştü. Buna rağmen kimseyi umursayacak
halim yoktu çünkü karların üzerinde ölüm kalım mücadelesi veriyordum. Yoldayken
fotoğraf çekmek isteyip ama eldivenlerimi çıkarmaya korkunca burnumla işi
hallettim. İnsanlar benim deli olduğumu anladılar ama yapacak bir şey yok. Çiko
daha buluşmadan arayıp böyle bir günde onu dışarı çıkardığım için bir güzel
saydırdı ben de soğuktan şok yediğim için sadece kahkahalarla güldüm.
Neyse buluştuktan sonra, spontane yürüdük ve huzurevine
geldik. Tabi ki yol boyunca ben rahat durmamış ve Çiko’ya zilyon kere kartoplarıyla
saldırmıştım ama kendisi sadece “yapma” demiş ve karşı saldırıya geçmemişti.
Sonra ben kendi kendime bir güzel düşüp “doğal kardan adam” oldum. Fırsat bu
fırsat diyerek atağa geçen Çiko benim bu zayıf anımdan yararlandı ve… Ve… Sonra
ben birçok kez daha düştüm. Ciddi bir denge problemim olduğu kesin. Artık o
kadar çok düştüm ki rahatça karın üzerine oturup yatmaya başladım.
Evet, huzurevinin bahçesi çok güzel görünüyordu ve oradaki oturma yerlerini gören Çiko’da bir ışık yandı. “Hadi oturan adam yapalım, sen de karşısına oturursun,” dedi ve içimizdeki sanatkârlar ortaya çıkıp, coşkulu ve hummalı bir çalışma yaptık. (Bu sırada kara maruz kalan kameram ıslanmış ve dolayısıyla bulanık çekiyordu. O yüzden heykelimizin resimleri Çiko'da, benim çektimlerimse yarı bulanık.) Ve heykeltıraşlığı ciddi ciddi düşünmeye karar verdim. :D Önce ben bacaklarını, Çiko da sırtını yaptı. Ama adamımız çok zayıftı ve biz de onu şişmanlatmak istedik ama… Huzurevi çalışanları tarafından kartopu yiyince acele etmemiz gerektiğini anladık.
Yerde yatarken çok güzel göründüğünü fark edince fotoğrafını çekmeden duramadım. |
Adama kol kası ve abs yaptık ama sonra bozduk tabi. Kol
ne hikmetse kucakta bitiyordu. Ben adem elması bile yapmıştım ama baş Çiko
tarafından kırılıp, benim ellerime düşünce boyun konusunda daha kaba olmaya
karar verdik, ince işçiliğimiz kalın ense tarafından yara aldı. Yine de
keşfedileceğimize olan inancımızı yitirmedik. Kafayı yaparken öyle mükemmel bir
burun yaptım ki estetik cerrahı olmalıymışım dedim. Daha sonra Çiko burnu
severken kırdı ama olsun.
Neyse şaheserimizi bitirdik ama tabi ki ben onunla çoktan
bir duygusal bağ kurduğumdan bırakıp gidemedim. Çiko eğer bırakmazsam üstüne
oturacağını söyledi, ben de “Git otur,” dedim, “Bacaklarını ben yaptım, ne
kadar sağlam biliyor musun?” Sonra gitti abandı, bir şey olmadı “Oha” dedi ama
sonra çökertmeyi başardı. Ardından büst olarak gezdirdim kendisini, en son da
ağacın dibine yatırdım, gömecektim neredeyse. Zor ayrıldım kendisinden…
Sonra ısınmak için markete gittik. Ben Çiko’ya kaymak
için bayağı bir yalvardım, kabul etmedi tabi. Neyse sonra bir yokuşta ben
kaydım o da baktı. Bir sürü küçük çocukla birlikte kaydım ama inanılmaz
eğlendim. Tabi bayağı bir takla attığım gerçeğini de yok sayamayız. En son
seferde Çiko da kaymayı kabul etti ve birlikte büyükçe bir poşetle kaydık.
Kayışın sonunda Çiko ayağa kalktı, ben de yağa kalkmaya çalışırken kaymaya
başlamayayım mı? Yüzüstü gidiyordum resmen.
Islak kameradan bulanık resimler... :D |
Velhasılı kelam bu kar tatilini çok hoş bir biçimde
geçirdim veee yarın da tatil. Allah’ım… Sanırsam mutluluktan öleceğim sonunda. Neyse ki vasiyetim hazır. :D
:) Şu koltuktan koltuğa yuvarlanma, ders çalışman gerekirken kitap okuma veya bilumum başka şeyler yapma dürtüsünü çok iyi hatırlıyorum. :)
YanıtlaSilDers çalışmamak için insan her şeyi yapabilir, inanıyorum buna :D
Silbizim de vardı o tatillerden biliyorum o eşsiz mutluluğu :D ama lütfen daha çokk yaşa, Allah hayırlı güzel ömür nasip etsin. vasiyetin hazır olsa bile :) bir de sana teomandan 17 şarkısını gönderiyorum :)
YanıtlaSilEvet çocukluğuma döndüm resmen :D Amin inşallah cümlemize diyorum :D Vaay çok uzun zaman olmuştu, teşekkür ederiiim, çok duygulandım yahu, ağlayacağım şimdi :'')
SilBen hayatımda ilk defa bu kadar çok üşüdüm.İzmir resmen donduk.Kar yağsaydı da bu soğuğun bir anlamı olsaydı.İçime tayt giyip üstüne kot pantolon giydim resmen REZİLLİK :D Senin kar tatilini çok kıskandım :D Bir türlü ders çalışamama olayını ben de çok iyi biliyorum hatta sırf bu yüzden neredeyse açıkta kalıyordum :SS ama kalmadım :D Bugün twitterda ygs ye kaç gün kaldığını öğrendiğimde içimi bir panik kapladı 1-2 saniyeliğine ben burada yatıp napıyorum kalkıp ders çalışmalıyım diye düşündüm çünkü geçen sene paso yatıp dizi mizi izliyordum ve hep içimden ahh ders çalışmalıyım diye geçiriyordum resmen alışkanlık olmuş :D
YanıtlaSilNot:keşke adamın resmini de koysaymışın merak ettim
Ahah ben onu sık yapıyorum niye öyle diyorsun? :D Önemli olan üşümemek, her şeyi giyebilirim :D Eh o kadar donduktan sonra neyse ki yağdı kar. :D
SilHahah gerçekten ben de seneye aynı şeyi yapacağım sanırım, ders çalışmasam bile "çalışmalıyım" deyip duruyorum çünkü :D Benim kameram bulandı demiştim ya, o yüzden fotoğrafları arkadaşım çekti, alamadığım için koyamadım da, ben de çok istemiştim ama maalesef :'(