Salı, Temmuz 21, 2020

ne garip federico adında olmak


the house that jack built (2018) by lars von trier
the house that jack built (2018) by lars von trier


konusu nedir bu yazının emin değilim, benimle ilgili bir şeyler işte. lorca'yla ilgisi ne ya da trier'le ben de emin değilim. 

evet, sanırım mezun olmayan (ve tabi yaşıtım olan) çok çok az arkadaşım kaldı. ben niye mezun olamıyorum? alttan dersim mi var? yok. ama iki bölüm okumak gibi bir seçim yapmıştım üç yıl kadar önce. bilmeyenler için -herkesin her şeyi bildiğini varsayıyorum onu fark ettim- bölümlerimden biri sinema ve televizyon, diğeri siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler, ve ingilizce. dördüncü senem ama ancak seneye mezun olabiliyorum çünkü zamanında "çok ders almakla uğraşamam ben ya hem amaaaan ne olacak bir sene uzatmaktan" dedim, tembelliğim ağır geldi ve sonuç olarak seneye artı birinci senemi okuyacağım. umarım son senem de olur. 

tabi bu arada bir de güzelim üniversitem kapatıldı (şehir üniversitesi). daha önce bahsetmiştim ama gene söyleyeyim. okulumdan aşırı memnundum. eğitimi hocaları arkadaşlarım kampüs. her şey çok iyiydi. fakat davidov'un parti kurmasıyla bir kötülük canları çekenler önce kayyum atadılar, sonra özel bir torba yasa çıkarıp çaaat diye okulu kapattılar. bir sabah kalkıyorsunuz, okulunuz yok. neden? birilerinin keyfi öyle istemiş. okul marmaraya devredildi. (geçen gün aklıma geldi, lise üçteyken üni gezmesi yapmıştık, marmara'ya da gitmiştik, bir tuvalet bulmak için yürü allah yürü. en sonunda bulduğumuz yer ne peçete var ne sabun, kusura bakmasın kimse ama rezillik diz boyu. dedim ki bu okula para verseler gelmem ben. nasıl büyük konuştuysam artık. tercihimle yazdığım üniversite kapanıyor ve marmara öğrencisi oluyorum. hey allahım.) yani şimdi ben marmara diploması alacağım, öyle mi? işste bu koyuyor. kendi okulumda mutlulukla okurdum son senemi..hem daha çok hocalar vardı dinlemek istediğim. yemin ederim içimde ukte kaldı. 

dün son kez okuluma gittik. kitapları iade ettim. okulda gezindim. belki de son kez. o kadar benimsemişim ki. eve gelmek gibiydi. eve son kez gelmek.


üniversiteye girerken ne istediğimi bilmiyordum. hala bilmiyorum. politikadan çap yaptığım için biraz pişmanım. çok şey öğrendim orası kesin, bakış açım değişti. ama ben felsefe adamıyım galiba, daha çok eğleniyorum felsefe ile -gerçi bir tür aşk nefret ilişkisi bu çünkü ciddiye alamıyorum aslında, yaşadığımı hissettiğim anlarda hiç umurumda olmuyor felsefe, bir oyalama gibi. sosyoloji yandalını bıraktığıma ise hayli memnunum, sıkmıştı çünkü ve hala hiç gerek yok diyorum. yüksek lisans yapmayı düşünüyorum, sinema sektöründe çalışmayı da deneyeceğim ama ümitsizim, kim beni ne yapsın. yl, doktora öyle devam eder akademi muhtemelen. hoca olma fikri cazip. yurtdışındaki bazı üniversitelere de başvuracağım ama burs bulabilir miyim nasıl olur onu da bilmiyorum. kısacası her zamanki gibi birçok şeyi teşebbüs edeceğim, sonra elimde neler kaldığını göreceğiz. yakında ales'e gireceğim, dil puanım cebimde. dönem içinde bunlarla uğraşmak istemediğimden şimdiden bu işleri halletmeye çalışıyorum. ales'ten sonra ielts ya da toefl konusunda bir karar verip ona odaklanacağım. bu konularda yeterince bilgi sahibi olup başvurularımı yaptığımda buraya da bir yazı yazarım, bir sene sonra tabi. 

yüzüklerin efendisi maratonu yapayım dedim çünkü şu ara bütün gün gezip yorulup akşam en erken onda eve geldiğimde hiçbir şey yapacak halim kalmıyor ancak bir film açıp uykudan ölmeyi bekleyebiliyorum. miyazaki'nin bütün filmlerini baştan sardım izliyorum iki ya da üç tane kaldı galiba. sonra trier'in son filmini izledik arkadaşımla, the house that jack built. trier şaşırtmadı, her zamanki gibiydi. deneysel, handycam, rönesans tabloları gibi sahneler... şimdiye kadar europa, melancholia, antichrist, nymphomaniac filmlerini izledim. hala favorim antichrist ve nympho. yani bu film çok bir yere gelemedi şuan ama tuhaf, onun üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum. (şiddet sahnelerine ya yok abartıldığı kadar değil diyenler bir kendilerini kontrol ettirsin. ayrıca o seri katile sempati duymak da ne bileyim... beni aşar.) ilahi komedya'ya başladım hatta. elimde olsa aeneis okurdum gerçi önce ama şu aralar hiçbir şey satın almak içimden gelmiyor. daha önce kitap almak istemediğim bir dönem olmamıştı, tam tersine alma isteğimle mücadele ederdim. ilginç gerçekten. şu ara biraz minimalist vibelar var bende. bütün eşyalar canımı sıkıyor. atıp verip kurtulmak istiyorum. ki kitap dışında çok bir şeyi olan biri değilim. ha bir de giysi var bolca ama onun sebebi annem. ama minimalizme de karşıyım aslında. biraz kasıyorlar gibi geliyor. bir salın ya. tamam kullanmadığınız eşyaları bulundurmayın elbette evinizde ama insanın da bir keyfi var, yerde bir halı koltukta bir yastık olsun istiyor, .  

işte böyle son zamanlarda yeniden yaşamaya başladım. ve tuhaf, benim için ne zaman yaşamak dışarıda olmak olmuş bilmiyorum fakat öyle. sırf noodle ya da uygur yemeği yemek için bir yerlere gitmek, erkek arkadaşımla bilmediğimiz yollarda yürümek, çimenlere yatmak, bisiklet sürmek, piknik yapmak, en yakın arkadaşlarımla kuzguncukta çay içip bütün gece konuşmak... yani böyle uzuyor liste. sıradan şeyler ama beni ne kada mutlu ettiğini unutmuşum dışarıda olmanın. kitapları filmleri resim yapmayı basket oynamayı seviyorum hepsi güzel şeyler filan da sokakları özlemiştim. 
 
*

sonra turşucumla konuştuk. neden yazmıyorsun, dedi, en çok yapmak istediğin şeyin bu olduğunu söylüyorsun ama yapmıyorsun. ben de korktuğumu itiraf ettim. yeterince iyi yazamamaktan korkuyorum. o kadar ciddiye alıyorum ki yazmayı başlayamıyorum bile. zor böyle korkak olmak ve böyle mükemmelliyetçi ve böyle gururlu olmak kötü. hayır, böyle olmak istemiyorum.

*

kordoba,
uzakta, bir başına.

siyah midilli, dolunay
ve heybede zeytin.

bilirim de yolları
varamam kordoba'ya.

ovadan doğru, rüzgardan,
siyah midilli, kırmızı ay.
ölümdür bana bakan
kulelerinden kordoba'nın.

yol ne uzun, oy!
yiğit midillim, oy!
oy ki, beni bekler ölüm
varamadan kordoba'ya!

kordoba.
uzakta, bir başına.

federico garcia lorca, atlının türküsü
(ne garip federico adında olmak, can yayınları, s.60, çeviri: alova)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder