yazının yapısı
filmlerin en az beğendiğimden bayıldığıma doğru gidecek şekilde inşa edildi.
(iyi halt yedim, inşa edilmişmiş, cümlenin bozukluğuna gelin) daha önce
yazabilmeyi isterdim ama işte bahaneler bahaneler. (tembellik)
birth of a nation
trailer'ındaki müziklerin aşık olarak gittiğim şu filmin
neden ve neden ve neden festival filmi olduğunu anlamıyorum. gerçekten. no
idea. ich weiß es nicht. wǒ bù zhīdào. nadu mulla. (engin dil bilgim beni
duygulandırıyor) bu filmden bahsetmiştim izlemek istiyorum diye, pişman değilim
yine de çünkü böylece adam gibi eleştirebileceğim bir filmim oldu. (ne izlese
beğeniyor bu da zaten yaftasından kurtardım. hadi yine iyiyim.) the man who
knew infinity hakkında düşündüklerimin aynısını düşünüyorum desem yeridir.
(biyografi filmi yapınca niye böyle yapıyorsunuz, bkz. olli maki çok iyiydi)
olmuyor abi, se-nar-yo yazamıyorsunuz. böyle daldan dala atlayan, şekeri
karıştırılmamış çay gibi (benzetme için teşekkürler derviş zaim) yazarın elinin
belli olduğu (bkz. deus ex machina) birbirinin takip eden sahneler. kan gövdeyi
götürüyor zaten. o işkence sahnelerinde kulaklarımı kapatıp gözlerimi de sıkı
sıkı yummam gerekti. (hiç gelemiyorum böyle şeylere, sanki bana yapılıyormuş
gibi hissediyorum) velhasıl kelam, fikir güzel, amaç güzel, konu güzel, imkanlar
oyunculuklar müzikler güzel. ama senaryo olmamış nate parker.
![]() |
rahatça filmdeki en iyi sahneydi diyebilirim, evet tabi ki ağladım |
desierto
rexx en iyisi. cidden. ama kadıköyü teyzeleri değil. yani
deli ediyorlar beni, biletim tam ikisinin yanındaydı. neyse ki sonradan
dayanmayıp değiştim yerimi, herkese her şeye diyecek lafları var. beş dakika
içinde o kadar çok insana laf ettiler ki (bunlardan biri de bendim tabi) en
sonunda çıldırmadan uzaklaşmamın iyi olacağına karar verdim. az daha filmden
çıkacaktım sinirimden. önyargılar önyargılar... kimsenin yaşına hürmet edesim
yok bazen. o yaşa gelmiş ama hala böyle bir kibre sahipse üzgünüm, mezarında
görüşelim diyeceğim tutuyor, yutkunuyorum. neyse filme gelecek olursak,
amoresperros'taki çocuğu bir bakışta tanıdım tabi ama o da ne? aradan geçen
yıllar acımamış, yaşlanmış. film sınırdan amerikaya kaçak olarak geçen
meksikalıların çöl sıcağında aklını kaybetmiş psikopat bir amerikalı tarafından
katliama uğramalarını anlatıyor. Bir buçuk saatlik filmin bir saatinde aklımızı
yitirecek duruma geliyoruz gerilimden. (ama ben bir süre sonra saldım, neyse ki
hayatımda ilk defa galiba patlamış mısır almıştım, ona odaklanıp rahatlamaya
çalıştım) solumun solumun solumdaki kadına film boyunca fenalık geldi, gerilim
arttıkça offf puff ölüyordu. ama filmin geçtiği mekan (çöl) çok güzeldi, oradan
kazandı.
ma loute / cicim
hadi after the storm'da ingilizce altyazı vardı öyle izledik
ya bu filmi ne yapmalı? city's nişantaşı'nda izledim filmi, sadece türkçe
altyazı vardı ve hem senkrone değildi hem de bazı yerlerde altyazı hiç yoktu.
tam bir rezillik. (avm işte ne olacak hıh. bu arada ilk defa gittim oraya.
avmlerden nefret derecesinde tiskiniyorum. hele bundan ayrıca.) film ise
inanılmazdı. yani sanırım dört yıldır falan böyle bir film izlememiştim.
yönetmen kesinlikle manyak. nasıl desem beni öyle etkisiz hale getirdi ki yorum bile yapamıyorum. eşsiz.
age of shadows
gayet güzel bir film olmasına karşın rakiplerinden dolayı
dördüncü sırada yer almak durumunda kaldı. bu filmi izlerken uzak doğu tarihi
bilgimin sanırım ilk defa işe yaradığına şahit oldum. japonya işgali altındaki
kore'de işgale direnenlerin öyküsü. her film türünün tadını bulabileceğiniz bir film,
çok güzel replikleri vardı, çoğunu unuttum ama bir tanesi şöyle bir şeydi: "hatalar yapsak da hayatta ilerleriz. hatalarımız bir
yığın halini alsa bile onların üzerine basarız. daha yükseğe çıkabilmek için."
hymyilevä mies / olli maki'nin en mutlu günü
gerçekten güzel bir biyografi olduğunu söylemeliyim. olli
maki finlandiya'nın 1962'de tüy siklette dünya şampiyonluğu için dövüşmüş ünlü
boksörü. juho kuosmanen neden filmi siyah beyaz çekmiş bilemiyorum ama
yakışmış. her şeyi gözümüzün içine sokan filmlerden sonra çok iyi geldi, zaten
bayan oyuncu da muhteşemdi, evlenmek istedim kendisiyle. tebrikler efendim. başka festivallerde de görüşelim.
after the storm /
fırtınadan sonra
türkçe altyazı senkronizasyonu sık sık kaybetti, beyoğlu
sinemasında izledim. daha önce bu salonda böyle bir şey yaşamadığımdan
şaşırdım. (fitaş olaydı şaşırmazdım mesela.) o açıdan biraz üzücüydü ama film o
kadar harikaydı ki bunu önemsemedim. yönetmen yine ve yine harika bir iş
çıkarmış, neden japon sinemasını sevdiğimi bir kez daha anladım. bütün salon
kahkahalara boğuldu ve ağladık da. bir gün böyle bir film yapabilmeyi çok
isterdim. (ya adam yani koreeda montajı bile kendisi yapmış beni şok etti, üstelik dur durak bilmiyor. sen adamsın hirokazu.)
the net
o kadar harika bir filmdi ki diyeceğim bir şey yok
gerçekten. eleştirebilirim, aklımdan geçen bazı olumsuz yorumlar da yok değil.
(evet ben, evet kim ki duk'u) özellikle bazı diyaloglar çok kendini belli
ediyordu, kim ki duk pek fazla diyaloga yer veren biri değil filmlerinde, böyle
olunca acaba diyalog yazamıyor mu diye düşünmedim değil hahah (aynısını nuri
bilge için de düşünüyorum mesela ama o kendisi de itiraf etti zaten bunu) yanlışlıkla sınırı geçen kuzey koreli bir
balıkçının hikayesi. güneye ve kuzeye, pek tabi onları güney ve kuzey yapan komünizm ve kapitalizm için al birini vur ötekine (aynı bokun laciverdi) derken bir yandan da aslında aynı dili, aynı kültürü, aynı tarihi paylaşan insanların birbirine
nasıl düşman oldukları ancak bu kadar etkileyici bir şekilde anlatılabilir dedirtiyor. deli
gibi ağladım. harikasın kim ki duk.
***
bir film ekimi daha böylece eksikleriyle (paterson, swiss
army man, salesman) geride kaldı. önümüzdeki maçlara bakacağız artık. (36.istanbul
film festivali) sevgiler...