Pazartesi, Ekim 19, 2015

Tüm Zamanların En Gereksiz Yazısı


Hadi daha sonra hatırlamak için yazdım bu yazıyı tamam da niye yayınlıyorum bilmem. 
İşsizlik de diyemiyorum ki artık. Anlamadım.

Ben bu resmi çekeli dört yıldan fazla olmuş, kim inanır ?

SÜMERBANK 

Anneannemler Antalya'da olmadıkları yılın çok da fazla olmayan kısmında, şehir merkezine otuz kilometre uzaklıkta bir sahil kasabasında yaşıyorlar. Biz de haftasonları bir kaç saatliğine kaçamak fırsatı yapma fırsatı buluyoruz. Daha iyisi ise yazları orada kalmak, her gün denize gidebilmek...

Anneannem ve dedem neredeyse birbirine taban tabana zıt iki insan. Tayin edildikleri Isparta'nın bir köyünde tanışıp evlenmişler. (Dedem köşelerde saklanır, anneannemin önüne pat diye çıkar korkuturmuş onu.) Biri Akdenizli biri Karadeniz... İlk çocukları olan annem Bitlis'te dünyaya gelmiş. Şimdi anneannem altmış dokuz, dedem yetmiş yaşında ama maşallah benden enerjikler. Hele anneannem ele avuca sığmıyor. Ben ne kadar uyuşuksam o da o kadar aceleci. Hepimizi mahvediyor, bilmiyor ki bizim içimizde ondaki nükleer enerji kaynağından yok.. En sevdiğim özelliği ise müthiş bir espri anlayışının olması. Sürekli ironi yapar konuşurken falan. (Annem şakadan ne kadar anlamıyorsa o da o kadar anlıyor.) "Mantar kafalı" gibi kendine has hakaretleri vardır. Dedemle atışmalarında da gülmekten ölüyorum. Bir örnek vereyim:

Davlumbaz borusuna kuşlar yuva yaptığı için kullanmıyor anneannem. Bu yüzden kızartma yapmak için bahçeye çıktık ve ben de onu izliyorum bir şeyler öğreneyim diye. (Malum öğrenci evine gideceğim, bir yemek nöbeti olacak, her gün yağsız makarna pişiremem.) Bizi orada gören dedem hemen gazeteyi alıp yanımıza koştu tabi. Anneannem ebe, dedem de öğretmendi. Bize göre dedemin öğretmenliği için "di" ifadesi fazlalık çünkü hala herkesi potansiyel öğrenci olarak görüyor. Başladı gazeteden sağlıklı beslenmeyle ilgili bir şeyler okumaya. Benim de içim daralmış bu konudan, fenalık geçireceğim. Anneannem dedemden gizlice bir tanıdığını aradı hemen, dedem durmak zorunda kaldı tabi. Konuşma bitti, dedem hemen:
"Nerede kalmıştık?"
"Sümerbank'ta."

AYAKKABI ÇALAN KÖPEK 

Bir gün yine anneannemle oturuyoruz. "Buralarda bir ayakkabı hırsızı vardı, bugün ölmüş." dedi. Ben tabi ağzım açık bakakaldım. "Gerçekten mi ne zaman nasıl ya kim?" şeklinde arka arkaya soruları dizerken durumu açıkladı.
"Burada ufak bir köpek vardı, ayakkabıları çalıyordu."
"Ne?! Nasıl yani? Köpek mi ayakkabıları çalıyordu?"
"Evet, geçen bilmem neye gitmiştim, çıktım ki terliklerim yok. Birisi köpek çalmıştır dedi, hakikaten de almış ileri götürmüş, orada bırakmış. Hangileriydi... Hah işte ayağındakiler!"
"Neeeee?! Yıkadın mı bunları?"
"Yıkadım tabi ki... Bugün trafik kazası olmuş, bir araba çarpmış ona."
"Bir dakika... bu köpek açık kahve, tasması olan bir köpek miydi?"
"Evet evet."
"İnanmıyorum! O köpek bu mahalleye benimle birlikte gelmişti! Şimdi o...ayakkabı mı çalıyormuş...ölmüş mü bir de? Na-nasıl olur?"

PİZZASI OLMAYAN PİZZACI

Aslına bakarsanız o gün moralim çok bozuktu ve evden çıkmak istemiyordum. Çeşitli şeyler hakkında mızmızlandıktan sonra Wpos'la buluşup gitme fikrinden sonra yelkenleri suya indirdim ve bir kaç saat sonra yola koyuldum. Bugünlerde fena halde kafayı taktığım Standing Egg (4 US) ve Vanilla Acoustic (Eudaimonia) albümlerini kim bilir kaçıncı kez dinledikten sonra arabadan inmeye yaklaştığım sırada Wpos'a kitabevine gitmesini söyledim çünkü kitapçıdan daha hoş bir buluşma yeri tahayyül edemiyorum haha (Başka bir yer bilmediğim gerçeğini yüzüme vurmazsanız sevinirim.)

Ama kendisini yolda on birinci sınıftaki geometri öğretmenimizle konuşurken yakaladım. İnanılmaz tatlı bir insandı. Sırf dersi kaynatmak için ortaya attığım "Hocam hadi tabularını yıkın ve dışarıda ders işleyelim!" fikrimi kabul etmiş ve bizi bahçeye çıkarmıştı. Tabi mevsimlerden kış olunca donmuştuk ve sonra kantine gitmiştik. Bize çay ısmarlamıştı ve sohbet etmiştik. Bunu, söylerken hiç beklemediğim için her zaman güzel bir anı olarak hatırlıyorum. Ama tabi ki tek sevimliliği bundan ibaret değildi. Her zaman çok sıcaktı ve onu en kızdırdığımız zamanlarda bile dayanamaz gülerdi. Bütün derslerinde kitap okumama, kitap okumadığım zaman sürekli dersi kaynatmama ve hiçbir ödevimi -hatta dönemlik ödevi bile- yapmama rağmen hiç düşük not vermedi, hatta kızmadı bile. -anlaşıldığı üzere hiç de ideal öğrenci değildim- Sadece "ben seninle ne yapacağım" şeklinde üzgün olurdu ama notlarım iyi olduğundan ve geometriyi de sevdiğimden asla kötü bitmezdi diyaloglarımız. Kendisini her zaman güzel anacağım.

Wpos'un telefon konuşması sona erdikten sonra kitabevine girdik ve kendisine Star Wars'ın comic booklarını gösterdim, tabi ki hardcore bir Star Wars hayranı olarak biraz(!) fangörllük yaptı. Daha sonra inanılmaz hoş bardak altlıkları bulunca hem kendimize hem de arkadaşlara almaya karar verdik. Ben bir adet V for Vandetta, Don Kişot ve Wpos bulmasına rağmen ondan çaldığım bir The Godfather aldım. O ise abisi için badman, kendisi içinse Darth Vader, Joker ve sanırım kardeşi için de bir Doctor Who altlığı aldı. Tabi bütün bu işleri yere çömelerek yaptığımız için ayağı kalkmak pek kolay olmadı.  Sonra söz konusu yerde biraz daha boş işlerle uğraştıktan sonra (ki bu sırada bir kız bize Frida Kahlo'nun resmini göstererek "bu kişinin kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu, ben de söyledim, anlamadı bir daha söyledim, bir daha anlamadı ve üçüncü kez söyledikten sonra hala anladığından şüpheli olsam da yeniden sormadı -çok şükür-) Nerede olduğu hakkında bir fikrimiz olmayan pizzacıya doğru yola koyulduk.

Wpos'a yolu bilmediğimi, içgüdülerime güvenip güvenemeyeceğini sordum. Haklı olarak güvenemeyeceğini söyledi ama yine de insan kalabalıklarından uzak olmak için her şeyini feda edebilecek iki insan olarak benim kesinlikle ama kesinlikle güvenilmeyecek yol içgüdülerime göre yürüdük. Neyse  ki bu şehrin yamukluğundan nefret etsem bile sadece aşağı yürüdüğünüzde öyle ya da böyle sahile ulaşırsınız, yani kaybolmak imkansızdır. Biz de böylece sahile indik ve arabaya bindik. -gerçi arabaya binmemiz o kadar kolay olmadı ama gereksiz teferruata girmeyeceğim- Bizi pizzacıya götürecek olan arkadaşlarımızla okulun orada buluşacaktık.

Yolda Metüriç, Wpos'u aradı ve bunu neden yaptığı hakkında hiçbir fikrimiz olmadığı halde Woops birden ikimizin kavga ettiğini, benim nerede olduğumu bilmediğini, yanında ise Turşu'nun olduğunu söyledi ki Turşu o sırada evinde oturmuş yeğenlerine bakmakla meşguldü. Metüriç ayrıntı isteyince "bunlar ciddi meseleler sonra konuşuruz" dedi Wpos ve telefonu kapattı. Ardından hemen Turşu'yu arayıp oyunu anlattı ve Metüriç'i işletmesini söyledi. Ah Turşu tabi ki doğuştan gelen oyunuluk yeteneklerini kullandı. Metüriç onu arayıp benim nerede olduğumu sorunca "Ne bileyim ben nerede, git kendisine sor" diye atarlı bir cevap verip, "dolmuştayım ve şarjım bitiyor" diyerek telefonu kapatınca Metüriç tabi ki tongaya bastı.

Beni aradığında arabadan inmiştik ve ona hasta olduğum için gelemeyeceğimi söyledim ki bu benim klasik cümlelerimden biri olduğundan ve gerçekten kavga etmiş olsak bunu söylemeyeceğimden olay inandırıcı hale geldi ve endişeyle "Gerçekten hasta mısın yoksa başka bir şey mi oldu?" diye sordu. "Wpos kavga mavga bir şeyler dedi." Ben  de sıkılmış bir ses tonuyla palavra sıkarken Wpos "Paul yeter yeter" dedi, meğersem Metüriç, Darling ile birlikte karşımızdaymış. "Allah belanı.. kapat kapat!"tan sonra tabi ki bize saydırdı. Sonra Turşu'yu aradı ve Turşu tabi ki bunlardan habersiz rolüne devam ettiği için o da azardan nasibini aldı. İşletme operasyonunda başarılı olmuştuk ama neden bunu yaptık cidden bilmiyorum. Yine de eğlenceliydi.

Sonra yürüyerek bizi pizzacıda bekleyen ve etrafta bir köpek olduğu için acele etmemizi söyleyen Mrs.Morgana'nın yanına gittik. Dehşet güzel bir köpekti, kocamandı, tüyleri uzun değildi ve temiz görünüyordu. Tabi ki kendisini sevmek için teşebbüse geçtim ama niye olduğunu bilmediğim bir şekilde köpekler benden hazzetmiyor. İki defa köpek saldırdı bana, yine de hala kendilerine sevgi besliyorum ancak onlar beni sevmiyor arkadaş! Bu teşebbüsüm anlaşılacağı üzere akim kaldı ve köpek benden kaçtı. Ama arkadaşlarım tabi ki durumdan memnun oldular ve kaçtıkları yerlerden geri döndüler.

Günün esprisi Darling'in "Gastronomi okuyacak insanı"ydı. Wpos Gastronomi okumaya karar vermişti ve Darling de bunu çok havalı olduğunu düşündüğü için Woops'u kendine üstad ilan etti ve üşenmeden her cümlesine "Gastronomi okuyacak insan" kelime öbeğini ekledi.

Takımın son ferdi NSA'i beklerken Metüriç sipariş vermek için içeri girmişti çok geçmeden dışarı çıktı ve "Pizza yokmuş." dedi. Ufak çaplı bir kalp krizi geçirdik çünkü söz konusu yer bir pizzacıydı. Yani pizzası olmayan bir pizzacı Crows Explode'daki öğretmen olmayan okullar kadar saçmaydı. -ne var ki Crows Explode bir film, pizzası olmayan pizzacı ise en az benim kadar gerçekti-

İftara kalmış on beş dakika falan biz ortada kaldık mı? Biri yakınlardaki bir tatlıcıya gitmeyi önerdi, biri bir restoran söyledi, Woops benzincinden kek alıp yiyelim dedi, benim fikrimse batıya doğru yürümek ve karşımıza çıkan ilk yerde yemek yemekti. Ne kadar muhteşem bir fikir değil mi? Lakin bu fikri harika bulan tek kişi ben olduğumdan bir restorana gittik. Ki bu söz konusu restoranda hiç hoş şeyler olmadığından bu kısmı atlayacağım çünkü hatırlamak bile istemiyorum. -unutmak mümkün olmasa da-

Ama sonrası güzeldi, okula gittik ve karanlık bahçede oturduk, kızlar dondurma ve içecek getirdiler. En az üç saat sohbet ettik. (Ama kimse, ya ne zaman mezun olduk zaman çok hızlı geçiyor falan demedi, hiç duygusala bağlanılmadı ancak hahahihihoho) Ateş yakmaya çalışıp başarısız olduk, on ikiye doğru kadro birer birer azaldı ve üç kişi kaldık. Tabi ben parka gitmek istedim. Çünkü şu üstü kapalı kaydırak var ya, onu ağız kısmına yatmak öylesine harika bir şey ki... Sonra Wposla şu asılarak geçilen yerin üstüne çıkıp oturduk. Ve bunun gibi boş işlerden sonra Metüriç'in amcası gelip bizi aldı. Ben anahtarım olmadığından Wposlara geçtim ama eve girmeden ortalıkta boş boş dolanıp evin önünde oturduk.

Sonra Wpos oradaki bir arabaya çok kızdı girişe park ettiği için ve arabanın sahibine bir not bırakmaya karar verdik. (Yalnızca ilk cümle bana ait, kalan kısmını Woops yazdı.) Woops yazarken ona "senin olduğunu anlayacaklar" dedim gülerek çünkü acayip anlatım bozuklukları yapıyordu. (Kendisi Türk olsa da Danimarka'da doğup büyüdü o yüzden dilbilgisiyle ilgili ufak tefek sıkıntıları var diyelim.) Kağıdı katlayıp arabanın camına koydu.

"Sevgili .......... plaka sahibi vatandaş (cinsiyet ayrımcılığı yok)
Dost, insan arabayı girişin ortasında park etmez.
Ayıptır günahtır
Ya ambulans gelse, hayır anlamadığım nasıl bunu düşünemezsin, o kadar ehliyet sahibisin.
O mübarek derslerde yok muydun?
Neyse umarım hatanı anlarsın.
Yanlış anla veyahut anlama bidahaki sefere doğru dürüst park etmen umuduyla
(senin için dua edeceğim)
Sevgiler & Saygılar
Duyarlı & Mağdur Vatandaş"

Sonra tabi ben binaya her girip çıkana korku dolu gözlerle baktım "acaba sahibi geldi mi" diye... Sonra bir ara binanın içine girdiğimizde şartelleri indirme fikri öne sürdüm ama yapmadık. (Çok uslu bir çocuğumdur da çaktırmıyorum.) Babam geldiğinde saat biri çeyrek geçiyordu.

now playing: george harrison - my sweet lord

2 yorum:

  1. ey gidi pizzası olmayan pizzacı ya okurken bi hüzünlendim ama ben o köpekten çok korkmuştum ya bak aklıma geldi yine korktum :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ama tatlıydı şimdi niye öyle diyorsun? Güzel gündü be, özlüyorum liseyi valla bak

      Sil