Cumartesi, Ekim 17, 2015

özet olarak;

 
Bunu o gün çekmedim ama Üsküdar yine Üsküdar.
Üsküdar'da Akşam Vakti

Ertesi gün sınavım var ama benim hiç çalışasım yok. Oda arkadaşım da kendi okulundan bir kamera  çarpmış, tripodu da getirmiş. Akşam olunca "ben çekim yapmaya gidiyorum, geliyor musun?" deyince bir anda kendimi caddenin ortasında buluverdim. Nasıl bir hızla hazırlanıp çıktıysam ne para almışım ne telefon ne başka bir şey. Sadece kendimi ve tripodu çıkarmışım dışarı. Neyse işte öyle başladık acayip çekimler yapmaya, su sesi alalım lazım olur. Parkı alalım, otobüsleri alalım, ışıkları alalım, trafik lamabaları, telefon kulübeleri... Ya şu kuaför çıkmasın falan. Ortalıkta saçma sapan dolanıp açı arıyorum derken derken evdekiler aradı yemeğe bekliyorlarmış, biz de nasıl açız, uçarcasına gittik.

Korkunç Kantinci

Bizim okulda bakkal dedikleri bir kantin var, böyle bayağı kantin yani, niye bakkal diyorlar onu çözemedim. Neyseciğime olay bu değil. Burada iki adam duruyor, biri tanesi hep orada diğeri bazen. Hep orada olan adamdan çok korkuyordum ben.  Ama cidden anlatılmaz bir adam, böyle her sabah su veya sade soda falan alırken ödüm patlıyor. Her an cinnet geçirip bizi kesecek diye bekliyorum. Adam bana elli şınav çek dese yüz elli tane çekerim, öyle bir korku bendeki.

Neyse, o gün yanımda bir arkadaş var, evdekiler için biraz abur cubur alacağım kantinden. İstedim bir şeyler, sonra tabi poşet var mı diye sordum. Adam sert bir ses tonuyla "Poşet yok, elinizde taşıyacaksınız." demesin mi? Ben tabi hemen kabullendim korkudan ama şaşırdık da biraz. Adam biraz durup birden konuşmaya başladı: "Var tabi poşet olmaz mı? Şuna bak ya *arkadaş için konuşuyor* dövecek bizi poşet yok diye..." Ben önce daha bir korktum ama meğersem şaka yapıyormuş. Nasıl şakaysa, hala gülmüyor, biz olayı çakınca başladık gülmeye ama korkudan sinirlerim bozulmuş ondan gülüyorum. Poşeti aldık almasına ama herhalde bunu asla unutmam. Şimdi adam aslında komik biri mi yoksa gerçekten sayko mu anlamış değilim. Tek bildiğim hala kendisinden tırstığım ama sevdim de. Karışık bir durum.

Ispanak

Bir de bu var tabi, panelin olduğu gün yemek nöbeti bende. Çıkar çıkmaz eve uçtum, ıspanak yapacağım ama yine ilk kez tabi. Ay bunları yıka yıka kes kes at at derken bir saatte yaptım yemeği. Güzel oldu olmasına ama bakın benim saygıdeğer ev arkadaşlarım ne yapmış? Yiyip de gelmişler. Hakaretin böylesi, üç kişi falan yedi. Ben de hıh dedim, yedim kendi ıspanağımı. Ama var ya, geçen sefer ki olaydan sonra karabiber çok pis bağımlılık yaptı bende, her şeyin içine koyasım geliyor. Karabiber miydi başka bir şey miydi şüphelenmeye başladık.



Tornavida

İlk iki hafta boyunca gayet sıkıcı, sıradan ve inek bir sınıf olup üçüncü hafta kayışları gevşettik. Bu hafta fazlasıyla güldük. Sınıftakilerle konuştukça çok ilginç insanlar olduğunu keşfediyorum. Kızları hemen tanıdım da erkekler işte ancak. -Kızlar olarak çok normaliz ama o yüzden- Yolun sonu karanlık.

Bizim sınıfın balkonu var ama kapıları yere sabitlenmiş vidalarla. Ne zamandır açalım açtıralım diye hayaller kuruyoruz, evden tornavida getirelim sökelim falan. Çünkü bayağı uzun, binayı dolaşan bir balkon olduğundan hem adam gibi hava almak için hem de sigara içenler için büyük kolaylık olacak.  En sonunda bir arkadaş getirmiş denemiş kendisi ve diğeri ama olmamış. Ben de öğle falandı herhalde, "ver ben de deneyeceğim" dedim. Hareket ettiriyorum ama çok zor, meğersem yanlış tarafa çeviriyormuş. Sola doğru çevirince başladı mı açılmaya, bir anda "vaaay açılıyooor!" olduk. Erkekler toplandı falan "kıza mı yaptırıyorsunuz ayıp be!" olayı oldu, sonra onlar gaza gelip bütün vidaları çıkarttılar, ilk biri çıktı dışarı, sonra ardından hepimiz. Ama nasıl mutluyuz görülmeye değer hakikaten.

Sinema Sohbetleri

Nasıl heyecanlıyım nasıl heyecanlıyım, hem Akira Kurosawa hem de Ran'dan konuşulacak. Böyle bir heves çıktım evden, yarın yine sınavım var, üstelik hikayenin son günü ama eve gelince yaparım diyerekten hepsini saldım. Yemek falan yemeden gittim. Ufak bir sinema salonu, adamı bekliyoruz. bu sırada filmi açtılar. Dedim hadi adam gelene kadar izlerim, filmi yeni izlemişim falan ama olsun yani yine izlerim diyorum. Bir saat oldu adam gelmedi, bir buçuk saati daha var filmin ben onun sonunu beklersem bir de konuşmaya kalırsam hikayeyi kim yazacak? Sinirlendim çıktım geldim, insan bir program akışı falan belirtir bu ne ya? Bir de sanat yılının açılışı varmış, tıklım tıklım her yer. Oradan çıkıp Ayla Ağabap diye bir hanım teyzenin konuşmasına girdik ama sarmadı bizi çıktık. Sonra ayaklarımı sürüye sürüye geldim evime, yolda gelirken İskender Pala'yı gördüm. Takip edecektim aslında ama çok hızlı yürüyordu üşendim. Bu da böyle bir başka şeyin daha kursağımda kalışının hikayesidir.

Mr.Hawaii'nin Doğum Günüsü

Bizim hocanın doğum günüsüymüş, diğer int. sınıfı da buna pasta almış falan. Biz de biliyorduk o da söyledi, hatta aldıklarının pastanın resmini bile gösterdi. Biz de tabi hemen gaza gelip para toplamaya başladık ama ne zaman? Derste. Anladı tabi ki "oh iyi iyi herkes versin, kim vermedi?" falan diyor. Ben de "sizin de vermeniz lazım," falan dedim bunun üzerine, o da verdi. Ertesi sabah ilk sorusu "pastam nerede?" Çocuklar da sınıfın dışında bekliyorlar, herkes gelsin de girelim diye. Neyse kutladık, resimler çekildik, ben hiçbirinde yokum ama. Neredeyim? Selfie çeken kızın kafasının arkasında! Sadece bir resimde kolum mu ne var öyle yani. Tabi hiç de üzülmedim, zaten bütün resimlerde iğrenç çıkarım. Bu da böyle bir saçma doğum günü kutlamasıydı yani, sezonu açmış olduk. 

Sahaf Festivali

Nasıl bir coşkuyla gittiğimi bilmem söylememe gerek var mı? Girer girmez kendimi kaybettim. Çok güzeldi her şey, alacakaranlık ve türevleri dışında tabi. Dedim ayıp ayıp, sahafsınız siz böyle kitapları niye satıyorsunuz? Neyse, beş yüz liralık iki Sezai Karakoç kitabıyla bir Cemil Meriç kitabı gördüm. Sahaf amcaların birinden daha önce de duyduğum özlü bir söz dinledim. (Kitap ödünç veren bir enayidir, ödünç aldığı kitabı geri veren iki enayidir.) Bütün sahafları gezip yorgunluktan ölünce oturdum insanlar izledim/dinledim. Festivale gelen kişilerin üçte ikisinin bayan, bayanlarının yaş ortalamasının 28, erkeklerin yaş ortalamasının 45 olduğunu gözlemledim.

Bir da asıl komik olaya gelelim. Bir tane platform var, konuşmacılar için. Üstünde de bir sürü ayak izi. Sonra görevlilerden biri gelip kağıt yapıştırdı, "Lütfen ayak basmayınız." Tabi gelen geçen herkes gülüyor, hem basmayın demişler hem de bir sürü ayak izi var diye gülüyorlar. Ben de biliyorum ya şimdi, o yazı oraya konulduktan sonra kimse basmadı. Dedik ki Ms.Retro ile bir not da biz ekleyelim. Yazdım ki "Not: Bu ayak izlerinin hepsi not konulmadan öncesine aittir. Lütfen halkımızı yargılamayın." Bekliyoruz okuyanların tepkilerini. Kişisel olarak ben böyle bir şey görsem çok gülerim, resmini çekerim, arkadaşlarıma anlatırım falan. Ama kimse mi okumaz? 50 dakika falan bekledik, ilk okuyan adam gayet ciddi bir tepki verdi ve gitti. İkinci okuyan kız hiç iplemedi. Üçüncü okuyan genç hafifçe güldü ve sonra gidip arkadaşına anlattı. Biz "hığağağağa" modundayız, sonunda istediğimiz tepkiyi almaktan memnun sırıtıyoruz. Derken çok geçmeden görevli gelip notumuzu aldı gitti, bizim hikayemiz de böylece sona ermiş oldu.  


















Talihsiz Serüvenler Dizisi

Bu seriyi okuyanınız bilir çocukların başına neler geldiğini. Hah işte ben de dördüncü kardeşim. Bakın şimdi, festivalden sonra bayağı yorulmuşum, hastayım, ablama geçtim. Ciğer mi ne pişiriyor? Bu noktada işlerin ters gideceğini anlamalıydım. Neden? Ben vejetaryenim, etin kokusu bile midemi bulandırıyor. Neyse, durdum biraz, akşam trafiğine kalmadan çıkayım dedim. Otobüse bittim, bakiye yetersiz, halbuki bir kaç saat önce doldurmuşum, imkansız bir durum. Neyse dedim, indim. Akbil dolduracak yer arıyorum bulamıyorum. Bu sırada bir rüzgar esti bir şey oldu cüzdanımda ne varsa caddeye saçıldı. Kartlar, bozuk ve kağıt paralar, belgeler, kağıtlar ne varsa yani. Ben tabi şok, elimdeki kitap poşetini koydum bir kenara, toplamaya başladım. Bir amcayla bir abi yardım ettiler sağ olsunlar, sonra dönüp bakarım ki poşet de devrilmiş kitaplar da yerlere düşmüş. Onları da topladım, ablamı arıyorum, akbil dolduracak yer soracağım, açmıyor hıyaroloviç. Oraya buraya yürüdüm öyle, neyse en sonunda açtı, tarif ettiği yere giderken poşetin sapı koptu mu? Kitaplar yeniden yerlere saçıldı. Ama ben talihsiz hayatımı bildiğimden yedek poşet almıştım, on sekiz kitabı alıp başka bir poşete dizdim yolun ortasında. Neyse gittim akbili doldurdum, otobüse de bindim ama yer yok tabi ki, tıklım tıklım ve tam trafik. Ve sabah içtiğim sütle, öğle içtiğim kahve midemdeki tüm şey. Eve geldiğimde artık böyle ağlamak üzereyim ama bir yandan hayatta  kaldığım için şükrediyorum.

Bütün bu yorgunluğuma rağmen bir saat geçmeden tekrar gezmeye çıktık. Ben eve girmek istedikçe ev benden kaçıyor mu ne? Üstelik giderken bir kaç aksilik daha gelince başımıza suçlusu ben oldum haliyle, sen ayrı gel falan diyorlardı en son.

Kitap Tamiri

Sahaflardan aldığımız kitaplar arasında haliyle sağı solu yırtık olanlar vardı. Hemen bir bant bulup tamire giriştim. Eski kitapları tamir etmek ne kadar harika bir şey... Eskiden dedemin kütüphanesinde kitaplar için aynı işlemleri yapardım, şimdi bizzat kendi kitaplarım için yaptım. Beni o kadar mutlu eden bir şey ki... Sonra şunu düşündüm, kitap tamir etmemiş, onun zevkini ve mutluluğunu yaşamamış  bir insan beni gerçekten anlayamaz. Çok basit bir şey olmasına karşın bir o kadar da değerliydi benim için.Yeri öyle mühimdi hayatımdaki. Tuhaf.

Final

Cuma gecesi bir gece klası olaraktan evdekiler acıkmışlar, çiğ köfte söylüyorlar ama sipariş verirken bunları aldı bir gülme krizi. Sipariş alan adam da gülüyor, diyor ki "Ben bu sesi tanıyorum, bu ses beni arayıp gülüyor, sonra ben de gülüyorum." Kapattıktan sonra diğer kızlar korktular, gece vakti adamı evimize çağırıyoruz falan diye, kapıyı açma görevini en nemrut suratımı takınarak ben üstlendim. Üç numaralı sayko bakışlarımla kapıyı açtım ama giderken gayet kibar "iyi akşamlaaar" falan dedim. Ama evdekilerin adı, hayır sesi çıkmış resmen çiğ köftecide.

Böyle bir haftaydı bu da. Haftasonu hakkında beklentilerim yüksek(!). Şimdiden yarısı gitti bile ama olsun. 4928798472 tane ödevim var ama olsun. Hastayım da ama olsun. Biri beni vursun.



12 yorum:

  1. shizuka17 Ekim 2015 17:06
    Çok güldüm paul ya, cidden dördüncü kardeş olurmuşsun desene.
    Akira Kurosawa ismini okumamla sırıtmaya başlamam aynı anda oldu,en az senin kadar ben de hayal kırıklığına uğradım :|
    Bir de, uzun zamandır inceleme yapmıyorsun ama f(x) comebacki yakında, senin incelemelerinden de ayrı zevk aldığım için bekliyorum haberin olsun
    Not: şu yorumları bir düzenleyebilirsek ah bir düzenleyebilsek...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorumu da ibreti alem olsun siye silmiyorum, sözde düzenlenmiş yorum bu olacaktı!

      Sil
    2. Hahah çok tatlı olmuş bu amaaa :D
      Siz gülün tabi gülün, ben bu talihsizliklerin devamını yaşadım bugün. Akbilimi evde unutmuşum, tam da akşam trafiği, dolmuşların hepsi dolu, yürüdüm yokuşları. Neyse, sefil hayatımı paylaştığım yeter. :D
      Eylül'ü yapayım dedim hiç vaktim olmadı, o kadar yoğunum ki üç haftadır, K-pop'ta ne olup ne bitti haberim bile yok. "f(x) miiiiiğğğ" oldum yani sen söyleyince, ay tabi vaktim olursa neden olmasın çok isterim de hayatım cidden zor gördüğün üzere.

      Sil
    3. Bir arkadaşa da Red Velvet sözü vermiştim, hala kelime yazmadım. Belki ikisini şöyle bir arada alırsam, olabilitesi var.

      Sil
    4. Yalnız cidden zor olmalı, senin başına gelenler benim başıma gelse gülmek bi yana ağlardım kesin.
      Neyse bunun hatırına söz olarak almıyorum fx comebackini, ne kadar da iyi bir insan oldum bu aralar...

      Sil
    5. Zaten ben de yaşarken az daha ağlayacak duruma gelmiştim ama onu yapamayacak kadar zor durumdaydım :D Sağ olasın var olasın ama yine de elimden geleni yapacağım, söz almadığın iyi oldu tabi orası ayrııı ^^

      Sil
  2. Sahaf Festivaline gidemedim bir türlü ya. Geçen cumartesi Üsküdar'daydım ama kızlarla laflayacağız diye gidemedik, unutmuşuz. Dün de Üsküdar'a gidip ordan sizin okula geçtim ama vakit yoktu, günler kısaldı iyice. Festival de benim kursağımda kaldı anlayacağın. Etrafa baktım Şehir'deyken acaba şu kız Paul olabilir mi falan diye ama hiçbiri değildin muhtemelen :D Bu arada şaşırdım vejetaryen olmana, bilmiyordum. Neyse, alışıyoruz yeni hayatlarımıza galiba, arada murphy ile aşk yaşasak da :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ondan önce de Beyoğlu'ndaydı, ona gidemedim diye üzülüyordum kiii artık üzülmüyorum. 25 Ekim'e kadar daha koca bir hafta var, gidersin.
      Cuma beni görme ihtimalin biraz düşük çünkü o gün üç ders olduğundan kutsal gün, 12'de çıkıyoruz. :D Bir dahaki gelişinde haber ver diyeceğim nasıl vereceksin o da bir muamma tabi. Alışmasına alıştım da biraz bıktım ya ben, çabuk söner benim yazmak dışındaki her hevesim. Murphy candır. ^^

      Sil
  3. Sahaf Festivali ne hoş festivalmiş o öyle :)
    Kitap tamir etmek çok hoş tabii ki de. Küçükken sınıf kitaplığımızdaki kitapları tamir ederdim :)
    We will survive for better days!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyleydi hakikaten, ardından gelen bütün o talihsizliklere rağmen güzel bir gün olarak anacağım :D
      Ya bu olay bambaşka bir olay ancak yapan bilir diye düşünüyorum.
      Umarım öyle olur :'')

      Sil
  4. ran ve kagemusha süper yaaa. :) ıspanak ha haaa :) kantinci sapık katil. tam gençlik filmi yaaa :) onun kısa filmini yapın yaa :) çekiyo musunuz ya böle filmler :) üskidar nefis tabii :) sahaf fotolarını çok sevdim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kurosawa candır :D filmini çekerken korkudan ölürüm ben sen ne diyorsun? :D El emeği göz nuru o çektiğim resimler haha :D

      Sil